YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 24 ***
Artık yavaş yavaş Atatürk Barajına göç başlayacak. Buket'in ise hiç gidesi yok. Bıkmış artık dar çevrenin çekememezliklerinden, dedikodularından. Zaten teyzesi dememiş miydi sana. Buket yapamaz bu dağ başında. İyi dayanacak kızcağız yine. Çocuğu ve en iyi anlaştığı Mariano'nun eşi Zeliha Hanımla geçirecek vaktini. Sabah kahvaltılarında fırının ızgarasında hazırladığın kanepelere bayılacak. İnce bir ekmek dilimine tereyağı sürüp üzerine sucuk dilimlerini yerleştireceksin. Hepsinin üzerine dilimlenmiş kaşar peyniri ve birer ince dilim domates. Küçük bir biber parçasını kürdanla ekmeğe batırınca işlem tamam, sonra yallah fırına. Kaşar eriyip sucuğun kokuları mutfağı sardığında iştahınız açılacak. Pınar'ın labne peynirlerini piyasaya sürdüğü yıl muazzam bir lezzetle tanışacaksın. Henüz memlekette adının anılmadığı bir İtalyan pastasından bahsediyorum, tiramisu. Zeliha Hanımdan aldığı tarifle harikalar yaratacak eşin.
Sonraki yıllarında Karakaya deyince önce aklına iki şey gelecek. Sis ve rüzgâr. Öyle yoğun bir sis ki, kışın karla kaplı İtalyan kampının yollarını bulmak bir ölüm. Arabayı arkadaşının kullandığı bir akşam alışverişe giderken inip ona yol göstereceksin. Aslında burnunun dibini görmen mümkün değilken gel gel diyerek arabayı uçurumun kenarına sürükleyecek, neredeyse hep birlikte metrelerce aşağı uçacaksınız. Yine rüzgârlı bir günde kara kuru bir hanım olan Rus asıllı İsviçreli mühendis Vidinnof'un eşine lokalin kapısı çarpınca kalp krizinden hayatını kaybedecek. Bir keresinde de lokalin çatıları uçacak.
O yıllarda dünyayı sarsan bir olay meydana gelecek. Karadeniz'e yakın bir bölgede Ruslara ait nükleer santralde büyük bir patlama olmuş. Çernobil faciası, günlerce haberlere konu olurken etkileri yıllarca konuşulacak. Dönemin bakanlarından biri televizyona çıkıp halkı ikna etmek için radyasyondan etkilenmediğini ileri sürdüğü Karadeniz çayını keyifle yudumlayacak. Oysa durum hiç de anlattığı gibi değil evlât. Karadeniz Bölgesinde yaşayan binlerce kişi bu felâketten etkilenecek, kanser vak'alarında büyük artış kaydedilecek, daha sonra radyasyonlu olduğu tespit edilen tonlarca çay imha edilecek. Bu durum sizi pek etkilemeyecek, çünkü sizin kullandığınız sadece Japon pazarından kolaylıkla temin ettiğiniz kaçak Seylân çayları.
Yağmurlu bir hafta sonu alışverişinizi yapıp baraja dönerken aksilikler peşinizi bırakmayacak. Önce arabanın lastiği patlayacak. Gecenin karanlığında ve sağanak yağış altında hayatında ilk kez lastik değiştireceksin. Ergani'ye yaklaşırken basan kesif sis bulutu arasında yolu bulmakta zorlanacaksın. Uzaklardan cılız bir ışık gelecek gözüne. Kamyon olmalı. İyice sağa yanaşacaksın. Işık gözden kaybolunca bir anda ortalık karışacak. Şiddetli bir çarpmayla birlikte ön kaputun üzerine boynuzlu kafalar yığılacak. O cehennemi andıran havada sürünün ne işi var? Arabayı durdurup kapısını açmanla birlikte elleri silahlı iki adamla burun buruna geleceksin. Eşin ve oğlun şaşkınlık içinde korkup ağlamaya başlayacak. Eşkıya kılıklı adamlar feneri arabanın içine doğru tutup ne dedikleri anlaşılmayan bir lisanla bağırmaya başlayacaklar. Ne yapacağını bilmez halde sen de bağıracaksın, eşin senden daha fazla bağıracak. Ya çocuğa bir şey olsaydı, gecenin bu vaktinde, üstelik böylesine kötü hava şartlarında, ne işin var kara yolunda sürü gezdirmenin? Adamlar bırakıp sizi, uzaklaşacaklar biraz. Yağmur olanca şiddetiyle devam ederken kaputa bulaşmış kan izlerini yıkayacak. Bir an önce kaçıp gitmek isteyeceksin. Araba çalışacak ama farların her ikisi de parçalanmış, önünü görmen mümkün değil. İmdadına barajın türbin montajını yapan yabancılar yetişecek. Yoldan geçmekte olan ilk araç o. Duracaklar. BBC şirketinin yabancı mühendisleriymiş. Durumu anlatıp hiç olmazsa Ergani'ye kadar size kılavuzluk etmesini isteyeceksin. Onlar önde siz onların ışığından yararlanarak arkada, Ergani'ye ulaşıp bir benzin istasyonuna bırakacaksınız arabayı. Şükürler olsun ki, hiç birinizin burnu bile kanamamış. Oradan bir taksi bulup baraja döneceksiniz. Sürü sahipleri sabaha kadar nöbet tutacaklar arabanın başında. Yedi koyun telef olmuş, hepsi de gebe! Meğerse o yörenin adetiymiş bu. Özellikle yabancılar bu tuzağa çok düşerlermiş. Olmadık zamanlarda sürüyü yola sürüp mahkemeyle uğraşmak istemeyen yabancılardan yüklü para alırlarmış. Bu sefer çetin cevize çattılar evlât. Koyun başına elli lira olmak üzere toplamda üç yüz elli lira isteyecekler anlaşmak için. Kabul etmeyecek Ergani'nin tek avukatını tutup ona vekâlet vereceksin. Adam gerçekten kaliteli biri çıkacak. Her duruşma sonucunu ayrıntısıyla kaleme döküp bilgilendirecek seni. Üç dört celse sonunda beraat edecek, avukata verdiğin elli lira ile kapatacaksın dosyayı.
Fırat'ın dillenmesi, ilk "anne" ve "baba" deyişi, emeklemeye başlaması mutluluğunuzu zirveye taşıyacak. Eşinin anlaşamadığı tek şey fırın. Tarçınlı, portakallı bir kek için büyük mücadele verecek. Fırının alt gözüne koyuyor olmuyor, üstü deniyor olmuyor, sıcaklık ayarlarıyla oynuyor yine de istediği sonucu alamıyor. Ya kek kabarmıyor, ya kabarıp pıss diye içine çöküyor, ya da içi hamur kalıyor. Dur, diyeceksin, bir de ben deneyim. Hamuru hazırlayıp içine cevizini, portakal kabuğu rendesini, tarçını ilave edip süreceksin fırına. İnanılmaz bir şey olacak. İstediğinden âlâ kabarmış, içi dışı mükemmel pişmiş, pamuk gibi bir kek çıkacak ortaya. Birkaç dilim yedikten sonra alüminyum folyo kâğıdına sarıp kaldıracaksın, eşin eve gelen misafirlerine ikram edecek. Aslında her ikiniz de şaşıracaksınız bu duruma. Aradan üç gün geçmesine rağmen kek tazeliğini, neredeyse sıcaklığını muhafaza edecek folyonun içinde. Takılıp havanı atacaksın, kek böyle yapılır diye. Bir müddet sonra böbürlenerek başlayacaksın ikinci kekin hazırlığına. Sonuç tam bir fiyasko. İlk seferinde nesi denk gelmiş ki sonuç mükemmel olmuş, bilemeyeceksin. Fakat zaman içinde yemek konusunda eşinin eline su dökmenin mümkün olmayacağını yaşayarak göreceksin. Sadece o yaptığın ilk keki diline dolayacaksın yıllarca.
Atatürk barajına ilk gidenlerden biri oda arkadaşın Karşıyakalı Ahmet olacak. Yalnız gitmeden önce en büyük fenalığı yapacak sana. Aslında onun kabahati de değil pek, sen aranacaksın. Ahmet, arada tek tük keyif sigarası içer. Sen de ona her seferinde takılacaksın, ne anlıyorsun bu b.k'tan diye. O sana içmesini bilsen anlarsın diyecek. Böylelikle sigara içmesini öğrenme kursları başlayacak. Her seferinde ilk nefesi çeker çekmez fırlatacaksın elinden. Öksürüğe boğulup yaşlar dolacak gözüne. Sonunda tamam diyeceksin, öğrendim artık. O ise hayır diyecek, henüz öğrenmedin, sen dumanı yutuyorsun, oysa ciğerlerine göndermen gerek. Peki o nasıl olacak? Bak şimdi diyecek, nefesinle birlikte dumanı çekeceksin içine. Sonra ağzını açacaksın, beş on saniye duman çıkmayacak. Ne zaman ki nefesini vermeye başlayacaksın, işte o zaman bacadan çıkarmışçasına dumana boğulacaksın. Kafaya takmışsın bir kere. Bu işin keyifli yanını öğrenmeden pes etmek yok. Bir kez daha deneyeceksin, yine öksürüğe boğulacaksın. Tam teslim bayrağını çekmeye hazırlanırken o çektiğin son nefes ciğerlerinle tanışacak sonunda. Hafifçe başın dönecek, çakırkeyf bir halde evin yolunu tutacaksın.
Barajın ve santralin as-built projelerinin hazırlanması sana verilen son görev olacak. Zaten ilk zamanların tadı da kalmayacak artık. TEK'çilerin sayısı gün be gün artarken DSİ çalışanları da Atatürk Barajına taşınmaya başlayacaklar. Buket'i Urfa'ya, ülkenin en büyük baraj inşaatına götürmek için ikna etme çabaların boşa çıkacak. Yeni bir hayata başlamak için bu kez size kucak açacak şehrin adı Ankara olacak...
Müzik: Mozart 41. Do Majör Senfonisi K 551
Müzik: Mozart 41. Do Majör Senfonisi K 551
(Devam edecek)