KATEGORİLER

30 Mayıs 2016 Pazartesi

METRONOM


Kafam karışık. Aklım bir metronom çubuğu gibi geçmişle gelecek arasında gidip geliyor. Tik tak, tik tak... Sabahın ezanında bitirdiğim "Alaçatılı" romanından sonra Orhan Pamuk'un "Kırmızı Saçlı Kadın" ına başlamaya gönlüm razı değil. Refique yerine koyup kendimi Angeliki'nin büyük aşkına ihanet edecekmişim gibi geliyor!


Bu kafa karışıklığında yazmaya kalksam saçmalar mıyım?  Bu düşünceler arasında kıvranırken bir güç beynime hükmediyor. Yaz ki keşfedesin kendini. Çok önceki zamanlara gidiyorum hayal aleminde. O kadar öncesine ki, varoluşumu sorguluyorum. Oradan metronomun çubuğuna sıkıca sarılıp ters köşeye savruluyor ruhum. Ölmüşüm, başka bir yerde yeniden doğmuşum, sonra tekrar ölmüşüm... Takılıyorum bu kısır döngü çemberine...

Metronomun çubuğu sola doğru yol alırken ağır ağır, çıkardığı "tak" sesinde çocukluğumu buluyorum. Henüz on yaşındayım. Dedem yatağında ağır hasta. Onun çektiği acılar küçücük kalbimi yaralamakta. Unutmak, uzaklaşmak istiyorum. Eylül ayı ama yazdan kalma bir hava var. Birkaç ev aşağıda, çatıların arasında yeşil branda çekilmiş, gölge olsun diye. Günlerden pazar. Komşumuzun sünnet düğünü. Arkadaşım güya teselli etmek için beni, yeşil brandanın altına sıra sıra dizilmiş tahta sandalyelerden birine oturtuyor. Orkestra çalıyor, ne çaldığını duymuyorum. Aklımda dedem. Davulun, çalgının sesi bastıramıyor üzüntümü... Sonra, orkestra kesiyor sesini birden. Bizim evin olduğu yerden, bir bağrış yükseliyor... Dedem...

Metronomun üzerinde sağa doğru yatıyorum tik sesiyle. İyice elden ayaktan kesilmişim. Ne çabuk geçmiş seneler. Ne kulaklar eskisi gibi duyabiliyor ne gözler eskisi kadar keskin. Yediklerimden bile tat alamıyorum artık. Daha yapacaklarım vardı benim. Ama çok geç...Yeter, artık demir almak zamanı geldi bu limandan...

Yine bir tak sesi atıyor beni geçmişin tozlu sayfalarına. Tozlarını silkeleyince,  yeşil rengin hakim olduğu bir evde buluyorum kendimi. Her taraf yeşil. Duvarlar, koltuklar, halılar...Ortaokula gittiğim yıllar... Misafirliğe gitmişiz bu yeşil eve. Evin başka bir misafiri daha var, Denizli'den. İlkokul son sınıfa gidiyormuş. Beyaz tenli, sarı saçlı bir kız... Balkonda oturmayı teklif ediyor ev sahibi. İzmir Körfezine nazır geniş bir balkon. "Ağabeyine terlik ver kızım." diyor evden birileri. O küçücük elleriyle bir çift terliği bırakıyor ayaklarımın önüne. Balkondaki masanın sandalyelerine oturuyoruz karşılıklı. Başka kimseyi görmüyor gözüm. Körfeze giren ve körfezden çıkan gemilerle oyunlar oynuyoruz onunla, ismini bilmeden. Bir ara bırakıp beni balkonda içeri giriyor. Büyük bir tabak dolusu meyve getiriyor masaya. İncecik çıplak kollarıyla  zorlukla kaldırdığı tabağı alırken elinden yardım olsun diye, elim değiyor eline... Kimler vardı ondan başka o evde misafir, kimlerdi ev sahibi. Hiç birini hatırlamıyorum. Unutamadığım sadece o gece, sabaha kadar yatağımda ateşler içinde yandığım. Aileme nasıl söylerim bu kıza aşık olduğumu. İlk aşkım... Bekler mi acaba  beni bir on yıl kadar?

Tik sesi kendime getiriyor beni. Etrafımda yaşıtlarım teker teker ayrılıyor, bırakıyor beni geride.. Dünya çok değişmiş. Olan biteni seyrediyoruz artık. Torunlar ayaklarımızın etrafında koşuşturuyor. Onlara bakıp hikayenin başını görüyoruz.

Yine bir tak başa doğru sarıyor makarayı. Lise yıllarına gelmişim. Yeni bir aşk ama ilki gibi değil. İlgi gösterdiğimi anlasın diye, neler yapmıyorum ki! Ama anlamıyor işte. Ne onun lügatinde aşk meşk işleri var ne de bende "Seni seviyorum" diyecek yürek. Lise bitiyor. Herkes yoluna gidiyor...

Tik tak, tik tak bugün geçmişle gelecek arasında bir gidiyor bir geliyorum...

8 yorum:

  1. Zamanın ne kadar hızlı geçtiğini bir kez daha anladım şimdi.. ama bilsem de elden bir şey gelmiyor.. şuan anı yaşasak ileride pişmanlık duyar mıyım niye şunu yapmadım normal insanlar gibi diye.. kendimi zamanın koşuşturmacasına bıraksam bir başka dert.. elden yitip gidenlere çözüm bulunamıyor.. gerçekten ne yapmalı?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yazıya başlayana kadar ruhum sıkılıyor, hayatın anlamsızlığı üzerinde düşünüyordum. Yazdıktan sonra kendime döndüm. Anladım ki yazmak insana şifa veriyor. Ne yapmalı sorusunun cevabına gelince; bana göre geride iz bırakmalı, küçücük de olsa... Mesela kitap yazmalı en basitinden. (Yapabilenler için) beste yapmalı. Şart değil ünlü olmak. Ama yapmalı, birşeyler yapmalı...Teşekkürler:)

      Sil
    2. Malesef müzik gibi kitap gibi yeteneklerim yok.. böyle düşünürsek iyi insanlar yetiştirmeye çalışıyorum gelecek için.. bak şimdi kendimi avuttum :) yazmak ben de her zaman aynı hissi uyandırıyor, adeta bir rahatlama biçimi..
      Sevgiler..

      Sil
    3. İyi insanlar yetiştirmek harika bir şey. Ama ne yazık ki sadece yetiştirdiğiniz insanın yaşam süresi kadar kalıyor iziniz. Biz yine yazmaya devam edelim. İz bırakamasak da rahatlamış oluruz :)

      Sil
  2. Uykuyla uyanıklık arasında geçen kısacık bir an gibi..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Doğru söylüyorsunuz. Kısacık ömürlerine bir sürü eser sığdırmış sanatçıların tanrısal bir özelliğe sahip olduklarını düşünüyorum.

      Sil
  3. Söyleyecek fazla bir şey yok, çok duygu yüklü...

    YanıtlaSil
  4. Evet, kısacık bir yazı ama bütün elektriğimi almıştı bittiğinde. Sağ olun :)

    YanıtlaSil