KATEGORİLER

15 Ocak 2016 Cuma

15/01/2016 Cuma, Tire

Havalar güzel gidiyor bu aralar ama yarından itibaren yağış, daha sonra da soğuklar başlayacak gibi. Cumhur Usta bu durumu düşünerek montaj işini bir gün öne aldı. Delikanlı adammış sabah tam beklediğim saatte Tire'ye geldi ve ekibiyle birlikte yaylaya çıktıklarını haber verdi. Bu haberi alır almaz  hemen yaylaya gitmek üzere evden çıktım.

Zaman kaybetmesinler diye hem aşağı hem de yukarı yaylanın kapısı ile ferforje korkulukların tamamını dünden kamyonete yüklemişler. Yaylaya vardığımda montaja hazır demir imalatları indiriyorlardı. Cumhur Usta önce korkuluk işinden başlayacağını söyleyip kapıları açmamı rica etti. İlk bakışta düşündüğümden ala olmuş gibi göründü gözüme korkuluklar. Uzun parçalar halinde imal ettiklerinden bayağı ağır olmuşlar. Ben bunları orayı burayı çizmeden nasıl terasa çıkaracaklar diye düşünürken meğerse adamlar buna hazırlıklı gelmişler. Uzun korkuluk demirlerinin her iki yanına birer kalın ip bağlayıp terastaki iki adam onları kolaylıkla yukarı çekti.

Demir işleri yolunda devam ederken, elektrikçi Ali'nin yanında tanımadığım bir kişi olduğu halde bahçeye girdiğini ve bize doğru yaklaştığını fark ettim. Yanıma geldiklerinde kısaca selamlaşıp hal hatır sorduk birbirimize. Daha sonra verandadan aşağı elektrik bağlantı noktasına doğru baktık. Yukarıdan bakıldığında gözümüze çok yakın görünse de hat güzergahı maalesef oldukça dik ve sık ağaçlarla örtülüydü . Buradan aşağıya, köy yoluna nasıl inilir, hiç olmazsa bir patika yol bulabilir miyiz diye düşünürken Kadir geldi aklıma. Ne de olsa köylü çocuğu araziyi bilir diye düşündüm. Yanılmışım. "Oradan aşağı hiç inmedim abi, Bekçi Ahmet'i ara o bilir" deyince bu sefer Ahmet Usta'yı aradım. O da  koyun güttüğünü söyleyip, sürünün yanından ayrılamayacağını söyledi. 

Elektrikçilerle beraber aşağıya inip bir de hat başına bakalım deyip arabalarımıza bindik. Lütfi beyin restoranının önüne gelmek üzereydik ki, Ahmet Usta ile karşılaştık. Üçü yavrulamış on beş kadar koyunu bizim gittiğimiz yöne doğru güdüyordu. Böyle bir buluşmayı ayarlamaya kalksak denk getiremezdik.  Bizim taş eve doğru bir patika yol var mı diye hemen sorduk kendisine.

Dağ Restoran'ın önünden bizim taş ev bütün heybeti ile görünüyor. Ama bulunduğumuz yerden o kadar yüksek olduğunu tahmin etmiyordum açıkçası. Tam karşımızda yaklaşık otuz metrelik bir yar önümüzü adeta bir duvar gibi kapatmış, size geçit vermem diyor. Moralim bozulur gibi olduysa da Ahmet Usta uçurumun berisinden yukarıya doğru geçit olduğunu söyleyip bir nebze olsun rahatlattı beni. Bunun üzerine Elektrikçi Ali karşımıza uçurum çıksa bile hat kablosunu direkle aşağı iletiriz deyince bütün karamsarlığım dağıldı. Ali'nin önerilerinden bir diğeri ise, ilk direkten itibaren hattın yoldan ayrıldığı noktaya kadar olan kısma direk koymak yerine kabloyu yer altından geçirelim fikriydi. Ona göre eğer böyle yaparsak kimseden izin alma derdimiz de olmayacaktı. Bir iş makinesi yardımıyla en az seksen santim derinliğe indiğimiz takdirde bu çözüm bana da uygun geldi. Ahmet Usta'dan güzergah konusunda bize yardımcı olmasını rica ettik. Biraz da ısrarım sayesinde hat güzergahı için bize kılavuzluk etmek üzere yarın sabah saat dokuzda köy meydanında hazır olacağı sözünü verdi. Yarınki hava durumuna bakılırsa biraz zor bu işin gerçekleşmesi ama neyse. Yarın yağmur yağmazsa benim için büyük sürpriz olacak. Bugünkü incelememizi tamamladığımız için yarın görüşmek üzere birbirimizle vedalaştık.


Tekrar yaylaya çıktığımda demircilerin teras korkuluklarından sonra veranda korkuluklarının montajına başladıklarını gördüm.

Böyle giderse işlerin tamamını akşama kadar bitirebilecekler. Oysa Cumhur Usta, montaj işinin iki üç gün sürebileceğini söylemişti bana bir aksaklık çıkar düşüncesiyle. Yağmur yağabilir, Torbalı'dan geldiğimiz için ufak bir arıza bizim bir günümüze mal olabilir o zaman ben de size yanlış bilgi vermiş olurum dedi. Ekip, sırf bu yüzden bütün el aletlerini yedekleriyle birlikte getirmiş. Sadece jeneratör tekti ama o arızalanırsa çift olan aletler de bir işe yaramayacaktı. Tavuk çiftliklerinin birinden güçlükle ayarladıkları o jeneratör neyse ki sorunsuz çalıştı.


Çalışan ekibe yiyecek bir şeyler almak için öğlene doğru çarşıya indim. Döndüğümde veranda korkuluklarının montajını tamamlamışlar, bahçe ana giriş kapısına başlamışlardı. Hadi dedim, biraz ara verin de yemeklerinizi soğutmayın. Her zaman olduğu gibi dışarıdan çalışmaya gelenlere Tire köftesi hazırlatırım. Bu sefer de aynısını yaptım. Nerede yiyeceğiz bunları der gibi yüzüme baktıklarında onlara havuz başında oturmalarını söyledim. Havuza akan temiz su da hoşlarına giderdi.
Yemeklerini yedikten kısa bir süre sonra tekrar işlerine koyuldular. Boş boş duracağıma gidip biraz zeytin toplasam iyi olacaktı. Onlardan ayrılalı henüz üç saat bile geçmemişti ki Cumhur Usta beni arayarak işlerinin bittiğini söyledi. Hemen yukarıya, yanlarına döndüm. Hem yukarı yayla yolunun kapısı, hem de ana giriş kapısı istediğim gibi olmuştu. Yukarı yayla kapısına bir asma kilit alınacaktı sadece. Evet, bir de ana giriş kapısının altında kalan boşluk betonla doldurulacaktı tabi. Kasis oluşturmasın diye kapı ön ve arkasına dolguyla biraz şekil verilmesi şarttı. Yapılan işi beğendim ve ustalara teşekkür ettim.

Söz verdiğim gibi paranın tamamını hemen orada ödedim ustaya. Beni mutlu edeni ben de mutlu ederim dedim. Nerede görülmüş iş biter bitmez anında nakit ödeme' 

Dün Mesut Hocam Fen Lisesine verdiğim konferansın resimlerini göndermiş. Birkaç tanesinin burada olmasını istedim. Bu etkinlik de hoş bir anı olarak kaldı artık belleğimde.


14 Ocak 2016 Perşembe

14/01/2016 Perşembe, Tire

BUKRA İNŞAALLAH



Ne kadar alışmaya çalışırım desem de yok ben alışamayacağım galiba.

Düşünün ki bir iş yapacaksınız, zamanı ve mekanı karşınızdaki zat-ı muhterem belirliyor, siz de o günü tamamen bu işe tahsis ediyorsunuz.
Bir yere gitmeniz gerekiyor  ya da başka işleriniz varsa erteliyorsunuz, tam artık olacak bu iş diye sevinmeye başladığınız an, işiniz zamanı ve mekanı belirleyen şahıs tarafından  erteleniyor. Bunu öyle bir rahat yapıyor ki anlamak mümkün değil.
Olayı kişilere indirgemiyorum, hedef aldığım o veya bu kişi değil, ya da bir sefer, iki sefer karşılaşıp "Olur böyle şeyler" demek de mümkün görünmüyor. O kadar normal bir davranış biçimi haline gelmiş ki bu, insan çileden çıkıyor. Asıl ilginç olan da şu: Bu insan türü, benzer durumlarla karşılaştığında  asla aşırı tepki vermiyor, etik değerlerden yoksun bu davranışı gayet doğal karşılayıp işlerine bıraktıkları yerden devam ediyorlar. Bu nasıl bir ahlak anlayışıdır?

Bana şu gün geliyoruz dediğinde bile yaylanın elektrik işi yoluna giriyor diye ümitlenmiştim. O güne kadar yılbaşı geliyor, yetkili izinden henüz dönmedi, yağmur yağdı gibi haklı haksız sebepler ileri sürerken nihayet bu sabah buluşacaktık. Gelemiyorum diye bir telefon ya da elle tutulur bir mazeret sakın ola beklemeyin bu insanlardan.

Sabah kalktığımda ilk iş olarak havaya baktım. Gökyüzünde güneş parlıyordu. Saat  dokuz olmuş ne arayan var ne soran. Yine ben çevirdim elektrikçinin telefon numarasını. Bir zamanlar cevap vermekte zorlanacağı zamanlar telefonu açma tenezzülünde bile bulunmamıştı.

Bu kez nasıl olduysa açtı telefonu. «Yukarı çıkmıyor muyuz?» diye sorduğumda, dün yağmur yağarken bizim hat güzergahına zaman ayırdıklarından dolayı programlarında yapmaları gereken bazı işler sarkmış, bu yüzden bugünün programına dünden kalan o işleri almışlar. Eğer hava güzel olursa ve benim için de uygunsa yarın  gelmeyi düşünüyorlarmış. Bak şu Allah'ın işine. Benim işim yüzünden işleri aksamış! Neredeyse özür dilememi bekleyecekler.

Sanırım benim de karakterim değişti burada. Başka yerlerde bu tür şeylerle karşılamadım ama şu yaşadıklarımı yaşasaydım eğer, sinirden yeri göğü inletirdim eskiden. Hani hasta olursun, kaza geçirirsin veya bir yakınını kaybedersin amenna. Özürleri kabahatinden büyük oluyor bu insanların. Öyle de duygusallar ki, bu lafları kalkıp yüzlerine söylesem hüngür hüngür ağlayacaklar sanki.

Uzun bir zaman  değil daha dün akşam "yarın hava güzel olursa keşfe çıkarız" demedin mi sen bana? Hava da güzel oldu bak. Peki madem işlerin sarktığını biliyorsun da bana neden yarın değil de bir gün sonrası için gün vermedin. Sabah saat yediden itibaren senin işin için koşturuyorum falan demeye kalkınca artık dayanamadım. Sesimin tonunu bir derece yükselterek,
«Peki, tam bir haftadır bu iş oldu olacak diye beni işimden gücümden alan sen değil misin? Bu hafta acil bir iş için Çeşme'ye gidecektim. Ha bugün ha yarın derken o iş de kaldı.» dediğimde bir süre sessiz kaldı., hemen arkasından havanın iyi olması durumunda yarın sabah benim keşif işi için yaylaya çıkmayı önerdi. Buna karşılık ben,
«O zaman ben yarın da Çeşme'ye gitmeyecek ve sizin gelmenizi bekleyeceğim." dedim. O yine her zamanki tavrı ile,
«Ben şimdiden havanın nasıl olacağını bilemem, yarın bakalım, iyi olursa gideriz, siz isterseniz Çeşme'ye gidebilirsiniz benim sizinle işim yok.» diye cevap verdi.

Peki diyerek kapattım telefonu. Şaka gibi. Yani bu tarz çalışma şeklini sadece Arap ülkelerinde gördüm ben. Onlar da "Bukra, İnşallah" diyorlardı. Tercümesi, "İnşallah, yarın" Ancak Allah'ın yarını bitmezdi, ne yarınlar geçer o beklenen yarın gelmezdi bir türlü.

13/01/2016 Çarşamba, Tire

KAPLAN'DA YAĞMURLU BİR GÜN

Alarm saat tam 7'de çaldığında, henüz gün tam olarak aydınlanmamıştı. Mutfak penceresinden dışarı baktığımda şemsiyelerini açmış insanların alaca karanlık içinde acele adımlarla yürüdüklerini fark ettim. Oysa dün girdiğim meteoroloji sitesinde bölgeye yağış düşmeyeceğini tahmin etmişlerdi. Birazdan elektrikçimin arayıp "bu yağmurda keşif yapılmaz" diyeceğini adım gibi biliyordum. Nitekim saat henüz dokuzu göstermezken, kahvaltıdan yeni kalkmış evden çıkmaya hazırlanıyordum ki telefonum çaldı.
«İsterseniz çıkalım ancak bu havada istediğimiz gibi gezemeyiz» diyordu beklediğim ses. Bu lafın altında keşif işinin bugün de yattığını anlamak hiç de zor değildi benim için.

Üç gündür ters köşeye yatırıyor beni bu değişiklikler. Yağmur şiddetini arttırınca yapacak bir şeyin olmadığını bunu da hayra yormaktan başka çare olmadığını düşündüm. Bugünden beklediklerim çok fazlaydı aslında. Güya hava güzel olacak, elektrikçim nihayet dağıtım şirketi yetkililerini yanına alarak yaylaya keşfe gelecekler, Yakup Usta, Kadir'le birlikte epeydir ara verdikleri taş duvar işine yeniden başlayacaklar, onlar işlerine devam ederken ben zeytinliğe gidip toplayabildiğim kadar zeytin toplayacaktım. Ama hiç biri olmadı bunların. 

Hava tamamen kapanmış, yağmur kâh hızını kesiyor kâh şiddetleniyordu. Yaklaşık bir saat sonra elektrikçim bir kez daha çaldırdı telefonumu. Yayla yakınlarında başka bir işe bakmaya gitmişken bizim bahçeye de girip tepeden aşağı doğru hat güzergâhına bakmışlar dağıtım şirketi yetkilisiyle. Binanın kapıları kilitli olduğundan taş binaya girememişler. Yağıştan dolayı çamurda yürümek mümkün olamazmış. Yarın birlikte orman içinden geçecek kablo güzergahını tayin etmek üzere benimle yaylada buluşmak istediğini söyledi. Bu telefon benim için sürpriz oldu tabi. Önemli olan bir an önce elektriğin gelmesi.

Elektrikçim ayrıca veranda kapısının camından içeri doğru baktıklarında tavandan suların aktığını görmüş. Teras kapısı ve mutfağın dış servis kapısından rüzgarın da etkisiyle bina içine doğru yağmur serpintilerinin girdiğini biliyordum ama yine de içim rahat etmedi. Hiç beklemediğim halde çatı mı akıtıyordu acaba? Hemen hazırlanıp Kaplan'a doğru yola çıktım. Demir kapı yapılacağı için yerinden söküp duvarların arasına öylesine dayadığımız deli kestane dallarından yapma geçici bahçe kapısını aralayıp içeri girdiğimde yağmur şiddetini iyice arttırmıştı.

Bina ana giriş kapı kolu henüz yerine takılmadığından zaten zorlukla açılıp kapanıyordu. Bu kapı da yağmura karşı korunmasız olduğundan şişmiş olabilir düşüncesiyle terastan aşağıya damlayan sulara aldırmaksızın mutfak servis kapısından içeri girmeyi düşündüm. Kilidi iki kez döndürdüm ancak şişen kapı hiç yerinden oynamadı. Onu bırakıp mecburen ana giriş kapısına yöneldim. Tahmin ettiğim gibi kanatlarına çarpan yağmur sularından etkilenip o da şişmiş. Kapının ağzında iyiden iyiye ıslanıyordum. Bu durumdan kurtulmak ümidiyle bir omuz darbesi ile kapıyı açtım ve kendimi içeri attım. İçeri girer girmez acaba kapı kapanabilecek mi sorusu kafamı kurcaladı. O kadar çaba sarf etmeme rağmen kapıyı dışarıdan kapatmak mümkün olmadıysa da içeriden kapatmayı güç bela başardım. Son çarem mutfak servis kapısından çıkmaktı. Aslında diğer bir çözüm de verandaya açılan kapıyı kullanmaktı ama benim aklıma iş işten geçtikten sonra geldi.

Antre 'den servis amaçlı kullanacağımız kemerli bölümden mutfak tarafına geçtim ve dışarı açılan mutfak servis kapısını zorladım. İçeride olduğum için yağmur beni etkilemiyordu bu sefer. Görünen o ki bu kapı da zor açılacaktı. Şişen kapılarla uğraşmaktan buraya neden geldiğimi unutmuşum. Kapıyı öylece bırakıp önce alt kata daha sonra merdivenlerden çıkıp üst kata baktım. Neyse ki daha önceden tahmin ettiğim yerler dışında akan bir taraf yoktu. Evet, teras kapısından içeri sızan sular ahşap  döşemenin hemen yanından alt kattaki mutfak antre arasındaki kemerin üzerinden aşağı doğru süzülüyordu. Alt katta mutfak dış servis kapısından aşırı su girişi olmuş, sular yerdeki çuvalların altına birikmişti. Bunları zaten bekliyordum. Özellikle terasın üzerindeki saçağa monte edilmiş yağmur oluğunun gideri zemine kadar indirilmediğinden dolayı oradan akan sular doğrudan servis kapısının üzerine akmıştı. Bu işin tek çaresi her üç kapıya da geniş saçaklar yaptırıp onları yağmurun olumsuz etkilerinden korumaktı.

Teras kapısından dışarı çıktım. Gider ağaç yaprakları ile tamamen tıkanmış, geniş bbir alanda on cm derinliğinde su birikmişti. Az değil yaklaşık 5,5 ton su demek bu. Ayakkabılarımın içine su girmesi pahasına gidip en uzak köşedeki giderin kapağında birikmiş yaprakları temizledim. Filtre kapağını kaldırmamla beraber yağmur borusundan olanca şiddetiyle sular fışkırmaya başladı. Yağmurun altında suyun akışını ve terasın sudan arınmasını izledim.

Onca sert rüzgara ve rüzgarı arkasına alıp olanca şiddetiyle cephesine çarpan yağmur damlalarına karşı başarıyla direnen cam balkon kendisinden bekleneni başarıyla yapmış, içeriye bir damla bile yağmur girmemişti. Binanın en fazla övgü alan ahşap çatı da  yağmura karşı kendisini başarıyla korumuştu. Geçen sefer ahşap pencere kanatlarını kapattığım çok yerinde olmuş. Bu sayede yağmur ve fırtına pencerelere de bir zarar veremedi.  

Ayrılmak üzere mutfak servis kapısına yöneldim. Anahtarı kilide yerleştirip iki kez çevirdim. Dışarıdan denediğimde olduğu gibi içeriden de anahtar kilit içinde sorunsuz döndü. Bu sefer sıkışmış kapıyı kendime doğru çekerek kuvvetle asıldım. Bir kaç denemeden sonra zor bela açtım açmasına da, kapıyı açık bırakamayacağıma göre kapanması da en az açılması kadar önemliydi. Buna karşılık ne kadar gayret göstersem de kapı ne içerden ne de dışardan bir türlü kasasına oturmadı. Yağmur aynı şiddette aralıksız devam ediyordu. Ünal Usta'yı aradım. «Yukarıda mahsur kaldım hemen birini gönder» dedim. Yaklaşık çeyrek saat geçtikten sonra bir daha aradım.

Neyse ki yarım saat sonra iki kişi gelip kapıyı söktüler ve onu kapanır hale getirdiler. Ben de boşuna harcadığım bir günün verdiği sıkıntılı ifadeyi selfi'leyip yayladan ayrıldım.



Jack London'ım Benim

Bugün fazla uzattığımın farkındayım. Aslında günce dışında güzel bir şeyler yazmak istiyordum. Ne yapmak istersek isteyelim bazen hayatımız başka kanallardan akıyor. Jack London en sevdiğim yazarlardan biri. Ne zaman bir romanını okusam yaşadıklarını yaşar, adeta başka alemlere transfer olurum. Bir anda onunla bütünleşirim. Öyle ki, kızım bile beni Jack diye çağırmaya başlar o dönemlerde. Son olarak "Yıldız Gezgini" adlı romanını okumuştum. Bu romanında London, San Quentin hapishanesinin bir hücresine atılan roman kahramanının sineklerle oynadığı oyunu anlatmak için birkaç sayfa ayırmıştı romanında. Benim yaylada yaşadıklarımın bir sinek kadar değeri yok mu yani.

Bu akşam eşimin arkadaşlarıyla buluşması da benim yazmam için bir fırsat doğuracaktı. Mamafih evde yalnız kalmayayım diye halime acıdığını sandığım bir dostumu kıramayıp onun ev davetine icabet ettim. Çaydan hiç de hoşlanmayan ben, bir yandan arka arkaya tam üç bardak çay içerken, yıllar sonra TV'de iki buçuk futbol maçı seyrettim, Neyse ki, Fenerbahçe-Giresun maçının son yirmi dakikası kalmıştı. Bu biter bitmez ilk kez duyduğum "Vetaren Turnuvası" başladı.  Neymiş efendim "Vetaren" in anlamı, kıdemli, emektar, tecrübeliymiş. Dört büyüklerin katıldığı bu turnuvanın  maçları,  halı sahalara benzer minyatür futbol sahalarında, daha az sayıda futbolcu ile ve 25'er dakikalık iki yarı olarak oynanıyor. Hasan Şaş, İlhan Mansız gibi eski tüfekler şişmiş göbekleriyle top koşturuyorlar. Fenerbahçe ve Galatasaray finale kaldılar sonunda. Yaşasın son dakikada bir şey öğrendim bugün de.

SEO Talimleri

Tanrım çenem düştü tutun beni ne olur. Tamam söz bir şey daha öğrendim, onu da söyleyip veda edeceğim. SEO uyumlu içerik konusunu dünden beri araştırıyordum. Efendim, yazılar kopya olmayacak, imla kurallarına uygun olacak vs. kriterlerin yanı sıra h1,h2,h3"tag"leri kullanılırsa "google amca" nın hoşuna gidiyormuş yazılarımız ve bizi üst sıralara çıkarıp ödüllendiriyormuş. Evet h (heading: başlık) "tag" lerini araştırdım, öğrendim. Meğerse ne de kolaylarmış.  
  

12 Ocak 2016 Salı

12/01/2016 Salı, Tire

Tire'nin büyük pazarı bugün kuruluyor. Tire'de olup da meşhur Salı Pazarına gitmediğim hiç olmadı. Alışveriş yapmasam dahi pazar sokaklarını bir baştan bir başa dolaşır, taze pazar kokusunu çekerim içime. Geçen hafta hep ot yediğimiz için bu hafta bir ara verelim dedik ama gözüm hep otlara kaydı yine. Köylüler bulmakta zorlandıkları az miktardaki radikayı diğer kavurmalık bahçe otlarına karıştırarak   satıyorlar. Dönerken bir yerde sadece radika satan bir köylüye rastladım. Diğer otlardan epey pahalı olmasına rağmen hazır bulmuşken kaçırmayıp dedim ve yarım kilo aldım.

Yıllar önce Ankara'da otururken, Uğur Mumcu Caddesinin sonunda bir balıkçı lokantası açılmıştı. Eğer yanılmıyorsam adı da "İzmir'li Balıkçı" idi. Memleketi çağrıştıran böyle mekanların bizi mıknatıs gibi kendine çekmesi kaçınılmazdı elbette. Bir akşam eşimle gittik  ve hemen menüyü sorduk. Yanımıza gelen şef garson, soğuk mezeler arasında radikayı sayar saymaz yiyeceğim balık bile cazibesini yitirmişti. Ankara'da sadece kart enginarın çanağını bulurken, ot bilmeyen bir başkent restoranında radika yemek benim için rüya gibi bir şeydi.

Çok net hatırlıyorum. Sabahın ilk saatlerinden itibaren Eşrefpaşa'da tezgah kuran köylüler, nereden topladıklarını bilemediğim çeşit çeşit otlar satarlardı.  Çocukluğumuzun sofralarında radika, hardal, çipo-horta, bahçe otu, cibez hiç eksilmezdi. Bu otlar güzelce haşlandıktan sonra üzerine bol zeytinyağı gezdirilir birkaç tane siyah zeytinle süslenirdi. Bir de üzerine sulu limonu sıktın mı, tadına doyulmazdı artık.

Küçücük bir tabak içinde radikamı getirdi garson. Büyük bir iştahla çatalımı daldırdım tabağa. Ne yazık ki sonuç hüsran. Hiç yapamamışlar. Ne tat var ne tuz. Bir yandan yutmakta zorluk çekerken eşim bu mu senin radika dediğin deyip dalga geçti benimle. Geçen sene Salı Pazarından değişik otları denesek de radikaya pek rastlayamamıştım.

Her Salı aracıma nerede park yeri bulurum diye geriliyorum. Pazar çevresinde bir kaç tur attıktan sonra muhtemelen uzaklarda bir yer bulmak mümkün oluyor. Bu kez de en sonunda Alaybey Parkının arkasında boş bir yer buldum. Pazarın kurulduğu sokaklara doğru giderken parkın içinden geçtim. Kısa bir süre parkın küçük havuzunda yüzen ördekleri seyrettim. Hem havuzun ve hem de ördeklerin ilk kez farkına varmışım.

Sırasıyla demirciyi, elektrikçiyi ve Mesut beyi aradım. Bugün beklediğim gibi söz verildiği halde keşif olmadı ama yarın ilk iş olarak keşfe bizim işle başlayacaklarını söyledi elektrikçim. Yarın sabah erkenden yaylada olmamı istedi. Bu sefer olacak gibi.

Demirci de İzmir'e yayla kapılarının kilitlerini almaya gittiğini, ferforje montajını da Cumartesi günü yapacağını söyledi. 

Mesut Hocamı sunum için çekilen resimleri bana da göndermesi için aramıştım.

Yağmur, hastalık, pazar derken ekip epey ara vermişti. Bu arada kendi işlerini de görmeye zaman tanımış oldum aslında. Yarın çalışma başlar inşallah. Şu zeytinleri de bir toplasak iyi olacak artık. 

11/01/2016 Pazartesi, İzmir

Bu ara havalar o kadar güzel ki kış ayında olduğunu unutuyor insan. Hava sıcaklığı öğlen saatlerinde 22 dereceyi gösteriyordu. Gün boyu zaman zaman yüzünü gösteren güneş  bazen bulutların arkasına gizleniyor.

Bir an önce şu avukat işini halletmek en iyisi deyip bir kez daha düştük İzmir yollarına...

İzmir-Aydın Otoyolu
İlk olarak emlakçıya uğrayıp belgelerimizi aldık. Dosyanın bir kopyası elimizde olsun diye bir kırtasiyeden fotokopilerini aldık. Avukata telefon edip yazıhanesine doğru yola çıktığımızı haber verdim. Ancak yarım saate kadar dışarı çıkacağını söyleyince bu sefer ben de evrakları Mustafa'nın şarküteri dükkanına bırakmayı teklif ettim. Kabul etti ayrıca evraklarla beraber masraf ve avukatlık ücretinin yarısını da bırakmamı rica etti. Tamam dedim.

Kiracın mı var derdin var. Ne yazık ki, bu işler dışarıdan göründüğü gibi değil. Biz de kiracı olduk ama efendiliğimizle kira paramızı zamanında  ödedik, eve zarar vermeyelim diye duvarlarına çivi çakmadık. Biz örnek kiracı durumunu bu şekilde muhafaza ederken bir de ev sahibiyle uğraşıyorduk. Belki de olayı kiracı mal sahibi ilişkisinden ziyade iyi insan kötü insan ilişkisi olarak ortaya koymalı.

Yıllar önce Ankara Alaçam Sokakta bir Yargıtay üyesinin evini kiralamıştık. Adam sağlam bir sözleşme hazırlamıştı. Sözleşmeye göre üç aylık kira tutarı kadar kaparo, peşinat vs. isteniyordu. Ne de olsa hukukçu. Çaresiz imzaladık. Kiramızı zamanında ödeyip eve iyi baktıktan sonra ne olabilirdi ki dedik. Bir seneyi doldurduktan kısa bir süre sonra iş icabı başka şehre taşınmamız gerekti. Ödediğimiz kaparoyu göğsümüzü gere gere alabilelim diye bir dosya içine bütün elektrik, su, telefon, apartman aidatı vs ödemelerini yaptığımızı gösteren makbuzları koyup evin anahtarı ile birlikte ev sahibimize takdim ettik. Artık kendisinden kaparoyu iade etmesini isteyince bize onu yapmayacağını söyledi. Sebebini sorduğumuzda ise, süresinden önce evden çıktığımız için her yıl otomatik olarak tekrarlanan kira sözleşmesine göre oturmadığımız sekiz ayın kira bedelini bizden talep etme hakkının olduğunu söyledi. Biz aman dedik verilmiş sadakamız varmış, neyse ki üç aylık kira bedeli ile kurtulduk.

Yaptığım iş planlı yaşamamıza pek imkan vermiyordu. Bu yüzden yine hiç hesapta yokken bir anda İzmir'e taşınmıştık.  Hatay semtindeki evimizi ise henüz kiraya vermiştik. Kiracımız haklı olarak bize geleceğinizi söylemediniz, bilseydik evinizi kiralamazdık deyince kendi evimiz varken mecburen kiralık eve çıkmak zorunda kaldık. Kiracısına bu kadar anlayışlı yaklaşan bizi bile çileden çıkaran kötü kiracılarımızla mücadeleyi yasal yoldan sürdürmekten başka çaremiz yok.

Bugün yeni bir haber duydum emlakçımızdan. Meclisten yeni geçen bir yasaya göre mal sahibi, sözleşme tarihinden itibaren on yıl geçtikten sonra herhangi bir mazeret belirtmeksizin kiracısını çıkartabiliyormuş. Satılığa çıkardığımız halde emlakçıya evi göstermeyen Ankara'daki  kiracımızdan da kurtulmamız mümkün olacak artık.

Metin dayı Çeşme'ye ne zaman gideceğiz diye soruyormuş. Sabah elektrikçinin söylediğine göre güya  yarın Gediz Elektrik'ten keşif için gelecekler. Bu nedenle Tire'ye dönmek zorunda kaldık. Ama bu hafta içinde bir günü Çeşme için ayırmayı düşünüyorum.

Neden bazı insanları tanımakta geç kalmışım diye kendime kızıyorum. Handan Demiralp bunlardan biri. Akşam döndüğümde birkaç yıl önce yapılmış uzun bir röportajını izleme imkanım oldu. Hayatı roman olurmuş bu hanımefendinin. Zaten olmuş da. İzmirli hem de Giritli. Hayvanlara aşırı düşkün bir vejetaryen. Kanseri yenmiş olması bir tarafa "Bu hastalığa müteşekkirim, çünkü onun sayesinde kendimi tanıdım" diyen bir kişi. Yoga, meditasyon, danışmanlık yapıyor. Hayatını konu alan "Tırmık İzi" adındaki kitabı aynı adı taşıyan blog sitesinde yazdıklarından bir derleme. Çevre ve Orman Bakanlıklarında danışmanlık yapmış aynı zamanda TRT Radyosu ve TV spikeri. Daha ne anlatayım. Hayranlıkla izlediğim "Narcos" dizisini de bloğunda okurlarına o tavsiye etmişti. Ha bir de Hint kültürüne hayran. PK isimli Hint filmini de çok sevmiş ama ben bu filmi kızımla birlikte daha önce seyretmiştim zaten. Bugün Giritlilerin bir bloğunda çok güzel bir makalesini alıntılamışlar. O kadar güzel o kadar duygu yüklü yazmış ki, bayıldım. Belki de beni en fazla etkileyen üslubu oldu bu müstesna kişinin. Onu takip etmeye devam edeceğim.

10 Ocak 2016 Pazar

10/01/2016 Pazar, Tire

Ohh nihayet. Kestanenin son hasadını yaptık. Rusya ile ilişkilerimizin bozulmasından biz de payımıza düşeni aldık. Fiyatlar geçen senenin yarısı diyorlar. Son gömüyü de açtıktan sonra artık azına çoğuna bakmadan yerinde alıcıya verdik. Yoksa indir bindir, hale götür, satıldı satılmadı, geri getir tasalarına girecektik. Hiç tecrübemiz olmadığı halde yine de bu işi kıvırdık diye sevindim.

Bu sezonun son kestanesini çuvallara doldurup durun

Sözleşmiş olduğumuz gibi saat tam dokuzda yaylaya vardım. Tam bahçe kapısına varmıştım ki, Ali telefon ederek evinden çıktığını söyledi ama onun Güme Köyünden gelmesi yarım saatten fazla sürdü. Oysa onu on dakika bekletmeyeyim diye eşimin bakkala gitmem konusundaki arzusunu yerine getiremedim. Alışacağız bunlara zamanla.

Dün hava durumuna baktığımda İzmir'in sağanak yağışlı, bize daha yakın olan Aydın'ın ise parçalı bulutlu olduğunu gösteriyordu. Bize daha yakının Aydın olması, yağış konusunda biraz iyimser kılmıştı beni. Sabahleyin çok hafif çiseler gibiydi ancak kestane kozalaklarını ayıklayan motor çalışmaya başladıktan sonra  işin henüz yarısı tamamlanmıştı ki yağmur serpintilerinin yoğunluğu arttı. Tam tepemize bastıracak derken gökyüzüne baktım ve bu fazla uzun sürmez dedim. Haklıymışım, beş on dakika sonra kesildi zaten. Böylelikle yağmurdan fazla etkilenmeden işi tamamlamış olduk.

Kestaneler çuvallara doldurulup ağızları dikildi. Malı almak üzere Ödemiş'ten tüccarlar gelecekti. Sağ olsun  bizim Kadir ile dedesi Ali dayı destek için benimle birlikte oldular. İlk gelen Ödemişli tüccarla anlaşıp malı sattık.

Binanın içine mutfak servis kapısından yine yağmur suları girmiş ancak bu sefer fazla zarar vermemiş. Bu kapılara mutlaka bir sundurma yapmamız şart. Yukarı katta fırtına ahşap pencere kanatlarının çengellerini yamultmuş, hatta birini kırmış. Fırtına mı çok sert burada yoksa malzeme mi zayıf karar veremedim. Ama sanırım her ikisinin de gerçeklik payı var. Yukarıdaki her üç pencerenin de ahşap kanatlarını kapattım. Şimdiye kadar neden yapmadım ki bunu?

Saat 14.00 olmadan bütün işim bitmişti. Hava kapalı. Yayladan Kaplan Köyüne inerken bir yandan Tire manzarasını seyrediyorum . Hava puslu olmasına rağmen Tire'den bizim taş binayı görmek mümkün. Aşağıdan bakarsanız bizim taş ev kartal yuvası gibi görünüyor. Önümüzdeki seneye  Polonya sobamızın üzerinde pişireceğimiz kestaneleri ikram edeceğiz konuklarımıza diye hayal kuruyordum. Yolun geniş bir yerinde bir resim daha çektim. Ağaçların yapraklarını döküp en çıplak kaldığı bugünlerde bile tablo yemyeşil.

KAYSTROS  KAPLAN

9 Ocak 2016 Cumartesi

09/01/2016 Cumartesi, Tire

Kestane işi bugün de olmadı. Akşam saatlerine kadar haber bekledim ama işi bitmemiş. Yarın sabaha kaldı artık. Yapacak başka bir şey yok.

Ali'den haber beklerken Narcos'un kalan iki bölümünü izledim. Böylelikle 45'er dakikadan 10 bölüm için 450 dakika, yani sekiz saate yakın zaman ayırmışım. Ama değdi doğrusu.

"You can check out any time you like but you can never leave"

İnsan yaşamının değişik evrelerinde zevk ve tercihleri değişebiliyor. Çocukluk dönemimde halk müziği kulağıma en hoş gelen müzik türü iken, şimdilerde insanın içine işleyen bazı türküler müstesna, pek çoğu ilgimi çekmiyor. Üniversite bitene kadar patlıcanın hiç bir yemek çeşidini ağzıma koymazken bugün en sevdiğim sebze türü mesela. "Eagles" tarafından seslendirilen "Hotel California",  ilk piyasaya çıktığı 1976 yılından itibaren en çok sevdiğim müzik parçası olma özelliğini korumuştur.

Parçanın sonunda Joe Walsh'ın gitar solosu dinleyeni mest ediyor. Rock türü bestelenen "Hotel California" nın bir de çok hazin öyküsü var:

Sene 1969. Genç adam, çıktığı uzun bir seyahat sırasında California'da dinlenmek ister. Ufak ama hoş bir otel olan Hotel California'ya yerleşir. Kaldığının ertesi günü yan odadaki bir genç kızla tanışır ve ona aşık olur. Kızla birkaç gün geçirirler ve bir anlaşmaya varırlar. Bu anlaşma gereği bir yıl boyunca birbirlerini hiç aramayacaklar, karşılaştıkları ilk günün yıldönümünde aynı otelde buluşacaklardır. Eğer bu söz tutulur, birbirlerini unutmazlarsa, yani yaşadıklarının bir yaz aşkı değil de gerçek bir aşk olduğu kanıtlanırsa gerçekten birbirlerini sevdiklerini anlayacaklardır. Aradan tam bir sene geçer. Kahramanımız sözleştikleri gün otele gelir ama otel yerine yanarak kül olmuş bir binayla karşılaşır. Sevgilisinin de sözünü tutup geleceğini umarak çevreyi araştırır. Ancak kısa zamanda gerçeği öğrenir. Otele bir gün önce gelen kız aynı odaya yerleşir ancak yakınlardaki bir fişek fabrikasında başlayan yangın, oteli de içine almıştır. Ne yazık ki genç kız bu felaketten kendisini kurtaramamıştır. Derler ki  bu şarkı kahramanımızın acı gerçeği öğrenmesinden sonra ortaya çıkmıştır. Dinleyelim... 


08/01/2016 Cuma, Tire

Bugünüm, tamamen plan dışıydı. Önce mazeretleri sebebiyle ustalar gelemeyeceklerini bildirdiler. Bu arada son kestane gömüsünü açacaktık. Ali bugün söz verdiği işleri bitiremediği için o da olmadı. Ne mi yaptım? Benim için sıra dışı bir şey.
Pablo Emilio Escobar Gaviria

Dünyaca meşhur uyuşturucu kaçakçısı Pablo Escobar'ın hayatını konu alan "Narcos" adındaki dizi filmlerin ilk 8 bölümünü birbiri ardı sıra seyrettim. Dün takıldığım bir blog yazarının ilk iki bölümünü seyrettikten sonra çok beğendiğini okumuş ve benim de ilgimi çekmişti. Pablo, yüzlerce kişinin öldürülmesine sebep olup sayısız genci uyuşturucu müptelası yapmasına rağmen iyi yanları da olan biri. Hatta her memlekete Escobar gibi adamlar lazım dedirtiyor zaman zaman. Belki de filmde ilgi toplayan hususlardan biri de bu. Uyuşturucudan gelen paralarla dünyanın en zengin 7. kişisi olmuş. Memleketi Kolombiya'nın devlet başkanlığına kadar talip birinden bahsediyoruz. Veciz sözleriyle yaşamış karakter. Kokain işinin % 70'ini tekelinde toplayan bir uyuşturucu kartelini yönetmiş. Acımasız olduğu kadar fakirlere yardım eden bir "Robin Hood" tur aynı zamanda.

Bildim bileli söylerim. Gelişmesini tamamlayamamış bizim gibi ülkelerde demokrasinin asla iyi bir yönetim şekli olduğuna inanmıyorum. Hitler örneğinde (hatta ülkemizde o yolda diyebilirim) olduğu gibi diktatörlüğe bir geçiş yoludur demokrasi. Cumhurbaşkanı bir zamanlar "demokrasi bizim için bir araçtır" dememiş miydi?

Escobar, ne kadar kötü bir adam olsa da en büyük zararı ABD'ye vermiş anlaşılan. Bir yandan ülkesine oluk oluk  Amerkan dolarlarını akıtırken diğer yandan o ülkenin gençliğini uyuşturucu batağına saplamış. Az değil, haftada 500 milyon dolarlık kokain gençlerin ciğerlerini parçalıyor. Kazandığı bu para ile satın alamayacağı şey yok. Herkesi, adaları, hatta ülkeleri bile satın alabilecek duruma geliyor kısa zamanda. Kolombiya hükümetinin bütün borçlarını ödemeyi teklif ediyor. Elbette hiçbir şey karşılıksız değil. Diyor ki hadi ben haydutum, Amerika benden daha mı masum? Hak veriyorsunuz. "İyi, kötü bunlar göreceli şeylerdir" diyor. Dize getirdiği hükümet temsilcileriyle pazarlığa giden ağır silahlı adamlarını ikaz ediyor. "Oğlum bu silahları niye götürüyorsunuz, tabanca yeter, politikacı bunlar, haydut mu?" sorusuna can dostu ve kuzeni Gustavo cevabı yapıştırıyor. "Patron ne fark eder?"

Genel olarak seyirci güçsüzün, fakirin, namuslunun yanındadır. Bazı durumlarda iş tersine dönüyor. Muhteşem Yüzyıl dizisinde "Hürrem Sultan" en çok entrika çeviren kafası hep muzırlığa çalışan biri olmasına karşılık şansın hep ondan yana olmasını istedik. Escobar'ı da aynı duygular içinde seyrettim. O yaptığı şeylerin doğru olduğuna inanıyor. Başkasına yanlış görünseler de.

Savaş açtığı bir diğer kesim politikacılar. Amerikan gizli servislerinin baskısı ile çıkarılan "suçluların iadesi" yasasından sonra ülkede kan gövdeyi götürüyor. Pablo Escobar, Amerika Birleşik Devletleri hapishanesine girmektense memleketimin topraklarında mezara girmeyi yeğlerim diyor. Şebekenin muhbirlik sistemi ve haber alma ağı devletten daha güçlü. Şimdi biraz da Cem Uzan'ı hatırlattı bu olaylar. O da suikast silahları, şantaj kasetleriyle ayağına taş koyanları benzer yöntemlerle ortadan kaldıracak bir örgütlenme hevesindeydi.

7 Ocak 2016 Perşembe

ÇADIRIMIN ÜSTÜNE



07/01/2016 Perşembe, Tire

Bu sabah yağmurlu bir güne uyanıyoruz. Öğleden sonra Belgin-Atilla Çallıoğlu Fen Lisesi Müdürü Mesut Bey'in daveti üzerine öğrencilere bir sunum yapacağım. Öğrencilerin meslek ve yüksek okul tercihlerini yapma konusunda katkı sağlamak üzere farklı bir uygulama başlatmış Müdür Bey. Değişik meslek gruplarından uzman kişileri öğrencileriyle buluşturuyor.

Daha önce de bir tören münasebetiyle hocamızı ziyaret etmiştim. Gerek okul binası ve öğrenciye sağlanan imkanlar, gerekse öğretmenlerin öğrencilerine yaklaşımlarını takdir ediyorum. Bu okulun değişik meslek gruplarından birçok başarılı insanın yetişmesinde pay sahibi olacağına yürekten inanıyorum.

Mesleğe dair benzer sunumları daha önce onur konuğu olarak davet edildiğim Lions ve Rotary kulüplerinde yapmıştım. Onlar da değişik meslekleri biraz daha yakından tanıma fırsatı bulmuş oluyorlardı. Aradaki fark bu kez başarılı iş adamları yerine gençlere, öğrencilere hitap edeceğim. 

Dışarıda yağmur yağdığı için başka işim de yok bugün. Power point ile kısa bir çalışma hazırlamıştım zaten. Kolay bir iş değil bu sefer. Hepsi çocuk yaştalar kısa sürede dikkatleri dağılabilir, sıkılabilirler. Aramızdan iki kuşak geçmiş. Ne ben onları anlayabilirim ne de onlar beni.

Verilen saatten yarım saat kadar önce okula vardığımda, öğretmen arkadaşlar beni karşıladılar. Konferans salonuna bilgisayarımı kurdum. Bir aksilik yok ses düzeni ve yansıtıcı sorunsuz çalıştı. Ders sonunda öğrencilerin gelmesini beklemeye başladık.

Salon dolunca katılımcıların onda dokuzunun kız öğrenci olduğunu görüyorum. Erkek öğrencilerin çoğu lisenin uzatmaya kalan maçından ayrılamamışlar. Benim mesleğim de erkek egemen. Şimdi işim biraz daha zorlaştı. Yaklaşık yüz öğrencinin katıldığı salonda mühendis olmayı düşünenler elini kaldırsın dediğimde sadece altı- yedi el kalkıyor. Diğerleri ya karar veremeyenler ya da başka meslek grubuna ilgi duyanlar.

Konu başlığını "Meslek İzlerim" olarak seçmiştim. Mesleğin bende bıraktığı izler yani. Yaklaşık kırk yıl önce onlar gibi lise öğrencisiydim. Yeniden o zamanlara dönüyorum İnternet, cep telefonu yok. TV yeni yeni giriyor evlere. Yani bugünkü şartlarla kıyas etmeye kalksak öğrencilere  taş devrinde okumuşuz gibi gelecek. Okuduğum üniversite ülkenin en büyük üniversitelerinden biri. Bilgisayar da var, bilgisayar bölümü de. Lakin bilgisayarlar tam iki oda büyüklüğünde. Bilgisayar lafı da pek yaygın değil henüz. "Computer" diyoruz onlara.  Şimdi ufaklıklara "punch card" ları anlatsam sıkılırlar. O yılların üzerinden şöyle bir geçmeli, çocukları sıkmadan.

Sunuma başlamadan önce Müdür Bey kısa bir konuşma yaparak beni öğrencilere takdim ediyor. Güzel sözler sarf ediyor hakkımda. Sunuma başlıyorum. İlk yarım saat sessizlik ve merak içinde beni izlerlerken daha sonra arka taraflardan konuşma sesleri gelmeye başlıyor. Hemen öğrencilere sorular sormaya başlıyorum dikkatlerini çekmek için. Tekrar ilgilerini topladıktan sonra 55 dakikada konuşmamı sonlandırıyorum. ODTÜ'lü olmak onlar için çok daha ilgi çekiyor Sorulan sorular genellikle nasıl kapağı atacağız bu okula tarzında. Ya da ne farkı var diğer üniversitelerden diye merak ediyorlar. Şimdiki nesil her şeye kolay erişiyor. İstiyorlar ki hap gibi bir şey vereyim, yuttuklarında ODTÜ'lü olsunlar. Yok diyorum öyle olmaz. Çok çalışmak lazım çok. Hem kapağı atana kadar hem de diplomayı alana kadar.

Konuşmam bittikten sonra Müdür Bey, kısa bir teşekkür konuşması yapıyor. Güzel bir çiçek sepeti hediye ediyor. Öğretmen ve öğrencilerle birlikte fotoğraf çektiriyoruz. Eğer elime geçerse çekilen fotoğrafları da paylaşacağım. Şimdilik bana takdim edilen çiçeğin resmi ile yetinmek zorundayım.

Salondan birlikte ayrılırken, Müdür Bey makamında kahve içmeye davet ediyor. Bir yere yetişmem lazım ama kıramıyorum. Kahvelerimizi içtikten sonra kendisine veda ediyorum. Daha sonra gittiğim resmi kurumda işlemler on dakika ince kapanmış. Bu da kahvenin bedeli. Neyse ki yarın erkenden halledebilirim.

Evet, değişik bir gündü. Çocukların ilgisini çekmek, konuya odaklanmalarını sağlamak benim için başarıydı. Ama onların da hakkını vermek lazım. Hepsinin gözleri parlıyor. Hepsi cin gibi. Allah yollarını açık etsin.

6 Ocak 2016 Çarşamba

06/01/2016 Çarşamba, Tire

Yazıma "soğuk" sözcüğüyle başladığımdan bu yana çok değil, henüz bir hafta bile olmadı. Bugün ise kış mevsiminde az rastlanır bir hava vardı. Bu kez "sıcak" diyerek başlamayı düşündüm. Akşam saatleri yaklaşırken bile Kaplan'da sıcaklık 17 dereceydi. Bir hafta önce eksi 6'yı görmüştük. Dün yağış vardı, yarın da meteoroloji yağış diyor. İki yağmurlu gün arasına girmiş güneşli bir bahar.

Yaylaya en erken ben çıktım. Kadir gelmeyecek mi yoksa? Telefon edip durumu öğreneyim dedim. Yakup Usta da gelmiş. Benim için sürpriz oldu bu. Açıkçası onu beklemiyordum. Aman ne iyi etmiş de gelmiş. Sayesinde havanın güzelliğini iyi değerlendirdik bugün.

Dışarı açılan mutfak servis kapısından sızan sular ortalığı mahvetmişti. Önce buranın temizliğiyle başladık işe. Çimento turbalarına dokunur dokunmaz patlıyor. Bizimkiler önce burayı temizleyip sağlam kalan çimento torbalarını kurtardılar. Hemen arkasından kapının önünde bir miktar harç kardıktan sonra el arabalarıyla taşıyıp yukarı yayla yolu giriş kapısının ankrajlarını betonladılar.

İki saatte bu işler bitmiş, sıra fosseptik çukurunun betonlarına gelmişti. Benim başlarında durmama gerek yok. Ekip güzel çalışıyor şimdi Allah için. Ben zeytin toplamaya gidiyorum dedim. Arabanın arkasında iki büyük naylon sepet var. Birinin içinde daha önce topladığım bir miktar zeytin olsa da, diğeri boş.

Zaman kaybetmeden Kaplan köyünün altındaki zeytinliğe iniyorum. Dünkü ziyafetten sonra neredeyse bir kilo almışım. Sabah erken çıktığım için kahvaltı edemedim. Nedense sabah kahvaltısı yapmasam da bende akşama kadar bir açlık hissi doğurmuyor. Hemen işe giriştim. Önce yerlere dökülenleri toplasam iyi olacak. Gerekirse bir ağaca gizlediğim sırıkla bir kaç ağaç silkelerim.

Geçen gelişimde girişteki ağacın bol tanesi vardı ama yukarıdakileri indirmeye sırığın boyu yetmemişti. Bugün aynı ağacın altı dökülenlerle dolmuş yine. Her ağaç aynı değil çoğunun üzerinde tek tük tane var. Az sonra zeytinliğin içine doğru ilerliyorum. Ağaçların çoğunda sepeti yanımda taşıyacak bollukta zeytin yok. Elime ve kucağıma alıp sepete taşıyorum. Bu usul benim için daha iyi sanki. Zira taşıma esnasında dikeldiğimden eğilip çömelmelerin tersine bir hareket etme durumu oluyor. Böylelikle zeytin toplama işini bir nevi spor ve beden egzersizi şekline dönüştürüyorum.

Hava iyice ısındı. Üzerimde bir mont var. Havanın soğuk olduğu zamanlarda bile önce üzerimdekileri atmaya çalışırım . Bu sefer öyle yapmıyorum. Bu kış gününde hafiften bir terlemenin zevkini çıkarmak istiyorum. Montun fermuarı boğazıma kadar çekilmiş durumda. Fermuarı bile indirmiyorum. Montumun içinde sıkışan ve vücudumun sıcaklığı ile ısınan hava, ben eğilip kalktıkça  sıcak sıcak boynumdan yüzüme doğru çarpıyor. Adeta çocukça bir oyuna dönüşüyor bu. Sepetteki zeytinler çoğaldıkça hoşuma gidiyor. Temiz havada çalışmak bir başka güzel. Birkaç poz resim alsam iyi olacak.

Becerebilirsem bizzat kendim de bir "selfie" çekeceğim. Üzerinde zeytin olan bir dalı kestiriyorum gözüme. Modu değiştiriyor, kendimi ve zeytin dalını ekrana sığdıracak şekilde cebimi yüzümden uzaklaştırıyorum. Tam oldu bu iş derken bir üçüncü parmağa ihtiyacım olduğunu fark ediyorum. Sağ elimin parmaklarıyla zeytini dalından koparıyormuş gibi yapıyor, sol elimle  ise telefonu tutuyorum. Biraz zorlansam da parmaklarımdan birini telefonun düğmesine denk getiriyorum ama bu sefer ekran kayıyor. Sonunda hem ekranı hem parmağımı bir punduna getirip deklanşöre basıyorum. Sahi telefonda resmi çeken düğmeye de deklanşör mü diyorlar yoksa başka adı mı var? Neyse derdimi öyle ya da böyle anlatabildiğimi sanıyorum.

Geçen sene baharda diktiğimiz zeytin fidanlarından epeyce tutan olmuş. Birkaçından ümit yok. Hepsi ilgi bekliyor. Küçük çocuklar gibi. Ama o kadar çocuğum var ki hepsine yetişmek mümkün değil. Bu çocuklar çapa ister, gübre ister, budanmak ister, sulanmak ister, ilaç ister, ister oğlu ister. Bir küçük fidanın resmini çektim. Hatıra kalsın.

Tire'deki belediye hoparlörlerinin sesi zeytinliğe hatta yukarı yaylaya kadar ulaşıyor. Tane tane anlaşılıyor anonslar. Sadece o mu? Ezan ve sela sesleri de öyle. Az önce  selası okundu birinin yine. Sela biter bitmez öğle ezanı başladı arkasından. Garipsedim. Sanki son anda araya sıkıştırılmış gibi geldi bana. Tuhafıma giden diğer bir husus ise sela okunduktan sonra vefat edeni duyurma şekli. Emekli merkez cami imamı Hasan Kabasakal'ın kardeşi, halk otobüsü şoförü Nedim Solmaz'ın kayın pederi vs. Adam hamallık yapsa unvanını eksik etmeyecekler bir, kadının adı yok iki. 


Zaman geçiyor ama eğitimsizliğime dayalı zeytin toplamadaki düşük randımanım nedeniyle sepet bir türlü dolmuyor. Yere yaygı serecek kadar tane yok. Zaten zeytin de silkmiyorum. Bir taraftan yere düşenleri topluyor, diğer taraftan alçak dallardaki taneleri boyum yettiğince koparıyorum. Bazen etrafı şöyle bir dolaşıyor, tanesi bol ağaç bulursam sepeti altına taşıyorum. Saat dördü bulduğunda ağaçta zeytin bitmemiş ama sepet silme dolmuştu. Ekibin de paydos etmesi yakın. Hemen fırlayıp onları yaylada yakalarsam iyi olur. Çok da hızlı gidemem. Bagaja koyduğum sepet devrilirse başıma iş alırım.

Yaylaya tam zamanında vardım. Sepette en az 20-25 kg zeytinim var. Bahçe kapısından girer girmez binaya eşyaları koyarken görüyorum Kadir'i. Bahçe yolunun yarısına gelmişim zaten. Kadir'e sesleniyorum. Koşarak geliyor ve elimden sepeti alıyor. Alışkın değilim bu işlere. Çuval olsa vur sırtına gitsin. Hem sepet üstelik de silme dolu olduğu için eğilerek taşımak zorunda kalıyorum. Neyse ki yükün elimden alınmasıyla bir oh çekiyorum.

Yakup Usta da orada. Yüzü gülüyor. Ne yaptınız diye soruyorum. İşi bitirdik diyor. Hemen aşağı iniyorum. Hakikaten iş bitmiş. Önce fosseptik çukurunun tabanına beton dökmüşler. Daha sonra üst tabliye kalıbını çakmışlar, demirini kesip montajını tamamlamışlar ve tabliye betonunu da yetiştirip dökmüşler. İlk bakışta üstte kapak bırakmadıklarını fark ediyorum. Çukur büyük olduğu için dolmaz deseler de beton henüz donmamışken bir boru bıraktırıyorum alt köşeden.

Yarın yağmur var görünüyor. Eğer yağış olursa sabah gelmeyecekler. Yok, meteoroloji yanılır da hava güzel olursa o zaman avlunun taş duvarına başlayacaklar. Şimdilik duvara başlayacak kadar yetecek malzeme var.

5 Ocak 2016 Salı

05/01/2016 Salı, Tire

Cumhur Usta ile Kesikbaş'ın kahvesinde buluştuk. Yukarı yayla yolu için yapacağı demir kapının toprağa betonlanacak ankraj profillerini getirmiş. Onu ve yanındaki elemanını alıp yaylaya birlikte çıktık.

Dün gece iyi yağmur yağdı. Taş eve su girmiş mi merak ediyorum. Geçen sefer terasa açılan kapıdan su almıştı. Cumhur Usta bir yandan Verandaya yapılacak ferforje korkulukların ölçüsünü alırken ben kapıyı açtım. İçeri girdik. Üst kattaki cam balkon güzel olmuş. Üstelik yağmur ve rüzgardan hiç etkilenmemiş. Ancak beklediğim üzere terasa açılan kapıdan su almış. Rüzgarla kapıya çarpan yağmur mermer eşiğin kenarından içeri sızıyor. Aynı durum mutfak servis kapısı için geçerli. Üstelik buradan daha fazla su girmiş ve bazı patlak  çimento torbalarını ıslatmış. Çimento sertleşirse yerden çıkarmak için seramiğine zarar verebilir.

Yarın Kadir'e hem kapının ankraj betonunu attırmalı hem de yağmurdan etkilenen mutfağı temizletmeli. Bu problemi halletmek zorundayım. Bir an önce ana giriş kapısı ve dışa açılan mutfak servis kapısı ile terasa açılan kapılara saçak veya sundurma gibi bir şeyler düşünmeli. Neyse ki verandaya açılan kapıdan üstteki balkon sayesinde su girişi olmamış.

Yukarı çıkmadan önce elektrikçiyi aradım. Şimdi de keşif için güneşli hava bekliyorlarmış. Bakalım bundan sonra ne bahane üretecek.

Bugün de yağmur atıştırıyor arada. Pazar işini yağmura yakalanmadan halletmemiz için yayladan aşağı inip eşimi alıyorum. Alışverişe birlikte çıkıyoruz. Bu sefer park yeri bulmak için İş Bankasının arkalarına dalıyoruz. Yollar dar, zaman zaman karşıdan araç geliyor. Bu durumda yol vermek için müsait geniş yerler arıyoruz sokaktaki yol boyunca park etmiş araba seli arasında. İlerleyebilmek için diğer araçlara beş santime kadar yanaşmak zorunda kalıyoruz. Neyse ki Kara Hasan Caminin önünde bir boşluk bulup arabayı park ettik. Burası nispeten daha önce park ettiğimiz yerlerden daha yakın.

Pazardan bol bol ot aldık. Ayrıca salı günleri balık yemeyi adet haline getirdiğimiz için halden taze balık alıyoruz. İki hafta önce arapsaçını tavuk dönerle pişirmiştim. Eşim bile beğenmişti. Bu sefer et dönerle deneyeceğiz bakalım.

Eve döndüğümüzde biraz blog yazarlarına takıldım. Sonra balık için mutfağa girdik. Bu arada Mesut Bey aramış. Yarından sonraki sunumum için benden teyit almak istemiş. Ben hazırım dedim. Kendi açımdan çok farklı bir deneyim olacak. Bir anda 40 yıl öncesine lise yıllarına döneceğim. Çocukların da tecrübelerimden faydalanacaklarını umuyorum. Ne de olsa iki kuşak var aramızda. 

Balıklar benden, eşim de nefis bir salata hazırlamış. Buz gibi bir bira açtım. Sonra mı? Gençlik yıllarıma döndüm. En çok etkilendiğim kliplerden birisiyle kapatacağım günümü dedim. "Comandante Che Guevara - Hasta Siempre"

04/01/2016 Pazartesi, İzmir

Eşimle birlikte erkenden düştük İzmir yollarına.  Şu bizim çirkef kiracıya tahliye davası açmak için avukatla görüşeceğiz Bir insan bu kadar mı yüzsüz olur?

Avukat ile ilk kez yüz yüze görüşeceğiz. Yolda eşim avukat hanımı arıyor. Telefon çalıyor ama cevap veren yok. Bizim bu işi bugün mutlaka halletmemiz lazım...

İzmir'e yaklaşıyoruz. Bu avukatlara da güven olmaz. Geçen sefer görüşmek için İzmir'e gittiğimizde telefonu açmış ama yazıhanesinde tadilat yapılıyor gerekçesiyle bizi kabul etmemişti. Çocukluk arkadaşım Mustafa'yı aradım. Hani şu market işleten. Bana tanıdığı bir avukatın ismini ve telefon numarasını verdi. Saat 13.00 te yazıhanesine bekliyor bizi. İyi bari en azından az da olsa bir ilerleme kaydettik sonunda.

Yeterince zamanımız var. Yıllarca görmediğimiz Kemeraltı Çarşısını ziyaret etmek için bir fırsat bu bizim için. Aracımızı  şu döne döne katlarına çıkılan çok katlı oto parka koyuyoruz.  Bu oto parkın yapıldığı yılları hatırlıyorum.  Şimdi o da eskimiş iyiden iyiye. Biletinizi yanınıza alın diye uyarı yazıları var. Dönüp arabaya bıraktığım bileti alıyorum. Parktan çıkarken önce ödeme yapılıyor, yukarı çıkmadan önce.  Araçla çıkışta verdikleri makbuz okutulunca bariyer açılıyormuş.

Kemeraltı Çarşısı
Kemeraltı eski canlılığını kaybetmiş. Çarşıya girişten denize doğru döndüğümüzde saat kulesini görüyoruz. İlk defa gözüme bu kadar yakın geliyor saat kulesi.  Sanki bir el eski yerinden söküp çarşı girişine koymuş bizim saat kulesini. Liseye giderken yaşadığımız deprem kulenin üst kısmında biraz hasara yol açtığını hatırlıyorum. Bir zamanlar  Kemeraltı diye bildiğimiz ana cadde ve yan sokaklarda birbirine değmeden yürümek mümkün değildi. Eski günleri yad ederek biraz alışveriş yaptık. Belediye binasının karşısında avukatın verdiği adrese geldiğimizde hala yarım saatimiz vardı. Hemen yazıhanenin bulunduğu iş hanının karşısındaki lokantaya girip birer sardalye ortaya da kalamar tava söyledik. Kalamar iyi marine edilmemiş, sardalye ise evde hazırladıklarımız kadar güzel değildi.

Balıkların geç gelmesi randevumuza beş dakika gecikmemize sebep oldu. Avukatı bizi bekler bulduk. Hemen konuyu anlattık. Bütün avukatlar gibi önce gardını aldı bu da.
"Bu iş bayağı zor" diye mırıldandı. Hangi iş kolay ki...
Hani kazara dava kazanılırsa, "ben zor işlerin adamıyım", "yok olmadı" deyip kaybederse, "ben zaten bu işin zor olacağını söylemiştim" diyecek.

Çok sevdiğim bir hanım olan avukat  arkadaşım vardı Ankara'da. "Bir davada istediğiniz kadar haklı gerekçeniz ve elinizde yeterince kanıtlayıcı bilgi ve belgeler olsun davayı kazanma oranı sadece % 50'dir." derdi. Bana göre kaybedilme ihtimali sıfır olan davalar vardı. Ama hukukta mühendislik kuralları işlemiyor demek ki.

Bizim tahliye davası da bana göre somut gerekçeleri olan bir dava olacak ama avukatımız için hiç de öyle değil. "Korkarım bu iş yargıya taşınır." diyor. Yani yıllarca mahkemelerde sürünürsünüz mü demek istiyor. Ya, malımız var çektiğimiz çileye bak. Kiracı ne yaparsam yapayım beni bu evden çıkartamazsınız diyor. Yasalar da onun yanında.

Kiralar zamanında yatmıyor. Geçen sene düzensiz ödemelerinden dolayı bir ayın kirasını arada kaynattı. Evimizde kira sözleşmesini imzalayan asıl kiracı değil, kızı ve damadı oturuyor. Kendisinin ikametgah kaydı başka bir mahallede görünüyor. Noter nerede oturduğunu bildiği halde bize yasal engel teşkil ettiği için söyleyemiyor. Kira ödemediğinden ya da tahliye talebi için ihtarname çekeyim dersen, adreste bulunamadı diye mahalle muhtarından geri dönüyor. İhtarname tebliğ edilemediğinden dava açamıyorsun. Aynı şehirde evimiz olduğu halde kızım kirada. Kızım oturacak, çık demeye yasal olarak hakkım var ancak avukat, "kızın bir yıl kirada oturmuş acil bir durum yok o zaman oturmaya devam etsin" şeklinde karar verir hakim diyor. En iyisi vuracaksın dinamiti altına başka çare yok.

Avukat, noter, muhtarla işleri hallettikten sonra kayınvalideme uğradık. Dayının bizi beklediğini biliyorduk. Çeşme'deki eski evlerini kat karşılığı müteahhide vereceklermiş. Fikrimi almak istiyormuş. Önümüzdeki günlerden birinde Çeşme'ye gidip arsanın imar durumunu öğrendikten sonra müteahhitle konuşma hususunda hemfikir olduk.

Akşam saatlerinde bir lise arkadaşımla buluştum. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesini kazanmıştı. Şimdi başarılı bir cerrah. Sınıfımızın en başarılı öğrencisi olan bu arkadaşımla tam kırk yıl görüşmedik. Komik değil mi? Kırk yıl. Ne kadar uzun bir süre. Korkmak için. Her sene lisedeki dönem arkadaşları toplanıyorlarmış. Bir sonrakinde gelmeyi düşünür müsün diye sordu. Elbette gelirim dedim. Ben yuvaya yeni döndüm.

Torbalı'dan ferforje ve demir işlerini yapan Cumhur Usta telefon etti. Yarın gelmeyi düşünüyormuş. Hem kapının sürülme yönüne karar vereceğiz, e biraz da ödeme yapacağız görünüyor.

Eski iş arkadaşlarımdan Elektrik Mühendisi Eşref Bey'i cevaben aradım. Meslek hayatımın son barajı olan Ayvalı Barajı ve HES elektrik üretmeye devam ediyormuş. Bütün arkadaşlarım Tire'ye yerleşip toprakla haşır neşir olma ve yeni yaşantıma gıpta ettiklerini söylüyor.

Üniversiteden arkadaşım Elektrik Mühendisi Ali aradı. Yeni yılını kutlamak için aradığımda telefonu kapalıydı. Yurt dışına tatile çıkmış. Yaylanın elektrik işinde bir gelişme olup olmadığını sordu. Araya yeni yıl tatilinin girmesi sebep mi bahane mi bilmiyorum ama hiçbir gelişme yok dedim. Daha olmazsa enerji müsaadesi için kuruma birlikte gidip talebini yapalım dedi. Yarın elektrikçi ile tekrar görüşüp kendisine malumat vereceğimi söyledim.

3 Ocak 2016 Pazar

03/01/2016 Pazar, Tire

Kızım bugün evine gideceği için birlikte olacağımız son günde çalışma olmaz dedim pazar günü bahanesine sığınmadan. Zira pazardan ziyade bizim için de salı günleri tatil günü artık.




Kadir telefon etti öğle üzeri. Çukurköy'den bir traktör taş getirmişler. Benim istediğim duvar taşı değil, kayrak taşıydı ama artık geri göndermeyim dedim. Taşı evin önünde genişlettiğim alana boşaltmalarını istedim.


PRAG
Nisan ve Mayıs ayları için yurt dışı gezisi ayarladık. Önce Prag, bir sonraki ay ise Viyana ve Salzburg. Bu yerlerden  sadece Salzburg'u daha önce gördüm ama programımız gereği Viyana'ya geçmek nasip olmamıştı. İki şehir arası yaklaşık 300 km olduğu için bu kez bir günümüzü Salzburg'da geçirmeyi düşünüyoruz. Önceki ziyaretim bir iş seyahati olduğundan Salzburg'u da gezmeye tam anlamıyla vakit ayıramamıştık. Ancak hem tarihi özellikleri hem de doğal güzellikleri ile yaşanacak bir şehir. Misafir olduğumuz şirketteki arkadaşlar bizleri Almanya sınırına yakın güzel bir dağ lokantasına götürmüşler, yöresel köylü kıyafetleri ile garson kızların servis yaptığı tarihi bir yapıda ilk kez geyik eti yemiştim.

Mozart'ın Evi SALZBURG


Mozart'ın evinin önünden geçip müze haline getirilen bu mekanı gezmeden dönmek içime oturmuştu. İnşallah bu kez bir mani çıkmaz.  Yine turla değil Moskova gezimizde olduğu gibi kendi programımızı yapacağız. Maalesef kızım olmayacak bu gezilerde.





Allah kimseye kötü kiracı vermesin. İzmir'deki evimizin illet kiracısına tahliye davası açacağız. Kızımız niye kirada otursun? Şu terbiyesiz kadından bir an önce kurtulmak lazım. Yalancılık dolandırıcılık hepsi onda. Yarın İzmir'de  bu durumu avukatımızla görüşeceğiz.

Akşam yemeği için kendime deniz ürünlerinden güzel bir tabak hazırladım. Yılbaşı nedeniyle abur cubur ne varsa yedik, şarap içtik. Bu da hemen kiloya döndü tabi. Evde güzel yemekler var ama karbonhidrattan uzak durmam lazım. Akşamları ya et ya balık. Balık uzun iş dedim derin dondurucudan kalamar ve karides çıkardım. Eşim karidesi sadece üzeri kaşar peynirli fırın güveç olarak hazırlanırsa seviyor. Karidesin kokusu rahatsız ediyor onu. Bu durumda yemeklerimiz ayrıldı. Karidesi sote kalamarı tavada kızarttım. Pek de güzel oldu. Yanına bira da iyi giderdi ama biraz kilo vermeliyim. Dolayısıyla tuttum kendimi. Hani bayanlar bikini giyip fazlalıkları görünecek endişesiyle yaza girerken sıkı diyete girerler, ben de benzerini yapmalıydım. Yılbaşından bir hafta önce birkaç kilo verip kendimi hazırlasaymışım iyi olurmuş. Buna benzer bir durumu da Irak'ta görmüştüm. Saddam Hüseyin'in benim de sevdiğim güzel bir uygulaması vardı: Devlet memurlarında boy ve kilo orantılı olmalıydı. Eğer bu oran tutturulamazsa önce bir ihtar çekilir, bir sonraki kontrolde durum düzelmez ise o kişinin memurluk hayatı sona erdirilirdi. Senenin belli ayında yapılan bu kontrollerden önce bütün devlet memurları neredeyse aç dolaşır fazla kilolarından kurtulmaya çalışırlardı. Kontrol sonunda boylarına göre ağırlıkları kabul edilir sınırlar içinde kaldıysa akşama güzel bir ziyafet çekerlerdi. Nasıl sevinmesinler ki,  bir yıl daha gönüllerince yiyip içecekler. Aksi takdirde üç ay sonra ikinci bir kontrole kadar aç kalmaya devam.

2 Ocak 2016 Cumartesi

02/01/2016 Cumartesi, Tire

Zeytin toplamak için bugün iyi bir fırsat derken yine olmadı. Kahvaltıdan kalkar kalkmaz telefon geldi. Balkon camı için ekip yola çıkmış. Eh mecbur kapıyı açacağız, onlara eşlik edeceğiz, yemek işini halledeceğiz. Hani bir an önce olmasını da istiyorum. Yağmurlu havalar geliyor. Her ne kadar korumaya çalıştıksa da yine riskli. Yayla yolları taşlı... Düştük yine yollara. Güneşli bir hava ama iki gün önceki kadar olmasa da  soğuk. Sular donmuş.

Ekip saat on bire doğru gelmiş ve malzemeyi indirmiş. Hemen çalışmaya başladılar. Onları bir süre izledikten sonra bahçe kapısına çıktım. Amacım hazır güneşli havayı yakalamışken taş evin uzaktan resimlerini çekmek. Bir de elektrik hattının güzergahına bakmak istiyorum. Elektrik Dağıtım Şirketinde bugün ve yarın çalışma olmayacağı için bizim elektrikçiyi de Pazartesi ararım diye düşündüm. Bahçe kapısından aşağı Kaplan Köyüne doğru yol boyu yürümeye başladım. Cambaz Ali'nin kapısı açık. Dönüşte uğrarım ayak üstü.

Biraz daha yürüyünce uygun bir yer buldum. Buradan birkaç poz resim aldım. Elektrik iletim hattının güzergahı gözüme biraz uzun geldi. Şu elektrik işini de bir halledebilsem.

Geri dönerek gerisin geriye yürümeye başladım. Cambaz Ali'nin açık kapısından içeri girdim. Yol boyu kıvrıla kıvrıla yukarıya doğru çıktım. Tam yol çatallaşmıştı ki bazı konuşma sesleri duydum. Sesleri takip ederek briket bir yapının önüne geldim. Cambaz Ali Amca komşusu Sabri ve bizim Kadir oturmuş hem sohbet ediyorlar hem güneşleniyorlar. Bir sandalye de bana verdiler. Tavuklar horozlar geziniyorlar ortada. Tam da Canan Hoca'nın tavukları bunlar. Gezen tavuklar...

Sabri Amca biraz küfürlü konuşuyor ama sevimli. Ne yapsın adamcağız ağız alışkanlığı. İki lafından biri küfür. Benim yanımda ne kadar tutmaya çalışsa da kaçırıveriyor ağzından. Bak yine kaçırdım diyor peşi sıra. Kadir saygılı çocuk, pek lafa karışmıyor. Sabri Amca hadi benim bahçeyi göstereyim sana diye kalkıyor ama benim ustalara bakmam lazım diyorum. O zaman hadi diyorlar senin yerine bakalım. Birlikte bizim yaylaya doğru yürümeye başlıyoruz. Taş evi çok beğeniyorlar. Binayı bir güzel gezdiriyorum. Sabri Amca'nın sıkıntısı büyük. Bak burayı aile için yaparsın, burada da biz otururuz diyor. Esas mesele aile yanında kendisini tutamayıp ağzından küfür kaçırma korkusu. Yok diyorum bizde haremlik selamlık olmaz. Gülüyorlar...

Onları uğurluyorum. Ustalar çalışmaya devam ediyor. Cam çerçeveler takılmış ama ince ayarları, izolasyonları, silikonları daha sürecek gibi. İşlerini acele değil, sağlam ve düzgün yapmalarını istediğimden gecikmelerinden rahatsız olmuyorum. Gideyim size yiyecek getireyim diyorum. Tire köftesini sevmişlerdi. Yine aynısından yaptırmak en iyisi.

Yemeklerini alıp döndüm. Bu sefer bayağı geç kaldığım için iyice acıkmışlar besbelli. Yemeklerini yedikten sonra devam ettiler çalışmaya ta saatin beşine kadar. Hava kararmaya başlarken alet edevatlarını topladılar. Sadece montaj esnasında makaralardan birinin döküm göbeği kırılmış. Önümüzdeki günlerde gelir değiştiririz dediler.

Bugün fırsatını bulup  Ankara, İzmir ve Aydın'daki bazı arkadaşlarımı aradım . Yeni yıllarını kutladım.

Bu arada balkon camları katlandığında geniş bir açıklık çıkıyor ortaya. Yazın çok güzel olacak burası. Balkondaki manzara bir harika.



1 Ocak 2016 Cuma

01/01/2016 Cuma, Tire

2016'nın ilk günü. Sanırım hayatımda ilk kez yılbaşına Tire'de girdim. Bugün evde ailecek çok güzel dinlendik. Diğer bloğumda benim için çok özel bir yılbaşı anımı paylaştım.