KATEGORİLER

7 Aralık 2019 Cumartesi

YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 22

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 22 ***

Sabah işe giderken seni birinin uğurlaması, pencereden el sallaması, akşamları döndüğünde güler yüzle kapıda karşılayıp gününün nasıl geçtiğini sorması ne güzel! Artık misafir ağırlama zamanı. İlk olarak şefin Jaccard ve kısa bir süre sonra emekliye ayrılacak Bovet ve eşlerini ağırlayacaksınız. Jaccard'ın eşi Yeliz Hanımın ailesi yıllar önce Sivas'tan kalkıp İsviçre'ye çalışmaya gitmiş. Uzun yıllar kaldığı yabancı memlekette geldiği yerleri çoktan unutmuş havalarında. "Siz Türkler kuru fasulyeyi çok güzel yapıyorsunuz, bir gün yapın da yiyelim." deyince Buket'le gözleriniz çakışacak. Sivaslı Yeliz İsviçreli olmuş, bize "Siz Türkler" diyor. Eşinin hazırladığı çeşit çeşit mezelere, tatlısından tuzlusuna türlü ikramları görünce ağızları açık kalacak. Yeliz Hanım üşenmeyip masadaki yemek çeşitlerini sayacak. "Tam kırk çeşit!" O günden sonra hayatın boyunca eşinin yemek, meze, pasta ve kurabiyeleri herkesin dilinde dolaşan bir efsaneye dönüşecek.

Yemekten sonra çaylar içilirken sohbete devam edeceksiniz. Lâf olsun diye aklına şirkete yeni katılan, Dekayi adında uzun boylu İsviçreli mühendisin her gün yaptığı garip bir davranışını sormak gelecek. Dekayi, sık sık kot pantolonunun ön cebindeki buruş buruş bez mendilini bir ucundan tutup çektikten sonra avucunun içinde tomar haline getirip koridoru inleten korkunç sesler çıkararak hankır hankır sümkürmesi normal bir davranış biçimi mi sizin memlekette diye soracaksın. Yeliz Hanım, Türklerden dem vurup, konuyu başka yöne çekecek. Türkiye'de lahmacunu yedikten sonra insanın gözünün içine baka baka gark diye geğirmeleri ayıp karşılanır bizim İsviçre'de, Dekayi'nin yaptığı gayet normal diyecek. Jaccard müdahale edecek eşine hemen, yok diyecek öyle değil. İsviçrelinin köylüsü yapar onu, asla kibar bir davranış değil. Fransızca aralarında tartışmaya başlayınca eşinle göz göze gelip muzipçe gülümseyeceksiniz birbirinize.

Karakaya tam bir çocuk yapma yeri evlât. Yaş ortalaması olsun otuz beş. Sağın solun karnı şişen kadınlarla dolacak. Yeliz Hanım da boş durmayacak, üçüncü çocuğuna hamile kalacak. Sevgili eşinin getirdiği onlarca kitap arasından onun yönlendirmesiyle okuma alışkanlığı kazanacaksın geçten sonra. İlk önerdiği kitaplardan biri de John Steinbeck'in Gazap Üzümleri. Okudukça okumadan geçen yıllarına hayıflanacaksın. Günlük gazetelerin bir gün gecikmeyle elinize geçtiği dağ başında Cumhuriyet gazetesinin ilânlarına kadar okumadığın bir köşesini bırakmayacaksın.

Bovet emekli olup şefin Jaccard proje müdürlüğüne getirilince ilk şoku yaşayacaksın. O güne kadar seni gözetip kollayan şefin havaya girip seninle olan o eski sıcak ilgisine mesafe koyacak. Dayanamayıp soracaksın neden böyle olduğunu. Önceden senin şefindim ama şimdi herkesin proje müdürüyüm cevabını verecek. Aslında gerçek nedenin bu olmadığını zaman içinde anlayacaksın. Bekârken farkına varmadığın evliler dünyasını yavaş yavaş idrak edeceksin. Bir anda ailelerin gruplara bolündüğünü, aynı gruptakilerin daha sık görüşüp diğer gruptakilerin dedikodusunu yaptıklarını anlayacaksın çok geçmeden.

İsviçreden yeni gelen tecrübeli bir mühendis, Mariano Menghini yeni şefin olacak. O sıralar doğulu bir başka sınıf arkadaşın beşik kertmesi eşiyle evlenip lojmana geçecekler. Onların evliliği sizinkinlerden epey farklı. İş çıkışlarında soluğu evde alan sen ve yeni evli arkadaşlarının aksine o doğrudan lokale, geç vakitlere kadar kâğıt oynamaya gidecek. Bir türlü anlam veremeyeceksin bu evliliğe. Sonradan öğreneceksin ki, adamı zorla evlendirmişler. Başkasıyla evlenmeye hakkı yok garibin, aksi takdirde ola ki başkasıyla evlendi, işin içine kan girecek. Arkadaşına mı, onun dengi olmayan köylü kızına mı üzülesin bilemeyeceksin. Üniversiteden diğer bir arkadaşın manken gibi gösterişli bir kızla evlenip katılacaklar kervana. Fakat onların evlilği de üç ay sürecek ve kısa zaman içinde boşanacaklar. Evlilik şans işi evlât, hatta kumar gibi bir şey. Ya kazanacak rahat edeceksin, ya da kaybedip hayatın kararacak. Şükürler olsun ki, şanslı birisin. Eşinle büyük bir uyum içinde hayattan zevk alarak sürdüreceksiniz ilk yıllarınızı.

Şefin Menghini İsviçre'nin İtalyan tarafından. Kendisinden yaşça büyük eşi Zeliha Hanım senatör eşinden sonra Mariano ile ikinci evliliğini yapmış, son derece kültürlü, bir o kadar mütevazı zarif bir kadın. Eşin en çok onunla anlaşacak. Onu çekemeyen eski şefin, yeni proje müdürün Jaccard'ın eşi Sivaslı Yeliz Hanım ile Bölge Müdürü Zahide Hanım karşı grubun başını çekecekler. Bölge Müdür Yardımcısı Mehmet Beyin eşi Yağmur Hanım da Zeliha Hanım ve eşin ile birlikte yakın bir dostluk kuracaklar.

Üniversiteden beri birbirinizden ayrılmadığınız, aynı yurdu paylaşıp Ankara'daki proje firmasında ve ondan sonra Karakaya Barajında aynı odayı paylaştığın ve hatta Narlıdere'de birlikte askerlik yaptığın Ahmet'in eşi ne yazık ki karşı grubun içinde yer alacak. Bu durum senin Ahmet'le olan muhabbetini etkilemese de karşılıklı ev ziyaretleriniz kesilecek ister istemez.

İşte evlât, evlilik böyle bir şey. Küçük yerlerde gruplaşmalar, dedikodu bol olur. Bazıları oyalanacak, zamanını güzel geçirecek meşgaleler bulsa da kendilerine, bazıları can sıkıntısından dedikodu üretecekler. Öyle ki, şefin Mariano'nun eşınin adını deliye çıkaracaklar. Buna sebep ağaç kesimi için gelip bölge müdürlüğü binasının karşısına çadır kuran Kürtlere yaptığı ziyaret, teneke kaplar içinde onların pişirdiği tavuğu yemesi, eşi Mariano'ya da ayıp olmasın diye zorla yedirmesi. Bir gün bölge müdürlüğü binasının camlarına üşüşecek millet. Merakla sen de koşacaksın yanlarına. Manzara şu: Önde Yağmur Hanım, peşinde üstü başı dökülen on on beş adam bölge müdürlüğü ve lojmanların nizamiye kapısında görevlilerle tartışıyor. Görevliler işçileri içeri almak istemiyor. Yağmur hanım ısrarla "Bunlar benim misafirim." diyor. Sonunda kapıyı açtıran Yağmur Hanım sürüsünü kollayan çoban gibi fire vermeden bütün misafirlerini alıp lojmanına götürüyor, onlara ikrâmlarda bulunuyor. İşte bütün mesele bundan ibaret evlât. İnsanlık yapmak delilik oluyor bu devirde.

Bir akşam iş dönüşü neşe içinde karşılayacak seni Buket. "Sanırım baba olacaksın" diyecek. Bu guzel haberle birlikte kucaklaşacaksınız. Cumartesi günü doktora gidip duruma kesinlik kazandıracaksınız. Evet evlât, baba olacaksın, ne kadar sevinsen az gelir sana.

(Devam edecek)

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 1 ***                 
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 15 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 16 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 17 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 18 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 19 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 20 ***   
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 21 *** 

YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 21

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 21 ***

Evet evlât, artık aklın da kalbin de İzmir'de. Bir cumartesi günü üniversitede dağcılık sporuyla ilgilenen, yurtta aynı odayı paylaştığın İstanbullu arkadaşına özenip dağlara vuracaksın kendini. Diyarbakır, Adıyaman ve Elazığ illeri coğrafi sınırlarının kesiştiği bölgedeki baraj yerinde sarp kayalıklara çıkmaya niyetleneceksin, hangi akla hizmet edeceksen. Bu işin eğitimini almadan, yanında hiçbir teçhizat olmaksızın neyine gerek senin dağcılık. Yükseklere tırmandıkça garip bir heyecan kaplayacak içini. Ancak gittikçe zorlanmaya başlayacaksın. Geride bıraktığın tek otun bitmediği mavimsi kayalıklar arasından geri dönmen mümkün değil. Daha uygun bir iniş bulurum ümidiyle tırmanmaya devam edeceksin. Uçurumların kenarından geçerken aşağı bakmaya korkacaksın. Öyle bir yere geleceksin ki, ne aşağı inebilecek, ne de yukarı çıkabileceksin. Tek başına, vahşi kayalıklar arasında kapana kısılacaksın evlât. Azrail'in nefesini ensende hissedeceksin. Yardım çağırma imkanın yok, bağırsan kimse duymaz seni. Aşağı uçsan cesedini bile bulamazlar. Aklına sözlün gelecek. Bu kadar kısa mı sürecekti? diye geçireceksin aklından. Ellerinle duvar gibi bir kayanın kenarına yapışıp aşağı doğru sarkıtacaksın kendini. Ayakların en ufak bir tümseğe dahi değmeyecek. Muhtemelen yirmi santim bir boşluk olacak arada. Artık geri dönüş imkanın yok. Neredeyse düşey kaya yüzeyine yapışıp gözlerini kapatacak, elveda hayat deyip kendini yavaşça bırakacaksın. Görecek günlerin varmış evlat, ayağın sağlama basacak, hafif sendeleyip dengeni sağlayacaksın. Senin meskenin dağlar olmayacak bir daha

Buket ile sık sık mektuplaşacaksınız. Ona Karakaya'daki yaşamı anlatacaksın uzun uzun. Çok geçmeden nişan gününü kararlaştıracaksınız. İzmir Etap Otelinin roof'unda yapılan muhteşem bir nişan töreninde yüzükleriniz takılacak. Yemekten sonra misafirlere ikram edilen nişan pastasının lezzetini unutamayacaksın. Buket'in akrabalarından Akil Amca ve eşi size bir çift kristal bardak hediye edecek. Küçük bir hediye fakat evlendikten sonra mutlu ve keyifli günlerinizde o bardakları kullanırken her seferinde zarafet timsali o yaşlı çift gelecek aklınıza. Nişan ertesi yine ayrı düşecek, mektuplaşmaya devam edeceksiniz. Baraja döndüğünde DSİ Bölge Müdürü'ne lojman talebinde bulunacaksın. Boş lojman kalmadığını söyleyecek. Barajın en eskilerinden biri olmanın verdiği şımarıklıkla ısrarla lojman işini takip edeceksin. Bölge Müdürü tuhaf bir insan. Keyifli olduğu zamanlarda seni yoldan çevirip şakalaşacak, kafası dolu olduğu zamanlar yanından geçse selam vermeyecek. Ama sen bu işin peşini bırakmayacaksın. Nihayet bir yer boşalacak. Hemen badana boya işlerini başlatacaksın. Diyarbakırlı usta evi boyarken yaşını soracak. Yirmi altı deyince, "Oooo, çok geç kalmışsın." diyecek. Ne demek istediğini anlayamayacaksın. "Nasıl yani?" diye sorunca "Bak seninle aşağı yukarı aynı yaştayım, dört çocuğum var." diyecek. Sohbet olsun diye kaçı kız, kaçı erkek diye soracaksın. "Hepsi erkek, iki de kız var onları saymadım." diyecek. Çocuklarının arasında kızlarını saymamasına şaşırıp kalacaksın. "Peki daha kaç çocuk yapmayı düşünüyorsun?" diye sorunca, "Takımı kurana kadar devam, buralarda savaşacak adam lazım bize." diyecek, susacaksın.

Kelebek'ten mobilyalar, beyaz eşya, televizyon tam tekmil yeni bir ev döşenecek, tek kuruş harcamayacaksın. Artık evlilik için bir engel kalmayacak. Kısa süre sonra bir kamyon tutulup çeyiz eşyaları getirilecek. Çeyizler ulaşınca aileler evi yerleştirmeye gelecekler. Buket'in teyzesi bir fırsatını bulup kenara çekecek seni. "Bak oğlum, ben Buket'i tanırım, o yapamaz buralarda, bir an önce dönmeye bak İzmir'e." Müstakbel teyzen bunu söylerken acıyan gözlerle yeşil bitmeyen dağlara bakacak. "Allah kurtarsın sizi buradan çocuğum, en kısa zamanda." Sesini çıkarmayacaksın.

Nikahtan birkaç gün önce İzmir'e geleceksin. Buket, öğretmenlik yaptığı kolejden kurtulduğu için sevinçli. Henüz yeni öğretmen olduğundan dolayı, bir de branşı gereği ne kadar tören varsa ona kilitleniyor çünkü. Senin durumun ise ona kavuşacağın için ayakların yerden kesilmiş halde. Akşam annenlerin evinden çıkıp yürüyerek onun anneannesiyle birlikte kaldığı evlerine gideceksin. Çisildeyen yağmur gittikçe şiddetini arttıracak. Damlalar yüzünü ıslattıkça inanılmaz bir haz duyacaksın. Sağanak altında, hiç istifini bozmadan aynı Gene Kelly gibi geçtiğin cadde ve sokaklarda şarkılar söyleyip dans etmek isteyeceksin.

Nikahtan sonra balayını geçirmek üzere bir haftalığına Alanya'ya gideceksiniz. En güzel günleriniz bunlar. İkiniz de birbirinizin üstüne titreyeceksiniz. Denize girip mis kokulu küçük yerli muzların kokusuna, lezzetine hayran kalacaksınız. Akşamları hafif çakırkeyif döneceksiniz otele. Alanya'nın sıcağı dayanılmaz evlat, bence yanlış seçim yapmış olacaksınız. Bir haftayı doldurmadan tatili kısa kesip Karakaya'nın serin havasına koşacaksınız. Döner dönmez arkadaşların eşine kucak açacaklar. Yemek davetleri alacaksın her birinden. Bu davetler arasında seni geren proje müdürün Bovet'ninki. Geldiğin günden beri, gülümseyerek "Getirdiğin şarabı saklıyorum, sizi yemeğe alınca açacağım." diyecek. Nihayet beklenen gün gelecek. Sizinle birlikte bir çift daha olacak davette. Yemeğe başlayıp "kirsch" lerinizi içtikten sonra Bovet, kalın gözlüklerinin arkasında gülen mavi gözleriyle gülümserken hediye ettiğin muhteşem (!) Şarköy şarabını sofraya getirecek. Tirbuşonu eline alıp bir tören havasında mantarı açacak. Önce kendi kadehine bir miktar koyup ağzına götürecek. O anda içinden "Eyvah" diye bağırmak gelecek. Korku içinde Bovet'in tepkisine odaklanacaksın. Önce kadehin içinde şöyle bir döndürüp şarabı, burnuna yaklaştıracak. Sonra bir yudum alıp tam tadına varmak için gözlerini kapayacak. Sonunda sana dönüp kadehi kaldıracak, bir şey söylemeye hazırlanırken kalbin küt küt atacak. "Mmm, excellent" İnanamayacaksın, dalga geçiyor olmalı. Bu adam şaraptan anlamıyor diyemezsin. İkinci kadehi doldurup sana uzatınca, tamam bu beni iyice rezil etmek istiyor diyeceksin içinden. Çekinerek elinden kadehi alıp küçük bir yudum alacaksın ağzına. Bir mucize. Allah acıyacak. Gerçekten nefis bir şarap. Neyse ki bu bozulmamış. Rahat bir ohh çekeceksin. Yemek samimi bir ortamda sona erecek, mutlu bir şekilde evinizin yolunu tutacaksınız.         

(Devam edecek)

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 1 ***                 
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 15 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 16 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 17 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 18 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 19 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 20 ***      

6 Aralık 2019 Cuma

GÖZLÜK

Yağmur yağmayan hemen her gün öğlen vakti selamlayarak dükkanın önünden geçerler, keşfettikleri bir esnaf lokantasında karınlarını doyurduktan sonra Güzelyalı parkında birkaç saat geçirip akşam hava kararmadan el ele tutuşarak evlerinin yolunu tutarlar. Emekli Albay Necati Amca ile Güner Hanım Teyzenin aşk hikayesini daha önce burada anlatmıştım. Bir süre evden çıkamadı Güner Teyze, ayağını burkmuş. beni her gördüğünde trafik kazasında kaybettiği oğluna kuruyan gözlerle ağıt yakıyor hala. Necati Amca da kanser hastasıymış, bir deri bir kemik kalmış. Her gördüklerinde selam vermeden geçmezler. Geçen gün evlerine dönerlerken biraz sohbet ettik. "Gözlük aldım." dedi Necati Amca, "Akşamları TV izlemek için." Sonra devam etti, "Parkın oralarda bir yerde gördüm. On beş lira verdim, ucuz değil mi?." Şaşırdım, "Numaralı değil mi o gözlük?" diye sordum. "Numaralı, baktım iyi gösteriyor." dedi. Şaşırdım, cahil insan değil ki bunlar, paraya da ihtiyaçları yok. Bir doktora görünseydiniz diye soracak oldum. Boş ver dercesine şöyle bir elini salladı, Necati Amca, bezgin bir ifadeyle, "Bundan sonra neme gerek." İçim sızladı. Sırtını sıvazladım, acı bir gülümsemeyle uğurlarken onları.

YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 20

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 20 ***

Askerlik hizmetinden sonra yeni bir hayat seni bekleyecek evlat. Ne yazık ki, onca zamanın olmasına rağmen hala kitap okumayı beceremeyeceksin, Şimdi düşünüyorum; kitap okumadan askerlik nasıl biter acaba? Tamam, biliyorum. Deneyeceksin, hatta o zamanlarda boyunu aşan bir işe kalkışacak ve sıfırdan kalın bir roman alıp okumaya çalışacaksın. Kitabın adı: Sesler Zinciri, yazarı Andre Brink. Sanki sana bir ev ödevi verilmiş gibi bunu kendine vazife bilip kitabı bitirmek için mücadele edeceksin. Fakat her seferinde önceden okuduğun sayfaları unutup yeni baştan alacaksın. En fazla on beş sayfaya kadar ilerleyecek, sonra yeniden başa döneceksin. Nihayet pes edip küseceksin okumaya. Fakat o kitabı hiçbir zaman ayırmayacaksın yanından. Seneler sonra, evlenip kitap okumayı öğrendiğinde, elindeki kitabın ne kadar anlaşılır ve sürükleyici olduğunu anlayacak, şaşırıp kalacaksın.

Karakaya'ya dönüp orada devam etme alternatifini elinde tutarken yurt dışına çıkma imkânlarını araştıracaksın. Libya'da ve çalışabileceğin diğer ülkelerde piyasa durgun olacak o sıralar. Bu karar anlarında bir kızı görmeni isteyecek annen. Karşıyaka'da buluşup bir balık restoranına gideceksiniz. Kızın adı senin kriterlerine uygun. Boylu poslu, güzel, manken gibi bir kız. Yemek sırasında biraz sohbet edip birbirinizi tanımaya çalışacaksınız. Ayrılırken eş seçiminde güzelliğin o kadar da önemli olmadığını anlayacaksın. Hayır, seni rahatsız eden bir yönü yok ama aradığın bu değil. Tabiri caizse elektrik alamayacaksın ondan.

Çocukluk arkadaşın Mustafa ile birlikte uzun olduğu kadar yorucu bir seyahat plânlayacaksınız. Esas amacın on altı ay ayrı kaldığın Karakaya Barajını ziyaret edip ortamı görmek. Yanına Şarköy'den aldığın bir koli şarapla birlikte yola çıkacaksınız. Plânınızın detayları belli değil. Gençliğin verdiği macera tutkusundan başka bir şey değil bu. Otobüsle daha önce görmediğin güney Ege ve Akdeniz kıyıları boyunca Diyarbakır'a oradan da baraja varmak hedefiniz. Geceleri otobüste uyuyarak otel masraflarından kurtulmayı düşüneceksiniz. İlk zamanlar buna dayansanız da ilerleyen günlerde uykusuzluk ve yorgunluk belinizi bükecek. Yine de bu maceralı yolculuk sırasında yeni yerler görecek keyif alacaksınız. Diyarbakır'a gelince şirketteki arkadaşların araba gönderip sizi otobüs terminalinden alacaklar. Yuvaya dönmenin heyecanını yaşayacaksın. Herkes seni büyük bir coşku ve sevgiyle karşılayacak. Yanında getirdiğin şarapları proje müdürü Mr. Bovet'ye, Jaccard'a ve diğer bazı Türk arkadaşlarına hediye edeceksin. Şaraplardan biri de akşam yemeğine konuk olduğunuz bir arkadaşının evinde açılacak. O da ne? Senin güzelliğini anlata anlata bitiremediğin canım şarap tam bir sirke! Hava alıp bozulmuştur deyip yeni bir şişe daha açacaksınız. O da aynı çıkacak. Mahcup olacaksın fakat esas önemli olan proje müdürün Bovet'ye hediye ettiğin şarabın da aynı şekilde çıkma ihtimali. Rezil olacağım diye için içini yiyecek. Henüz bilmeyeceksin ki, evlendikten sonra eşiyle birlikte seni evlerine, yemeğe konuk ettiklerinde sürpriz yapıp huzurunda açacaklar o şarabı.

Karakaya Barajından son derece mutlu bir şekilde ayrılırken kararını vermiş olacaksın. Evet evlât, senin çalışmak istediğin yer başka bir yer olamaz. Eve döner dönmez eşyalarını toplayıp Diyarbakır'a uçacaksın. İlk olarak üzücü bir haber canını sıkacak. Senden sonra yerine gelen sınıf arkadaşın Altan, üç ay önce kemik kanserinden hayatını kaybetmiş. O yakışıklı çocuk, bir gün top oynarlarken ayağı sakatlanıp doktora görünmüş. Tesadüfen kanser teşhisi koymuşlar ve üç ay içinde yaşama veda etmiş. Şimdi, sen dolduracaksın onun boşluğunu, için burularak.

Gelir gelmez şefin Jaccard, sana bir dosya verecek. Yarım kalan "trash rack" hesapların! Onca zaman geçmesine rağmen sanki dünmüş gibi hesaplarının önüne konması yaptığın işe ne kadar önem verdiklerinin yanı sıra şirket arşivlerinin ne denli düzenli tutulduğunu gösterecek. Kendinle gurur duyacaksın.

Kampus kalabalıklaştıkça canlılık daha da artacak. Şirketin dairelerinden birini kulüp olarak düzenleyeceksiniz. "KEJV Club" sosyal yaşamınızın bir parçası olacak. Bu arada sık sık evli Türk ve yabancı arkadaşların seni evlerine yemeğe alacaklar. Aile yaşantısı hoşuna gidecek, özeneceksin onlara. O sırada birden aklına evinize gelen, kız kardeşinin arkadaşı düşecek. Yıllarca görmediğin bu kızın edası, konuşmaları gözünde canlanacak. O da okulunu bitirip bir yerde çalışıyor olmalı. Büyük bir ihtimalle evlenmiştir, belki de nişanlı ya da sevdiği biri vardır, kim bilir. Bu düşünceler içinde telefon edip aklından geçenleri annene açacaksın. Annen hiç beklemediği bu gelişme karşısında şaşırıp heyecanlanacak. Kız kardeşinle ortak arkadaşları Serpil vasıtasıyla haber yollayacak annen. Her ikinizi de tanıyan Serpil, elçiye zeval olmaz diyerek karşı tarafa niyetini iletecek. Şanslısın evlât, onca zaman içinde kızı kimler istememiş ki. Ama hiçbiri olmamış, ailesi özellikle İzmir dışına kızlarını vermeye kesinlikle razı olmuyorlarmış. Son olarak İstanbul'dan birileri istemiş de uzak deyip olmaz demişler. Diyarbakır'a mı asla! Kızın gönlü olsa bile annesi kızının uzaklara gitmesini istemeyecek. Nasıl olsa vermez diye babasına açacak konuyu. Babası, kızına önce seninle evlenmek isteyip istemediğini, hemen ardından mesleğini ve hangi okulu bitirdiğini soracak. ODTÜ mezunu dediğinde ise yeşil ışığı yakacak. Kızın annesi beklenmedik bu karar karşısında ağlamaya başlayıp karalar bağlayacak. Annesi haber yollayıp beklendiğinizi söylemek zorunda kalacak. Haberi alır almaz havalara uçacaksın, oldu bu iş evlât!


Bir sonbahar günü otobüsle İzmir'e doğru düşeceksin yola. Heyecan içinde onu ilk göreceğin anın hayâlini kuracaksın. Bir pastahanede randevulaşarak onu beklemeye koyulacaksın. İlk gördüğünde kederli bir yüz ifadesi ve ağlamaktan şişmiş gözleri çekecek dikkatini. "Dün gece çok sevdiğim birini, dedemi kaybettim" diyecek. O üzüntülü haliyle bile kalbin ondan yana çarpmaya başlayacak. Bu acılı gününde ne konuşabilir ki insan. İki gün sonra Fuar Park Restaurant'ta baş başa bir akşam yemeği yiyeceksiniz. Bir yandan piyanonun ezgileri sohbetinize eşlik edecek. Özel Türk Kolejinde öğretmenmiş. Konuştukça daha çok seveceksin onu. Ertesi gün annen, anneannen, babaannen ile birlikte baş sağlığı dilemek üzere evlerine gideceksiniz. Matem evi olduğu için eve giren çıkan çok. Müstakbel eşinin babaannesi acısını içine gömüp, çocuk o kadar yoldan geldi, o iş ayrı, bu iş ayrı diyerek kız isteme ritüeline yeşil ışık yakacak. Hacıdan yeni gelen babaannen seni öyle bir anlatacak ki, biraz daha konuşsa iş bozulacak. Yok efendim, Arapça Kuran okuyabiliyormuş, şu kadar hatim indirmiş, namazında niyazında... Oysa babası kızını bir imama vermeye razı değil. Kızını kenara çekip "Gerçekten evlenmek istiyor musun bu delikanlıyla, görünüşü öyle görünmüyor ama bak imam diyorlar" Neyse ki olay sarpa sarmadan evlerinden parmağına bir söz yüzüğü takmış olarak ayrılacaksın.

(Devam edecek)

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 1 ***                                
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 15 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 16 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 17 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 18 ***

4 Aralık 2019 Çarşamba

YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 19


YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 19 ***

Askerde değişik görevlerin olacak evlat. Önce eğitim kadrosunda, daha sonra tümen karargâhında köprü tahrip projelerinin revizyonunda, bazen de akaryakıt ve cephanelikte nöbetçi subay olarak, görev yapacaksın. Bunlardan en tehlikeli ve sıkıcı olanı cephanelik nöbeti olacak. Küçük bir birlikle birlikte akaryakıt ve cephaneliği koruyacaksınız. Akıl almaz bir şey var burada. Akaryakıt ile cephaneliğin aynı bölgede yer alması felâkete davet. Askerin yere atacağı bir izmarit sizi havaya uçurabilir. Bu nedenle bir an önce bu geçici görevin sona ermesi için gün sayacaksın. Emrindeki erat için sürgün yeri burası. Okuma yazmayı bırak Türkçe bilmeyen askerler elinde şarjörü sürülmüş piyade tüfekleri ile nöbet tutuyor olacak. Senin şu işkolikliğin mi, işgüzarlığın mı desem bilmiyorum başına büyük dert açacak. Orada, tesisin nizamiye kapısına yakın nöbetçi subaylar için hazırlanmış bir odada kalman gerekecek.

Her akşam hava kararmadan önce gece nöbetini tutacak askerlere parola ve işaret verilecek. Asker doğru işareti almazsa ateş etme yetkisine sahip. Gel sen, kör cahil askerlere bunları anlat. Yetmezmiş gibi kalkacaksın bir de asker uyuyor mu yoksa nöbetini nizami tutuyor mu diyerek gecenin bir yarısında teftişe çıkacaksın. Zifiri karanlıkta sesini duyan askerden ne olduğu anlaşılamayan, muhtemelen Kürtçe sesler duyacak, şimdi ayvayı yedim deyip soğuk terler dökeceksin. "Ulan ne işim var benim burada, adam çekip vuracak, akaryakıt tankları ve cephaneyle birlikte hepimiz havaya uçacağız" diye düşünürken son anda fenerini tutup askere yüzünü göstereceksin. Ne parola, ne işaret, hepsi hava cıva. "Komutanım ben, komutan" diye bağıracaksın. Asker senin yüzünü görünce sana bön bön bakacak. O esnada bir askerin karşısındaki çaresizliğin tavan yapacak. Kısa bir süre sonra seni tanıdığına kanaat getirip tüfeğini indirince "İyi nöbetler asker" deyip  yatağına  döneceksin. Bu senin son teftişin olacak.


Sabahları nöbetten dönen askerler nöbetçi subayın nezaretinde tüfeklerindeki mermileri sayım için boşaltıp yeniden şarjöre sürerler. Yine öyle bir sabah uyku sersemi, dışarıdaki ritüeli izlemeye başlayacaksın. Askerin biri dizine dayadığı dipçiğinden destek alarak tüfeğin mekanizmasına asılacak. Gür bir patlama sesiyle birlikte ateş alan silâhtan çıkan merminin rüzgârını kulağının dibinde hissedeceksin. Daha yaşanacak günlerin var evlât! 

Zamanı gelince tümen olarak Malkara, Hayrabolu'ya plânlı tatbikatlara çıkacaksınız. Sayısız Reo kamyon birbiri ardına dizilip içinde asker ve mühimmat dolu olduğu halde yollara düşeceksiniz. Her beş kilometrede içlerinden biri arızalanıp mecburi mola vereceksiniz. En fazla birkaç saatlik yolu iki günde alıp intikal yerine ulaşacak sahra çadırlarınızı kurduracaksınız askerlere. Rüzgârlı bir günde nehir geçiş tatbikatını yaparken ipini koparan sal üzerindeki askeri kamyonla birlikte kontrolden çıkıp döne döne uzaklaşırken bölük komutanı üsteğmen kafayı yiyecek. Evlât, Trakya'nın soğuğu inan ki hiçbir yerde yok. Askerlerle birlikte kulaklarınız donacak. Ciddi söylüyorum, elinle kulağını sıktığında çıtır çıtır buz seslerini duyacaksın. Bölük komutanına gidip durumu anlattığında askerin ve asteğmenlerin miğferleri altına kapüşon çekilmesine müsaade etmeyecek. Neymiş, düşmanın sesine kulak kesilecekmişiz! Bir süre sonra kendisinin de kapüşonunu çekip kulaklarını kapattığını görür görmez askere "Siz de geçirin başınıza" diyeceksin.

Bir hafta süren arazi tatbikat sahasında bölük komutanı sırf eğlenmek onunla kafa bulmak için tuhaf bir askeri çadıra çağıracak. Askerin kafası tam değil. O yüzden tatbikatta bile abdest alıp namaz kılmasına kimse karışmıyor. Çadırdan içeri girince onun gergin yüzü bölük komutanının soruları karşısında gevşeyecek. "Söyle bakalım Mahmut, cennette ne var?" Asker sırıtarak, "Huriler var komutanım." "Öyle mi?" diye soracak şaşırmış görünerek, komutan. "Peki kaç huri verecekler sana?" Kıkırdamaya başlayacak Mahmut, utanarak "Otuz üç tane komutanım." "Ulan Mahmut otuz üç tanesini ne yapacaksın, birazını bize ver." Mahmut razı olmayacak, mahcup bir şekilde "Olmaz komutanım, veremem." derken kahkahalara boğulacaksınız. 

Evlat, tatbikat sırasında Çerkez müsellim, Susuz müsellim gibi sonu müsellim ile biten pek çok köylerin arasından geçerek öyle bir köye varacaksınız ki, yıllarca unutamayacaksın. Mandıra köyü buranın adı. Hayatında en lezzetli tavuk çevirmeyi köyün lokantasında yiyeceksin. Yanında şahane bir şarap eşlik edecek. Tatbikat arasında bu sana ilaç gibi gelecek. 

Hemen her hafta sonu yasak olduğunu bile bile kaçak olarak İzmir'e annenlerin evine gideceksin. Otobüs saatleri sanki senin için ayarlanmış. Cuma akşamları mesai bittikten sonra saat 20.00'de Tekirdağ'dan ayrılıp sabah İzmir'e varacak, Pazar akşamları da aynı saatte geri dönüş yoluna çıkacaksın. Bu yolculukların en heyecanlı anı Çanakkale Boğazı geçişi. Bazen fırtınalı havalarda araba vapurunun gecikmesi diğer kaçak subayların panik yaşamasına sebep olsa da sen tuhaf bir şekilde şansına güvenip yol boyunca otobüsün içinde uyumaya devam edeceksin. Kritik anlar yaşansa da her seferinde zamanında tümende olacak, içtima saatine yetişeceksin.

Bazı hafta sonları civarı keşfe çıkacak, Şarköy'ün mahzenlerinde yıllanmış nefis şaraplarının keyfini çıkaracaksın. Bazen de deniz kenarında sakin bir lokantada boğazından süt gibi akan eşsiz Tekirdağ rakısını yudumlarken ızgarada nar gibi kızarmış lüferin tadına varacaksın. Henüz iki sene geçmediği halde Zeynep düşecek artık aklından. Anın tadını çıkarırken bambaşka hayaller kuracak Karakaya Barajına dönüş günlerini bekleyeceksin.

Askerliğin sonuna doğru yaklaşırken deniz kıyısında, karargâhın nizamiye kapısının tam karşısındaki lojmanlardan birine geçeceksin. Hemen ona bitişik Tunca askeri sosyal tesisinde bulunan kara fırından çıkarılan pidelerin tadı damağında kalacak. Bir süre sonra tesisin restorasyonu görevi verilecek sana. Tesisin açık bölümünü kemer yapılarla süsleyeceksin. Resim öğretmeni asteğmen bir arkadaşın beyaza boyanmış duvarlara sanatını sergileyecek.

Tümen karagâhından tanıştığın bir binbaşı yarbay rütbesini aldıktan sonra tabur komutanın olacak. Birlikte rakı masalarında sohbet ederken bilmeyeceksin ki, zaman gelecek evleneceğin kızın ailesi senin nasıl biri olduğunu ona soracak. O zaman senin için "İyi çocuk, hoş çocuk, efendi, ama rakı içmesini bilmez" diyecek. Elbette onun yanında senin rakı içmenin lâfı olmaz. Gece gündüz devamlı sarhoş gezen yarbay arazi tatbikatı sahasında bir akşam üzeri  iki astsubayı sağ ve soluna almış, onların  kolları arasında yanına gelecek. "Hadi asteğmen, topla askerleri gidiyoruz" diyecek. "Komutanım karanlık bastı, askerler çadırlarını toplarken eşya unuturlar, yarın sabah çıksak yola?" Gözlerini zorlukla açmaya çalışarak bakacak sana tabur komutanın, "Öyle mi? Oldu o zaman, yarın sabah erkenden çıkalım." Astsubayların arasında güçlükle jeep'ine bindirilirken güleceksin arkasından.

Artık sayılı günlerin var. Tabur komutanı çağıracak seni makamına. Selâm çakıp "Emret komutanım" diyeceksin. "Ordu evinin çatısı akıyor, elden geçirilmesi lâzım, bu işle sen ilgilen." dediğinde, "Komutanım pazartesi günü izne çıkıyorum, dönüşte askerliğim bitiyor, bu işle ilgilenecek zamanım yok, iyisi mi başkasına verin bu görevi." diyeceksin. Yarbayın canı sıkılacak "Hayır, bu işi yapmadan gidemezsin." Bal gibi giderim diyeceksin içinden. O gün askerlikte son günün olacak.

(Devam edecek)

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 1 ***                                
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 15 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 16 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 17 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 18 ***

3 Aralık 2019 Salı

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 14

Sevgili Sade ve Derin (Deeptone) ile Konumuz Kitap (İrem Can) tarafından sürdürülen Ağaç Ev Sohbetlerinin 14. haftasına girmiş bulunuyoruz. Bu haftanın konu önerisi benden geldi. Önerimi uygun gören moderatörlere bir kez daha teşekkür ediyorum. Konu, anlamı kişiye göre değişen ve bir münazaraya dönüşebilecek "başarılı olma" sorunsalı. Fazla uzatmadan konumuzu hatırlatıp yazımıza başlayalım. Evet, Ağaç Ev Sobetleri 14. Haftanın sorusu şu;

"Başarılı olmaktan ne anlıyorsunuz? Başarılı olmak için sizce her şey yapılmalı mı? Başarıya giden yolda sizin etik bulmadığınız ve asla kabul edemeyeceğiniz davranışlar nelerdir ve bu yapınızla başarılı olabileceğinizi düşünüyor musunuz?"

Başarı denince toplum nazarında ilk akla gelen makam sahibi ve varlıklı olmak. İkisi birlikte olursa çok başarılı kabul edilir, saygı görürsünüz. Toplumun bir parçası olarak benim de ilk bakışta aynı algıya sahip olduğumu saklamaya çalışırsam kendimi kandırmış olurum. Ne yazık ki dünya gerçekleri böyle. Büyük paralar kazanan ve ülke ekonomisinde söz sahibi bir iş adamına başarısız diyebilmek mümkün mü? Ama onun hangi usulsüzlükleri yaptığı, kimlerin hakkını yediği veya etik olmayan ne tür işlerde parmağının bulunduğu akıllara gelmez. Bir de tersini düşünelim. İflas etmiş bir iş adamını yani. Hiç usulsüzlük yapmamış, kimsenin hakkını yememiş ve hiçbir kirli işe bulaşmamış. Muhtemelen bu yüzden de işini sürdürememiş, yokluk içinde. Sizce bu adamcağız başarılı mıdır?

İşte bu noktada biraz derine inmekte fayda var. Başarı hedefe varmak, bir işin üstesinden gelmektir. Herkesin hedefi farklıdır. Kimi insan şan şöhret için çabalar, bazılarının daha çok para kazanmaktır hedefi. Bir kısım insanlar için kariyer her şeyden önemlidir. Bazen bunların hepsini hedefine alır birileri, nadir de olsa birilerinin de hiçbirinin hedef tahtasında yoktur bu tür dünya işleri. Bu çerçevede düşünecek olursam (gençlik yıllarımdan farklı olarak) bilmek, ileriyi görebilmek ve kimseye muhtaç olmadan ayakta kalabilmektir benim için başarı. Bugünleri düşünerek, gençlik yıllarımda kariyer ve çok para kazanmak hedeflerim arasındaydı şüphesiz. Her ikisinde de hedeflerime makul ölçülerde ulaştığım için kendimi başarılı addederim. Kişi hedeflerini gereğinden fazla yüksek tutarsa motivasyonu artsa da başarı oranı düşer. Kendini başarılı bulmayan kişi de mutlu olamaz. 

Diğer taraftan çok varlıklı kişileri, yüksek makam sahiplerini ve şöhretli kişilerin çoğunu kişisel yönden başarılı bulmam. Bazı söylem ve eylemleri başarılı olabilir bu kişilerin. Ancak bu seviyeye gelmeleri için şans faktörünün yanı sıra mutlaka birilerinin hakkını yemişler, adaletli davranmamışlar, ya da etik olmayan bazı işlere göz yummuşlardır.  Başarılı bulduğum kişiler, belli bir hayat görüşü olan (ortama göre fikir değiştirmeyen), sorgulamasını bilen ve işini üst düzeyde icra eden sanatçılar, bir bilinmezi ortaya çıkaran bilim adamları ve son olarak emperyalizme, ırkçılığa karşı bağımsızlık ve özgürlük mücadelesini kazanan devlet adamlarıdır. Bu ülkede toplum nazarında başarılı olmak için her şey yapılmalı. Başka türlü başarı şansı olamaz zaten. Belirttiğim üzere toplumun başarı kriteriyle benimkiler tamamen farklı.

Başarıya giden yolda etik bulmadığım ve asla kabul etmediklerim arasında yalakalık başta gelir. Düşündüklerimi açıkça söyleyegeldim hep muhataplarıma. Özellikle üstlerim pek hoşlanmazlardı bu huyumdan ama yine gözden çıkaramazlardı beni. Bunun dışında birilerinin hakkını yemek, adil davranmamak, adam kayırmak, saygısızlık, hakaret, sözünde durmamak, rüşvet alıp vermek gibi bir sürü etik olmayan davranışlar başarı yolunda karşılaşılması muhtemel hususlardır. Başarıya ulaşmak için bunların en azından bazılarını yapmak ya da göz yummak zorunda kalır insan. Dürüst olmak gerekirse gençliğimde bunların hiçbirini yapmadım ya da asla göz yummadım diyebilmek isterdim. Bu yapımla makul ölçülerde yine başarılı olabileceğimi düşünüyorum. Fakat iyi bir sanatçı olarak başarılı olmak en güzeli. 

2 Aralık 2019 Pazartesi

YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 18

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 18 ***

Tekirdağ güzel bir yer askerlik için evlât, yine dört ayak üzerine düşeceksin. Her şeyden önce deniz kenarı, lüfer ve Tekirdağ rakısının memleketi. Tayin izninde hem gezmek hem de gideceğiniz yerleri görmek için Karşıyakalı Hüseyin ile birlikte önce kurada ona çıkan Sapanca'ya, ardından Tekirdağ'a gideceksiniz. Her iki yerde güzel ama seninki şehrin göbeği sayılır. Döndükten bir hafta sonra Hüseyin seni evden telefonla arayacak. "Nerelerdesin sen sürtük?" Kulaklarına inanamayacaksın. Nasıl bir hitap şeklidir bu? Bırak diyeceksin kendi kendine, olmaz olsun böyle arkadaş. O son konuşman olacak onunla, sileceksin defterinden.

Seninle kurada aynı yeri çeken bir başka mesektaşın olacak, Selim. Selim, "Sen nasıl Hüseyin'le samimi oldun anlamadık zaten, o ...'nin tekiydi" dediğinde, aklına onun bölük komutanına tekmil verirken takındığı  çıtkırıldım tavırları ve sevgilim dermişçesine "komutanıııım" deyişi canlanacak gözlerinin önünde.

Selim çok uyanık bir çocuk. Göreve başladığınızın haftasında, bir akşam mesai çıkışında, kaldığınız subay ordu evinin deniz manzaralı teras restaurant'ında yemeğe oturacaksınız. Garson olarak hizmet eden erlerden biri gelecek yanınıza. İstediğiniz yemeklerin siparişini verdikten sonra asker selâmını çakıp ayrılırken arkasından seslenecek Selim. "Bir de güzel cacık getir bize." Asker, "Komutanım, cacığımız kalmadı maalesef!" diyecek. Selim, "Bak oğlum, mutfakta salatalık var mı?" "Var komutanım." "Yoğurt?" "O da var komutanım." Sırasıyla mükellef bir cacığın tüm bileşenlerini teker teker sayıp hepsinden var yanıtını aldıktan sonra askere dönüp "Bak şimdi asker, salatalıkları yıkadıktan sonra soyacak, ince ince doğrayacaksın bir kaba, sonra yoğurdu ..." diyerek uzun uzun anlatacak. Gözlerini açmış olanları seyrederken, asker "Emredersin komutanım." deyip kaybolacak ve beş dakika sonra iki beyaz kâse içinde nanesine varıncaya kadar kusursuz hazırlanmış cacığınız masanıza gelecek. Helâl olsun adama, diyeceksin, böyle bir şey yapmak ancak şeytanın aklına gelir.

Selim evli, karısı göğüs hastalıkları uzmanı bir doktor. Karısının tayinini çıkartıp eve çıkmayı plânlayacak. Birlikte göğüs hastanesine gideceksiniz. Başhekim ile görüşecek. Mümkünü yok diyecek başhekim, bütün kadrolar dolu. Meydan okuyacak Selim doktora, "Haftaya tayin emrini ve dosyasını getirip koyacağım masanıza, paşa paşa kabul edeceksiniz." Bir hafta sonra dediğini yapacak Selim. Siyasetin gücünü ilk o an kavrayacaksın evlât ama yine de siyasetle hiç işin olmayacak.

İlk zamanlar arkandan "cik, cik" diye sesler duyacaksın. Dönüp baktığında askerler sus pus olmuş, ama içlerinden bazıları kendini tutamayıp kıkırdıyacak. Sonradan öğreneceksin ki yeni gelen asteğmenlere civciv derlermiş. Her seferinde dönüp sesin kimden çıktığını yakalamaya çalışacaksın ama nafile. Kıdemli astsubaylar ikaz edecekler seni, "Yüz vermeye gelmez bu askerlere, sert davranacaksın."

Büyük bir içtima sırasında bölükteki askerler toplanıp düzen tutacaklar. Rütbeleri senden küçük olmasına rağmen sana bir şov yapacaklar astsubayların kıdemlileri. Sudan sebeplerle kusur buldukları askerleri meydana çıkarıp sille tokat girişecekler. Bir yandan yanındaki asteğmen arkadaşınla sizden tarafa dönüp gür sesle bağıracak birisi. "Bunlar işte bundan anlar asteğmenim!" Aslında astın üstüne komutanım demesi gerekir. Belli ki yeni olduğunuz için hafife alınıyorsunuz. Üstelik bir astınız sizin yanınızda bırak asker dövmek ona bir lâf dahi edemez. Acemilik işte bilemeyceksin bunları, içinde bulunduğun durumdan hem utanacak, hem de etkileneceksin. Tamam, anlaşıldı diyeceksin kendince, demek askerlik böyle bir şey. Askerlerin astsubaylardan Allah'tan korkar gibi korkmalarının, onlara saygıda kusur etmemelerinin sebebi buymuş demek! Tevekkeli onların arkalarından cik cik sesleri çıkarıp eğlenmiyorlar.

Askeelik zor iş evlât, hiç sana göre değil. Günler geçtikçe bunu daha iyi anlayacak, sayılı günlerinin bir an önce bitmesini arzulayacaksın. Tümen komutanının teftişi olacak bir süre sonra. Hazırlıklar tam gaz. Bir spor tesisi kurman istenecek. Askerlerin voleybol ve mini golf oynayabilecekleri bir proje yapacaksın. İnşaat için kum, çakıl, çimento gibi malzemeler lâzım olacak. Ama onları alacak para yok! Karargâhtan bir albaya durumu ileteceksin. "Asteğmenim," diyecek, "Parayla bunu herkes yapar!" Çağıracak seni yanına, "Atla" diyecek, küçük bir jeep'in arkasından kafayı uzatarak. Şoförün yanına oturacaksın. Şehre doğru yola çıkacaksınız. Albay,  çek diyecek askere, ilk gördüğün bir inşaat malzemeleri satan yere. Jeep'ten ineceksiniz. "Evet, sana ne lâzım söyle şimdi. Ne kadar kum, kaç torba çimento ve diğerleri." İşyeri sahibi, zoraki gülümseyecek. "Tamam, hepsi bu kadar diyeceksin." "Şimdi al beyefendinin kartını yolla bir kamyon, yüklesinler malzemeyi."
Tekrar binip jeep'e döneceksiniz karargâha. Yolda gülerek sana "Nasıl? diye soracak, zor bir iş miymiş malzeme bulmak. Güleceksin sen de.

Teftiş gününe hazırlanırken sabaha kadar uyumayacak, askeri de uyutmayacaksın. Koğuşların, dolapların düzeniyle bir bir ilgileneceksin. Kimsenin yırtığı, söküğü olmayacak, dolaplarda traş takımları, diş macunu, diş fırçaları milimetrik olarak tam yerinde olacak. Hava aydınlanırken asker içtima alanına doğru tam teçhizat toplanmaya başlayacak. Uzaktan bölük komutanı üsteğmen salınarak alana doğru yaklaşırken gözün bir ara askerlerden birine takılınca sinirden kan beynine sıçrayacak. Adam, sabahı beklemiş, elinde miğferinin kılıfı, sökük dikiyor. Evlât, samimi bir şey söyleyim mi sana, hayatında iz bırakan üç şey ne deseler, ilk bu sahne gelecek aklına. Askeri yerinden kaldırıp ücra bir köşeye çekeceksin. Sabaha kadar uğraşıp didinmen, uykusuz kalman boşuna. "Ulan, sabaha kadar niye yapmadın bu işi" deyip böğüreceksin. Asker hiddetinden korkup sinecek. "Komutanım," diyecek, konuşmasına, sana mazeret uydurmasına müsaade etmeyeceksin. Tepen atacak, sinirlerine hâkim olamayıp yumruğunun tersiyle bir kaç kez yüzüne sert darbe ler indireceksin. Çocuğun gözünden akan yaşlar burnundan akan kanlara karışırken biraz sakinleşecek, hadi, şimdi söyle, o kadar ikaz etmeme rağmen akşamdan beri söküğünü neden dikmediğini." diyeceksin. Asker burnunu çekerken sana hayatının dersini verecek. "Komutanım, söküğünü diktiğim senin miğferinin kılıfıydı!" Ah o an. Yerler yarılsa da içine girsen. Ne yaptım ben!! diyeceksin, ama oldu bir kere. Teftişten sonra askerin yanına gideceksin. Binlerce kez özür dileyecek, affetmesini isteyeceksin. Üç gün sonra terhis olacakmış. Gidip pastahaneden bir kutu kurabiye alıp memleketine uğurlayacaksın onu. Ne onu unutacaksın ne de o günü hayatın boyunca. Şartlar ne olursa olsun sebebini öğrenmeden bir karar vermemeyi de.

(Devam edecek)

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 1 ***                                
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 15 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 16 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 17 ***