KATEGORİLER

10 Aralık 2019 Salı

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 15

Ağaç Ev Sohbetlerinin 15. Haftasında sevgili Sade ve Derin (Deeptone)'un konuğuyuz. Bizleri düşünmeye sevk eden harika bir konu seçmiş. Bu konuda kendi fikirlerini de kendi sayfasında açıkça ortaya koymuş. Kişinin hayata bakış açısına göre farklılık gösterebilecek bu konuya ilişkin hazırladığı sorular şöyle:

"Yolda olmayı mı seversiniz, varmayı mı? Süreç mi seversiniz sonuç mu?" 

Soruyu somut anlamda ele alacak olursak derinliğini kaybedeceğini düşünüyorum. Ama yine ona da cevap vereyim. Evet yolu ve yolculuğu çok severim, uzun yolculuklar hiç sıkmaz beni. İster sürücü olarak ister yolcu olarak zevktir bu süreç, hiç sıkmaz beni. Uçak, otobüs ve tren yolculuklarında hareket saatini beklemek, yolculuk zamanı kitap okumak için birer fırsattır bana göre. Gideceğim yere ne zaman varacağımı pek takmam kafaya. Eğer başıma bir kaza bela gelmezse er ya da geç gideceğim yere varacağım nasıl olsa. Kaza ve belayı da aklımın ucundan geçirmem zaten, rahatımdır. 

Gelelim esas konuya; Bu konu felsefeyi de içine alan hayata bakış açısıdır. Süreci sevmek denince "Carpe Diem" sözündeki mesajı hatırladım. Yani, bırak geçmişi düşünmeyi, geleceğin kaygılarını, sadece anın tadını çıkar. Yarına sağ çıkacağımız ne malum, yaptıkların yanına kar kalsın. Bütün yaptıklarımızın bir nedeni ve sonucu var. Sonucu baştan tahmin etmek bazen kolay değil. Hedeflerimiz beklediğimiz olumlu sonuçlar. Olumsuz olanlar ise bizi hayal kırıklığına sevk eder. Bütün bu olaylar yaşamın gerçekleridir. Hedefi olmayanın yaşama sevinci olamaz. Hedefe ulaşmak için yaşanılan sürecin tadını çıkarmak önemli ancak bunu yaparken hedefi göz ardı etmek eksikliktir bana göre. Kanaatimce bizi kolay mutlu edecek minimal hedefler koymamız gerekir kendimize. Sonuç olumsuz olsa bile sarsmamalı, fazla zarar vermemeli. Örneğin bir ressam düşünün ki elindeki tabloya her fırça vuruşunda büyük zevk alıyor. Günlerce titiz bir çalışma sürecine giriyor. Sonuçta muhteşem bir eser çıkarıyor ortaya, eserine dönüp baktığında yaşadığı mutluluk ölçülemez. O süreçten hem zevk almış, hem de sonucu onu gururlandırmış, emeğinin semeresini görmüştür. 

Sonuç bizi esir almamalı. Sürecin tadına varmadan elde edilecek sonuç hayal kırıklığı yaratır çoğu zaman. Mutlu olabilmek için hedeflerin gerçekleşmesi, yani sürecin olumlu sonuçlanması gerekli. Süreç önemli elbette. Hedefimiz kısa süre içinde zengin olmak diyelim mesela. Çıktığımız yolda kirli işlere bulaşmak, vicdanı rahatsız edecek konulara girmek, hayatı zindan edecek şekilde kendimizi yormak bu süreçte bizi mutsuz edecek şeylerdir. Fakat sevdiğimiz ve bizi mutlu edecek bir işte herhangi bir emek veriyorsak, bunun karşılığında beklentilerimiz olacaktır ki bu son derece doğal. Yani ne yaparsak yapalım, hedefe ulaşmak, istediğimiz sonucu elde etmek için.

Netice itibarıyla süreci severim, sabırla ve zevk alarak sonuca giderim. Sonuç derken maddiyat anlaşılmamalı her zaman. Mutlu olmak, ya da mutsuz olmak da bir sonuç. Mutluluğu kim sevmez. Doğrusu, sürecin her türlüsünü, sonucun olumlu olanını severim. Diğer taraftan bana göre süreç ve sonuç birbirine tercih edilemeyeceğini düşündüğüm iki kavram.    

YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 24

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 24 ***

Artık yavaş yavaş Atatürk Barajına göç başlayacak. Buket'in ise hiç gidesi yok. Bıkmış artık dar çevrenin çekememezliklerinden, dedikodularından. Zaten teyzesi dememiş miydi sana. Buket yapamaz bu dağ başında. İyi dayanacak kızcağız yine. Çocuğu ve en iyi anlaştığı Mariano'nun eşi Zeliha Hanımla geçirecek vaktini. Sabah kahvaltılarında fırının ızgarasında hazırladığın kanepelere bayılacak. İnce bir ekmek dilimine tereyağı sürüp üzerine sucuk dilimlerini yerleştireceksin. Hepsinin üzerine dilimlenmiş kaşar peyniri ve birer ince dilim domates. Küçük bir biber parçasını kürdanla ekmeğe batırınca işlem tamam, sonra yallah fırına. Kaşar eriyip sucuğun kokuları mutfağı sardığında iştahınız açılacak. Pınar'ın labne peynirlerini piyasaya sürdüğü yıl muazzam bir lezzetle tanışacaksın. Henüz memlekette adının anılmadığı bir İtalyan pastasından bahsediyorum, tiramisu. Zeliha Hanımdan aldığı tarifle harikalar yaratacak eşin. 

Sonraki yıllarında Karakaya deyince önce aklına iki şey gelecek. Sis ve rüzgâr. Öyle yoğun bir sis ki, kışın karla kaplı İtalyan kampının yollarını bulmak bir ölüm. Arabayı arkadaşının kullandığı bir akşam alışverişe giderken inip ona yol göstereceksin. Aslında burnunun dibini görmen mümkün değilken gel gel diyerek arabayı uçurumun kenarına sürükleyecek, neredeyse hep birlikte metrelerce aşağı uçacaksınız. Yine rüzgârlı bir günde kara kuru bir hanım olan Rus asıllı İsviçreli mühendis Vidinnof'un eşine lokalin kapısı çarpınca kalp krizinden hayatını kaybedecek. Bir keresinde de lokalin çatıları uçacak.

O yıllarda dünyayı sarsan bir olay meydana gelecek. Karadeniz'e yakın bir bölgede Ruslara ait nükleer santralde büyük bir patlama olmuş. Çernobil faciası, günlerce haberlere konu olurken etkileri yıllarca konuşulacak. Dönemin bakanlarından biri televizyona çıkıp halkı ikna etmek için radyasyondan etkilenmediğini ileri sürdüğü Karadeniz çayını keyifle yudumlayacak. Oysa durum hiç de anlattığı gibi değil evlât. Karadeniz Bölgesinde yaşayan binlerce kişi bu felâketten etkilenecek, kanser vak'alarında büyük artış kaydedilecek, daha sonra radyasyonlu olduğu tespit edilen tonlarca çay imha edilecek. Bu durum sizi pek etkilemeyecek, çünkü sizin kullandığınız sadece Japon pazarından kolaylıkla temin ettiğiniz kaçak Seylân çayları.

Yağmurlu bir hafta sonu alışverişinizi yapıp baraja dönerken aksilikler peşinizi bırakmayacak. Önce arabanın lastiği patlayacak. Gecenin karanlığında ve sağanak yağış altında hayatında ilk kez lastik değiştireceksin. Ergani'ye yaklaşırken basan kesif sis bulutu arasında yolu bulmakta zorlanacaksın. Uzaklardan cılız bir ışık gelecek gözüne. Kamyon olmalı. İyice sağa yanaşacaksın. Işık gözden kaybolunca bir anda ortalık karışacak. Şiddetli bir çarpmayla birlikte ön kaputun üzerine boynuzlu kafalar yığılacak. O cehennemi andıran havada sürünün ne işi var? Arabayı durdurup kapısını açmanla birlikte elleri silahlı iki adamla burun buruna geleceksin. Eşin ve oğlun şaşkınlık içinde korkup ağlamaya başlayacak. Eşkıya kılıklı adamlar feneri arabanın içine doğru tutup ne dedikleri anlaşılmayan bir lisanla bağırmaya başlayacaklar. Ne yapacağını bilmez halde sen de bağıracaksın, eşin senden daha fazla bağıracak. Ya çocuğa bir şey olsaydı, gecenin bu vaktinde, üstelik böylesine kötü hava şartlarında, ne işin var kara yolunda sürü gezdirmenin? Adamlar bırakıp sizi, uzaklaşacaklar biraz. Yağmur olanca şiddetiyle devam ederken kaputa bulaşmış kan izlerini yıkayacak. Bir an önce kaçıp gitmek isteyeceksin. Araba çalışacak ama farların her ikisi de parçalanmış, önünü görmen mümkün değil. İmdadına barajın türbin montajını yapan yabancılar yetişecek. Yoldan geçmekte olan ilk araç o. Duracaklar. BBC şirketinin yabancı mühendisleriymiş. Durumu anlatıp hiç olmazsa Ergani'ye kadar size kılavuzluk etmesini isteyeceksin. Onlar önde siz onların ışığından yararlanarak arkada, Ergani'ye ulaşıp bir benzin istasyonuna bırakacaksınız arabayı. Şükürler olsun ki, hiç birinizin burnu bile kanamamış. Oradan bir taksi bulup baraja döneceksiniz. Sürü sahipleri sabaha kadar nöbet tutacaklar arabanın başında. Yedi koyun telef olmuş, hepsi de gebe! Meğerse o yörenin adetiymiş bu. Özellikle yabancılar bu tuzağa çok düşerlermiş. Olmadık zamanlarda sürüyü yola sürüp mahkemeyle uğraşmak istemeyen yabancılardan yüklü para alırlarmış. Bu sefer çetin cevize çattılar evlât. Koyun başına elli lira olmak üzere toplamda üç yüz elli lira isteyecekler anlaşmak için. Kabul etmeyecek Ergani'nin tek avukatını tutup ona vekâlet vereceksin. Adam gerçekten kaliteli biri çıkacak. Her duruşma sonucunu ayrıntısıyla kaleme döküp bilgilendirecek seni. Üç dört celse sonunda beraat edecek, avukata verdiğin elli lira ile kapatacaksın dosyayı.

Fırat'ın dillenmesi, ilk "anne" ve "baba" deyişi, emeklemeye başlaması mutluluğunuzu zirveye taşıyacak. Eşinin anlaşamadığı tek şey fırın. Tarçınlı, portakallı bir kek için büyük mücadele verecek. Fırının alt gözüne koyuyor olmuyor, üstü deniyor olmuyor, sıcaklık ayarlarıyla oynuyor yine de istediği sonucu alamıyor. Ya kek kabarmıyor, ya kabarıp pıss diye içine çöküyor, ya da içi hamur kalıyor. Dur, diyeceksin, bir de ben deneyim. Hamuru hazırlayıp içine cevizini, portakal kabuğu rendesini, tarçını ilave edip süreceksin fırına. İnanılmaz bir şey olacak. İstediğinden âlâ kabarmış, içi dışı mükemmel pişmiş, pamuk gibi bir kek çıkacak ortaya. Birkaç dilim yedikten sonra alüminyum folyo kâğıdına sarıp kaldıracaksın, eşin eve gelen misafirlerine ikram edecek. Aslında her ikiniz de şaşıracaksınız bu duruma. Aradan üç gün geçmesine rağmen kek tazeliğini, neredeyse sıcaklığını muhafaza edecek folyonun içinde. Takılıp havanı atacaksın, kek böyle yapılır diye. Bir müddet sonra böbürlenerek başlayacaksın ikinci kekin hazırlığına. Sonuç tam bir fiyasko. İlk seferinde nesi denk gelmiş ki sonuç mükemmel olmuş, bilemeyeceksin. Fakat zaman içinde yemek konusunda eşinin eline su dökmenin mümkün olmayacağını yaşayarak göreceksin. Sadece o yaptığın ilk keki diline dolayacaksın yıllarca.

Atatürk barajına ilk gidenlerden biri oda arkadaşın Karşıyakalı Ahmet olacak. Yalnız gitmeden önce en büyük fenalığı yapacak sana. Aslında onun kabahati de değil pek, sen aranacaksın. Ahmet, arada tek tük keyif sigarası içer. Sen de ona her seferinde takılacaksın, ne anlıyorsun bu b.k'tan diye. O sana içmesini bilsen anlarsın diyecek. Böylelikle sigara içmesini öğrenme kursları başlayacak. Her seferinde ilk nefesi çeker çekmez fırlatacaksın elinden. Öksürüğe boğulup yaşlar dolacak gözüne. Sonunda tamam diyeceksin, öğrendim artık. O ise hayır diyecek, henüz öğrenmedin, sen dumanı yutuyorsun, oysa ciğerlerine göndermen gerek. Peki o nasıl olacak? Bak şimdi diyecek, nefesinle birlikte dumanı çekeceksin içine. Sonra ağzını açacaksın, beş on saniye duman çıkmayacak. Ne zaman ki nefesini vermeye başlayacaksın, işte o zaman bacadan çıkarmışçasına dumana boğulacaksın. Kafaya takmışsın bir kere. Bu işin keyifli yanını öğrenmeden pes etmek yok. Bir kez daha deneyeceksin, yine öksürüğe boğulacaksın. Tam teslim bayrağını çekmeye hazırlanırken o çektiğin son nefes ciğerlerinle tanışacak sonunda. Hafifçe başın dönecek, çakırkeyf bir halde evin yolunu tutacaksın. 

Barajın ve santralin as-built projelerinin hazırlanması sana verilen son görev olacak. Zaten ilk zamanların tadı da kalmayacak artık. TEK'çilerin sayısı gün be gün artarken DSİ çalışanları da Atatürk Barajına taşınmaya başlayacaklar. Buket'i Urfa'ya, ülkenin en büyük baraj inşaatına götürmek için ikna etme çabaların boşa çıkacak. Yeni bir hayata başlamak için bu kez size kucak açacak şehrin adı Ankara olacak...
Müzik: Mozart 41. Do Majör Senfonisi K 551

 (Devam edecek)

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 1 ***                 

9 Aralık 2019 Pazartesi

YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 23


YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM  23 ***

Sudan çıkmış balık gibi hissedeceksin kendini. Baba olmak nasıl bir duygu? Senin beklemekten başka yapacağın hiç bir şey yok. Bir şeyler yapman gerekir mi acaba? Bütün yük eşinin üstünde. Tek yapacağın onun kendine dikkat etmesi. Ağır kaldırmayacak, yediklerine dikkat edecek. Sigara, kesinlikle içilmeyecek. Bu arada merak edeceksiniz yeni misafiri. Nasıl bir bebek olacak? Erkek mi, yoksa kız mı? Dedikleri gibi aş erme diye bir şey olmadığını göreceksin. Eşin, bu şımarıklıktan başka bir şey değil diyecek. Yoksa nereden bulacaksın kışın ortasında, üstelik dağın başında, yeşil eriği! En kısa zamanda İzmir'e gidip düzgün bir doktorun kontrolüne gireceksiniz. Karnı büyüdükçe ufaklığın tekmeleri iyiden iyiye hissedilecek ve bu size büyük keyif verecek. Bir süre sonra ultrason neticesinde cinsiyeti de belirlenecek, gelen erkek bir bebek.

Baraj inşaatında beton gövde blokları hızla yükselirken kaza haberleri canınızı sıkacak. Havai hat, çelik kablolarla betonu, dozer ve değişik iş makineleri gövde bloklarına taşıyan bir araç. Zaman zaman kancaya takılan sepetle işçilerin transferi de yapılıyor. İşte o sepetin çelik halatları karışıp sepet dengesini kaybedince içindeki on iki işçi hep birlikte yaklaşık yüz metre aşağı uçacak. Bir keresinde de çalışan sondaj makinesine montunu kaptıran bir işçi şaftın etrafında döne döne parçalanacak. Tehlikeli işler bunlar evlat, madem bu mesleği seçtin bu haberlere alışacaksın. Günün birinde sen de barajın sağ sahil bankının demirlerini arkadaşlarınla birlikte kontrol ederken ayağın kafes şeklinde döşenmiş demirler arasına girip dengeni kaybedecek, düşerken sol elinle demirleri tutmaya çalışacaksın. Arkadaşlarını yanına çağırıp gözlerinin karardığını ve her an bayılabileceğini söyleyeceksin güçlükle. Parmaklarında bir uyuşma hissedip eline baktığında yüzük parmağının yerinden çıktığını ve elinden bağımsız, garip bir şekilde sarktığını göreceksin. Bu manzara karşısında daha fazla dayanamayacak, bayılacaksın. O sırada yanındaki Anamurlu makine mühendisi arkadaşın, tecrübesiyle parmağını çıt diye yerine oturtacak. Ayılmaya başladığında bütün geçmişin  birer film karesi şeklinde ışık hızında geçecek gözünün önünden. Son karede baraj gövdesinin üzerinde oluşan bir gök kuşağı ve elindeki sızı karşılayacak seni. Uzun bir iyileşme sürecin olacak.

Aileler bebek haberini coşkuyla karşılayacaklar. Tatlı bir isim arayışı başlayacak. O mu olsun bu mu olsun derken üzerine barajın yapıldığı nehrin adını vereceksiniz müstakbel oğlunuza, henüz doğmadan. Doğum günü yaklaşınca bir ay izin alıp uçakla İzmir'e gideceksiniz. Senin ufaklık da ilk uçuşunu anasının karnında gerçekleştirmiş olacak böylece. Onun gelmesini beklerken Orhan Pamuk'un "Cevdet Bey ve Oğulları" kitabına başlayıp bitireceksin. Rahatı iyi belli ki, kendi isteği ile gelmek gibi bir niyeti yok adamın, ekmek elden su gölden nasıl olsa. Nihayet, zamanı geçmeye başlayınca doğum için hastaneye ayağınızla gidecek, ufaklığı suni sancıyla rahatsız edip gece yarısına doğru müjdeli haberi alacaksınız. El kadar çocuğu herkes birilerine benzetmeye çalışacak. Kahverengi gözlere sahip anne ve babaya benzemeyen bir bebek. Bir gözleri var ki Fırat nehrinin mavisi. İsmi de çok yakışacak.

Aşırı derece titiz ve temizlik düşkünü olan eşin bebeği adeta cam fanusun içinde büyütecek. Cam biberonlar suyun içinde kaynatacak, sağlıklı bir şekilde büyümesi için büyük gayret sarf edecek. Dünya o kadar hijyenik değil evlat, bu yöntemin zararlarını ilerde göreceksiniz. Baraj inşaatı hızla devam ederken yeni neşe kaynağınız Fırat olacak. Onunla yatıp onunla kalkacaksınız. Kısa zamanda siyah dalgalı saçları, pembe beyaz teni, maviş gözleriyle hafif tombiş bir hale bürünen bebeğiniz güzelliği ile yoldan geçenlerin bile ilgisini çekecek. Bir yaz günü baraj yerine gidip Fırat'ın serin sularında ayaklarını yıkayacaksınız.

Santral Binasında dev türbinler birer birer devreye alınmaya hazırlanırken işletmeyi devralacak TEK'çilerin gelmesiyle demografik yapı değişmeye başlayacak. Yaş ortalaması artacak, daha tutucu aileler boy göstermeye başlayacak. Eski özgürlük ortamı kısıtlanmaya başlayacak. Bu yeni gelen güruhun ilk icraati, İtalyan kampından gün boyunca bir gün öncesinin RAI programlarını paket olarak yayınlayıp gece yarısından sonra İngilizce alt yazılı soft pornografik filmlerin gösteren kanalın, ahlaka aykırı olduğu gerekçesiyle kapatılmasını sağlayacaklar. Oysa bu kanalın izleyebilmek için özel bir anten almak gerekli, diğer TRT kanalları için kullanılan antenlerle İtalyan kanalını izlemek zaten mümkün değil. Bu ahlak bekçileri yüzünden yaşadığın yerin huzuru kaçacak. 

Şirket benzer bir sözleşmeyle Atatürk Barajının da müşavirlik hizmetlerini üstlenecek. Jaccard ve diğer yabancı bir mühendis olan Peter ile birlikte inşaat için yapılan ön hazırlıklar hakkında bilgi sahibi olmak, kalınacak lojmanları görmek amacıyla yeni kurulan DSİ Bölge Müdürlüğü'nün davetlisi olarak Atatürk Barajını ziyaret edeceksiniz. Fakat daha önce Diyarbakır'a gidip Selim Amcanın Sofra Salonu adında bir lokantaya götürecek sizi Jaccard. Kaburgası pek meşhurmuş burasının. Alelade bir salonda masalardan birine oturacaksınız. Garson kocaman bir tepsi içinde kaburga dolmasını getirip şovuna başlayacak. Önce kuzu gömleğine sarılmış kaburga ve iç pilavın iplikle dikilmiş dikişlerini sökecek. Masanıza enfes kokular yayılırken üzerinden dumanı tüten yumuşacık etleri çatal ve kaşık yardımıyla kaburga kemiklerinden ustaca ayırıp tiftikleyecek, çıkan etlerle pilavı harmanlayacak. Bu törenin bir an önce bitmesini beklerken ağzınızın suları akacak. Ayrı servis tabağı beklerken birer çatal ve kaşık koyacaklar önünüze. Üçünüz birlikte tepsiye dalacaksınız. Güzel birer ayran yemeğinize eşlik edecek. Yabancıların ortak kaptan yemek yemesi garibine gitse de bunu pek umursamadıklarını göreceksin. Yemekten sonra getirdikleri efsane irmik helvası kaburga dolmasını aratmayacak. Hayatın boyunca unutamadığın bir yemek olarak aklında kalacak bu. Daha sonra ailecek her şehre indiğinizde yolunuz Selim Amcanın Sofra Salonundan geçecek mutlaka.

Adıyaman, Urfa arasında toprak damlı evlerin arasından geçerken kapılarda dikilip güneşlenen köylü kadınların önünden geçerken arabanızı görür görmez yüzlerini duvara dönüp size sırt çevirmesine anlam veremeyeceksiniz. DSİ Bölge Müdür Yardımcısı Raif Bey karşılayacak sizi. Onun yıllar sonra DSİ Genel Müdürü olduğunda başka bir barajda şantiye şefiyken sana iade-i ziyaret yapacağını bilmeyeceksin elbette. Raif Bey, beklentinin çok üzerinde ilgilenecek sizinle. Akşam yemeğinde ağırlayacak sizi. Elazığ'ın Öküzgözü üzümlerinden yapılmış özel bir şarap açacak. DSİ gibi bir devlet kurumundan böylesine şaraplı bir ağırlama şaşırtacak seni. Yabancılar şaraba bayılacak, İspanyolların tatlı şarabına benzediğini söyleyecekler. Geceyi misafirhanede geçirdikten sonra ertesi sabah barajın yapılacağı yeri gösterecek Raif Bey. Daha sonra inşaatı devam eden lojmanları göreceksiniz. Peter ve sen lojmanlara bayılacaksınız. Ah bir de Buket'i ikna edebilirsen, en az 6-7 yılınız da burada geçecek.

Santral binasının üzerine konumlanan dolusavak yapısı tamamlandıktan sonra kapakların montajı başlayacak. Bu arada barajın memba tarafında kocaman bir göl oluşacak. Su yükseldikçe Haskento köyü başta olmak üzere bazı bölgelerdeki toprak kaymaları heyecan yaratacak. Köy arazilerinde kritik yerlere sondajlar vurulup inklinometreler  yerleştirilecek. Baraj gölüne giren çıkan su miktarları ile inklinometre okumalarına ait kayıtlar senin sorumluğuna verilecek. Köyün bir anda göle kayması durumunda oluşacak dalga yüksekliğinin baraj gövdesine zarar verme ihtimali üzerine hesaplar yapılacak. Baraj dolusavak eşik kotuna kadar yükselince radyal kapaklar kapatılacak. Su seviyesi artmaya devam edecek. 

O sırada ülkede askeri rejim yönetimi sivillere bırakmaya hazırlanıyor olacak. Askerin desteklediği Turgut Sunalp Paşa, her hangi bir varlık göstermeyen solcuların adayı Necdet Calp'ın yanında sempatik tavırlarıyla Özal geniş bir kitlenin desteğini alarak tek başına iktidara en yakın aday. Onu ilk kez Diyarbakır Hava Alanında göreceksin. Uzun bir kuyruk, tespih taneleri gibi bekleme salonunda sıralanmış, kuyruğun bir ucu terminalin dışına taşacak. Başında puşuları, ayağında şalvarlarıyla sıralanmış genç, yaşlı adamlar bir kurtarıcıyı karşılarcasına teker teker Özal'ın elini öpecekler. İlk kez yakından gördüğün kısacık boya sahip bu tonton amca diğer adaylara göre sana da sempatik gelecek. Seçim zamanı geldiğinde ona oy vereceksin. Kısa bir süre sonra başbakan olan Özal'ı ikinci görüşün barajın açılış töreni sırasında olacak. O gün ona verdiğin oya pişman olacak, siyasetin kirli yüzünü göreceksin. 

Tören günü onlarca gazeteci baraja dolacak. Bu gazetecilerin arasında en fazla tanınanı Uğur Dündar, sabahın erken saatlerinde DSİ lokaline gelip hazırlıklarına başlayacak. O gün tanışacaksın onunla. Karizmatik bir adam. Barajın açılış töreninde dolusavak kapakları açılıp tonlarca su savaklanacak, müthiş bir şov! Sorun şu evlat; Dolusavak derzleri tamamlanmamış henüz, dinlendirme havuzunun sol sahilinde koruma beton duvarları da öyle. Eğer kapaklar açılır da yüksek debi deşarj edilirse tahribat büyük olacak. Özellikle santrale ulaşım sağlayan tünelin girişi de dinlendirme havuzu duvarının hemen üzerinde askıda kalacak. Emir demiri kesecek evlat. Tören yapılacak, o savaktan saniyede tam 6.500 m3 su bırakılacak. O suyun akışıyla beton baraj gövdesinin titrediğini hissedeceksin. Dolusavak kanalından aşağı boşalan suyun sesi ürkütürken, kontrol binası çevresinde çisil çisil yağmur yağacak. Akşam televizyon haberlerinde ve ertesi günün gazete manşetlerinde ülkenin en büyük enerji kaynağının başbakan Özal tarafından devreye alındığı ilk haber olarak yer alacak. O haberlerin hiçbirinde yer almayacak ayrıntı ise, yarım saatlik şovun elli milyon dolara mal olduğu.

 (Devam edecek)

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 1 ***                 

7 Aralık 2019 Cumartesi

YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 22

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 22 ***

Sabah işe giderken seni birinin uğurlaması, pencereden el sallaması, akşamları döndüğünde güler yüzle kapıda karşılayıp gününün nasıl geçtiğini sorması ne güzel! Artık misafir ağırlama zamanı. İlk olarak şefin Jaccard ve kısa bir süre sonra emekliye ayrılacak Bovet ve eşlerini ağırlayacaksınız. Jaccard'ın eşi Yeliz Hanımın ailesi yıllar önce Sivas'tan kalkıp İsviçre'ye çalışmaya gitmiş. Uzun yıllar kaldığı yabancı memlekette geldiği yerleri çoktan unutmuş havalarında. "Siz Türkler kuru fasulyeyi çok güzel yapıyorsunuz, bir gün yapın da yiyelim." deyince Buket'le gözleriniz çakışacak. Sivaslı Yeliz İsviçreli olmuş, bize "Siz Türkler" diyor. Eşinin hazırladığı çeşit çeşit mezelere, tatlısından tuzlusuna türlü ikramları görünce ağızları açık kalacak. Yeliz Hanım üşenmeyip masadaki yemek çeşitlerini sayacak. "Tam kırk çeşit!" O günden sonra hayatın boyunca eşinin yemek, meze, pasta ve kurabiyeleri herkesin dilinde dolaşan bir efsaneye dönüşecek.

Yemekten sonra çaylar içilirken sohbete devam edeceksiniz. Lâf olsun diye aklına şirkete yeni katılan, Dekayi adında uzun boylu İsviçreli mühendisin her gün yaptığı garip bir davranışını sormak gelecek. Dekayi, sık sık kot pantolonunun ön cebindeki buruş buruş bez mendilini bir ucundan tutup çektikten sonra avucunun içinde tomar haline getirip koridoru inleten korkunç sesler çıkararak hankır hankır sümkürmesi normal bir davranış biçimi mi sizin memlekette diye soracaksın. Yeliz Hanım, Türklerden dem vurup, konuyu başka yöne çekecek. Türkiye'de lahmacunu yedikten sonra insanın gözünün içine baka baka gark diye geğirmeleri ayıp karşılanır bizim İsviçre'de, Dekayi'nin yaptığı gayet normal diyecek. Jaccard müdahale edecek eşine hemen, yok diyecek öyle değil. İsviçrelinin köylüsü yapar onu, asla kibar bir davranış değil. Fransızca aralarında tartışmaya başlayınca eşinle göz göze gelip muzipçe gülümseyeceksiniz birbirinize.

Karakaya tam bir çocuk yapma yeri evlât. Yaş ortalaması olsun otuz beş. Sağın solun karnı şişen kadınlarla dolacak. Yeliz Hanım da boş durmayacak, üçüncü çocuğuna hamile kalacak. Sevgili eşinin getirdiği onlarca kitap arasından onun yönlendirmesiyle okuma alışkanlığı kazanacaksın geçten sonra. İlk önerdiği kitaplardan biri de John Steinbeck'in Gazap Üzümleri. Okudukça okumadan geçen yıllarına hayıflanacaksın. Günlük gazetelerin bir gün gecikmeyle elinize geçtiği dağ başında Cumhuriyet gazetesinin ilânlarına kadar okumadığın bir köşesini bırakmayacaksın.

Bovet emekli olup şefin Jaccard proje müdürlüğüne getirilince ilk şoku yaşayacaksın. O güne kadar seni gözetip kollayan şefin havaya girip seninle olan o eski sıcak ilgisine mesafe koyacak. Dayanamayıp soracaksın neden böyle olduğunu. Önceden senin şefindim ama şimdi herkesin proje müdürüyüm cevabını verecek. Aslında gerçek nedenin bu olmadığını zaman içinde anlayacaksın. Bekârken farkına varmadığın evliler dünyasını yavaş yavaş idrak edeceksin. Bir anda ailelerin gruplara bolündüğünü, aynı gruptakilerin daha sık görüşüp diğer gruptakilerin dedikodusunu yaptıklarını anlayacaksın çok geçmeden.

İsviçreden yeni gelen tecrübeli bir mühendis, Mariano Menghini yeni şefin olacak. O sıralar doğulu bir başka sınıf arkadaşın beşik kertmesi eşiyle evlenip lojmana geçecekler. Onların evliliği sizinkinlerden epey farklı. İş çıkışlarında soluğu evde alan sen ve yeni evli arkadaşlarının aksine o doğrudan lokale, geç vakitlere kadar kâğıt oynamaya gidecek. Bir türlü anlam veremeyeceksin bu evliliğe. Sonradan öğreneceksin ki, adamı zorla evlendirmişler. Başkasıyla evlenmeye hakkı yok garibin, aksi takdirde ola ki başkasıyla evlendi, işin içine kan girecek. Arkadaşına mı, onun dengi olmayan köylü kızına mı üzülesin bilemeyeceksin. Üniversiteden diğer bir arkadaşın manken gibi gösterişli bir kızla evlenip katılacaklar kervana. Fakat onların evlilği de üç ay sürecek ve kısa zaman içinde boşanacaklar. Evlilik şans işi evlât, hatta kumar gibi bir şey. Ya kazanacak rahat edeceksin, ya da kaybedip hayatın kararacak. Şükürler olsun ki, şanslı birisin. Eşinle büyük bir uyum içinde hayattan zevk alarak sürdüreceksiniz ilk yıllarınızı.

Şefin Menghini İsviçre'nin İtalyan tarafından. Kendisinden yaşça büyük eşi Zeliha Hanım senatör eşinden sonra Mariano ile ikinci evliliğini yapmış, son derece kültürlü, bir o kadar mütevazı zarif bir kadın. Eşin en çok onunla anlaşacak. Onu çekemeyen eski şefin, yeni proje müdürün Jaccard'ın eşi Sivaslı Yeliz Hanım ile Bölge Müdürü Zahide Hanım karşı grubun başını çekecekler. Bölge Müdür Yardımcısı Mehmet Beyin eşi Yağmur Hanım da Zeliha Hanım ve eşin ile birlikte yakın bir dostluk kuracaklar.

Üniversiteden beri birbirinizden ayrılmadığınız, aynı yurdu paylaşıp Ankara'daki proje firmasında ve ondan sonra Karakaya Barajında aynı odayı paylaştığın ve hatta Narlıdere'de birlikte askerlik yaptığın Ahmet'in eşi ne yazık ki karşı grubun içinde yer alacak. Bu durum senin Ahmet'le olan muhabbetini etkilemese de karşılıklı ev ziyaretleriniz kesilecek ister istemez.

İşte evlât, evlilik böyle bir şey. Küçük yerlerde gruplaşmalar, dedikodu bol olur. Bazıları oyalanacak, zamanını güzel geçirecek meşgaleler bulsa da kendilerine, bazıları can sıkıntısından dedikodu üretecekler. Öyle ki, şefin Mariano'nun eşınin adını deliye çıkaracaklar. Buna sebep ağaç kesimi için gelip bölge müdürlüğü binasının karşısına çadır kuran Kürtlere yaptığı ziyaret, teneke kaplar içinde onların pişirdiği tavuğu yemesi, eşi Mariano'ya da ayıp olmasın diye zorla yedirmesi. Bir gün bölge müdürlüğü binasının camlarına üşüşecek millet. Merakla sen de koşacaksın yanlarına. Manzara şu: Önde Yağmur Hanım, peşinde üstü başı dökülen on on beş adam bölge müdürlüğü ve lojmanların nizamiye kapısında görevlilerle tartışıyor. Görevliler işçileri içeri almak istemiyor. Yağmur hanım ısrarla "Bunlar benim misafirim." diyor. Sonunda kapıyı açtıran Yağmur Hanım sürüsünü kollayan çoban gibi fire vermeden bütün misafirlerini alıp lojmanına götürüyor, onlara ikrâmlarda bulunuyor. İşte bütün mesele bundan ibaret evlât. İnsanlık yapmak delilik oluyor bu devirde.

Bir akşam iş dönüşü neşe içinde karşılayacak seni Buket. "Sanırım baba olacaksın" diyecek. Bu guzel haberle birlikte kucaklaşacaksınız. Cumartesi günü doktora gidip duruma kesinlik kazandıracaksınız. Evet evlât, baba olacaksın, ne kadar sevinsen az gelir sana.

(Devam edecek)

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 1 ***                 
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 15 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 16 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 17 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 18 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 19 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 20 ***   
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 21 *** 

YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 21

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 21 ***

Evet evlât, artık aklın da kalbin de İzmir'de. Bir cumartesi günü üniversitede dağcılık sporuyla ilgilenen, yurtta aynı odayı paylaştığın İstanbullu arkadaşına özenip dağlara vuracaksın kendini. Diyarbakır, Adıyaman ve Elazığ illeri coğrafi sınırlarının kesiştiği bölgedeki baraj yerinde sarp kayalıklara çıkmaya niyetleneceksin, hangi akla hizmet edeceksen. Bu işin eğitimini almadan, yanında hiçbir teçhizat olmaksızın neyine gerek senin dağcılık. Yükseklere tırmandıkça garip bir heyecan kaplayacak içini. Ancak gittikçe zorlanmaya başlayacaksın. Geride bıraktığın tek otun bitmediği mavimsi kayalıklar arasından geri dönmen mümkün değil. Daha uygun bir iniş bulurum ümidiyle tırmanmaya devam edeceksin. Uçurumların kenarından geçerken aşağı bakmaya korkacaksın. Öyle bir yere geleceksin ki, ne aşağı inebilecek, ne de yukarı çıkabileceksin. Tek başına, vahşi kayalıklar arasında kapana kısılacaksın evlât. Azrail'in nefesini ensende hissedeceksin. Yardım çağırma imkanın yok, bağırsan kimse duymaz seni. Aşağı uçsan cesedini bile bulamazlar. Aklına sözlün gelecek. Bu kadar kısa mı sürecekti? diye geçireceksin aklından. Ellerinle duvar gibi bir kayanın kenarına yapışıp aşağı doğru sarkıtacaksın kendini. Ayakların en ufak bir tümseğe dahi değmeyecek. Muhtemelen yirmi santim bir boşluk olacak arada. Artık geri dönüş imkanın yok. Neredeyse düşey kaya yüzeyine yapışıp gözlerini kapatacak, elveda hayat deyip kendini yavaşça bırakacaksın. Görecek günlerin varmış evlat, ayağın sağlama basacak, hafif sendeleyip dengeni sağlayacaksın. Senin meskenin dağlar olmayacak bir daha

Buket ile sık sık mektuplaşacaksınız. Ona Karakaya'daki yaşamı anlatacaksın uzun uzun. Çok geçmeden nişan gününü kararlaştıracaksınız. İzmir Etap Otelinin roof'unda yapılan muhteşem bir nişan töreninde yüzükleriniz takılacak. Yemekten sonra misafirlere ikram edilen nişan pastasının lezzetini unutamayacaksın. Buket'in akrabalarından Akil Amca ve eşi size bir çift kristal bardak hediye edecek. Küçük bir hediye fakat evlendikten sonra mutlu ve keyifli günlerinizde o bardakları kullanırken her seferinde zarafet timsali o yaşlı çift gelecek aklınıza. Nişan ertesi yine ayrı düşecek, mektuplaşmaya devam edeceksiniz. Baraja döndüğünde DSİ Bölge Müdürü'ne lojman talebinde bulunacaksın. Boş lojman kalmadığını söyleyecek. Barajın en eskilerinden biri olmanın verdiği şımarıklıkla ısrarla lojman işini takip edeceksin. Bölge Müdürü tuhaf bir insan. Keyifli olduğu zamanlarda seni yoldan çevirip şakalaşacak, kafası dolu olduğu zamanlar yanından geçse selam vermeyecek. Ama sen bu işin peşini bırakmayacaksın. Nihayet bir yer boşalacak. Hemen badana boya işlerini başlatacaksın. Diyarbakırlı usta evi boyarken yaşını soracak. Yirmi altı deyince, "Oooo, çok geç kalmışsın." diyecek. Ne demek istediğini anlayamayacaksın. "Nasıl yani?" diye sorunca "Bak seninle aşağı yukarı aynı yaştayım, dört çocuğum var." diyecek. Sohbet olsun diye kaçı kız, kaçı erkek diye soracaksın. "Hepsi erkek, iki de kız var onları saymadım." diyecek. Çocuklarının arasında kızlarını saymamasına şaşırıp kalacaksın. "Peki daha kaç çocuk yapmayı düşünüyorsun?" diye sorunca, "Takımı kurana kadar devam, buralarda savaşacak adam lazım bize." diyecek, susacaksın.

Kelebek'ten mobilyalar, beyaz eşya, televizyon tam tekmil yeni bir ev döşenecek, tek kuruş harcamayacaksın. Artık evlilik için bir engel kalmayacak. Kısa süre sonra bir kamyon tutulup çeyiz eşyaları getirilecek. Çeyizler ulaşınca aileler evi yerleştirmeye gelecekler. Buket'in teyzesi bir fırsatını bulup kenara çekecek seni. "Bak oğlum, ben Buket'i tanırım, o yapamaz buralarda, bir an önce dönmeye bak İzmir'e." Müstakbel teyzen bunu söylerken acıyan gözlerle yeşil bitmeyen dağlara bakacak. "Allah kurtarsın sizi buradan çocuğum, en kısa zamanda." Sesini çıkarmayacaksın.

Nikahtan birkaç gün önce İzmir'e geleceksin. Buket, öğretmenlik yaptığı kolejden kurtulduğu için sevinçli. Henüz yeni öğretmen olduğundan dolayı, bir de branşı gereği ne kadar tören varsa ona kilitleniyor çünkü. Senin durumun ise ona kavuşacağın için ayakların yerden kesilmiş halde. Akşam annenlerin evinden çıkıp yürüyerek onun anneannesiyle birlikte kaldığı evlerine gideceksin. Çisildeyen yağmur gittikçe şiddetini arttıracak. Damlalar yüzünü ıslattıkça inanılmaz bir haz duyacaksın. Sağanak altında, hiç istifini bozmadan aynı Gene Kelly gibi geçtiğin cadde ve sokaklarda şarkılar söyleyip dans etmek isteyeceksin.

Nikahtan sonra balayını geçirmek üzere bir haftalığına Alanya'ya gideceksiniz. En güzel günleriniz bunlar. İkiniz de birbirinizin üstüne titreyeceksiniz. Denize girip mis kokulu küçük yerli muzların kokusuna, lezzetine hayran kalacaksınız. Akşamları hafif çakırkeyif döneceksiniz otele. Alanya'nın sıcağı dayanılmaz evlat, bence yanlış seçim yapmış olacaksınız. Bir haftayı doldurmadan tatili kısa kesip Karakaya'nın serin havasına koşacaksınız. Döner dönmez arkadaşların eşine kucak açacaklar. Yemek davetleri alacaksın her birinden. Bu davetler arasında seni geren proje müdürün Bovet'ninki. Geldiğin günden beri, gülümseyerek "Getirdiğin şarabı saklıyorum, sizi yemeğe alınca açacağım." diyecek. Nihayet beklenen gün gelecek. Sizinle birlikte bir çift daha olacak davette. Yemeğe başlayıp "kirsch" lerinizi içtikten sonra Bovet, kalın gözlüklerinin arkasında gülen mavi gözleriyle gülümserken hediye ettiğin muhteşem (!) Şarköy şarabını sofraya getirecek. Tirbuşonu eline alıp bir tören havasında mantarı açacak. Önce kendi kadehine bir miktar koyup ağzına götürecek. O anda içinden "Eyvah" diye bağırmak gelecek. Korku içinde Bovet'in tepkisine odaklanacaksın. Önce kadehin içinde şöyle bir döndürüp şarabı, burnuna yaklaştıracak. Sonra bir yudum alıp tam tadına varmak için gözlerini kapayacak. Sonunda sana dönüp kadehi kaldıracak, bir şey söylemeye hazırlanırken kalbin küt küt atacak. "Mmm, excellent" İnanamayacaksın, dalga geçiyor olmalı. Bu adam şaraptan anlamıyor diyemezsin. İkinci kadehi doldurup sana uzatınca, tamam bu beni iyice rezil etmek istiyor diyeceksin içinden. Çekinerek elinden kadehi alıp küçük bir yudum alacaksın ağzına. Bir mucize. Allah acıyacak. Gerçekten nefis bir şarap. Neyse ki bu bozulmamış. Rahat bir ohh çekeceksin. Yemek samimi bir ortamda sona erecek, mutlu bir şekilde evinizin yolunu tutacaksınız.         

(Devam edecek)

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 1 ***                 
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 15 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 16 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 17 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 18 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 19 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 20 ***      

6 Aralık 2019 Cuma

GÖZLÜK

Yağmur yağmayan hemen her gün öğlen vakti selamlayarak dükkanın önünden geçerler, keşfettikleri bir esnaf lokantasında karınlarını doyurduktan sonra Güzelyalı parkında birkaç saat geçirip akşam hava kararmadan el ele tutuşarak evlerinin yolunu tutarlar. Emekli Albay Necati Amca ile Güner Hanım Teyzenin aşk hikayesini daha önce burada anlatmıştım. Bir süre evden çıkamadı Güner Teyze, ayağını burkmuş. beni her gördüğünde trafik kazasında kaybettiği oğluna kuruyan gözlerle ağıt yakıyor hala. Necati Amca da kanser hastasıymış, bir deri bir kemik kalmış. Her gördüklerinde selam vermeden geçmezler. Geçen gün evlerine dönerlerken biraz sohbet ettik. "Gözlük aldım." dedi Necati Amca, "Akşamları TV izlemek için." Sonra devam etti, "Parkın oralarda bir yerde gördüm. On beş lira verdim, ucuz değil mi?." Şaşırdım, "Numaralı değil mi o gözlük?" diye sordum. "Numaralı, baktım iyi gösteriyor." dedi. Şaşırdım, cahil insan değil ki bunlar, paraya da ihtiyaçları yok. Bir doktora görünseydiniz diye soracak oldum. Boş ver dercesine şöyle bir elini salladı, Necati Amca, bezgin bir ifadeyle, "Bundan sonra neme gerek." İçim sızladı. Sırtını sıvazladım, acı bir gülümsemeyle uğurlarken onları.

YENİ BİR HAYAT BÖLÜM 20

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 20 ***

Askerlik hizmetinden sonra yeni bir hayat seni bekleyecek evlat. Ne yazık ki, onca zamanın olmasına rağmen hala kitap okumayı beceremeyeceksin, Şimdi düşünüyorum; kitap okumadan askerlik nasıl biter acaba? Tamam, biliyorum. Deneyeceksin, hatta o zamanlarda boyunu aşan bir işe kalkışacak ve sıfırdan kalın bir roman alıp okumaya çalışacaksın. Kitabın adı: Sesler Zinciri, yazarı Andre Brink. Sanki sana bir ev ödevi verilmiş gibi bunu kendine vazife bilip kitabı bitirmek için mücadele edeceksin. Fakat her seferinde önceden okuduğun sayfaları unutup yeni baştan alacaksın. En fazla on beş sayfaya kadar ilerleyecek, sonra yeniden başa döneceksin. Nihayet pes edip küseceksin okumaya. Fakat o kitabı hiçbir zaman ayırmayacaksın yanından. Seneler sonra, evlenip kitap okumayı öğrendiğinde, elindeki kitabın ne kadar anlaşılır ve sürükleyici olduğunu anlayacak, şaşırıp kalacaksın.

Karakaya'ya dönüp orada devam etme alternatifini elinde tutarken yurt dışına çıkma imkânlarını araştıracaksın. Libya'da ve çalışabileceğin diğer ülkelerde piyasa durgun olacak o sıralar. Bu karar anlarında bir kızı görmeni isteyecek annen. Karşıyaka'da buluşup bir balık restoranına gideceksiniz. Kızın adı senin kriterlerine uygun. Boylu poslu, güzel, manken gibi bir kız. Yemek sırasında biraz sohbet edip birbirinizi tanımaya çalışacaksınız. Ayrılırken eş seçiminde güzelliğin o kadar da önemli olmadığını anlayacaksın. Hayır, seni rahatsız eden bir yönü yok ama aradığın bu değil. Tabiri caizse elektrik alamayacaksın ondan.

Çocukluk arkadaşın Mustafa ile birlikte uzun olduğu kadar yorucu bir seyahat plânlayacaksınız. Esas amacın on altı ay ayrı kaldığın Karakaya Barajını ziyaret edip ortamı görmek. Yanına Şarköy'den aldığın bir koli şarapla birlikte yola çıkacaksınız. Plânınızın detayları belli değil. Gençliğin verdiği macera tutkusundan başka bir şey değil bu. Otobüsle daha önce görmediğin güney Ege ve Akdeniz kıyıları boyunca Diyarbakır'a oradan da baraja varmak hedefiniz. Geceleri otobüste uyuyarak otel masraflarından kurtulmayı düşüneceksiniz. İlk zamanlar buna dayansanız da ilerleyen günlerde uykusuzluk ve yorgunluk belinizi bükecek. Yine de bu maceralı yolculuk sırasında yeni yerler görecek keyif alacaksınız. Diyarbakır'a gelince şirketteki arkadaşların araba gönderip sizi otobüs terminalinden alacaklar. Yuvaya dönmenin heyecanını yaşayacaksın. Herkes seni büyük bir coşku ve sevgiyle karşılayacak. Yanında getirdiğin şarapları proje müdürü Mr. Bovet'ye, Jaccard'a ve diğer bazı Türk arkadaşlarına hediye edeceksin. Şaraplardan biri de akşam yemeğine konuk olduğunuz bir arkadaşının evinde açılacak. O da ne? Senin güzelliğini anlata anlata bitiremediğin canım şarap tam bir sirke! Hava alıp bozulmuştur deyip yeni bir şişe daha açacaksınız. O da aynı çıkacak. Mahcup olacaksın fakat esas önemli olan proje müdürün Bovet'ye hediye ettiğin şarabın da aynı şekilde çıkma ihtimali. Rezil olacağım diye için içini yiyecek. Henüz bilmeyeceksin ki, evlendikten sonra eşiyle birlikte seni evlerine, yemeğe konuk ettiklerinde sürpriz yapıp huzurunda açacaklar o şarabı.

Karakaya Barajından son derece mutlu bir şekilde ayrılırken kararını vermiş olacaksın. Evet evlât, senin çalışmak istediğin yer başka bir yer olamaz. Eve döner dönmez eşyalarını toplayıp Diyarbakır'a uçacaksın. İlk olarak üzücü bir haber canını sıkacak. Senden sonra yerine gelen sınıf arkadaşın Altan, üç ay önce kemik kanserinden hayatını kaybetmiş. O yakışıklı çocuk, bir gün top oynarlarken ayağı sakatlanıp doktora görünmüş. Tesadüfen kanser teşhisi koymuşlar ve üç ay içinde yaşama veda etmiş. Şimdi, sen dolduracaksın onun boşluğunu, için burularak.

Gelir gelmez şefin Jaccard, sana bir dosya verecek. Yarım kalan "trash rack" hesapların! Onca zaman geçmesine rağmen sanki dünmüş gibi hesaplarının önüne konması yaptığın işe ne kadar önem verdiklerinin yanı sıra şirket arşivlerinin ne denli düzenli tutulduğunu gösterecek. Kendinle gurur duyacaksın.

Kampus kalabalıklaştıkça canlılık daha da artacak. Şirketin dairelerinden birini kulüp olarak düzenleyeceksiniz. "KEJV Club" sosyal yaşamınızın bir parçası olacak. Bu arada sık sık evli Türk ve yabancı arkadaşların seni evlerine yemeğe alacaklar. Aile yaşantısı hoşuna gidecek, özeneceksin onlara. O sırada birden aklına evinize gelen, kız kardeşinin arkadaşı düşecek. Yıllarca görmediğin bu kızın edası, konuşmaları gözünde canlanacak. O da okulunu bitirip bir yerde çalışıyor olmalı. Büyük bir ihtimalle evlenmiştir, belki de nişanlı ya da sevdiği biri vardır, kim bilir. Bu düşünceler içinde telefon edip aklından geçenleri annene açacaksın. Annen hiç beklemediği bu gelişme karşısında şaşırıp heyecanlanacak. Kız kardeşinle ortak arkadaşları Serpil vasıtasıyla haber yollayacak annen. Her ikinizi de tanıyan Serpil, elçiye zeval olmaz diyerek karşı tarafa niyetini iletecek. Şanslısın evlât, onca zaman içinde kızı kimler istememiş ki. Ama hiçbiri olmamış, ailesi özellikle İzmir dışına kızlarını vermeye kesinlikle razı olmuyorlarmış. Son olarak İstanbul'dan birileri istemiş de uzak deyip olmaz demişler. Diyarbakır'a mı asla! Kızın gönlü olsa bile annesi kızının uzaklara gitmesini istemeyecek. Nasıl olsa vermez diye babasına açacak konuyu. Babası, kızına önce seninle evlenmek isteyip istemediğini, hemen ardından mesleğini ve hangi okulu bitirdiğini soracak. ODTÜ mezunu dediğinde ise yeşil ışığı yakacak. Kızın annesi beklenmedik bu karar karşısında ağlamaya başlayıp karalar bağlayacak. Annesi haber yollayıp beklendiğinizi söylemek zorunda kalacak. Haberi alır almaz havalara uçacaksın, oldu bu iş evlât!


Bir sonbahar günü otobüsle İzmir'e doğru düşeceksin yola. Heyecan içinde onu ilk göreceğin anın hayâlini kuracaksın. Bir pastahanede randevulaşarak onu beklemeye koyulacaksın. İlk gördüğünde kederli bir yüz ifadesi ve ağlamaktan şişmiş gözleri çekecek dikkatini. "Dün gece çok sevdiğim birini, dedemi kaybettim" diyecek. O üzüntülü haliyle bile kalbin ondan yana çarpmaya başlayacak. Bu acılı gününde ne konuşabilir ki insan. İki gün sonra Fuar Park Restaurant'ta baş başa bir akşam yemeği yiyeceksiniz. Bir yandan piyanonun ezgileri sohbetinize eşlik edecek. Özel Türk Kolejinde öğretmenmiş. Konuştukça daha çok seveceksin onu. Ertesi gün annen, anneannen, babaannen ile birlikte baş sağlığı dilemek üzere evlerine gideceksiniz. Matem evi olduğu için eve giren çıkan çok. Müstakbel eşinin babaannesi acısını içine gömüp, çocuk o kadar yoldan geldi, o iş ayrı, bu iş ayrı diyerek kız isteme ritüeline yeşil ışık yakacak. Hacıdan yeni gelen babaannen seni öyle bir anlatacak ki, biraz daha konuşsa iş bozulacak. Yok efendim, Arapça Kuran okuyabiliyormuş, şu kadar hatim indirmiş, namazında niyazında... Oysa babası kızını bir imama vermeye razı değil. Kızını kenara çekip "Gerçekten evlenmek istiyor musun bu delikanlıyla, görünüşü öyle görünmüyor ama bak imam diyorlar" Neyse ki olay sarpa sarmadan evlerinden parmağına bir söz yüzüğü takmış olarak ayrılacaksın.

(Devam edecek)

YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 1 ***                                
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 15 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 16 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 17 ***
YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 18 ***