KATEGORİLER

22 Aralık 2016 Perşembe

ANKARA'NIN BUZLU YOLLARI

Yılbaşına bu gün olduğu gibi tamı tamına dokuz gün kalmıştı. Hayatında ilk kez gördüğü kar, yayalar için tahsis edilmiş dar yürüyüş yolunda, üzerine basıla basıla camsı bir yüzey oluşturmuştu. Karda, hem de buz üstünde nasıl yürünür bilmiyordu. Bilene kolay bilmeyene zor diyorlardı buzda yürümek. Gözlerini yerden ayırmıyor, ayağını basabilecek ufacık buzsuz bir yer arıyordu. Yollar, duvar kenarları, ağaç gövdelerinin etrafı, kaldırım taşları, her taraf buzla kaplıydı. Bacaklarının titremesinin soğukla bir ilgisi olmadığını adı gibi biliyordu. Attığı her ürkek adımda kayıp düşerim korkusuydu onu titreten.

Isıtmayan kış güneşi solgun yüzünü gösterirken var gücüyle günü aydınlatmaya çalışıyor. Hafiften esen soğuk rüzgar, boğazına kadar iliklediği gocuğundan içeri girmesin diye çözülmüş atkısını yeniden doluyor boynuna. İşte bu hareketi pahalıya mal oluyor ona. Ayağı kayıyor, dengesini kaybetmesiyle kendini yerde buluyor. Buzun üzerinde birkaç kez debelendikten sonra güçlükle kalkıyor ayağa. Üstü kirlenmiyor. "Buzda düşmenin iyi tarafı bu olmalı." diye söyleniyor kendi kendine. Bu buzda ilk düşüşü. Elini ayağını kontrol ediyor. Evet, hiç bir tarafı ağrımıyor.

Uzun saçları gocuğunun siyah kürkü üzerine dökülmüş. Soğuktan ürperip gül kurusu renkli boğazlı kazağının içine çekiyor kafasını. Yaka kürkünü atkısının üzerine kaldırıp üşüyen boynunu ısıtmaya çalışıyor. Gökten inen seyrek kar taneleri nazlı nazlı süzülürken rüzgarın etkisiyle hızlanıp yön değiştiriyor. Rüzgarın soğuk esintisi olmasa o kadar üşümeyecek belki de. Sadece elleri üşüyor, özellikle parmak uçlarının donduğunu hissediyor. Oldum olası eldiven kullanmayı sevmiyor.  

Sol tarafında yol boyu uzayan beton parapet üzerinde yirmi santim kalınlığında kar birikmiş. Duvara tutunmak istiyor. Sol elinin kara gömülmesiyle birlikte bileklerinden soğuk sular süzülmeye başlıyor. Üzerine basılmadığı sürece kar yumuşak kalıyormuş meğer. Sağ elinde kitaplarını tutuyor sıkıca. Sanki emanet verilmişler kendine. Gözü gibi koruyor onları. Yavaşça doğrulurken etraftaki genç insan kalabalığına bakıyor. Nasıl da rahat yürüyorlar buzun üstünde. "Gideceğin yer soğuk olur, iyi koruyasın kendini." demişti tanıdık tanımadık herkes. Ayakkabılarının altı lastik olsun kaymazsın o karda buzda. Altı kauçuk ayakkabısıyla bile kayıp düşmeyi başarmıştı ya. Ama öğrenecekti bir gün diğerleri gibi buz üstünde yürümeyi. Bir püf noktası olmalıydı bu işin. Nasıl soracaktı arkadaşlarına. Henüz doğru dürüst arkadaşı bile olmamıştı ki daha. Olsun yine de birileri yol gösterebilirdi belki.

Elinde taşıdığı kitaplar mı bozuyordu dengesini. Düşerken son bir refleksle elini havada tutmayı başarmış, bir tarafını kırmak pahasına kitapların yere dağılmasını önlemişti. Birkaç adım daha attı. İlk adımında sorun yoktu ama ikinci adımında yine dengesini kaybedermiş gibi oldu. Kontrolsüz birkaç hareketten sonra ayakları üzerinde durmayı başardı. Kamburu çıkmış kedi pozisyonunda kıpırdamadan öylece kala kalmıştı. Nefes alması bile yeniden dengesini kaybettirecekmiş gibi geldi. Neyse ki başkalarının ona baktığı yoktu. Oysa buz üstünde yaptığı komik dansı gören herkes katıla katıla gülebilirdi onun bu haline. Kitaplarını bırakmamıştı elinden. Çaresizlik içinde etrafına bakındı. Bir ara kendini komik buldu. Hatta sessizce güldü içine düştüğü bu duruma. Topu topu üç yüz metre yolu kalmıştı ama bu mesafede kim bilir kaç defa düşer kalkardı. Her düşüşünde ilkinde olduğu kadar şans güler miydi yüzüne? Yoksa düşüp bir yerlerini mi sakatlardı?

Memleketini hatırladı. Hiç kar düşmezdi oraya. Yollar buz tutmazdı. Sadece küçük su birikintilerinin üzerinde incecik bir buz tabakası oluşurdu. O da her zaman değil, sadece çok soğuk havalarda. Çocukken ayakkabısıyla o ince buz tabakasını kırmak en büyük eğlencesiydi. Bu merakı yüzünden bazen ayakkabısının içi buz gibi soğuk suyla dolardı. Su çamurla karışmış olurdu her zaman. Kirli su kirletirdi çoraplarını. Pişman olurdu sonra yaptığına.  Ama her seferinde bunu unutur yine kırmaya can atardı ince buz tabakalarını.  Yerdeki buzlara dikkatle baktı bir kez daha. Çocukluğunu hatırladı. Burada buzların altında su yok. Dondu mu dibine kadar donuyor.

Yanından kızlı erkekli bir sürü insan geçerken elinde kitapları olduğu halde kıpırdamadan durduğunu hatırladı. Ne zamana kadar böyle durabilirdi ki. Hafifçe belini doğrulttu. Her iki ayağı buz üzerinde olmasına rağmen kaymadığından cesaret alıp bir adım daha atmayı denedi. Bir kez daha kaydı ayağı. Hem kitap tutan eliyle, hem de diğer eliyle boşlukta halkalar çizerek dengesini bulmaya çalıştı. Şans eseri düşmeden toparladı kendini. İyice korkmuştu gözü. Eğer düşseydi kafasını yere çarpacaktı. "Ne zor şeymiş buz üzerinde yürümek." diye söylendi biraz öfkelenerek.

Arkasına baktı. İki genç yürüyordu ondan tarafa. Gelenlerin doğulu olduğunu düşündü her nedense. Belki giyimlerinden belki de buz üzerinde rahat yürümelerinden. Sanki ayaklarından yere bağlanmış gibi komik bir halde dikilirken seslendi gençlere. "Hocam, bi bakar mısınız?" Hocam demeye çabuk alışmıştı. Herkesin adı hocaydı burada. Bakkalı, çakkalı, şöförü, arkadaşı, işçisi, öğretim üyesi... Hiç kimsenin adını öğrenmek zorunda olmaması hoşuna gitmişti. Gençler durdu yanında. "Hocam" dedi yaşıtı gençlere, utana sıkıla, "Bana yardım edin buzda yürüyemiyorum." Gençler birbirlerine bakıp hafiften gülümsediler. O buna aldırmadan devam etti. "Bizim oralarda kar buz yok, o yüzden yürümeyi beceremiyorum." 

"Kasma kendini rahat ol." dedi gençlerden biri. "Düşme korkusuyla yürüyemezsin." Elinde miydi sanki bu? Düşmekten korkmasa çağırıp yardım ister miydi hiç, tanımadığı insanlardan? Şivelerine bakıp doğulu olduklarından emin olmuştu artık. Onların yardımdan anladıkları sadece sözlü taktik vermek miydi yoksa? "Taktik böyle verilir." dedi içinden. "Biriniz sağıma, diğeriniz soluma geçin." İki gencin arasına girip kollarıyla sağlı sollu yapıştı onlara. Sağ elinde kitapları vardı. Olmuyor, yine olmuyordu. Yoldan çevirdiği gençler zorlukla önlediler düşmesini daha ilk adımında. Birkaç başarısız denemeden sonra daha iyi hissetti kendini. "Telaş etme, yere rahat bas." diyordu yanındakiler. Yavaş yavaş küçük adımlar atmaya başladı. Kendini yeni yürümeye başlamış çocuklara benzetti. Utanılacak durumdu bu ama yapacak bir şey de yoktu hani. Artık yalnız başına bir adım atacak cesareti göremiyordu kendinde.

Hafiften eğimli bir yere geldiler. Her taraf buzla kaplıydı yine. İki adımda geçilebilecek bir yerdi aslında ama bu tümseği aşmak   hiç de kolay bir şey değildi onun için. Yanındakiler koltuk altlarından sıkıca tuttular. İlk adımında kayarken aralarından, gocuğunun kolları kaldı gençlerin ellerinde. Eğilip kaldırmaya çalıştılar. "Tamam, ben hallederim." dedi utanarak. Sökülmüş kolları uzattılar aynı anda. Hala yerde yatıyordu. Uzanıp aldı ellerinden gocuğunun sökük kollarını. Teşekkür etti her ikisine birden. "Kendim hallederim gerisini artık." dedi. Ne kalmıştı ki geriye. İki sökük kollu bir gocuktan başka. Kalçasında hafif bir ağrı duysa da önemsemedi.

Şehre inip diktirmek lazım kolları yerine. Tek kışlık giyeceğiydi bu gocuk. Amerikan pasajındaki terzilerden birine gitmek üzere otobüse bindi elinde gocuğu ve sökük kollarıyla. Hava soğuktu ama üşümüyordu artık. Düşe kalka öğrenmişti buz üstünde yürümeyi de soğukta üşümemeyi de...

4 yorum:

  1. Bugün, az önce, iş dönüşü yokuşu tırmanırken yağan kar altında, buzlu yokuşta geri geri kaymak da tersine kaymak gibiydi.

    Kar, buz, ayaz buralar. Malum Ankara yani :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Önemli olan kayıp da ayakta kalabilmek:)
      Ankara'nın karına buzuna tam da alışmıştık oysa...

      Sil
  2. Ankara'da ben kat kat kıyafetler, şapkalar,atkılar içindeyken ince çoraplı liseli kızlara inanamaz gözlerle bakardım :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ankaralı alışkındır Ankara'nın soğuğuna. Serttir ama sağlamdır.

      Sil