KATEGORİLER

Günce etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Günce etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Ekim 2017 Salı

ÖDEMİŞ

07/10/2017, Cumartesi, Tire

Hava kapalı, rüzgar kuru yaprakları evin içine dolduruyor. Yağmur bulutları yükünü bırakmamakta direniyor. Personeli yaylaya getirdikten sonra ilk işim çay ocağının kazanını boşaltmak oluyor. Musluğundan sızan su bankoyu göle çevirmiş. Şehirden aldığım conta, musluk borusuna küçük geliyor. Bulduğum bir şambrel parçasını keserek deliğe uyduruyorum. İşe yarıyor. Tamircinin değiştirdiği rezistans etkili değil akşama kadar suyu kaynatmaya yetmez gibi.

Mangalda ateşi hazırladıktan hemen sonra dışarı çıktığımda bir düğün alayını andırırcasına insanların geldiğini görüyorum. Çok duymuşlar Taş Ev'in methini. Öyle gezip dolaşacak, sonra çay içip gitmek isteyecekler havasındalar. Günahlarını almışım. Minibüs tutup gelmişler. Yemek yemeye geldiklerini söyleyince rahatlıyorum. Genciyle yaşlısıyla takdir etmesini, oturup kalkmasını bilen bir minibüs insan. Yemeklere, keşkeğimize bayılıyorlar. Ben de onları zevkle ağırlıyorum. Dillerinden teşekkür sözcüğü eksik olmuyor. 

Ayakları uğurlu geliyor. Yeni misafirlerimiz Kiraz'dan. Beyefendi sık sık ziyaret eder bizi. Bu kez anne ve babasını getiriyor yanında. Baba eskilerin meşhur öğretmen liselerinden birini bitirmiş emekli bir öğretmen. Bol bol sohbet ediyoruz. Aynı dili konuşmamız sohbeti daha zevkli hale getiriyor. Anne ve babasına "Arkadaşlar" diye hitap etmesi aralarındaki sıcaklığı ortaya koyuyor. 

Ödemiş akıyor bugün Taş Ev'e. İzmir'den dün rezervasyon yaptıran bir grup yola çıktıklarını haber veriyor. Onlar da Ödemiş'ten Kemal Bey'in tavsiyesine uymuşlar. Israrla "Tanıyorsunuz Kemal Bey'i değil mi?" diye soruyorlar. Ayıp olmasın, hafıza kaybım su yüzüne çıkmasın diye "Evet, hatırladım şimdi." diyorum. 

Ödemiş'te yokmuş böyle güzel bir yer. Beş kilometre ötede yaşayan Tireliler yoldan şikayet ederken otuz beş kilometre uzaktan gelenler yolu dert etmiyor. Ödemiş'e bir şube mi açsak ne?

Oldukça yoğun geçen günümüzden sonra hem salon hem verandada hizmet veriyoruz. Rezervasyonsuz gelen genç bir çift yemeklerini yedikten sonra yanıma gelip kulağıma eğiliyor. "Arkadaşıma evlenme teklif edeceğim, konfeti patlatır mısınız?" "Siz gösterin bana ben hallederim." diyorum onca işin arasında." Ancak biri daha lazım, konfeti patlatırken fotoğrafımızı çekecek." "Ayarlarız." diyorum ama biraz beklemeleri gerektiğini söylüyorum. Eşim yardımcı oluyor bana ilk fırsatta. Beyefendi cebinden çıkardığı yüzüğü hanımefendinin parmağına takarken konfetiyi patlatmam için bana işaret ediyor. Paaat diye çıkan ses eşliğinde rengarenk kağıt parçaları genç çiftin başından aşağı dökülecek diye beklerken, bütün konfetiler fotoğraf çekmek üzere uygun poz arayan eşimin başına dökülüyor. 

Salondaki masalardan birinde yine genç bir çift evlilik yıl dönümlerini kutluyor. Diğer bir çift gelmiş verandadaki masalardan birine oturmuş sıralarını bekliyorlar sabırla. Onları fark ettiğimde belki de saat 22.00 yi geçmiş. Hemen servislerini açıyorum. Daha önce geldikleri için mezeleri tanıyorlar. Oturdukları yerden siparişlerini veriyorlar. "Fellah köftesi, haydari, domates kurusu, köz biber." Yağmur şiddetini arttırıyor. Avludaki sandalyelerin içleri su dolmasın diye onları aceleyle ters çeviriyorum. 

Elemanları evlerine bırakmaya giderken son masa oturmaya devam ediyor. Nereden geldiklerini soruyorum. Sormam gereksiz aslında. "Ödemiş'ten geliyoruz." diye cevaplıyorlar. Geç vakit ısıtmamı istedikleri üç beş parça bonfile soteyi mikrodalgada unutunca eşim yenisini hazırlamak zorunda kalıyor. Gecenin tek aksiliği de bu oluyor, yeniden menüye eklediğimiz trileçeyi tatlılarımız arasında saymayı unuttuğumu saymazsam eğer.

Zaman su gibi akıyor. Belki de son dört ayın en hareketli cumartesi gününü böylece tamamlamış oluyoruz. Misafirlerimizin hepsi Taş Ev'den memnun, biz de onlardan. 

7 Ekim 2017 Cumartesi

MAZİ

06/10/2017 Cuma, Tire

Hava kapalı, rüzgar sararmış yaprakları kapıdan içeri sürüklüyor. Erdal'ı almam lazım ama aklım tamire verdiğim çay ocağında. Şehre inip çarşı içindeki tamirci dükkanına gidiyorum. Küçük dükkanın içi ev aletlerinin parçalarıyla dolu, tamirciden çok hurdacıyı andırıyor. Kapı kapalı, usta henüz gelmemiş. Telefon ediyorum, en sonunda açıyor. Serviste olduğunu, bir saat sonra ocağı alabileceğimi söylüyor.

Elemanları almaya daha zaman var. Küçük pazardan alışveriş yapıyorum. Eşim aklına geldikçe arayıp yeni siparişler veriyor. Dün tamire bıraktığım ağaç bıçkı motorunu almaya gidiyorum. "Soğumasını bekliyorum." diyor dükkan sahibi. Benim bekleyecek zamanım yok oysa. Personeli ve Erdal'ı alıp yaylaya dönüyorum.

Bazı fotoğraflar gösteriyor eşim. Taş Ev ve dedesinin yaşamından kesitler. Hepsi siyah beyaz 65-70 yıllık fotoğraflar bunlar. Köyde, yaylada ve kayalıklarda çekilen şehirli fotoğraflar. Bir sundurmanın altında ahşap iki masa birleştirilmiş, iğne oyalarıyla kenarları çevrilmiş beyaz örtünün üzeri yiyecek ve içecekle dolu. Kalabalık bir erkek topluluğu. Yuvarlak yaka kazak giymiş biri hariç diğerlerinin hepsi kravatlı, tiril tiril. 

Diğer bir fotoğrafta kadınlı erkekli bir grup kayalıklarda poz vermiş. Açık renkli modaya uygun kısa kollu elbiselerin içinde saçları bakımlı mutlu kadınlar ve yanlarında mağrur bakışlı erkekler. Üzerlerindeki kılık kıyafete bakınca bu bir kır gezintisi değil de sanki baloya gidiyorlar. Yerlerde tek çöp yok, bahçeler bakımlı. 

Ama içlerinde beni en çok etkileyen, Taş Ev'in önündeki havuza ayaklarını uzatmış genç hanımların fotoğrafı. En azından altmış beş yıl öncesine ait bu fotoğrafta yer alan kişilerin çoğu hayatta değil şimdi. Türkiye'de ilk kez yılın öğretmeni seçilen eşimin akrabası, bugün 85 yaşında olan  Orhan Aksay'ın ablaları varmış grubun içinde. Havuz fıskiyesinin tablası bugün hala yerinde. Günümüzün cafcaflı mermer fıskiyelerinin yanında iptidai kalsa da Taş Ev'in en anlamlı parçalarından biri bu. Kalıba dökülmüş beton tabla ve altındaki kaidenin yıllar önceki fotoğrafını görünce dalıyorum bir an.

Gün boyu çay ocağı ile uğraşıyorum. Tamirci dükkanından ocağı almak üzere daracık sokağa giriyorum. Arkamda ve önümde bir sürü araç konvoy olmuş, beni bekliyor. Ocağın su haznesi tecrübe suyu ile dolu. Isıtmayı sağlayan rezistansı değiştirmiş sadece. "Kazanda delik yok, akıntı göremedim." diyor usta. Önümde arkamda biriken araçların yolu açmamı isteyen korna sesleri telaşlandırıyor. Bir rezistans değişimi için bayağı yüklü para istiyor usta. Kazıklandığımı bile bile itirazsız ödüyorum. Amacım bir an önce yolu açabilmek. Ocağın kapağını bile doğru dürüst kapatmadan birlikte yüklüyoruz arabaya. Diğer araçları teğet geçerek sokaktan çıkınca derin bir oh çekiyorum. İki sokak ileride tamirciye bıraktığım ağaç kesme motorunu da alır almaz Derekahve üzerinden yaylaya çıkıyorum.

Kazanın içinde biriken kireçleri çözücüyle çıkarıyoruz. Bahçede hortumu uzatıp defalarca içini yıkadıktan sonra kurulmaya hazır hale geliyor. İşin sonunda bu işin usta gerektirmediğini anlıyorum. Oysa ne kadar paniklemiştim başta. Acaba kazan mı delindi? Bu işten kim anlar ki şehirde? Basit bir ısıtıcı işte. Rezistans kireçlenince kırılmış ve suyu da bu nedenle kaçırıyormuş meğer. Bu basit işlem aslında çok önemli. Elektrik aksamına kaçan su kısa devre yaparsa yangın bile çıkartabilirdi. Nitekim sık sık sigortanın atması da bu yüzdenmiş.

Erdal kah odun kesiyor, kah onları evin arkasına taşıyor, yorulduğunda mola verip çayını içiyor. Akşam üzeri onu evine bırakırken hafiften yağmur çiselemeye başlıyor.

Cuma günü olmasına rağmen sakin bir gün. Bunu fırsat bilip çoktandır ziyaret edemediğim bloglarıma dönüyorum. Kimi dostlar güzel şiirler yazmış, kimi içinden geçenleri. Mesela değerli arkadaşım, Ayna Hikayesi (Aytül Örcün) "Mercedes Sosa" yı konu alan bir paylaşımda bulunmuş. Gerek hayranlık uyandıran hayat hikayesi, gerekse söylediği şarkıları ilgimi çekiyor bu sıra dışı kadının. İnsanın bilecek, öğrenecek daha ne çok şeyi varmış. Ata, ilk kez annesinden ayrılmış, ana sınıfına başlıyor. Annesinin duygularını okumak sanki yanı başındaymış hissini veriyor. 

6 Ekim 2017 Cuma

PAKİZE

05/10/2017 Perşembe, Tire

Erken kalkıyorum sabah. Minicik bir yavru kuş, havuzun kenarında debeleniyor. Avucuma alıyorum, ayağının birinde problem var. Kırılmış mı acaba? Belki ilk uçuş denemesinde yere çakılmıştır. Pakize koyuyorum adını. Soğuktan üşümesin diye içeri alıp eşime gösteriyorum. "Bak sana Pakize'yi getirdim." Nereye koyacağımızı bilemiyoruz. Eşim üşümesin diye kağıt peçeteleri yorgan yapıyor, üzerini örtüyor. Çırpınırken bir daha düşecek diye korkuyoruz.  Çay tabağına biraz su koyup biraz da susam kırıntıları bırakıyorum önüne.

Eşimle sabah sohbetini yapıyoruz o hazırlık yaparken. Çok geçmeden Erdal arıyor, kendisini almamı istiyor. Daha personel servisine çok zaman var. Bu benim iki kez şehre inip dönmem demek. İnmişken kasap alışverişimi yapıyorum. 

Erdal işe koyuluyor hemen. Evin arkasındaki kütükleri şömine sobaya sığacak büyüklükte kesip istifliyor. Tek tük açılmaya başlayan kestaneleri de iki arkadaşı ile birlikte silkmeye karar vermiş. 

Tavukları besliyor, yumurtalarını topluyorum. Fifi ve Venüs'e mamalarını koyup sularını tazeliyorum. Elemanları almak üzere yeniden iniyorum şehre. 

Döndükten hemen sonra iki gün önce aynı saatlerde gelen misafirlerimiz teşrif ediyor. Damak tadının ne kadar önemli olduğunu anlıyorum bu gelişlerinde. Mantarlı bonfile sotede eşim Aşkın Şefi aratmıyor. Bir önceki aşçının kaybettirdiklerini yeniden kazanmak güzel. Nefis bir sote çıkarıyoruz. Alkol almak niyetinde değillerken birbirlerinin yüzüne bakıyor, daha sonra "Sen bize bir 35'lik getir." diyor en kabadayısı. Çay ocağı bir türlü ısınmak bilmiyor, sonunda su kaçırmaya başlayınca devre dışı bırakıyoruz. Bugün de bu aksilik. Çaydanlıkta hazırladığımız çayı ikram ediyoruz misafirlerimize. Bir kez daha memnun ayrılıyorlar. 

Eşime Pakize'yi soruyorum. "Canlandı, odada uçuyor." diyor. Çok seviniyorum. Bir süre sonra açık pencereden özgürlüğüne kavuşuyor. Akşam rezervasyonları yapılıyor. İzmir'den gelecek misafirlerinin biraz gecikebileceğinden söz ediyorlar. Bu demektir ki mesaiye kalacağız. Haberli olduktan sonra problem olmayacağını söylüyorum. 

Rezervasyon masasını hazırlıyoruz özenle. Hani misafirler geç kalırsa aç kalmasınlar diye mangalı canlı tutuyoruz. Söylenilen saati tam kırk beş dakika geçmesine rağmen gelen olmuyor. Diğer misafirlere onlar için ayırdığımız en güzel masayı veremiyoruz. Sonunda telefon etmeye karar veriyorum. Telefondaki ses gayet rahat, "Bölge Müdürümüz geldiği için yemeği iptal ettik." "Peki" diyorum, "Gelemeyeceğinizi söylemeniz gerekmez miydi?" Bunun gerektiğini belki ben bu soruyu sorduktan sonra düşünen beyefendi, "Bu konuda haklısınız." diyor. Hangi konuda haksız olduğumu düşünmeye başlıyorum. 

Kaderde mesai yapmak varmış bugün. Kapanış saatimize yakın çat kapı misafir geliyor. Uzak yoldan gelen misafirleri geri çevirmek olmaz. Onları elimizden geldiğince güzel ağırlamaya çalışıyoruz. Gecenin karanlığında bir baykuş günün bittiğini haber veriyor...

5 Ekim 2017 Perşembe

DOSTLARLA TAZE CEVİZ YİYORUZ

04/09/2017 Çarşamba, Tire

Bu aralar karasal iklim yaşıyoruz. Gece gündüz sıcaklık farkı arttı. Özellikle sabahın erken saatleri ayazın etkisiyle daha fazla üşütüyor. Ceviz ve kestane ağaçlarının arasından kümese doğru ağır ağır ilerlerken gözüm yerde, ağaçtan düşen son cevizleri arıyor. Çoğu üzerindeki yeşil kabuklarını atmış artık. Bazen yanı başıma, dökülen yaprakların arasına düşüyorlar. Başıma düşmediği için şanslı görüyorum kendimi. Gördüklerimi topluyorum. Fifi ve Venüs de seviyorlar taze ceviz yemeyi. Topladıklarımı Taş Ev'in önündeki kayısı ağacının gövdesinde kırıyorum. Taze olduklarından kolay kırılan cevizlerin içleri bütün olarak çıkıyor. Yarısını ağzıma atarken diğer yarısını ayaklarımın dibinde "Bana da ver." dercesine türlü oyunlar yapan Fifi ile Venüs arasında paylaştırıyorum. Fifi son derece kibar bir şekilde dişlerinin arasına alıyor payını. Venüs daha karşıdan üzerime sıçramaya çalışıyor.

Akşama doğru bulaşık makinesine bakmak üzere Fethi geliyor. Kaç kez aramıştım onu. İlkinde yarın, ikincisinde akşama, üçüncüsünde iki saat sonra gelirim demişti. Son kez aradığımda "Yarım saat sonra oradayım." dediğinde artık ona olan inancım iyice azalmıştı. Yarım saat değil beş saat geçtikten sonra geldi. Sorunun ayarlarla ilgili olduğunu düşünüyordum. Aşırı miktarda köpük yapıyor makine. Öyle ki, ikinci yıkamadan sonra köpükler dışarı taşıyor. Fethi, "Sorunun kaynağı parlatıcıdır." dediğinde inanmıyorum. Bugüne kadar bir şey yoktu, durup durduk yerde niye bu kadar köpük yapsın? Aynı deterjan, aynı parlatıcıyı kullanıyoruz başından beri. Ne değişiklik oldu ki? O mu, bu mu sebep derken yine kendim buluyorum sorunun kaynağını. Yeni aldığım deterjanı eskisi tam olarak bitene kadar değiştirmemiştim. Dibe çöken kalıntılar, makinenin fazla köpük yapmasının nedeniymiş. Yeni deterjanı kullanmaya başlayınca sorun kendiliğinden çözülüyor.

Yine güzel bir gece. İki güzel şeyden bahsedeceğim sadece. Genç çift evlilik yıl dönümleri için bizi seçmiş. Bu kez masa düzenlemesi falan yok. Hatta rezervasyon bile yapılmamış. Beyefendi ilk kez geldiği Taş Ev için arkadaşlarının tavsiyesine uymuş. "Masamıza bir de mum yakar mısınız?" diye soruyor. Yakmaz mıyım? Taş Ev'in tavsiyeye şayan bir yer olması gururlandırıyor bizi.

İkincisi güzellik Ödemişli misafirlerimizden. Sık sık gelir oldular. Bir sürü meze sipariş ediyorlar. Arkasından sıcakları söylüyorlar. Son derece kibar ve saygılılar. Yüzleri gülüyor sürekli. Uğurlarken mutlulukları yüzlerinden okunuyor. "Her şey çok güzeldi, çok teşekkür ederiz." diyorlar. Samimiyetlerine güvenerek, "Onu bırakın eleştirileriniz bizim için iltifat yerine geçer, lütfen beğenmediğiniz bir şey varsa söylemekten çekinmeyin. Biz de kendimize ona göre çeki düzen verelim." diyorum. "Eleştirilecek bir şey yok, gerçekten mezeleriniz, etleriniz mükemmel." diyorlar, güle oynaya ayrılıyorlar. 

4 Ekim 2017 Çarşamba

KAYSTROS TAŞ EV BİR YAŞINDA

03/10/2017 Salı, Tire

Bugün çok özel bir gün. Taş Ev bir yaşını doldurdu. Kocaman bir yılı geride bıraktık. Bir işletmenin geleceği altı ayda belli olur derler. Şükürler olsun dimdik ayaktayız. Adettendir diyerek geçen sene tam da bugün ufak çaplı bir resmi açılış yapmıştık. Mevsim itibarıyla misafirlerimizi salonumuzda ağırlamak gerekiyordu. Resmi açılış ya; şehrin idari ve mülki idare amirlerinin yanı sıra bir kaç tanınmış simayı ve dost bildiklerimizi davet etmiştik. Ne yazık ki kaymakam, jandarma komutanı, emniyet müdürü o gece yapılan geniş kapsamlı bir Fetö operasyonu sebebiyle görev başında olduklarından Belediye Başkanı ise sağlık nedeniyle İzmir'de bulunduğundan katılamamışlardı yemeğimize. Açılışı değerli meslektaşım Organize Sanayi Bölge Müdürü Sn. Galip Kılıç ile Tire Süt Kooperatif Başkanı Sn. Mahmut Eskiyörük birlikte yapmışlardı. Yerimiz geniş olmadığından davet edemediğimiz bazı dostlar gönül koydu, üzüldük bu duruma elbette. Diğer taraftan değer verip davet ettiğimiz bazıları hayal kırıklığına uğrattı. Belki bu yüzden şaşalı kutlamalara, yıl dönümü kampanyalarına yer vermedik ilk yaşımızda.

Yaşanan bir yıllık deneyim bize insanları daha iyi tanımayı öğretti. Hedefimizden, çizgimizden asla taviz vermedik. Bize dediler ki; "Rezervasyon yaptırmayı sevmez buranın halkı, kapıdan dönerse bir daha gelmez. "Akşamcı takılan kimi muhteremler dediler ki; "Rakıyı en ucuza sen ver ki, devamlı sana gelelim." Taş Ev Restaurant bölgenin incisi olmaya adaydı kafamda. Üç kişi ağırlamayı otuz kişi ağırlamaya tercih ettik. Bazı misafirler komşumuz olan diğer restoranları yermekten kendini alamadı. Biz hoş karşılamadık bu tutumlarını. Çünkü onlar olduğu için biz var olduk burada. Tehlikeli bulduğumuz bu kişiler bir daha uğramadı semtimize. 

Bir yılın sonunda hemen herkes biliyor ki, burası nezih, içkili bir aile restoranı. Dört hanımefendinin bir araya gelip gönül rahatlığı içinde gecenin geç vakitlerine kadar içkilerini yudumlayıp rahat rahat sohbetlerini yapabileceği bir ortam yaratabildiğimize göre hedefimize ulaşmışız demek.

Kış çok sert geçti. İki kez bahçeyi bembeyaz kar örtüsü kapladı. Taş Ev bir başka güzel olduç Yollarımız buz tuttu. Belki de en zor günlerimizdi. Belediyenin kapısını aşındırdık tuzlama yapılsın diye. Buzlar eridikten sonra tuzlamaya geldiler. Hakkını ödeyemeyeceğimiz sadık misafirlerimiz kendilerini riske atıp yine geldiler. Yolda arabaları kaldı. Onları kurtarmaya çalışırken ben de büyük tehlike atlattım. 

Kışın zor şartları hızımızı kesmedi. Şömine sobamız kestane odunlarıyla çıtır çıtır yanarken sıcak şarap ikram ettik misafirlerimize. Taş Ev'de kahvaltı servisimiz yaz kış devam etti.     

Geçen bir yıl aynı zamanda bir eğitim süreciydi bizim için. En büyük sıkıntımız personelden yana oldu. Başlangıçta kendini gösterip sonradan bizi kendilerine mahkum sayan bazı zavallılar yıllarca sürecek sıcak bir yuvadan oldular. Bayram günü eşim ve kızımla bir anda yalnız kaldık, yılmadık. İyi niyet ve gayretimizi gören hatırşinas misafirlerimiz işimizi kolaylaştırmak için ellerinden geleni yaptılar. Onlardan bazıları "Burası bizim evimiz, o sıcaklığı hissediyoruz." derken duygulandık. 

A dan z'ye her işe girdik, üstesinden gelince kendimize güvenimiz arttı. Geçmiş kariyerimize aldırmayıp bulaşık da yıkadık, mangal da yaktık, çöpleri de döktük, tuvaletleri de temizledik yeri geldiğinde. Bütün bu işler inanılmaz derecede zevk verdi bize. Yorgunluğumuz misafirlerimizden aldığımız tatlı bir sözle kayboldu. "Mezeleriniz harika, pirzolanız mükemmel." sözlerini duymak havalara uçurdu bizi. Belki inanmayacaksınız ama eşimin bel ağrısı şikayetleri bile azaldı. 

Asalet timsali Fifi, kara kızlarla birlikte girdi hayatımıza. Kısa sürede yeni yuvasını benimsedi. Kışın kapılar kapalı iken havlayarak haber verdi misafir geldiğini. Sonradan sevimli haydut Venüs geldi. Geldiğinde Fifi'nin yarısı kadar yoktu. İnanılmaz bir hızla büyüdü. Onlar en gerçek dostlarımız oldu. 

Evet, bugünü sıradan bir gün olarak geçirdik. Zaman zaman yaşadığımız keyifli ve zor anlar düştü aklıma. Sabah hava yeni yeni aydınlanmaya başlarken eşim mecburen yine uyandırıyordu beni. "Tüp bitti, değişmesi lazım." Kapıyı açıp çıktım dışarı. Beni gören Fifi ayaklarımın etrafında dört dönerek sevincini gösteriyordu.

Tüpü değiştiriyor, vanayı açık pozisyona getiriyorum. Büyük pazar alışverişi için ihtiyaçlarımı gözden geçiriyorum. En önemlisi dün bilemek için bıraktığım bıçakların alınması lazım. Eşim mutfaktan sesleniyor. "Ocak yanmıyor, tüpü değiştirmedin mi?" Uyku sersemliğinden olacak, vanayı açtığım halde tüpün açma kapama düğmesini çevirmemişim. Düğmeyi sağa çevirince gaz yolunu buluyor, ocaklar yanıyor. Gündüz saatlerinde misafirlerimiz Aydın'dan öğretmen bir çift. Beyefendi Çineli olduğunu söyleyince. "Ben de Çine Barajının ilk proje müdürüyüm." diyorum. Salondan şehrin manzarasına hayran kalıyorlar. İki çocukları da harbiyeliymiş. Fetö'cüler sözde sağlık nedenleriyle ordudan ayırmışlar büyük olanı, başarılı bir üsteğmen iken. Şimdi ABD'de pilot'muş. Diğer oğlunu da Harp Okulunun üçüncü sınıfından atmışlar Fetö'cü diye. Büyük oğulları Fetö'cüler, küçük oğlu sözde Fetö'cülere karşı operasyon yapanlar tarafından tasfiye edilmiş şanssız bir aile. Sadece tasfiye edilse yine iyi. Harp Okulunda öğrenci iken atılan gitmiş elektrik mühendisi olmuş sonra. Kurduğu şirkete iş yaptırmamışlar bu kez. Atatürkçü aydın bir aile. Uzun uzun memleket hallerinden konuşuyoruz. 

Öğretmen çifti uğurladıktan sonra İncirliova'dan geliyor misafirlerimiz. Hava serin olmasına rağmen verandada oturmayı tercih ediyorlar. İçlerinden birinin ilk ziyareti değil bu. İnsanların dostlarına gururla "Bakın sizi bir yere götüreceğim, bayılacaksınız." demeleri ne güzel. İki oğlundan biri bilgisayar, diğeri ziraat mühendisi. Diğerinin tek oğlu Edebiyat Fakültesini bitirmiş üç yıl önce. Hiç biri mesleklerini yapmıyor, babalarının kurduğu iş düzeninin içindeler. Alkolün rahatlatıcı etkisiyle beni masalarına davet edip sohbetlerine ortak etmek istiyorlar. Onların hayali çocuklarının kravat takıp mesleklerinde yükselmeleri. Çevrem geniştir diye iş konusunda yardımcı olmamı istiyorlar. "Bakın, ben diyorum otuz beş yıl kravatı boynumdan eksik etmedim. Şimdi onu boynumdan attığıma çok seviniyorum." 

Verandanın diğer masasında bir baba kızı ağırlıyoruz. Hanımefendi doktor, oldukça genç görünüyor. Kızımın arkadaşıymış. Ne yemek istediklerini soruyoruz, tavsiyelerimize uyacaklarını söylüyorlar. Tire'ye dışarıdan gelenlere yörenin en meşhur yemeği olan Tire şiş köfte sunuyoruz. 

Tanıtım filmi için ekip biraz daha çekim yapmak istiyor. Hazırladıkları taslak filmi gösteriyorlar. Çok beğeniyoruz. Yine drone havalanıyor, cepheden Taş Ev'in son görüntülerini alıyor.    

2 Ekim 2017 Pazartesi

850 EDEPSİZLİĞİ

02/03/2017 Pazartesi, Tire

Tatil günümüz ya, eşimle tembellik yaptık bugün. Çalışma günlerimizin temposundan eser yok. Hiç ayrılmadık birbirimizden. Güzel bir menemen yaptım, birlikte oturup yedik. Küçük pazara gittik öğleden sonra birlikte. Orada sadık misafirlerimizden biriyle karşılaştık. Gamzeli Hanım deriz eşimle biz ona. Ceviz almışlardı bizden. Bir yanlış anlama sonucu on iki lira fazla ödemişlerdi. "Size on iki lira borcum var." deyip durumu izah ettim. "Bir sonraki gelişimizde hallederiz." dedi, gülümseyerek. Daha sonra eve uğrayıp mevsimlik kıyafetlerimizi aldık. 

Niyetim erken dönmekti. Alışveriş listesi kabarık olunca uzun sürdü işimiz. TC. Devlet Demiryolları'ndan aradılar yine. Üç sene önce bıraktığım görevime benden sonra devam eden arkadaş ile aynı ismi taşımamızdan dolayı karışıyor işler. Geçen gün de Daire Başkanı aramıştı, şantiye ziyareti için Ankara'dan yola çıktıklarını haber vermek amacıyla. Yanlış kişiyi aradığını anlayınca "Bu vesile ile sesini duymuş oldum." demişti. Bunlar neyse de sabahın erken saatlerinden mesai bitimine kadar 850'li bir numara tatil günümü zehir ediyor. En olmadık zamanlarda elimdeki işi bırakıp telefona bakıyorum, hep aynı numara. Cevap vermeyince yine arıyor. Yüzüne kapatınca yine arıyor. Açıyorum, cevap vermiyor. Çin işkencesi gibi bir şey. Eşim evde hazırlık yaparken saç tıraşı olmak üzere altımızdaki kuaföre gidiyorum. Önlük ellerimin üzerinde, berber işini yapıyor. Zırr telefon. Güçlükle cebimden telefonu çıkarıyorum. Yine aynı numara. "Size yeni kampanyamız hakkında bilgi vermek isteriz, bize beş dakikanızı ayırabilir misiniz?" "İlgilenmiyorum." diyorum, canınız cehenneme dememek için kendimi zor tutarak. "Nedenini öğrenebilir miyim?" diyor. Nedeni yok işte. İlgilenmiyorum o kadar. Kişi haklarına saygısızlık bu yaptıkları. Eskiden kapı kapı dolaşan pazarlamacılar vardı. Bunlar telefonla daha beterini yapıyor.

Öğretmen Evi'nin bahçesinde oturup dinlendik biraz. Aldıklarımızı yerlerine yerleştirdikten sonra takip ettiğim bazı bloglara bakmak niyetim.

PAZAR TELAŞI

01/10/2017 Pazar, Tire

Yine zaman çarkı hızlı dönmeye başlıyor. Ekim ayına güzel bir başlangıç yapıyoruz. Elemanları zamanında alıp geliyorum. Emine Hanım yöresel olarak katmer denilen otlu gözlemeleri yapmak üzere yufkaları açmaya başlamış bile. Hava kapalı, yağmur yağdı yağacak. Kim çıkar bu havada evinden diye düşünürken yanıldığımı anlamam uzun sürmüyor. Kahvaltıya gelmediği pazar günü artık merak etmeye başladığımız eczacı hanımefendi ilk rezervasyonu yapıyor. Hemen hazırlığa başlıyoruz. Onlar henüz gelmeden İzmir'den yola çıkan misafirlerimiz Kaplan Köyünden arıyor. "On beş dakika sonra oradayız." Kahvaltımızı etmeye fırsat bulamadan hummalı bir telaş başlıyor. Bir hanımefendi arıyor. İsmini söylemese de numarası telefonumda görünüyor. "Misafirimiz gelecek, beş kişiyiz, sizde kişi başı kahvaltının ücreti ne?" Söylüyorum, pahalı geliyor ki, teşekkür edip kapatıyor telefonu. E, ne yapalım her kalitenin bir bedeli var. Merak ediyorum kim bu arayan. Facebook'a telefon numarasını yazıyorum. Devlet Hastanesi uzman doktorlarından biri çıkıyor karşıma, şaşırıyorum.  

Bizi bugün rahatlatan olay misafirlerimizin önceden arayıp rezervasyon yaptırmaları. Yarım saat önce aramaları işimizi kolaylaştırıyor. Bu süre o kadar önemli ki bizim için. O esnada yumurtalar kaynatılıyor, domates ve salatalık söğüşler hazırlanıyor, beş çeşit ev yapımı reçel kişi sayısına göre porselen kaplara konuluyor, gelmelerine yakın pişiler, gözlemeler hazırlanıyor. Yetmezmiş gibi, eşim bugün bir de minik kuplarda kek hazırlamış. Beklenenden fazla gelen olunca kekler tükeniyor, bu sefer tahinli kurabiyeler alıyor yerini. Çaylar potlara dökülüyor, ekmekler, ısıtılmak üzere hazırlanıyor,  Kaplan'ın meşhur suyu sürahilere dolduruluyor ve servisler açılıyor.

Her şey saat gibi tıkır tıkır işliyor. Defalarca çaylar tazeleniyor, ilave ekmek isteyenler mi ararsın, kekikli, pul biberli zeytin yağı mı? Arada tereyağında yumurta, sucuk ya da sucuklu yumurta isteyenlere gecikmeden yetişiyoruz. Bu koşturma içinde nihayet uzun süredir beklediğimiz yağmur nihayet geliyor. Şimşekler çakıyor, gök gürültüleri ortalığı inletiyor. Yağmuru salondan seyretmenin keyfine doyum olmuyor. Misafirlerimizden bazıları yakınlarını arıyor telefonla. "Öyle güzel bir yer keşfettik ki, inanmazsın." Tire'de ya da yakın ilçelerde yaşayıp ilk kez konuk ettiklerimiz neden şimdiye kadar gelmedik buraya diyerek hayıflanıyorlar.

Ama bende en çok iz bırakan Defne adında iki üç yaşlarında bir kız çocuğu. Benimle o kadar sıcak bir ilişki kuruyor ki yanımdan ayrılmıyor. Masalara uzanıp servise yardım etmeye çalışıyor. Ben salona çıkarken peşimde, aşağı inerken yine peşimde. "Ne güzel kızsın sen öyle." deyince pek de mütevazı. "Herkes öyle diyor." diye cevap veriyor. Bana yetişmeye çalışırken bir ara merdivenlerden düşüyor. Dudağı kanamaya başlıyor. Ağlamasını durdurmak zor. Yine onunla konuşarak acısını unutturmayı başarıyorum. Kahvaltılarını bitiren ailesini uğurlarken onun aklı burada kalıyor. En yakın arkadaşı Mete. "Mete ile birlikte yarın yine gelelim." diyor annesine. "Söz mü?

Her şey çok beğeniliyor bugün. Böyle bir güzelliği Tire'ye kazandırdığım için teşekkür ediyorlar. Her ayrılan yanında kartvizitimizi götürüyor. Mezelere bayılıyorlar, elimizdeki malzemeler tükeniyor. Akşama doğru bir nefes alıyoruz. Ne çalışanlar ne de biz ağzımıza bir lokma bir şey koyamadık. Yardımcı hanımlar hemen bir şeyler hazırlamış. Fırsat bu fırsat aceleyle atıştırıyoruz. Gecenin ilerleyen saatlerinde sadece bir masa kalıyor. Onlar da derin mevzulara dalmışlar. 

1 Ekim 2017 Pazar

ÇEKİM GÜNÜ, ESKİ DOSTLAR

29/09/2017 Cuma, Tire

Küçük pazar alışverişi için biraz erken iniyorum şehre. Kapya biberler geçen haftalardaki gibi iri değil. İki ayrı yerden güzellerini seçiyorum. Kışa hazırlık olsun diye ağaç motoru için benzin alırken arabamın deposunu dolduruyorum. 

Sabah gelirken personelle birlikte Erdal'ı alıyorum. Kocaman ceviz ve kestane kütüklerini kesmekte zorlanıyor. Kışa girmeden şömine sobamızda keyifle yakacağımız odunların şimdiden hazırlanması gerek. 

Tanıtım filmimiz için bugün ANKA Prodüksiyon'u ağırlıyoruz. Dört kişilik ekip saatlerce emek veriyorlar güzel bir şey ortaya koymak için. Dün drone kullanarak çektikleri filmi gösteriyorlar. İnsanın ulaşamayacağı her noktadan fotoğraf ve film çekmek bambaşka bir güzellik çıkartıyor ortaya. 

Film çekimleri başlayınca eşimle ızgara başında kimin poz vereceği konusunda tatlı tatlı çekişiyoruz. Misafirlerimiz gönüllü olarak çekimlerde rol alıyorlar.  Ekiple birlikte adeta bütünleşiyorlar. Akşama doğru İzmir'den bir beyefendi arıyor. Bir arkadaşı sevgilisine evlenme teklif edecekmiş. Demek ki ünümüz ilçe sınırlarını aştı. Web sitemizde gördüğü menüler hakkında görüşüyoruz. 

Artık çok sevdiğim haber programlarını izleyemiyorum. Haberleri bile yolda giderken arabamın radyosundan dinleyebilirsem ne ala. Kalkınma Bakanı Çin ve Hindistan'dan sonra dünyada en çok büyüyen ülke olduğumuzu açıklıyor ve ilave ediyor: Bütün dünyanın bize karşı durmasına, teröre, bölgenin ateş çemberi olmasına rağmen... Sadece bir de üç milyon Suriyeliye kapılarımızı açtık demeyi unutuyor. Gelişmiş ülkeler sıralamaya giremiyor. Çünkü onlarda gelir dağılımında adalet var. Bizde birileri servetlerini büyütüyor sadece. Onlar büyüdükçe bizi de kendilerinden sayıyor olmalılar.  

30/09/2017 Cumartesi, Tire


Sabah erken saatlerdeki serinlik hoşuma gidiyor. Eşimle lafa dalınca biraz geç çıkıyorum. Kaplan Köyünün dar ve virajlı yokuşları beynime çizildi artık. Yabancı olanlara ürkütücü gelen yol benim için adeta bir otoban. Biberleri közlemek için mangalı hazırlıyorum. Öğlen yemeği benden bugün. Hanımlar salonun camlarını silmekle meşgul. Eşim irmik helvasına yoğunlaşmış. 

Telefonum çalıyor. Arayan tanıdık biri, bende kayıtlı. Bir tur getirmiş İzmir'den. Kahvaltıdan sonra kahve içmeye gelmek, Taş Ev'i göstermek istiyormuş beraberindekilere. Tamı tamına yirmi dokuz kişi. Burası bir restaurant, diyorum. "Yarım saat sonra oradayız." diyor. "Cafe tarzında çalışmıyoruz, zaten rezervasyonsuz o kadar kişiyi ağırlayamayız." diyorum. "Daha yarım saatiniz var ama." diyor. Özür dileyerek geri çeviriyorum taleplerini. Eşime takılıyorum. "Restaurant yerine müze yapsaydık Taş Ev'i kararımız daha mı isabetli oldurdu acaba?"

Saat bire geliyor. Eşim soruyor, "Didim'den buraya kaç saat sürer?" 1,5 saat falan diyorum. Kdz. Ereğli'den tanıdığımız Zeynep Hanım, arkadaşı Neşe Hanım ile birlikte ziyaret edecekler bizi. Beş yılımızı geçirdiğimiz Karadeniz'in en güzel ilçesinden sohbeti tatlı Zeynep Hanım dün telefon edince çok sevindirmişti bizi. Beklediğimiz misafirlerimiz geliyor. Güzel bir hava var bugün. Onları verandaya alıyoruz. Eski günleri, arkadaşları konuşuyoruz. Neşe Hanım, eşim gibi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni. Zeynep Hanım'ı anlatmaya kelimeler yetmez. Kdz. Ereğli'de nerede bir sanatsal etkinlik varsa orada karşınıza çıkar. Oyunculuk performansı hala hatırımda. Rahmetli Leyla Hanım ile birlikte sergiledikleri doğaçlama yöresel köylü kadınlarının şiveli repliklerinden örnekler veriyor aradan otuz sene geçmesine rağmen. Eşim türlü mezeler ve Tire şiş köfte ikram ediyor misafirlerine. Eşimi bu kadar mutlu görmemiştim uzun zamandır. Sohbet esnasında Narköy ve geçenlerde ziyaretimize gelen sahiplerine geliyor konu. Nar Hanım ile Zeynep Hanım tanışıyorlarmış meğer. Hemen arıyor onu "Bil bakalım ben neredeyim?" Nereden bilsin iki gün önce o paha biçilmez tohumları getirdiği Taş Ev, bu kez arkadaşı Zeynep Hanımı ağırlayacak. Bu ara Acemi Demircinin isteğini yerine getirip tohumların bir kısmının fotoğrafını çekiyorum.

Onca sıkıntı çekmesine rağmen çevresine neşe saçan Zeynep Hanımı uğurladıktan sonra gelen misafirlerimiz genel olarak fazla alkollü içki sipariş etmiyor. Bugün mezelerimiz vn bisin e keşkek revaçta. Mangalımız tam kapasite çalışıyor. 

Aniden bir patlama sesi, ardından eşimin ve çalışan kadınların bağrışmaları ile irkiliyorum. İlk aklıma gelen birini elektrik çarptığı. Ses çay ocağından gelmiş. Yan tarafındaki elektrik bağlantı kutusu alev almış, kıvılcımlar çıkıyor. Hemen fişi prizden çıkarıyoruz. Eşimin ilk düşündüğü şey yarın kahvaltıda çay veremezsek ne olacağı. Ben kimsenin zarar görmediğine seviniyorum. Hemen elektrikçiyi arıyorum. Yeni elektrikçimiz sözünün eri, düzgün biri. Durumu anlatıyorum. Hemen gelip arızayı gideriyor.

Verandada ağırladığımız sanatçı kimliği olan genç dostum hocasıyla birlikte derin sanat sohbetlere dalıyorlar içkilerini yudumlarken. Trafik kontrolünde polise ehliyetini kaptırmış altı aylığına. O yüzden uzun zamandır yolu düşmüyormuş Taş Ev'e. Hem kendisinin hem de hocasının zarafeti, nezaketi etkiliyor bizi. Eşim onlara irmik helvası ikram ediyor. Biz onlardan, onlar bizden hoşnut kalıyorlar. 

Bugünün bir diğer özelliği gelen misafirlerimizin çalınan müzikle ilgili beğenileri. Müzikleri kimin seçtiklerini soruyorlar bana. Kim olabilir ki? 

29 Eylül 2017 Cuma

O LA LA

27-28/09/2017 Çarşamba, Perşembe Tire

27/09/2017 Çarşamba

Yeni elemanlar her geçen gün işe ısınıyorlar. Personeli getirdikten sonra rutin işlerimi yapıyorum. Terasta cevizlerimiz kurudu. Onları özenle toplayıp çuvallara dolduruyorum. Eskiden beş kilo yük ağır gelirken elli kiloluk çuvalları sırtlayıp depoya götürmekten büyük haz duyuyorum. Yerinden kalkmayan ağır çuvallar sırta vurulunca tüy gibi hafifliyor. Yukarı yayladaki ceviz ağaçlarından bu sene hiç verim alamadık ama aşağı yaylada topladığımız ceviz geçen senekinin iki katı. Kestane hasat mevsimi yaklaştıkça beni yine bir korku sarıyor. Bir ortakçı bulmak en iyisi. 

Sakin bir gün geçiyoruz ama yine de başımızı işten kaldırmıyoruz. Akşam yemeğine gelen misafirlerimiz rezervasyon yaptırmadan şanslarını denemişler. Onlardan biri eski müdavimlerimizden. Arkadaşları geldiğinde onca rakıya bana mısın demeyen beyefendi bu kez ailesiyle birlikte geliyor. Eşinin başı kapalı. İçecek siparişlerini alırken en azından ellilik ister diye düşünürken meşrubat sipariş etmesi güldürüyor bizi. Belli ki eşi hanımefendi dizginleri almış eline.

Personeli evlerine bıraktıktan sonra dönüş yolundayım. Biraz yorgun ama misafirlerimizi memnun ettiğimiz için mutlu. Taş Ev'e iyice yaklaşırken son virajda  gecelerimin sadık yoldaşı ayın parlaklığı dikkatimi çekiyor.Hemen durup bir kare alıyorum. 

28/09/2017 Perşembe, Tire

Elemanları yaylaya getirdikten sonra yapacağım işleri sıraya koyuyorum kafamda. Günün ilk sürpriz misafirleri geliyor. Bu sayfaların eski okurları onu gayet iyi hatırlayacaklardır. Bizim eski şef Aşkın yanında bir arkadaşı ile birlikte geliyor. Mutfağımızın eski sihirbazı halen Bodrum'da çalışıyor. Verandada biralarını yudumlarken samimi bir sohbet başlıyor. Eşim de işini bırakıp katılıyor bizlere.

Az sonra genç bir çifti konuk ediyoruz. Bahçede buz gibi biralarını yudumlarlarken mezelerimiz ve keşkeğimizin tadına varıyorlar keyifle. Yeni işletmeye açıldığımız zamanlarda gelmişler ilk kez. Bu aralar "Senede bir gün" cüler çoğalıyor. Ne zaman mutfakta işe koyulsam mutlaka bir gelen oluyor. Etlerin hazırlanması benim işim. Yapmadığım bir bu iş kalmıştı zaten. İlginç bir şekilde yaptığım her işten zevk alıyorum. 

Akşam saatlerinde içeri bir araba girdiğini haber veriyorlar. Gelenler Bayındır'dan. Arkadaşları "Gidin, Taş ev'i bir görün." demiş. Avukatlık yapan beyefendiyi gezdirirken faaliyetlerimiz hakkında bilgi veriyorum. Hayran kalıyor, en kısa zamanda rakı içmeye geleceğini söylüyor.

Üç beyefendi geliyor. Biralarını içerken asıl amaçlarının nikah sonrası davetlilere verecekleri yemek hakkında görüşmek olduğunu söylüyorlar. Elli kişilik bir menü hazırlamamı rica ediyorlar. Salonumuz elli kişilik ama kırk kişiye daha konforlu hizmet verebileceğimi söylüyorum. Yarın arayacaklarını söylüyorlar.

Akşamın büyük sürprizinden habersiz tanıtım filmimizi çekecek genç arkadaşları davet ediyorum. "Bu akşam sakin olur, rahat rahat konuşuruz yapılabilecek ne varsa." Son aşçımızın hünerli (!) ellerinden yediği bonfile soteden sonra uzun bir ara vermişti saygıdeğer konuğumuz. Şehrimizin en büyük sanayi kuruluşunun bir numaralı ismi ile Ticaret Odası Başkanı ve saygıdeğer eşleri ile birlikte bizi onurlandırıyor. Misafirlerimizin sipariş ettiği ana yemek değişmiyor. Belli ki bize bir şans daha vermişler. Bu kez mutfakta eşim var. Onlara hünerli elleriyle bir mantarlı bonfile sote çıkarıyor. Misafirlerimiz mest oluyor. Mezelere bayılıyorlar. Sadece onlar mı? 

Bayındır'dan gelen özel misafirlerimizi ben ilk kez görüyorum. Daha önce babamın cenazesi nedeniyle İzmir'de olduğum gün kahvaltıya gelmişler. Eşim hatırlıyor onları. Yanlarında kızları ve aslan parçası şirin mi şirin bir torunları var. Asker emeklisi konuklarımızı güzel bir şekilde ağırlıyoruz.

Dün müteahhit aynı zamanda meslektaşım bir dostumu üçüncü kez aramıştım. Bahçedeki park yeri büyük sorun haline geldi artık. Alçak lüks arabaların altı taşlara sürttükçe içim cız ediyor. Çoktandır gelmesi gereken bu dostum yanında konukları ile birlikte misafirimiz oluyor. Bir müddet sonra çekim ekibindeki arkadaşlar katılıyor onlara. Çekimi yapan genç arkadaşım ile müteahhit meslektaşım kardeş oluyorlarmış meğer. Bir yandan çekim yapılırken keyifle yiyor, içiyorlar. Yemeğin sonuna doğru bahçede yapmayı düşündüğüm araç park yeri düzenlemesi ile ilgili görüşüyoruz. 

Keyifli bir akşam oluyor. Personeli evlerine bıraktıktan sonra dönüş yolundayım. Biraz yorgun ama misafirlerimizi memnun ettiğimiz için mutlu.

28 Eylül 2017 Perşembe

ARA SIRA DEĞİŞİKLİK İYİ GELİR

25-26/09/2017 Pazartesi-Salı, Kuşadası, Tire

25/09/2017 Pazartesi

Bugün tatil günümüz olduğu için geç kalkıyoruz. Hayvan dostlarımızla ilgileniyor, onların yemlerini, mamalarını ve sularını tazeliyorum. Öğlen vakti Toplu Konut pazarından ihtiyaçlarımızın önemli bir kısmını alıyorum. Pazar alışverişini üç güne dağıtmak her bakımdan iyi. Hem daha az yorucu, hem de daha taze oluyor aldıklarımız. 

Dönüşüm saat dördü buluyor. "Hadi biraz dolaşalım, biraz değişiklik olsun." diyorum eşime. Dünün verdiği stresi üzerinden hala atamamış görünüyor. "Bu vakitten sonra nereye gideceğiz?" diyor. Aklımda Kuşadası olduğu halde söylemiyorum. Hazırlanıp çıkıyoruz yola. Hava çok güzel. Ne sıcak yakıyor ne de soğuk üşütüyor. Biraz sürat yapıp radara yakalanmadan varıyoruz Kuşadası'na. Merkeze yakın, deniz kenarında bir yere park ediyoruz arabamızı. Deniz havasını özlemişim. Kordon boyu çarşıya doğru yürüyoruz. Çarşıda biraz alışveriş yaptıktan sonra eskiden sıkça gittiğimiz bir balık lokantasına giriyoruz. 

Mezeler ilgi alanımız. Nasıl sergiliyorlar, neler var? Benim favori mezem köz patlıcan. Eşim deniz börülcesini tercih ediyor. Yanında bir de tekmil fava söylüyoruz. Ortaya bir de kaşık salata. Kaşık salatada salatalık kullanılmamış. Salatalıkları mı bitti yoksa buranın adeti mi? Bize hizmet eden garsonla sohbet ediyoruz. "Büyük bir gemi geldi bugün." Tecrübeli bir garson olarak aldığı ücreti merak ediyoruz. Bin beş yüz lira deyince şaşırıyoruz. Uzun süredir aynı yerde çalışıyormuş. "Burada tip'ten kazanıyoruz." diyor. "Yabancılar masa başına on Euro, on beş Euro bahşiş bırakıyorlar." Bizim dışımızda iki masa daha dolu, diğerleri boş. İrice bir levrek söylüyoruz. Mezeler lezzetli, balık taze ve güzel pişirilmiş. Hemen yanı başımızda balıkçı tekneleri hoş bir görüntü oluşturuyor. Balığın yanında iki de bira içiyorum buz gibi. Keyfimiz yerine geliyor. Garson uyarıyor. "Yolda çevirme olabilir." İki biradan ne olur ki. Yol boyunca sohbet ediyoruz eşimle. Dönüşümüz saat dokuzu buluyor. 

26/09/2017 Salı

Sabahın yedisinde sesleniyor eşim. Zeytinyağı boşaltılacakmış (!) Yeniden menü hazırladığımdan dolayı sabaha karşı yatmıştım oysa. O ise sabahın köründe kalkmış bir sürü meze hazırlığına başlamış bile. Yeni hazırladığım menüde hazırlaması zaman alıcı ve sıcak sunulan mezeleri ara sıcak bölümüne aldım. Mesela kuru domates. Tepsiden tabağa al olmuyor. Önce ısıtacaksın, daha sonra tereyağında kavurduğun cevizi üzerine dökeceksin ki lezzetine doyum olmasın. Şehre inip yazıcıdan çıkartıyorum yeni menümüzü. Bu kez yabancı konuklarımız için sunduğumuz yemek ve mezelerin İngilizce açıklamalarını da ilave ettim. 

NARKÖY 

Öğleden sonra sürpriz konuklarımız var. Enver Bey, emekli bir general. Birkaç hafta önce eşiyle gelmişti ziyaretimize. Bu kez ablası Nar Hanım ve eniştesi Ahmet Beyi getiriyor bize. Ahmet Bey Tire'liymiş. Onlar da bizim gibi bir rüyalarını gerçekleştirmişler. Gelmelerinin sebebi bize moral vermek. Taş Ev, eşim ve benim hakkımda internet sayfalarımızda verilen bilgileri okumuş, etkilenmişler. Koca general "Ben de mutfakta yeri geldi bulaşık yıkadım." diyor. Ama bir tesisleri var şimdi Narköy adında, muhteşem bir yer. Verandada şaraplarını yudumlarken deneyimlerini anlatıyorlar uzun uzun, tesis ve hizmetlerinden bahsediyorlar. Narköy kocaman bir çiftlik, içinde bir butik otelin ve restoranın yer aldığı, kendilerinin yetiştirdiği organik ürünlerden başka bir malzemenin kullanılmadığı bir hayal dünyası. Yurt içinden ve yurt dışından seçkin misafirlerin ağırlandığı doğal bir ortam, bir yaşam merkezi. Nar Hanım ellerinde 1.500 tohumun yer aldığı bir banka oluşturmuş. Bize gelirken yirmi çeşit kadar organik sebze tohumu getirmiş sağ olsun. "İnşallah sizin de bir tohum bankası oluşturmanıza katkısı olur bunların." diyor içtenlikle. Tohumlar hakkında detaylı bilgi veriyor. "Bu kayısı domatesi, görünümü kayısıdan farksız ama bir de lezzeti var, sormayın." Emekli bir öğretmen, kendini organik tarım üzerinde çok iyi geliştirmiş. "Bizim otuz sekiz çalışanımız var şu anda." diyor Enver Bey. "Sabredin, sizin burası çok güzel olacak, hiç bir şey sizi yıldırmasın." Bu sohbet hem bana hem eşime büyük moral oluyor. Onlara spesiyallerimizden fellah köftesi ve  kuru domates ikram ediyoruz. Nar Hanım Adanalıymış. Fellah köftesi ve kuru domatese, cevizimizin lezzetine bayılıyorlar. Gidip onlara dalından şeftali topluyorum. Bizim meyvelerin de ne ağaçlarında ne de toprağında ilaç var. Çekirdeklerini yanlarına almayı ihmal etmiyorlar. Güzel başlayan günümüz güzel bitiyor.

27 Eylül 2017 Çarşamba

UNUTULMAYACAK BİR PAZAR GÜNÜ

24/09/2017 Pazar, Tire

Sabaha karşı ayak ucuma doğru kaymışım yataktan. Sırt üstü yatarken dizimi büküp ayağımın topuk ucundan destek alarak var gücümle kendimi hızla yukarı çeker çekmez alnımın sağ tarafı taş duvarla buluşuyor. "Ahh" diye bir ses çıkarıyorum yarı uyur vaziyette. Sabah gözlerimi açar açmaz alnımdaki ağrıyı hissediyorum. Elimle dokunuyorum. Küçük bir baloncuk oluştuğunu fark ediyorum. 

Komşu hatırına üye olduğu partinin delege seçimleri için oy kullanacak eşim. İki liste yarışıyor. Her iki taraftan mutlak surette oy kullanması için baskı yapılıyor. Bugün bir de kahvaltı servisimiz olduğu için iki ayağımız bir pabuca giriyor. Saat dokuzda başlayacak oy verme işlemi on beş dakika gecikiyor. Daha sandık işlemleri bile saatinde tamamlanamıyor ise bu kadrolarla partinin durumu belli ki çok zor. Elemanları alıp dönüyoruz yaylaya.

Geçen haftanın aksine kahvaltı sakin geçiyor. Kahvaltı misafirleriyle yakından ilgilenecek zamanı buluyoruz. Emine Hanım'ın kendi açtığı yufkalarla yaptığı gözlemeler enfes. Bugüne kadar yediğim en güzel gözleme diyebilirim. İçine değişik otlar koyuyor. Gözlemeye katmer diyor buradakiler. Kahvaltı saati bittikten sonra açlıktan çıkmış gibi saldırıyorum katmer tabağına. 

Sakinliğin gelecek fırtınanın habercisi olduğunu nereden bilebilirdim? Fırsat bu fırsat takip ettiğim blog dostlarımın yazılarını okuyorum. Bazen bir karikatür, bazen bir resim ya da müzik mutlu ediyor beni. Özellikle gezi yazıları, kitap yorumları ya da öyküler, hayattan gerçek kesitler. Genç bir hanımın yeni doğan bebeğiyle birlikte kabaran annelik duyguları ne güzel dökülmüş yazılara.

On kişilik bir rezervasyonumuz var. Akşama düğünleri olacak damat adayı aramıştı. "Tam olarak geleceğimiz saat belli değil." demişti genç adam. Nereden bilsin ki? Gelinin kuaförü, süslenmesi ne kadar zaman alacak. Erken gelmeleri için dua ediyorum. Dualarımı kainatın sahibi görmezden gelmiş olmalı. Akşama  bir de doğum günü için masa süslemesi var. Ama biz beklemeye devam ediyoruz.

Yabancı ülkedeki ünlü restoranların web sitelerini incelerken en geç bir gün önceden rezervasyon yaptırmaları gerektiği, bildirilen saatten itibaren dört kişiye kadar iki saat, daha fazla sayıda gelenler için iki buçuk saat süre verdiklerini görmüştüm. Şimdi bazılarının aklından geçenleri duyar gibiyim. "Onlar kim, sen kim?" Ne olursa olsun, yeni işletmeye açılan bir müessese için rezervasyon çok daha önemli. Sadece o değil elbette. Verilen saate ve bildirilen kişi sayısına da uyulmalı. Ha, sonradan kişi sayısında değişiklik mi oldu? Açarsın telefonu bildirirsin. Öyle şeylerle karşılaşıyoruz ki... Hanımefendi erkenden arıyor, yedi kişilik rezervasyon yaptırıyor. En güzel masayı ayırıp servisleri açıyoruz. Hatta ızgaraya attığımız kömürü bile ona göre ayarlıyoruz. Bakıyoruz, ne gelen var ne arayan? Dilek Hanım diye kaydetmişim telefonuma. Arıyorum, hani bir mani mi çıktı acaba diye. Telefon çalıyor cevap veren yok.

Neyse, eşimi kızdırmış olsalar da benim için şenlikli, macera dolu bir gün oluyor. Saat dört sularında üç kişilik bir aile geliyor. Onları en iyi şekilde ağırlıyoruz. Düğün misafirlerinden olduklarını söylüyorlar. On kişilik rezervasyon yaptırılmıştı. Bu haliyle hoşuma gidiyor, çünkü geriye kalır yedi kişi. Tam bir buçuk saat sonra gelin arabasıyla geliyor misafirlerimiz. Bahçe bir anda arabalarla doluyor. "Masanızı yukarıda, salonda hazırladık efendim." Damadı görünce daha önce ağırladığımız misafirlerimizden biri olduğunu fark ediyorum. Kulağıma eğilip kimseden hesap almamamı bütün hesabı kendisinin ödeyeceğini söylüyor. Emin olmak için soruyorum. "Daha önceden gelip yemeklerini yiyen üç kişi de dahil mi buna?" "Evet, onlar da dahil."

Yedi kişi gelecek diye beklerken dakika başı araba geliyor. Beklediğimiz sayının en az iki katına ulaşıyor kalabalık. On kişilik hazırladığımız masaya bir biri ardına masalar ilave ediliyor. Siparişleri almaya başlıyoruz. Gelin hanım deseniz, o da tanıdık. Daha önce bir firmanın tanıtım fotoğraflarını çekmek için bizim mekanı kullanmıştı. Son derece rahat tavırlarıyla ortama neşe katıyor. Damat biraz durgun, biraz şaşkın. "On kişilik rezervasyon yaptırmıştınız." diyecek oluyorum. "Ne yapayım, duyan takıldı peşimize geldi." diyor. Misafirler salonu dolduruyor. Gelin ve damat Taş Ev'in dekorunda fotoğraf çektirmeye başlıyorlar. Arkadaşlarının bir kısmı salonda, bir kısmı aşağıda avluda. Gelin hanımdan geliyor ilk sipariş. "Üç tabak skordaki (!)" Şov başlıyor. Hepsi bir biri ardına sipariş yağdırıyor. "Bana Arnavut ciğeri, yanında bira." "Bana da bira." "Bize deniz börülcesi." "Biz fellah köfte istiyoruz. " "Biralarımızı hemen alabilir miyiz?." "Bana da bira getirir misiniz?" "Biz ayran istiyoruz."... "Sıcak siparişlerini alayım." "Karışık ızgara köfte de ne var?" "Benimki ondan olsun" "Benim ki de." "Biz de ondan istiyoruz." "Tamam, karışık köfte dokuz porsiyon oldu." "Bana ızgara köfte." "Ben de." "Bize iki porsiyon Tire şiş köfte." "Hemen gelebilir mi? Çok açız." Gelin hanım masanın bir ucundan sesleniyor. "Ben gelinim, pirzola yiyeceğim." "Bir Arnavut ciğeri daha alalım."....

Mutfak telaş içinde ama işin içinde iş var. Rezervasyonsuz gelen bir aile bahçeye oturmuşlar. "Biz önce birer çay içelim, daha sonra yemekleri söyleriz." Bir sürü çocuk, Venüs ve Fifi ile arkadaşlık ediyor. Arabayla ikinci aile geliyor ilk gelenlerin arkadaşı. Bir masa daha ekliyoruz. Erkekler bira söylüyorlar teker teker. Birayı götürüyoruz. Yanındaki ancak uyanıyor. "Ben de bir bira alayım." İkinciye götürüyoruz. Onun karşısındaki beyefendi "Ben de bir tane lütfen." Üçüncü arabada gelince bir masa daha ekliyoruz. Hanımefendiler boş durur mu? "Biz dört çay daha alalım." Çocuklar peşim sıra geliyorlar. "Ben ice tea istiyorum, şeftali olsun." "Patates kızartması var mı?" O telaş içinde yapıp götürüyoruz. Daha tabağı masaya koyar koymaz "Ya, size zahmet olacak, bir tane daha alabilir miyiz?" İkinci gider, üçüncüyü isterler, üçüncü gider dördüncüyü. Teker teker. "Sıcakları söyleyecektik." "Tavuk şiş hemen gelsin."

Meze tepsisiyle yukarı çıkıyorum. "Biz bunu istemedik." İstemediniz tabii, isteyenler aşağıda bahçede sohbet ediyorlar. Sıcaklar geliyor. Yeni gelenler olmuş, onlar yeni sıcak siparişlerini veriyor. Birasını bitiren yenisini istiyor. Allah var, damat halden anlıyor. Elimde sipariş edilip sahiplenilmeyen iki tabak köfte kalıyor. Gelin hanım, getir getir, ben yerim." Diğer tabağı da diğer masa alıyor elimden. Sularını, ekmeklerini götürüyorum. Bahçedeki gruba ekmek dayanmıyor. Teker teker sipariş ettikleri mezelerin yanında sepet sepet ekmek gidiyor.

Dışarıdan sipariş edilen tavuk şiş ve patates kızartmasını götürüyorum. Kısa bir süre sonra üç masanın üç beyi kalkıp geliyor yanıma. "Bizim sıcaklar iptal, yediklerimizi ödeyelim kalkalım." "Sıcaklar çıktı şimdi getirecektik." "Yok, yok iptal edelim, bir buçuk saattir bekliyoruz." "Peki."diyorum ama denilecek çok laf var aslında." A be kardeşim o kadar açsanız, niye hemen vermediniz siparişinizi de çayı, kahveyi önceden içip keyif yaptınız. Rezervasyonsuz geldiğiniz halde yukarıdaki rezervasyon yaptıran gruba daha iyi hizmet etme imkanımızı engellediniz. Zaten teker teker sipariş ettiğiniz çay ve kahveyi içerken bir saatten fazla sohbet ettiniz, mezelerle karnınızı doyurdunuz. Ne zaman ki düğün yemeğinin misafirlerine sıcaklar çıkacak, teker teker verdiğiniz sıcak siparişlerinizi beş dakikada masanızda olsun istiyorsunuz. Üç masa ayrı ayrı hesap ödemeye başlıyor. Kuvere itiraz ediyorlar. Servisleriniz açıldı, çoluk çocuk, çaylar kahveler içildi, şişe şişe su servisleriniz yapıldı, sepet sepet ekmek tükettiniz. Sizden sadece kuver alsam yeridir. Biri "Bizim beş tane de çayımız vardı." "Çay ve kahveye ücret almıyoruz, onlar ikramımız." diyorum. Tatsızlık çıkmadan bu sıra dışı misafirlerimizi uğurlarken içime bir ferahlık çöküyor.

Düğün misafirleri de apar topar kalkıyorlar. Gelin hanım bizi de davet ediyor düğüne nazik bir şekilde. Damat bey hesabı ödüyor. Onları uğurlarken yeni misafirlerimiz geliyor. Eşime kabul etmeyelim bak ne ekmeğimiz kaldı ne domatesimiz. "Koş şehirden al, yetiştir hemen." İki grup masaların tabakları masadan kaldırılacak, masalar temizlenecek. Yardımcı hanımlar masaları toplamaya başlamışlar bir yandan.

Arabaya atladığım gibi fırlıyorum. Daha saat akşamın sekizi olmamış. Fırın çoktan kapatmış. Başka bir yerden ekşi mayalı ekmek bulduğuma seviniyorum. Her zaman alışveriş yaptığım manav açıktır İnşallah. Pazar günleri her yer kapalı oluyor burada. Şansım varmış, domatesleri de oradan alıyorum. Dönüş yolunda başımdan kaynar sular dökülüyor. Aklıma dün rezervasyon yaptırılan bir masa süslemesi geliyor. Zaman kavramını unutup içimden bir ohh çekiyorum. Gelmediklerine seviniyorum. Yoksa ne zaman fırsat bulup da masa süsleyecektim bu hengamede. Yaylaya dönüyorum. Misafirler yemeklerine başlamışlar. Gelenlere eşim ekmeğimizin kalmadığını söylediği halde bunu önemsememişler. Yanlarına gidip ekmeğin geldiğini söylüyorum. "Biz zaten ekmek yemiyoruz." diyorlar.

Yeni gelenler oluyor. Aman iyi ki gidip ekmeği domatesi almışım. Genç bir çift giriyor içeri. Baloya gider gibi özenerek giyinmişler. "Bizim rezervasyonumuz vardı." Allah'ım, yer yarılsın içine gireyim. Vitrinin önünde eşim güzel mezelerini tanıtıyor. Ben ne yapacağımı kara kara düşünüyorum. Tam yukarı çıkmak için merdiven basamağına ayaklarını atarlarken beyefendiyi dışarı çağırıyorum. "Bakın size kötü bir haberim var. Binlerce kez özür diliyorum. Biliyorum bu affedilecek gibi değil. Ben sizin masayı süsleme işini unuttum. İsterseniz size en kaliteli şarabımızı ikram edeyim bu hatamdan dolayı. Ama isterseniz ben masanızı hazırlarken siz verandada birer çayımızı için." Genç beyefendinin yüzünün şekli değişiyor bir anda. Ne büyük hayal kırıklığı. Arkadaşının doğum günü için bir sürpriz yapmak istemiş. Kendimi onun yerine koyuyorum. Şimdi kafa göz dinlemeden üzerime yürüse sesim çıkmayacak. O kadar büyük bir olgunlukla karşılıyor ki beni. "Çok bekler miyiz?" "Hayır, siz çayınızı içene kadar masanız hazır olur." "Peki." diyor.

Hemen malzemeleri alıp manzaraya hakim en güzel masayı hazırlıyorum. Bu işi artık gözüm kapalı yapar hale geldim. Beş dakika sonra nazik bir şekilde verandaya, yanlarına gidiyorum. "Beyefendi, masanız hazır efendim, isterseniz üst salona alalım sizi." Yukarı çıkarken, "Biz şarap istiyoruz ama şişe olmasın, birer kadeh yeter." En kaliteli şarabımızı açıp kocaman kırmızı şarap kadehlerine boşaltıyorum. Kadehler büyük olduğu için şişenin dibinde iki parmak kadar şarap kalıyor. O da benim nasibim diyorum içimden. Özel olarak ilgileniyorum onlarla, kabahatim büyük zira. Mezelerin yanı sıra sıcakları söylüyorlar. Hanımefendinin önündeki şarap kadehinden sadece birkaç yudum aldığını anlıyorum. Beyefendi ise dokunmamış gibi. Kısaca bilgi veriyorum Taş Ev hakkında, ilk kez gelenlere yaptığım gibi. Hayvancılıkla uğraşıyormuş köyün birinde. Her şeye rağmen memnun ayrılıyorlar. Hesabı pek çok şehirlinin yapmadığı gibi masaya istiyorlar. "Şarap, söz verdiğim üzere ikramımız." diyorum. " Beyefendinin cevabı beni şok ediyor. "Biz zaten içmek için değil, dekor olsun diye istemiştik." O kalitede bir şarap bu hallere mi düşecekti? Dili olsa eminin o da bir şeyler söyleyecek. Neyse, onları gayet güzel bir şekilde ağırlıyoruz. Önemli olan da bu zaten.

Misafirlerimizi uğurladıktan sonra yığınla bulaşığın yıkanıp toparlanması saat 24.00'ü buluyor. İlk kez elemanları bu kadar geç bırakıyorum. Dönüşte eşimle "Önceden bir çay içelim, yemekleri daha sonra söyleriz." diyen grubun yanlış yer seçtiklerini konuşuyoruz. Onlar Derekahve'de çaylarını içip Orta Park'ta fast food atıştırsalar daha iyi ederlermiş. Diyorum ya, burası "Slow Food" restoranı, keyif yapmak için gelinecek bir yer, her yediğinin tadına varacaksın, hakkını vereceksin. Nasıl olsa muhteşem manzara ve tertemiz yayla havası ikramımız... 

24 Eylül 2017 Pazar

DOĞUM GÜNÜ

23/09/2017 Cumartesi, Tire

Alışveriş biraz uzayınca ilk defa personeli bekletiyorum. Bu arada gelen telefonlara cevap vermemin payı da var bu gecikmede elbette. Büyük bankalardan birinin müdürü arıyor. Misafirleri varmış, kahvaltı için gelmek istiyorlarmış. Pazar günleri dışında kahvaltı servisimizin olmadığını söylüyorum. Hayal kırıklığı içinde "Tüh." diyor. Geri çevirsem olmayacak. Eşime haber verdikten sonra kabul ediyorum. Size özel bir kahvaltı verelim madem ki o kadar hazırlamışsınız kendinizi. Saat on iki gibi geleceklerini söylüyor beyefendi. Rezervasyon olunca işimiz kolaylaşıyor. Her şey yeni hazırlanıyor çünkü. Okması, pişisi, böreği, gözlemesi, kurabiyesi, soslu biberi, kara dutlu lor tatlısı, söğüş domatesi, salatalığı, balı, reçel çeşitleri, kara kızların tazecik yumurtaları...

Öğleden sonra bir çift geliyor. Onlar da merak etmişler Taş Ev'i. Artık Taş Ev emin adımlarla müze olma yolunda (') Orta yaşlı çiftin eğitimli oldukları her hallerinden belli. Uzun uzun vitrindeki mezeleri inceliyor, bilgi alıyorlar. Hiç niyetleri yok iken Taş Ev'in büyüsüne takılıp yemek yemeye karar veriyorlar. E, burada biraz da benim ikna gücümün payı var elbette. Şarapları sergilediğimiz rafta takılıyorlar. En kaliteli şaraplarımızdan Sarafin Merlot ve Shiraz arasında kararsız kalıyorlar. Hanımefendi eşine danışıyor ve sonunda tercihleri Merlot oluyor. Sohbet sırasında hanımefendinin meslektaşım olduğu çıkıyor ortaya. İller Bankasından emekli olmuş. Elektrik mühendisi eşi sonradan açılıyor. Meğer ODTÜ'de aynı yıllar okumuşuz. "Şarap harika" diyor hanımefendi. Zevkli saatler geçirdikleri her hallerinden belli.

Ceviz hasadından sonra kuru dallar ve yapraklarla kaplandı bahçe. Fırsat bulursam şöyle bir temizlik yaparım diye geçiriyorum aklımdan. Olmuyor. Temizlik bir tarafa, personelle hep birlikte yemek bile yiyemiyoruz. Telefonum çalıyor arayan genç bir damat adayı. Yarın öğleden sonra arkadaşlarıyla yemek için rezervasyon yapıyor. Gelin de gelecekmiş anlaşılan. "Saat dört ila yedi arası geliriz." diyor. Çok uzun bir saat dilimi. Gelinin saçı, başı ne kadar sürer tahmin edemiyor haklı olarak. "Zaten," diyor. "Saat sekiz buçukta nikahımız var." "Kaç kişi geleceksiniz?" diye soruyorum. On kişi olduklarını söylüyor. Yarına iki mutlu gün. Daha önce arayan genç bir beyefendi kız arkadaşının doğum günü için sürpriz yapmak istediğini söylemiş, masa süslemesi istemişti. Neyse ki saatleri çakışmıyor.

Akşam saatlerinde ardı arkasına rezervasyonsuz misafirlerimiz geliyor. Bu kez mutlu anımız, evlilik yıl dönümü.  Masayı erken hazırladığım için içim rahat. Uzun zamandır pek rağbet görmeyen şarap bugünün gözde içkisi. Genç çift tercihi bana bırakınca onlara da Sarafin Cabarnet Savignon açıyorum bir şişe. 

Yoğunluk paniğe yol açmıyor. Herkes işini biliyor. Gelen misafirlerin hepsi memnun ayrılıyor. Ne yazık ki bazılarını uğurlamaya fırsatım olmuyor. Günün favori mezesi her zaman olduğu gibi yine Fellah Köfte. Bir isteyen ikinci tabağı istiyor. Sıcaklarda ise bonfile günün en rağbet gören ana yemeği oluyor. 

Misafirlerimizden biri usulca yanıma gelip "Burası çok saygın bir yer oluyor." diyor. İşte duymak istediğim en güzel cümle bu. 

Hava serin. Misafirlerimizi salonda ağırlıyoruz. Bazıları üzerine şal istiyor. Personeli evlerine biraz geç bırakıyorum. Yarın kahvaltı servisinin hazırlıklarına geceden başlıyor eşim. 

Dönüşte Venüs'ü biraz serbest bırakmak istiyorum. Çılgın gibi üzerime sıçrıyor. Misafirlerimizden birinin aynı cins köpeği ne kadar uslu. Arabada dönmelerini beklerken gıkı çıkmamış. Üç yaşında olduğunu öğrendiğim köpeğin bizim sekiz aylık Venüs'ün yarısı kadar irilikte olması şaşırtıcı. 

23 Eylül 2017 Cumartesi

CEVİZLERİ HAZIRLAMAK GEREK

22/09/2017 Cuma, Tire

Hava birden serinledi. Tipik bir sonbahar günü. Kendimi bildim bileli hayalini kurduğum bir yaşam. Rutin işlerimi yapıyorum sabahleyin, benim için erken sayılabilecek bir saatte. Önce kara kızların yiyeceklerini götürüyorum kümese. Bazıları ceviz ağacının dalları üzerinden kümesin dışına çıkmış. Dışarıdakiler elimde kovayı görünce peşime takılıyor. Hepsi beni bekliyor çığlık çığlığa. Bu bağırışları açlıktan mı sevinçten mi anlamak imkansız. Fifi bana eşlik ederken sırasının gelmesini bekliyor. Venüs kulübesinin yanında uzanmış yatıyor. Biraz yem atıyorum tavuklara güzel yumurtlasınlar diye. Sesleri kesiliyor. Suları bitmiş, dönüp su getiriyorum. Suyun başına üşüşüyorlar. Venüs ve Fifi'nin mamalarını verip sularını tazeliyorum.

Rüzgar şiddetleniyor. Henüz yapraklarını dökmeyen ağaçlar esen rüzgarın sesine kulak verip dans ediyorlar. Yağmur yağacak gibi kaplıyor gökyüzünü bulutlar. Sonra birden güneş yüzünü gösterip ortalığı aydınlatıyor. Mutfak ekibinin yaptığı zerde çok hoşuma gidiyor. Tepsileri güneşe çıkarmam gerek biraz kıvamını bulsun diye. Ama ben bu şekliyle daha çok sevdim. Zaten güneş de yok doğru dürüst. Hava durumuna bakıyorum. Bir hafta daha yağış görünmüyor. Cevizler kurur o zamana kadar. Dün yağmurdan korkup üzerini örttüğüm cevizleri kuruması için tekrar seriyorum.

Sakin zamanlarda hanımlar boş durmuyor, ceviz kırıp ayıklıyorlar. Akşam misafirlerimize kendilerini özlettiklerini söylüyorum. "İki kere geldik, kapıdan döndük, demir kapı kapalıydı." diyorlar. Pazartesi günü olmalı. Birinin pazartesi günü olabileceğini ama geçen hafta perşembe günü geldiklerini söylüyorlar. Bir yanlışlık olmalı, perşembe günleri açık olduğumuzu söylüyor, yine de gelmeden önce aramalarını salık veriyorum.

22 Eylül 2017 Cuma

MÜBAREK

21/09/2017 Perşembe, Tire

Hava kararsız. Bir açıyor, bir kapatıyor. Zaman zaman kuvvetlenen rüzgar ağaçların yapraklarını döküyor. Geçen sene bugünlerde şömine sobamız gelmişti. Artık yavaş yavaş salona taşınacağız.

Günün ilk misafirleri tam bir yıl önce, yeni açıldığımız günlerde gelmişler buraya. Ufak çocukları eline fırçayı almış yere dökülen yaprakları süpürmeye çalışıyor. 

Öğlen yemeğine elemanlar tarhana çorbası getirmişler, kase kase içiyorlar. Şu tarhana çorbasını hemen donup üstü pıhtılaştığından dolayı sevmiyorum. Bahçenin alt tarafındaki ağaçlardan dökülen cevizleri topluyorum. Neredeyse iki sepet dolusu ceviz topluyorum. Elemanlar boş kaldıkça yeşil kabuklarını bıçakla çıkarıyorlar.

Çalışan hanımlardan biri telaş içinde sesleniyor. "Yağmur atıştırmaya başladı (!)" Olanca hızımızla terasa koşuyoruz. Bir ihtimal güneşi kaçırmayız diye toplu konut pazarından aldığım domateslerin serildiği tezgahları içeri sokuyoruz. Kuruması için geniş bir brandaya serdiğimiz cevizleri toparlayıp üzerini örtüyorum. Tamam artık istediği kadar yağsın dediğim anda bulutlar dağılıyor, yağmur başlamadan kesiliyor. Ne olur ne olmaz diye gece boyu domatesleri içeride tutuyoruz.

Akşam askerlik arkadaşım bağlı bulunduğu meslek odasının başkanını getiriyor Taş Ev'e. Hava rüzgarlı ve serince. Salonu tercih ediyorlar. Az sonra yakışıklı oğlu da katılıyor onlara. Çeşit çeşit meze söylüyorlar. Akılları söylemediklerinde takılı kalınca, onlardan da bir ordövr tabağı hazırlamamızı rica ediyorlar.

Son zamanlarda birçok kişiden mesajlar alıyorum. "Cumanız mübarek olsun." Bunu yazanların çoğu yakinen tanımadığım kişiler. Mübarek kelimesinin iyi bir mana içerdiğini düşünseler de sözcük anlamını tam olarak bildiklerini sanmıyorum. Ben de "hayırlı" kelimesi ile eş anlamlı bir kelime olarak düşünürdüm. Kısa bir araştırmadan sonra pek çok anlama geldiğini öğrenmemin yanı sıra ağırlıklı olarak iki şekilde kullanıldığını tespit ettim. "Mübarek" kelimesi sıfat olarak kullanılırsa "kutsal" anlamına geliyormuş. Diğer kullanım, "Cumanız mübarek olsun." cümlesinde olduğu gibi. Bu da hayırlı, bereketli olsun demekmiş. "Cumanız bereketli olsun." daha anlaşılır geliyor kulağa. Bir de bu dileğin karşılığı var. "Amin, ecmain." Allah bu dileğini, duanı hepimiz için kabul etsin anlamında. Artık yeni nesil mübarekler ve ecmainlerle büyüyor. Manalarını bilmiş olsalar biraz içime su serpilecek. Yine de "Cumanız bereketli olsun." dileğine "Cümlemizin." şeklinde verilen cevap bizim yaştakiler için biraz daha anlaşılır. Cuma günü yapılan dua ve günahlar iki katı işlem görüyormuş. Kitapta var mı? Yok. Kim dedi? Birileri. Ben daha güzel bir şey söyleyeyim. Her günümüz bereketli olsun. Karşılığı mı? "Amin" olabilir mesela. Ya da "İnşallah" daha mı yakışır? Ne olursa olsun şans yakanızı bırakmasın. 

21 Eylül 2017 Perşembe

BİR PAZAR KLASİĞİ

17/09/2017 Pazar, Tire

Dün gecenin geç vakitleri... Şu bizim kara kızlarda ya da Venüs'te biraz akıl olsa (!) Canhıraş koşturuyorum peşlerinden. Fifi bana yardım etmek istiyor. Tavuk Venüs'ün ağzında, ben Venüs'ün peşinde, Fifi bırak yapma diye yalvarıyor havlamalarıyla. Bırakıyor ağzından beni görünce. Tavuk şaşkın, Fifi önünü kesiyor Venüs'e gitmesin diye, onu yakalamaya çalışırken kaçıyor. Zor bela yakalıyor, kümesin içine atıyorum. Ne yazık ki boğazından yaralı. Bu kaçıncı?

Venüs'ü çağırıyorum. Beni görünce kirişi kırıyor. Elimdeki bir naylon parçasıyla kandırıyorum. Geliyor. Yakaladığım gibi bağlıyorum onu ağaca. Kümesten ağaçlara, oradan bahçeye atlayıp özgürlüğe kavuştuğunu zanneden garibim kara kızlar Venüs'ün kurbanı olduklarının farkında değiller. Venüs'ün tasmasını ne kadar daraltırsak daraltalım bir yolunu bulup sıyırıyor kafasını canı isteyince. 

Sabah biraz gecikiyorum. Yolda kağnı gibi giden araçlarla karşılaşmayışım bir şans. Bu  sayede hem alışverişimi yapıyorum hem de elemanları zamanında alıyorum. Kahvaltı için hiç rezervasyon yok. Saat 11.00'e doğru bir biri ardına yapılan rezervasyonlar karşısında zor anlar yaşıyoruz. Rezervasyon dediğin en azından birkaç saat önce yapılır. "Beş dakika sonra oradayız." şeklinde yapılan rezervasyon sayılır mı? "Kaç kişisiniz?" diye soruyorum. "Sekiz büyük üç çocuk." Dakika geçmeden bir başkası. Masalar hazırlanıyor. Bir sürü reçel çeşidi, peynirler, gözlemeler, pişiler ve niceleri. Hepsi anında hazırlanıyor. Rezervasyonsuz gelenleri saymıyorum bile. Kimi yumurtasını rafadan ister, kimi yağda. Biri ayran hem de kendi yaptığımızdan olacak. "İki de menemen olsun." Ocaklar dolu, pişiler taze taze pişiyor. Misafir sabırsız. Suyumuz bitti, ekmek getir, çay götür. harala gürele bir koşuşturmaca. Yine de tatlı bir telaş. Reçellerin tadına bakanlar kavanozuyla satın alıyorlar. Hepsi gerçek organik. Ne koruyucu ne renklendirici. Güneş altında demlenmiş, doğal. 

Masaların bütün eksiklikleri giderilmiş. Siparişlerin hepsi tamam. Herkes halinden memnun, teşekkür üstüne teşekkür. Küçük Ulvi ile şakalaşıyoruz. Fifi ortalarda dolaşıyor, misafirlerin sevgilisi. Venüs bağlı. Tatlı bir yorgunluk, alınan bir derin nefes. Ankara'dan gelen misafirler. Ne kadar zarif, ne kadar yardımcılar. Neredeyse bulaşıklara girecekler önlerini kesmesem. Tuhaf bir yer oldu bu Taş Ev. Takdir ediyorlarmış beni. Ben de kendimi takdir ediyorum. Zira her bir misafirin yüzünden okunuyor mutluluğu. Yaşasın, hedefe ulaşıldı.

Beklediğimizin çok üzerinde bir yoğunluk. Eşime tamam artık bundan sonra kahvaltı misafiri gelmez, şu gözlemelerin, böreklerin, pişilerin tadına bakalım biz de. "Daha yarım saat var, ya gelen olursa?" 

Gün boyunca boş durmuyoruz. Akşam geç vakte kalan bir çift salonda manzarayı seyrediyor. Yemekleri, içkileri çoktan bitmiş. Manzaradan mı yoksa içtiklerinden mi sarhoş belli değil. Elemanları götürme saatim çoktan geçmiş. Kim bırakabilir ki böyle serinliği, böyle manzarayı? Şehir kavrulmuş bugün yine. 

Nihayet son misafirlerimizi de uğurluyoruz çay keyiflerinden sonra. Şehre elemanları götürdükten sonra beni ne dinlendirebilir? Elbette Amelie müzikleri. O piyano ve akordiyon tınıları arasında kendimi buluyorum. Yarın bugünden de güzel olacak. Çünkü tatil günümüz, eşimle birlikte... 

18 Eylül 2017 Pazartesi

CEVİZLER TAMAM

16/09/2017 Cuma, Tire

Cevizler toplandı, yeşil kabuklarından soyulmayı bekliyor. Bulaşık makinesi altından su kaçırıyor. Burada işten anlayanı bulmak oldukça zor. İzmir'den nasıl gelir buraya servis? Azmin elinden ne kurtulur ki? Tesisatçıyı çağırıyorum. İyi ve akıllı bir çocuk. "Yok abi, bu benim anlayacağım iş değil." Bayılıyorum böyle durması gereken yerde duranlara. Yapmaya soyunup daha çok bozmuyorlar en azından. Tanıdıklarını arıyor. Verdiği telefon numarasını arıyorum. Kendi haline bıraksam ne zaman gelir belli değil. "Ben gelip alırım seni." diyorum.

Böylece şehir yayla arasında git-gel trafiği başlıyor. Gelen teknisyen bir şey yapamıyor. Bir arkadaşını arıyor. "Makineyi almamız lazım." diyor ona. Doblo bir aracı varmış. Şenol'u şehre bırakırken durum değişiyor. Bugün iyi günümdeyim. Üçüncü teknisyeni yanıma alıp yeniden yaylaya çıkıyorum. Makineyi almadan yerinde tamir edeceğini söylüyor. Yarım saat sonra işlem tamam. Üzerimden büyük bir yük kalkıyor.

Öğleden sonra misafirlerimiz İzmir'den. Tabelamızı görüp gelmişler. Oldukça memnun ayrılıyorlar. Facebook'ta bir beş yıldız daha alıyoruz onlardan. Çevre ilçelerden birinin Kültür ve Turizm Müdürü geliyor yakışıklı oğluyla. Böyle turistik bir yerin yollarını nasıl yaptırmaz belediye diye şaşırıyor. "Başkan'la birlikte gelelim bir akşam." diyor, "Çok sever böyle yerleri."

Bin bir türlü davranış şekline tanık oluyoruz. Gelenlerin ekonomik durumları etken yeyip içtiklerinde belki ama her zaman değil. Geliri fazla olmayan gençler arkadaşlarından duyup ziyaretimize geliyorlar. Fazla bir siparişte bulunmamaya özen gösteriyorlar. Az yiyor, bol fotoğraf çektiriyorlar. Belli ki Taş Ev'de misafir olmak onlar için bir ayrıcalık. Esas anlatmak istediğim onlar değil zaten. Öyle misafirlerimiz oluyor ki sipariş ettikleri mezelere masa yetmiyor. Bazıları bir ya da iki mezeyi yeterli buluyor. Çoğunlukla meze tabaklarında küçük bir parça kalsa dahi boşalmış tabağı almama müsaade etmiyorlar. "Şu son lokmayı da alayım ondan sonra." Benim garibime giden zayıf ve narin yapıda olan misafirler. Yiyebileceklerinin çok üzerinde meze sipariş ediyorlar. Her birinden küçük bir kısmını yiyorlar. Tabakta kalan huzursuz ediyor doğal olarak bizi. Soruyorum, "Beğenmediniz mi?" Hararetli bir şekilde karşı çıkıyorlar. "Hayır, hepsi çok güzel ama fazla geldi bize." İşte onlardan birini ağırlıyoruz. Genç bir çift, yakışıklı genç bir beyefendi, yanında çıtı pıtı narin bir hanımefendi. İlk kadehten sonra küçük hanımın ağzı kaymaya başlıyor. Gözleri kapanıyor. Beyefendi tam aksine yaşının üzerinde bir olgunluğa sahip. Bulutların üzerinde uçuyorlar. 

Akşam misafirleriyle güzel vakit geçiriyoruz. Onlar erkenden kalkınca elemanları eşimle birlikte bırakıyoruz şehre. Ayhan Usta hala açık (!) Hemen dükkanına dalıp Tire'nin en güzel dondurmasını yiyoruz.

17 Eylül 2017 Pazar

KAPLAN KÖYÜ

15/09/2017 Cuma, Tire

Hava yeni aydınlanıyor. Erdal kapıya dayanır birazdan. Avluya çıkıyorum. Verandadan Kaplan Köyünü seyrediyorum. Tertemiz serin havayı içime çekiyorum. Venüs kulübesinin yanında mışıl mışıl uyuyor. Beni fark edince şöyle bir başını kaldırıp yeniden kafasını patilerinin arasına alıyor ve uyuklamaya devam ediyor. Gidip demir kapıyı açıyorum. Beş dakika gecikmeyle geliyor Erdal. Hemen ağaca tırmanıp elindeki uzun sırıkla cevizleri düşürmeye başlıyor. Diğer ceviz toplayıcılarını almadan eşime "Saganaki" yapıyorum, çok beğeniyor. Ara sıcak olarak menümüze eklemeyi düşünüyorum. Kullandığım peynir biraz tuzlu sadece. Tuzunu atmak için belki biraz suda bekletirsek iyi olacak.

İşçileri almaya gidiyorum. Üç saat sonra tekrar şehirden elemanları alacağım. Elemanlar nazlı nazlı çalışmaya başlıyorlar. Yanlarında epey erzak getirmişler. Sık sık mola verip bir şeyler atıştırıyorlar. Öğlen İzmir'den gelen misafirlerimizle sohbet ediyoruz. Navigasyonla bulmuşlar bizi. Yemeklerini ağır ağır yerken yaylanın temiz havasını soluyorlar. Yapı kimyasalları üreten bir firmanın elemanlarıymış. Yine ortak bir konu yakalıyoruz.

Ceviz toplayıcıları işlerini bitirmeye yakın Erdal ile yukarı yaylaya çıkıyoruz. Hiç soluklanmadan zirveye varıyorum. Buradaki ceviz ağaçlarının üzerinde fazla meyve yok. Akşam misafirlerini ağırlıyoruz. Her şey yolunda.

16 Eylül 2017 Cumartesi

CEVİZ ZAMANI

14/09/2017 Perşembe, Tire


Sabahın köründe kalkıyorum. Saat daha yedi bile değil. Erdal gelmeden kapıyı açıyorum. Motosikletle iki silkeleyici geliyor. Saat sekizde bir silkeleyici ve toplayıcı kadınları alacağım.

Cevizler toplanmaya başlıyor bugün. Getirdiğim ekipte iki silkeleyici güzel iş çıkarıyor ama diğeri başlarında müdürlük yapmaya gelmiş. Getirdiği kadınların yüzü suyu hürmetine sesim çıkmıyor.

Restoran çalışanlarını almak üzere yeniden şehre iniyorum. Alt yaylanın cevizlerinden başlıyoruz. Akşam çabuk oluyor. Misafirler basmadan ceviz ekibini şehre geri götürüyorum. Yarın yine alt yaylada çalışmaya devam edecekler. Gündüz saatlerinde Bayındır'dan Taş Ev'in methini duyan bir aileyi karşılıyoruz. Küçük kızları kabak çiçeği dolmasını bir çırpıda götürüyor. Akşam rezervasyonları sırayla gelmeye başlıyor.


Geçenlerde genç bir çift evlilik teklifinde bulunmuştu Taş Ev'de. Patronuna anlata anlata bitirememiş Taş Ev'i. Mutlaka gidip bir görün, yemeklerinden tadın, manzaranın, müziğin keyfine varın demiş. Çocuk kendi aradı rezervasyon için. Hem de patronlarına ayırtmak istediği masayı tarif ederek. İlk kez geldikleri Taş Ev'in sıcaklığı çok etkiliyor konukları. "Tabaklar evimizdeki gibi, hiç restoran havası yok." Salonda televizyon olmaması hoşlarına gidiyor ayrıca. "Bütün restoranlarda TV de maç izleniyor artık." diyor hanımefendi.  Cuma akşamına aldırmadan içkilerini söylüyorlar. Her geçen gün içki içmede gün ayrımının kalkması sevindirici. Misafirlerimiz memnun ayrılıyorlar, "Daha çok geliriz." diyerek. Şimdiye kadar nasıl keşfetmedik burayı diye dertleniyorlar. Küçük bir yer olduğu için herkes birbirini tanıyor. Memleketimin güzide adetleri su yüzüne çıkıyor. Verandada oturan masa yukarıdakilerin hesabını kendisine yazmamı istiyor. Diğer masalara içki veya meyve ikram edenler hiç de sıra dışı değil.   


15 Eylül 2017 Cuma

PERIPETEIA

13/09/2017 Çarşamba, Tire

Sıcak bir sonbahar günü. Dün Erdal ile anlaştık. Yarın cevizler toplanacak. Elemanları getirdikten sonra ikinci kez iniyorum şehre. Bir kaç parça alışverişin ardından cevizleri silkelemek için iki uzun sırık alıyorum. Geçen seneden tecrübeliyim bu uzun sırıkları yaylaya çıkarmak için. Açılabilir arka bagaj penceresi çok işime yarıyor. Sağ tarafta dikiz aynasının üzerinden geçirdiğim sırıkların arka ucuna naylon bir poşet bağlıyorum.

Gün çabuk geçiyor. Misafirlerimiz Aydın'dan çıkıp gelmişler. Daha gelecek arkadaşları varmış. İsmimle hitap ediyorlar ama ben onların adlarını bilmiyorum. "Salı günü kapalı olduğunuzu bildiğimiz için çarşamba geldik." diyorlar. "Tabii, az yol değil geldiğimiz." Artık salı değil pazartesi günlerinin tatil günümüz olduğunu söyleyince şaşırıyorlar. Uzunca bir süre keyifli sohbetleri devam ediyor. Ayrıldıktan sonra sandalyelerin birinin üzerinde bir cüzdan düşürmüşler, içi kredi kartı dolu. Dönerler diye bekliyorum ancak ne dönen ne arayan oluyor. Yarın sabah ayılınca ararlar nasıl olsa.

Geçtiğimiz iki gün hakkında bir şeyler yazmak isterdim. 11 Eylül sadece eşimin doğum gününü hatırlatmıyor artık. ABD'de ikiz kulelerin vurulduğu tarih. Genel Müdürümün odasında tesadüfen naklen izlemiştik bu olayı seneler önce. Daha sonra Orta Doğuyu kana bulayacak bir süreç başlatmıştı stratejik ortağımız(!) Amerika. Nedense 11 Eylül ile 15 Temmuz arasında bir benzerlik seziyorum. Her ikisi de kurmaca gibi geliyor. Elbette birincisi daha profesyonel.

12 Eylül ise yine oyun kurucu ABD'nin bizim çocuklara yaptırdığı askeri bir darbe. İşin iç yüzü seneler sonra ortaya çıkıyor. Bakalım daha ne iç yüzler göreceğiz.

Geç vakit misafirlerimizi uğurladıktan sonra yüksek sesle klasik müzik dinlemek yeni alışkanlığım. Garip bir şekilde haz alıyorum gece yarısı dinlediğim müziklerden. Günün bütün görev ve sorumlulukları sona ermiş, kendimle baş başa... Hafiften bir sırt ağrısı başlasa da çok önemsemiyorum. Oturduğum sandalyenin arkasını yastıkla besleyince geçiyor. Taş Ev'i faaliyete geçireli tam bir yıl olmuş. 

"Evdeki Yazar" dan güzel bir kelime öğrendim. "Peripeteia", yani kaderin aniden değişmesi. Daha ziyade drama terimi olarak geçen bu sözcük değerli yazar arkadaşımın farklı bir iş yaşamına start vermesi nedeniyle kullanılmış. Yazgıda ortaya çıkan köklü değişiklik. İlk aklıma gelen fakir bir insana piyangodan büyük ikramiye vurması. Ya da zengin birinin iflas etmesi. Yani uç noktalarına örnekler verdiğim, olabilecek büyük değişikliklerin her türlüsü. 

Uzun bir aradan sonra mesleğe geri dönerek olayı "Peripeteia" tanımının içinde düşünmesinin belki de en geçerli nedeni böyle bir düşüncenin kafadan iyice silinmiş olması. İş hayatında yaşanan olumsuzluklar, bilerek ve isteyerek ona yazarlık gibi farklı bir dalda hayatını sürdürme kararını aldırmış olabilir. Bu şekilde düşünülerek verilmiş bir kararın "Peripeteia" olarak değerlendirilmesi zorlama olmasının yanı sıra bir anda karşılaşılan ve yaşantıyı köklü bir şekilde değiştirebilecek iş teklifi söz konusu terimde karşılığını buluyor.  

Benim durumum farklı. Yaşantımın ikinci bölümünün henüz ilk perdesinde sayılırım. Emeklilik değil kast ettiğim. Zira emekli olduktan sonra hayatımda hiçbir değişiklik olmadı sayılır, aldığım emekli maaşından başka. "Peripeteia" hiç beklemediğim bir anda geldi beni buldu. En az on yıl daha yaparım dediğim mesleğimi aniden bıraktım. Yirmi yıla yakın bir süre çalıştığım bir işti. Çoğuna göre incir çekirdeğini doldurmaz bir olay yüzünden. Olaya sebep olan kişi üç ay sonra arabasıyla bir kamyona arkadan bindirdi ve hayatını kaybetti. Yaşça benden biraz küçük ama şirkette benden daha eskiydi. Onca yıllık iş arkadaşım olmasına rağmen haberi aldığımda üzüldüğümü söyleyemem. Sevinmedim de. Kayıtsız kaldım. İşten ayrılma kararımın sebebi olan bu arkadaş, haksız davranışının bedelini canıyla ödemiş olduğunu düşündüm. 

Memlekette mesleğimle ilgili bana iş mi yok? Var elbette ama kızımın ilk  tayin yerinin doğu illerinden biri olacağına kendimizi alıştırmaya çalışırken hiç beklenmedik bir şekilde tayinin Tire'ye çıkması üzerine eşimin aniden ortaya attığı biz de Tire'ye yerleşelim fikrinde birleşmemiz sonucunda kader bizi Kaplan'a sürükledi. Böylelikle yeni bir yaşama adım atmış olduk. İlk yıl yaylanın bayır arazinde düşe kalka çiftçiliği öğrendim. Her gün en az dört beş işçi çalıştırdığım halde kendimi denemek için koca ceviz çuvallarını taşıdım. Defalarca yanımdakilere hangi ağacın kestane, hangisinin ceviz olduğunu sordum. Bu ceviz ağacı dediğimde "Hayır o kestane." cevabını almaktan yılmadım. Komik ve eğlenceli buluyordum bu hayatı. Bu arada bildiğim bir iş olan  Taş Ev'in inşaat işleri ile uğraştım. İşçilerin kaprislerine, sözlerinde durmamasına alıştım. En önemlisi bu hengamede fazla kilolarımdan kurtuldum. Blog yazarlığına başladım. Son bir yıldır restoran işletmeciliğine soyunduk. Ne yazık ki okumaya eskisi kadar zaman ayıramıyorum. Yeniden bir "Peripeteia" ya hazır mıyım? Hazır olsam zaten "Peripeteia" olmaz. 

14 Eylül 2017 Perşembe

GÜZEL BİR GÜN

12/09/2017 Salı, Tire

Eşim erkenden kalkmış, işleri bitirmiş. Öyle dalmış ki işlere, seslenmedi bile bana. Oysa bugün büyük pazar var, bir sürü alışveriş. "Gördüğün her şeyden al." diyor. Vakit geçirmeden fırlıyorum. Kalaycının karısı kurutmalık biberlerden getirmemiş. "Söyleseydin ya." diyor. Küçük pazara getirmeye çalışacakmış bakalım. Pazar alışverişi biter bitmez elemanları alıyorum. Kasap bonfileyi yarın verebileceğini söylüyor. 

Yaylaya döner dönmez hummalı bir çalışma başlıyor. Kapya biberler közlenip temizleniyor. Köfteler hazırlanıyor. Dün hiç hazırlık yapmamamıza rağmen işler tıkır tıkır yürüyor. Yemeğimizi yedikten hemen sonra komşu ilçelerden birinin belediye başkan yardımcısı geliyor arkadaşıyla. Verandada oturuyorlar. Salona çıkıp muhteşem manzaraya hayran kalıyorlar. Başkanın ağzından ilk dökülen sözler samimi duygularını açığa vuruyor. "Meclis toplantılarından birini burada yapalım." Meclis üyeleri kaç kişi ki? "Turlar gelmiyor mu buraya?" diye soruyorlar merakla. "Aman gelmesinler, burası sakin, kafa dinlenecek bir yer." Artık ne turla gezmek isterim, ne de tur ağırlamak. Mezelere, yemeklere bayıldıklarını söyleyerek ayrılıyorlar. 

İlçenin önemli yöneticilerinden biri arıyor. Epey bir zamandır görünmüyordu. Evlilik yıl dönümleriymiş., eşiyle birlikte yemeğe geleceklermiş. Mezelere ve ızgaraları başarılı buluyorlar. Günün önemine binaen kestikleri büyükçe bir pastanın küçük bir kısmını yedikten sonra kalanını diğer misafirlere ikram etmemizi istiyorlar.

Geç vakit gelen gençler gurubu arkadaşlarının yaş günü için toplanmışlar. El ayak çekilince içkinin de tesiriyle bizim verandayı dans salonuna çeviriyorlar. Geç vakit kalktıklarında eşim uykuya hazırlanıyor. Misafirlerimizi uğurluyoruz. Dışarıda bir kıyamet. Venüs'ü bırakmaya fırsat bulamazken o çoktan tasmasından kafasını sıyırmış. Tavuğun canhıraş bağrışmaları Fifi'nin havlamasına karışıyor. Venüs kümese dalmış, ağzında bizim kara kızlardan biri ağzında. Peşinden koşturuyorum. Zor bela ağzından bırakıyor ama kara kız çok korkmuş. Alıp kümesine bırakıyorum. Yaşaması için dua ediyoruz. Venüs cezalı, suyunu mamasını verip kulübesine kapatıyoruz. Anlar mı yaptığını? Çok zor. 

El ayak çekilince keyif zamanı. Dinlerken büyük keyif aldığım Vivaldi'nin dört mevsimi çalıyor. Soğuk bir bira açıp günün yorgunluğunu atıyorum. Korkarım bu keyif alışkanlık yapacak.