KATEGORİLER

13 Nisan 2016 Çarşamba

12/04/2016 İzmir, Gümüldür, Özdere

Gümüldür'de Gün Batımı
Dünden beri İzmir'e gidiş nasıl olacak karar veremiyoruz eşimle. Sabah olduğunda, nihayet trende karar kıldık. Ben trene binmeyeli ne kadar zaman geçti hatırlamıyorum. Sahi bindiğim son tren hangisiydi? Otomobile o kadar çok alışmışım ki başka araç tanımıyorum. Yurt dışındakileri eğer saymazsam metroyu bile sadece birkaç kez kullandım. Roma'da yeni şehrin yer aldığı sahil tarafına trenle gittiğimi hatırlıyorum beş altı sene oluyor, belki de daha fazla. Artık hafızama fazla güvenmiyorum. Ufak bir çocukken dedemle Tepeköy pazarına gitmiştik trenle, neredeyse elli yıl geçmiş bak!

Trene karar verdik ama eşim belindeki rahatsızlığın nüksetmesinden korktuğu için bana eşlik etmekten vaz geçti. Yalnız gidecektim artık. Sonra, kızımın evinden alacağımız eşyalar geldi aklımıza. Onları getirmek için arabayı götürmek gerekecekti. Bu sefer de yattı tren. En sonunda eşimle birlikte düştük yollara arabayla.

İlk adresimiz göz doktoru. Ameliyat olalı bir aydan fazla zaman geçmiş. Bugün gözümün son kontrolü olacak. Tam zamanında vardık hastaneye. Bir aydır üç farklı damla kullanıyordum. Giriş işlemlerinden sonra üçüncü kata yönlendirdi bizi, girişteki genç kadın. Asansörle yukarı çıkarken tam bir sene önce muayene olduğum ve bana "Artık bu şekilde idare edeceksiniz, kalan yaşamınız boyunca, yapacak bir şey yok." diyen doktorla karşılaştık. "İdare etmedim işte, sen bir şey yapamadın ama ben gelip senin patronun olan hastane sahibine ameliyat oldum. Evet zor bir ameliyattı, riskliydi de... Fakat seni dinlemedim, ne iyi yapmışım. Şimdi hem yakını hem uzağı gayet rahat görüyorum, kitap okuyabiliyorum, bilgisayarımı kullanmak için ekrana yapışmak zorunda kalmıyorum." diyesim geldi. Ama demedim, "Bende kalsın büyüklük" dedim, içimden yüksek sesle.

Profesör muayenesini tamamladı, herhangi bir sıkıntımın olup olmadığını sordu. "Sayenizde" dedim, "Sayenizde hocam, iyi ki varsınız." Şanslılar taifesindeydim bu konuda. Parayla da ilgisi yok bu işlerin. Küçücük bir şey ters gider, bir bakmışsınız, kör olmuşsunuz.

Alsancak'tan çıkıp sahil yolu boyu geldik Hatay semtine. Kızımı aradım, arkadaşlarıyla programları varmış. Ne isterse onu yapsın, Allah önüne doğru kişileri çıkarsın, yeter ki mutlu olsun. Biraz dinlendik evinde.

Daha sonra diş doktoruma uğradım. Ucu kıvrık çelik bir aletle implantların etrafını açtı bir kaç uyuşturucu iğne darbesinden sonra, canım acımasın diye imiş. Canım acımasın diye yaptığı iğneler acıttı canımı. Kısa süre sonra alt dudağımın sol yanı uyuştu. Alt çene dişlerimin arkasına yerleştirdiği bir çengel hortum ağzımda biriken sıvıyı dışarı vakumluyordu. Gözlerimi kapattım. İmplantın bulunduğu diş yerlerine ufak çelik kalıpların denendiğini hissediyordum. Macun kıvamındaki malzemeyi bu kalıpların içine sürüyor, birkaç dakika parmaklarıyla bastırıyor, sonra sertleşmesine müteakip çenemin üzerine yapıştığı yerden kuvvetle çekip kurtarıyordu. Bu çıkardıkları sonradan yapacağı porselen protezin kalıplarını oluşturuyor olmalı.

Diş hekiminden çıktıktan sonra ağzımdaki uyuşukluk hala devam ediyordu. İstediğimi yiyip içmekte serbestmişim ama ne yesem ya da ne içsem ağzımdan dökülecek gibi geliyordu. Kızımın evinden yüklemeye başladık eşyaları arabaya. Önce arka koltukları yatırdım hepsi sığmayacak zannedip. Kaplan'da, yaylada kullanacağımız üç büyük tüp arkada serbest kaldı. Devrilip yuvarlanmasınlar diye tekrar kaldırdım koltukları. Kolileri tüplerin arasına yerleştirdikten sonra çıktık  yola. 

Sabah kahvaltısında, ilk kez eşime "Yaşamak istiyorum, hem de çok" dedim. Oysa ölümün er ya da geç her insanın  başına geleceğini bilen ve ölümden korkmadığını düşünen biriydim. Yine de öyleyim. Yaşamak arzum asla ölümden korktuğumdan değil. Neden mi? Çünkü, daha okuyacağım çok kitap var, daha dinleyecek çok müzik, gezecek çok yerim var. Yazacaklarım var, hem de çok... İşte sırf bu yüzden yaşamak istiyorum.  

Uzun uzun yazmak istiyorum bu gece. Okunup okunmadığını umursamadan. Mesela dönüş yolundan bahsetmek istiyorum biraz. Sordum eşime dönüş yoluna çıkarken, "Nasıl gidelim?" "Alternatifleri söyle" dedi. "Yani, geze geze mi gidelim, vaktin nasıl geçtiğini umursamadan. Yoksa, bir an önce dönüp Salı Pazarına mı yetişelim?" En kısa zamanda dönelim deseydi eğer, otoyola girip göremeyecektik gördüğümüz güzellikleri...

Hatay caddesinin trafik ışıkları ile sık sık kesilen uzun caddesinde sabırla ilerlerken sirenlerini acı acı çalan bir ambulans  arkamızdan yaklaşıyordu. Sağa yanaşıp onun geçmesine izin verdik. Üçyol'dan sağa dönüp Karabağlara, oradan Gaziemir'e doğru yol alırken, Menderes yol ayrımında sordum eşime. "Gümüldür'e gidelim mi?" Utandım kendimden, buraları İzmir'e çok yakın yerler ama ben sadece yanlarından geçmişim. Bu sefer Menderes ilçesinin şehir merkezine giriyoruz. Sonra Gümüldür'ün merkezine. Gümüldür köy mü mahalle mi yoksa belde mi? Nereye bağlı. Bütün köyler mahalle oldu şimdi. Ne garip! Hiç köyümüz yok artık. Seçimlerde avantaj sağlamak için onu buna bağlayıp kim bilir ne numara çeviriyorlar. Menderes şehir merkezi büyük bir köy meydanı gibi. Şimdiye kadar görmemekle bir şey kaybetmemişiz, ama olsun yine de görmem lazımdı şimdiye kadar. Ne mi arıyoruz buralarda? Enginar! Hem de bahçesinden taze koparmak istiyoruz, bulursak eğer. Hatay'da bir sokak satıcısından aldık on tane. Sonra pişman olduk aldığımıza. Hani Ankara'da bu kadarını da bulsak öpüp başımıza koyacaktık lakin burası İzmir. Beğenmiyoruz aldıklarımızı, hibrit diyorlar, İspanyol tohumu. Üzerleri kırmızı benekli oluyormuş. Hiç lezzet yokmuş bunlarda. Ben "A, ne güzel kınalı kınalı" diyordum ama makbul değilmiş işte. Yerli Enginar arıyoruz. Kendi öz tohumumuzdan. Hem pişireceğiz zeytinyağlı, hem de derin dondurucuya atacağız kışın yemek için.

Tahtalı baraj gölünü solumuza alarak şahane manzarası olan bir yolu takip ederek girdik Gümüldür'e. Şehir içinde bir kaç fuzuli tur atınca eşim başladı söylenmeye. Keşke erken dönseydik eve, alsaydık Salı Pazarından enginarlarımızı... Yolun kenarındaki yaşlıca birine yanaştırdım arabayı, anlattım derdimi. "Şimdi, ileride sola dönün, tepeyi aştıktan sonra orada, sağda bir bahçe var. Eğer ektilerse onlarda vardır, yoksa bulmazsınız bu taraflarda." dedi ihtiyar. Teşekkür edip umutla dediği tepeyi aştık. Sağda bir bahçe, bahçenin kapısına açılan yolun üstünde birkaç kişi konuşuyor. Gittim yanlarına. "Enginar arıyorum bahçeden, bulamazsam hanım beni dövecek." 

Yol üstünden bahçeye doğru Durmuş diye bağır, dediler, bulur o seni. Ondan alırsın istediğin enginarları." Teşekkür edip yaptım dediklerini. Ama ne ses vardı ne seda, köpeklerin havlamasından başka. Tam ümidi kestiğim anda, bir kadın sesi geldi kulağıma ama ne dediği anlaşılmazdı. Eşimi alıp indim bahçeye. Kadın bizi karşıladı. "Durmuş yok şimdi." dedi. "Bize enginar lazım." dedik. Pek bir gönülsüz olarak aldı hilal şeklindeki çakıyı eline, vurdu küfeyi sırtına. "Zordur buranın işi." dedi, "Bastın mıydı çamura ayağın burkuluverir." Durmuş olsaydı, onun çizmeleri var, kolay olurdu o zaman toplamak istediğiniz enginarları."

Nüket Hanım bahçe otu topluyor.
"Kocan mı olur Durmuş senin?" 
"Evet" dedi. Kerpetenle söküyorum kelimeleri ağzından. Korkuyorum soğukluk girmesin diye araya. Maazallah bir de vaz geçerse son anda. Yok size satacak enginarım derse... Tam tarla içlerine doğru yürümeye başlamıştı ki yolun üzerinden göründü Durmuş. "Gel hemşerim gel, bize enginar devşir iyilerinden" dedim.

Durmuş aldı elinden küfeyi kadının. Tarlanın uzaklarına daldı. Çok değil on dakika sonra döndü geri, sırtında enginar dolu küfesiyle. Kaça vereceğini sormuştuk kadına önce. 1,5 lira demişti tanesi. "Daha aşağı olmaz mı?" diye sormuştu eşim, adetten. Kadın, "Daha ucuzunu bul da oradan al" diye kondurmuştu cevabı. "İyi madem yirmi tane alalım" demiştik. 

Adam büyük naylon poşetin içine saymaya başladı enginarları. İki tane de fazladan koydu. Çıkarıp otuz lira verdim. Adam "Çok bu, yirmi beş yeter." dedi. İşte yurdum insanı böyle olmalı, tok gözlü. Ama karısı öyle değil. Ne kızmıştır adama. Gönülsüzce "Ver o zaman beş lira geri" dedi.

Kuşadası körfezini sağımıza alıp yol alırken acaba gözümüze balık yenecek bir yer takılır mı diye aranıyorduk. Araya tatil siteleri girdiğinden dolayı denizden uzaklaşmıştık biraz.


Menderes'ten çıktıktan beri gördüğümüz tabiat manzaraları harikaydı. Bu bölge İzmir'in en ağacı bol yeri olmalı. Sağ tarafta denize ineceğimiz bir yer bakıyoruz. Yolun kenarında restaurant yazan levhayı gördükten sonra sağ tarafta çam ağaçları arasındaki dar ve virajlı orman yoluna girdik. İki kilometre kadar sürdük arabayı ama ıssız bir yoldu gittiğimiz. Yolunu kaybeden geçer ancak buralardan diye düşünmeye başlamıştık.
Tepeye vardığımızda salaş bir yer gördük karşımızda. Belli ki sezonu açmamışlar daha. Basit bir tatil köyü burası.



Gençten bir adam yaklaştı yanımıza. Henüz sezonu açmadıklarını, arzu edersek tesisi gezebileceğimizi söyledi. Deniz kıyısına doğru yürüdük. Nefis manzaralar yakaladık burada. Tam güneşin batışı. Resimlerini çektik, güneşin, denizin, kumsalın...








Orman yolundan gerisin geriye çıkıp Selçuk istikametinde yolumuza devam ettik. Özdere girişinde güzel bir balık lokantası bulduk. Hava yavaş yavaş kararmaya başlamıştı. Denizin kenarında bir masa bulduk. Yanımızda bize eşlik eden dost köpeklere ekmek verdik. Onlar da uysallıkla yediler verdiklerimizi.

Selçuk ve Belevi üzerinden geldik Tire'ye, evimize. Yoktu sabahtan böyle bir plan aklımızda. Sevmeyiz plan yapmayı, bu konularda. Çoğu zaman herkesin gittiği yoldan döneriz biz. İyi ki de böyleyiz... 


3. gün (EK)'im: Üçüncü günümde 200 gr. almışım ama sorun değil ara sıra vücut dengesini böyle buluyor. Bir sonraki gün acısını çıkarıp günlük ortalamanın iki katı da verebiliriz. 15 gün sonunda hedefime ulaşacağımı düşünüyorum. Daha hızlı olanı fazla sağlıklı olmaz zaten.
BAŞLANGIÇ 75,2 KG




HEDEF
70,0 KG 

GÜN SAYISI
BUGÜNKÜ   
  KİLOM        


DEĞİŞİM (+/-) KG
HEDEFİME KAÇ KG VAR
          3
    73,9
    - 1,3
     3,9

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder