Pazar günü sakin başlayan günümüzü ceviz kırarak, değerlendiriyoruz. En çok tükettiğimiz malzemelerden biri olduğundan her fırsatı değerlendirmek gerek. Çıkıp terasta kuruyan domatesleri topluyorum. Akşama doğru hareket başlıyor. Hepimiz işimizin başına dönüyoruz. Misafirlerimizin hiç biri rezervasyon yapmadan geliyorlar; üstelik anlaşmış gibi hepsi bir anda. Yeni elemanlar yavaş yavaş neyin nerede olduğunu öğrenmeye başladılar. Salataların hazırlanması, sebzelerin yıkanması gibi işlerde yardımcı oluyorlar.
Aklımda yarın için yapacağımız plan var. Kızımla birlikte eşime güzel bir gün yaşatmak istiyoruz. 11 Eylül onun doğum günü. Üstelik tatil günümüze rastlaması güzel bir tesadüf. Belki de restoran açılalı beri ilk kez tam anlamıyla tatil yapacağız. Salı pazarından alışveriş yaptıktan sonra tüm hazırlıkları aynı güne bırakmaya niyetliyiz. Eşim de ilk kez tez canlılık yapmıyor her nasılsa. Kapanış saatine yakın müdavim misafir ailelerimizden biri geliyor. Hemen siparişlerini veriyorlar. İki kız kardeş eşimin krema soslu makarnasına hayran. Onun üzerine ızgara köfte söylüyorlar. Çoğu zaman misafirlerimiz şefin tavsiyesini sorarlar. Ben genel olarak tercihi kendilerine bırakıyorum. Beğeniler kişiye göre değişir çünkü. Diğer taraftan elinde kalanları satmaya çalıştığımı düşünmelerini istemem.
İşin doğrusu genç kızların yemek tercihi benim de hoşuma gidiyor. Bunu eşime söylüyorum. "Ben de olsam aynı siparişi verirdim." Kremalı mantarlı yassı spagetti tam kıvamında pişirilerek servis ediliyor. Tabakta bir buçuk porsiyon olarak istedikleri iki porsiyon gibi duruyor. Eşime takılıyorum. "Bu çok fazla, bir tabak da bana çıkar bundan." Misafirlerimize fazla geleceğini düşündüğüm duble makarna tabağı tertemiz geliyor. Beyefendinin tercihi günün en fazla sipariş alan sıcağı. Mantarlı bonfile sote. Jet hızıyla yemeklerini yedikten sonra kahvelerini içip kalkıyorlar.
İşin doğrusu genç kızların yemek tercihi benim de hoşuma gidiyor. Bunu eşime söylüyorum. "Ben de olsam aynı siparişi verirdim." Kremalı mantarlı yassı spagetti tam kıvamında pişirilerek servis ediliyor. Tabakta bir buçuk porsiyon olarak istedikleri iki porsiyon gibi duruyor. Eşime takılıyorum. "Bu çok fazla, bir tabak da bana çıkar bundan." Misafirlerimize fazla geleceğini düşündüğüm duble makarna tabağı tertemiz geliyor. Beyefendinin tercihi günün en fazla sipariş alan sıcağı. Mantarlı bonfile sote. Jet hızıyla yemeklerini yedikten sonra kahvelerini içip kalkıyorlar.
"Bodrum'a mı gitsek, internetten rezervasyon yapayım?" diye soruyor kızım. Eşimle planlarımızı paylaşıyoruz. Sabaha karşı varırız, gün boyunca da otelde uyuruz artık. Bu fikir pek alıcı bulmuyor. Gecenin bu vaktinde yola çıkmaktan vazgeçiyoruz. Şehirdeki evimize dönüyoruz.
11/09/2017 Pazartesi, Seferihisar
Sabah erken kalkıyoruz. İlk işim eşime gösterişli bir çiçek yaptırmak. Altımızda yeni açılan çiçekçi bu işi görür. "Öyle bir buket hazırla ki şimdiye kadar yaptıklarının en iyisi olsun." diyorum çocuğa. Bu esnada çarşıya gidip eşimin sevebileceği güzel bir hediye alıyorum.
Dönüşte arabamı oto yıkamacıya bırakıyorum. "Dönüş saatim belli değil, anahtarı benzinciye bırakın oradan alırım." diyorum. Artık çoğu insan tanıyor beni burada. Ev yakın, yürüyerek gidiyorum. Bir kolumda çiçek bir elimde hediye paketi eşimin doğum gününü kutluyorum. Çok hoşuna gittiği belli. "Nice güzel yıllarımız olsun hep birlikte."
Kızımın arabasıyla Selçuk'a doğru yola çıkıyoruz. Yol üzerindeki bir kır bahçesinde kahvaltımızı ediyoruz. Her pazar misafirlerimizin önüne koyduğumuz bir sürü kahvaltılık bu kez bizim önümüze geliyor. Hizmet etmenin keyfi başka, hizmet almanın daha başka. Her ikisinin tadını bilmek en güzeli. Kahvaltıdan sonra yolumuza devam ediyoruz. Yolda tartışıyoruz. Urla'da bir Özbek Köyü var, çoktandır gitmedik. Hem mezeleri güzel, hem de balıkları taze. Otobanda ilerliyoruz. Kahvaltıdan yeni kalktığımız, üstelik bazlama ekmeği ile karnımızı tıka basa doyurduğumuz için kimsenin yiyecek hali yok. Urla sokaklarında serseri mayın gibi dolaşıyoruz. Bunu biz her zaman yaparız. "Bademler köyüne gidelim." diyor kızım. "Ne var Bademler köyünde?" Tiyatro oynanan ilk köymüş. Köylüler oyuncu oluyorlar, yıl boyunca rollerine hazırlanıyorlarmış. "Eeee?" "Daha sonra oyunlarını halka sergiliyorlarmış. Bu gelenek yıllar boyu devam edegelmiş." Muziplik olsun diye araya giriyorum. "Şimdi gitsek bize de oyunlarını sergilerler mi?" Eşim soruma aldırış etmeden bir bilgi daha veriyor. "Susuz Yaz" filmi de bu köyde çekilmiş."
Kızımın kaptanlığında Bademli köyünden çıkıp alakasız yerlere savruluyoruz. Sağımız solumuz incir ağacı. Eşimin en çok sevdiği meyve, incir. Ama dalından kendisi koparırsa. "Yol üstündeki ağaçların birinden iki tane yesek hırsızlık sayılmaz değil mi?" Göz hakkı denilen bir şey var en azından. Durup olgun incirlerden topluyoruz, oracıkta yiyeceğimiz kadar. "Yok" diyor eşim, "Bizim incirler daha güzel." Urla sokaklarında turumuz devam ediyor. Arada konut sitelerini geçiyoruz tali yollarda ilerlerken. Daha bir sürü arazi var. Boş değil, zeytin ve incir ağaçları var seyrek de olsa.
Ana yola çıkıyoruz. Bir markete uğrayıp susuzluğumuzu gideriyoruz. Yavaş yavaş acıkmaya da başladık ama nereye gideceğimiz hala belli değil. Yol üstünde bir Starbucks Coffe görüyoruz. Birer kahve içmek üzere dalıyoruz içeri. Dışarının sıcağından sonra içeride klimanın serinliğiyle ferahlıyoruz. Ben soğuk bir kahve söylüyorum. Adı aynı da olsa her Starbucks Coffe aynı olmuyor. Muscat'ta içtiğim soğuk kahve nerede bu nerede? Dörtte üçüne buz kattıkları için iki yudum sonra insanın elinde buz dolu koca bir bardak kalıyor.
Özbek köyünün yanından geçip rotayı Teos'a çeviriyoruz. Güzel bir yer varmış orada. O da ne? Kocaman bir tabela karşılıyor bizi. "Pazartesi günleri kapalıyız." Gerisin geriye dönüyoruz. Artık karnımız iyice acıkmaya başladı. İnternette en güzel yorumları alan bir restorana doğru yönümüz. Sığacıkta bu yer. Taverna havasında, Yunan müziği çalıyor. Hava henüz kararmamış ama bütün masaların üzerinde "Reserved" yazıyor. "Bak gördünüz mü? Butiklere takıla takıla burayı da kaçırdık." Yaşlı bir teyze işletiyormuş bu Restaurant'ı. Hemen bizi buyur edip "İstediğiniz yere oturabilirsiniz." diyor. Bir anne kedi, üç minik yavrusuyla yanımıza geliyor. Hepsi bir yumak oluyor. Birinin karnı acıkmış, annesinin altına giriyor. Diğerleri sırasını beklerken anneleri onları yalayarak temizliyor. Hem ziyaret hem ticaret. İçeri girip vitrinden meze çeşitlerine bakıyoruz, belki ilham olur bizim için. Bizden farklı olarak deniz ürünlerinden yapılan mezeler var. "Saganaki" hoşumuza gidiyor. Menümüzde neden olmasın? Ben enginarlı karides güveç sipariş ediyorum. Kaşık salatası çoban salatasından farklı değil. "Biz kaşık salatası istemiştik." Garson önümüzden salata kasesini alıp az sonra geri getiriyor. Giden ile gelen arasında pek fark yok. Soruyorum Konyalı garsona "Ne değiştirdiniz?" "Biraz daha ufalttık domates ve salatalık boyutlarını." "Kaşık salatanın ekşili suyu olmaz mı?" "Biz böyle yapıyoruz."
Enginarlı karides güvecim geliyor. İştahla yemeye hazırlanırken, toprak güveç kap altındaki tabaktan kayarak yere iniyor. Garson önümüzdeki yavru kediye basmamak için dengeyi kaybedince kedilere sürpriz bir ziyafet çıkıyor. Kalamar pek hoşumuza gitmiyor. Yeterince yumuşak değil. Bazı restoranlar çok güzel yapıyor tavasını. Balığımızı yedikten sonra kalkıyoruz. Kızım bizi Gaziemir'e yetiştiriyor. Minibüs kalkmak üzereyken son yolcu olarak bizleri alıyor.
Torbalı'ya kadar yanımda oturan genç adamın telefonunda oynadığı çocuk oyununa bakıyorum göz ucuyla. Sırtımdaki ağrı uyumama engel. Torbalı'yı geçtikten sonrasını hatırlamıyorum. Şoförün sesi tatlı uykumu bölüyor. "Hastanede inecekler..." Eşim de uyuya kalmış. Sesleniyorum. Minibüsten uyku sersemi inip yıkamaya bıraktığım arabamızı alıyor, yaylamıza çıkıyoruz. Ooo, çok geç oldu, yarın büyük pazar var.
Enginarlı karides güvecim geliyor. İştahla yemeye hazırlanırken, toprak güveç kap altındaki tabaktan kayarak yere iniyor. Garson önümüzdeki yavru kediye basmamak için dengeyi kaybedince kedilere sürpriz bir ziyafet çıkıyor. Kalamar pek hoşumuza gitmiyor. Yeterince yumuşak değil. Bazı restoranlar çok güzel yapıyor tavasını. Balığımızı yedikten sonra kalkıyoruz. Kızım bizi Gaziemir'e yetiştiriyor. Minibüs kalkmak üzereyken son yolcu olarak bizleri alıyor.
Torbalı'ya kadar yanımda oturan genç adamın telefonunda oynadığı çocuk oyununa bakıyorum göz ucuyla. Sırtımdaki ağrı uyumama engel. Torbalı'yı geçtikten sonrasını hatırlamıyorum. Şoförün sesi tatlı uykumu bölüyor. "Hastanede inecekler..." Eşim de uyuya kalmış. Sesleniyorum. Minibüsten uyku sersemi inip yıkamaya bıraktığım arabamızı alıyor, yaylamıza çıkıyoruz. Ooo, çok geç oldu, yarın büyük pazar var.
İş de, eğlence ve gezme de harcanan zamanın içinde dengede tutulursa insan bedenen ve ruhen kendini yarınlara daha hazır hissedebiliyor. O zaman ağrı sızı da kalmaz. İnsanın meşru olarak nefsinin arzu ettiği şeyleri de yerine getirebilmeli. Hayat kutsal dengelerden ibaret. İnsan sevgisi, hayvan sevgisi, ağaç, bitki, börtü böcek sevgisi inancımız ve vicdanımızla bütünleşiyor. Hırsı bir kenara bırakarak, kanaaatkar olduğumuzda daha iyi hizmet verebilmek düşüncesi ağır basıyor. Her insan iyi şeylere layıktır. İyi şeyleri yaşamak ve yaşatmak adına hepimizin bir şeylerle meşguliyeti ve disiplini olmalı, gerisini de kendimizi hayatın akışına bırakmalıyız. Sanırım böylesi daha güzel olacaktır. Eşinize ve size nice hizmetler ve güzel günler ve ömürler diliyorum.
YanıtlaSilHırsın esiri olmamak, kanaatkar olmak, durması gerektiği yerde durmasını bilmek güzel özellikler. Elbette küçük şeylerle mutlu olmasını bilmek de önemli. İşte o zaman mutluluğu yakalamak hiç zor değil. Teşekkür ederim.
Sil