YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 27 ***
Baraj ekseni İran'dan doğan Rawanduz ile Türkiye'den doğan Zap Suyu'nun birleştiği yerden hemen sonra. İki nehrin azgın suları ile başa çıkmak zor. Gövde inşaatının başlayabilmesi için suyun derivasyon tüneline çevrilmesi lâzım. Ne tecrübe ne de hesap kitap işleri sorunun çözülmesine yetmiyor. Akımın en fazla hızlandığı yerdeki üç gözlü kutu menfezin önüne yığılan dev kaya blokları birer çakıl taşı gibi suya kapılıp sürükleniyor. Önceden düşünülen kapak sistemi faydasız. Çünkü sürtünme kuvvetini yenebilmek için çelik kapağı indirmek için tonlarca kuvvet gerekiyor ki buna erişmek mümkün değil. Bütün şantiyenin çaresiz kaldığı bu önemli sorunu çözmek için kafa patlatacaksın. Aklına basit bir çözüm gelecek. Eski tip fare kapanlarına benzer şekilde çelik profillerden oluşan bir ızgarayı takla attırmak suretiyle suyu arkaya almayı teklif edeceksin. Mantıklı bulunacak. Dediğin yöntem uygulanıp başarıyla suyun önü kesilecek ve barajın en önemli inşaat safhalarından biri tamamlanmış olacak. Bu olay meslekte en başarılı bir anın olarak zihnine kazınacak.
Beş bin Türk'ün çalıştığı şantiyede inanılmaz bir eleman sirkülasyonu olacak. Sekizinci ayında şirketin en eski beş yüz kişisi arasına gireceksin. Diğer taraftan mühendisler arasında ayrıcalıklı bir grup dikkatini çekecek. Bunlar önceden şirketin başka bir şantiyesinde çalışmış kaşarlılar çetesi. Her birine ayrı bir kısım şefliği verilmiş bu insanların araziye çıktıklarını ya da işle ilgili bir şey yaptıklarına şahit olmayacaksın. Tek yaptıkları, şantiye şefinin ya da birbirlerinin odasında geyik muhabbeti yapmak. Bazıları çalışırken onların oturdukları yerden diğer mühendislerden çok daha yüksek maaş almalarına illet olacaksın.
Öğlen yemeklerini yediğin yemekhanede çıkan çöp miktarı artınca kalitenin düştüğü anlaşılacak. Önce, "Kolay değil beş bin kişiye yemek çıkarmak" diyeceksin. Hiç de öyle değil evlât. Şarık Tara şantiyelere arada kendi aşçısını gönderir, adam kısa sürede mutfakları düzene sokar, bir müddet sonra geri çağırırmış. Aynı aşçı size de gelecek. Bir anda beş yıldızlı otel restaurant'larını aratmayan lezzet ve kalitede nefis yemekler çıkmaya başlayacak yemekhanede. Tepsilerde tatlısından tuzlusuna servis edilen çeşit çeşit yemeğin görselliği iştahları kabartacak. Çöp miktarı neredeyse sıfırlanırken personelin yedikleri damaklarında kalacak. Bu yetmezmiş gibi nazire yaparcasına aile lojmanlarına gönderdiği tatlılar, börekler hanımları kıskandıracak.
Oğlun yerinde duramayan, güzelliği ile herkesin ilgi odağı, hareketli bir çocuk olacak. Tatil günlerinde çocuklarınızı alıp Erbil'e, Süleymaniye'ye ya da Musul'a gezmeye gideceksiniz. Bu bölgelerdeki Türkçe konuşabilen yerli halk oldukça fazla. Genelde sıcak, sevecen insanlar. Erbil'in ne ararsan bulabileceğin büyük bir çarşısı var. Sık sık alışverişe gideceksiniz oraya. Sıcak bir yaz günü hayatında yaşayabileceğin en büyük sıkıntılardan biriyle yüzleşeceksin. Teflon tavalar yeni çıkmış, çok sağlıklı olduğu söyleniyor. Erbil çarşısı o saatlerde ana baba günü. Sen kucağında kızını taşırken, annesi de oğlunun elinden tutacak. Mutfak eşyası satan dükkânlardan birinin önünde duracaksınız. Eşinin asla bakmadan önünden geçemediği zücaciye dükkânlarından biri. Boy boy teflon tavalar sergilenmiş. Eşin bir an boş bulunup Fırat'ın elini bırakıp kendini tavalara kaptıracak. Senin de ilgin aynı noktaya yönelecek. Kısa bir süre sonra panik içinde soracak sana. "Fırat nerede?" Şaşırıp etrafına bakacaksın. "Elinden tutuyordun ya!" Onca insan seli içinde oğlunuzu aramaya başlayacak gözleriniz. Bir aşağı bir yukarı koşacaksın, çocuk yok ortada. Hanım feryat figan ağlamaya başlayacak, sen çaresizlik içinde kıvranacaksın. Aklınıza her türlü olumsuz düşünceler gelecek. Kaçırdılar mı, ya bulunmazsa. Ana yolu kesen yan sokaklarda panikle oğlunu arayacaksın. Esnaf ayağa kalkacak. Türkçe bilenler sizi sakinleştirmeye çalışırken, bulur getiririz şimdi deyip size ümit vermeye çalışacaklar. Çocuğun peşine düşen birkaç genç farklı yönlere koşup gözden kaybolacak. Aradan on beş dakika geçmesine rağmen hiçbir iz yok. İşte o anda dizlerin çözülecek, eşini sakinleştirmeyi bırakıp içinden "Gitti çocuk" diyecek, yüreğin parçalanacak. Elin yabancı memleketinde polise gitsen ne yazar? Çocuğun dilinden kimse anlamaz, ne adres bilir ne babasının çalıştığı yeri söyleyebilir. Keşke iyi insanların eline düşse, yine bir umut. Umutların tükendiği bir anda uzaklardan gelen bir ses duyacaksın. Gençlerden biri, Fırat'ı kucaklamış, "Bulduk, bulduk" diye bağırarak size doğru geliyor. Bu mucize senin yeniden doğuşun evlât. Sevincinizin tarifi yok. Delikanlı "Çarşının en sonundaki caddede karşıya geçmeye hazırlanırken buldum bunu, kucaklayıp getirdim." diyecek.
Eşin çocukları tamamen steril ortamda büyütecek evlât. Oysa onların bir şekilde mikroplarla tanışması kaçınılmaz. Fırat üç yaşını doldurduğunda kapının önünde ilk kez toprağı avuçlayacak ve ilk kez mikrop kapacak. Ağzındaki yaralar geçmek bilmeyecek. Şantiyedeki revirin doktoru antibiyotik iğnelerine başlayacak. Fakat çocuğun durumu her geçen gün kötüleşecek, kilo kaybedip yemeden içmeden kesilecek. Erbil'de çocuk hastanesine götüreceksiniz. Hiçbir iyileşme olmayacak durumunda. Çocuğunuz gözünüzün önünde eriyor. Önemli bir toplantının ortasında, "Hadi al çocuğu, Türkiye'ye götür." diyecek müdürün. Bağdat Hava alanından başlayan uçak yolculuğunuz İstanbul'a yönünde devam edecek. Oğlunun uçakta verilen yemek menüsündeki pilavdan sadece birkaç pirinç tanesini ağzına alması bile sevindirecek sizi. İstanbul'dan hareket edip İzmir'e doğru yol alırken çocuğun rengi yerine gelmeye başlayacak. Bildiğiniz bir doktora götüreceksiniz hemen. Doktor, hiçbir şey yapmasaydınız iki günde geçecekti, verilen antibiyotik iğneleri ağız mukozasındaki yararlı mikropları da öldürdüğü için bu hale gelmiş çocuk diyecek. Ne ilâç, ne tedavi. Üç gün içinde eski haline dönecek oğlun evlât. Bu vesileyle mikrobun iyisini kötüsünü öğrenmiş olacaksın.
Birkaç ay sonra Irak ordusunun Kuveyt'i işgal ettiği haberi bomba etkisi yaratacak. Aslında Kuveyt'in Irak topraklarının bir parçası olduğu, gittikçe bölgenin askeri ve siyasi güç bakımından lideri konumuna gelen Saddam Hüseyin'in Kuveyt'i ele geçirip denizle bağlantı sağlamayı amaç edindiği konuşulmaya başlanacak. Evet, Saddam bir diktatör. Güçlü bir gizli servisi var. Herkes acaba bu Saddam'ın adamı mı diye birbirinden korkuyor. Siz bile yanlış bir şey kaçmasın diye ağzınızdan, Saddam yerine adama "Ayhan Işık" diyorsunuz kendi aranızda. Diğer taraftan haklı adam. Nasıl emperyalist devletler ülkemizi parçalayıp işgal ettiler de, daha sonra bir punduna getirip Hatay'ı geri aldık. İşte o da elinden alınan ve eskiden ülkesinin bir vilayeti iken, sonradan yine emperyalist devletler tarafından el konularak işbirlikçi bir ailenin sultan olarak başına getirdiği Kuveyt'i geri almaya niyetlenmiş.
Dünyanın jandarması ABD bu işe müsaade eder mi? Ne Saddam geri çekilmeyi kabul edecek, ne de ABD buna göz yumacak. Yaşanan bu gelişmeler şantiyede hemen etkisini gösterecek. Önce barajda müşavir hizmetini yapan birkaç Amerikalı rehin alınıp bilinmeyen bir yere götürülecek. Arkasından gençlerden başlayarak barajda görevli Iraklı mühendisler birer ikişer askere çağrılacak. Türkiye'den gelen haberler tedirginliğinizi daha da arttıracak. Cumhurbaşkanı Özal, her zaman olduğu gibi bir koyup üç alacağını zannedip ABD'nin yanında tarafını belli edecek. Aktif bir rol üstleneceği konuşulan Türkiye'ye karşı Irak ordusu sınırına yığınak yapmaya başlayacak, geceleri endişe içinde dağların arasında ilerleyen askeri araç konvoylarının ışıklarını izleyeceksiniz.
(Devam edecek)