KATEGORİLER

10 Şubat 2017 Cuma

İADE-İ ZİYARET

09/02/2017 Perşembe, Tire


Yukarı çıkarken artık Fırat'ı alıyorum yanıma. Yaylaya gelir gelmez temizlik başlıyor. Dünkü gibi, adeta bahar havası hüküm sürüyor. Telefonum çalıyor. Arayan bizim bankacı dostlar. Yanlarında önemli konukları varmış. Zamanlarının çok kısıtlı olduğunu söylüyorlar. Aşkın Şef yine ortada yok. Telefon ediyorum, cevap vermiyor. "Açıksınız değil mi?" sorusuna "Açığız efendim, buyrun," niye dedim ki ben? Ortada şef yok. "Hemen çıkıyoruz, mezelerle donatın masayı biz gelene kadar." demişler bir de. Arkası arkasına telefon ediyorum. Bir keresinde "Aradığınız numara kapsama alanı dışında" mesajı geliyor. Daha da kötü. Telefonu mu kapattı acaba? Ya da şarjı mı bitti? Bir kez daha arıyorum cevap yok. Bu bile sevindiriyor beni, hiç olmazsa aradığımı görecektir sonunda. Belki de müsait değildir telefonu açmaya. Bu ilk de değil. Eğer misafir gelir de kapıdan dönerse ve geçerli bir mazereti yoksa, bu sefer faturayı ağır kesmeye kararlıyım.

Bankacılar bir kez daha arıyorlar. "Biz yola çıktık on beş dakika sonra oradayız. Masa hazır değil mi?" Geldiklerinde hazır olsun diye sıcak siparişlerini bile söylüyorlar. Hiç beceremediğim halde yalan söylüyorum. "Buyrun efendim, her şey hazır sizi bekliyor." Tek ümidim az sonra şefin kapıdan içeri girmesi. Ümidi kestiğim bir anda son kez çaldırıyorum telefonunu. Nasılsa açıyor bu kez. "Beş dakika sonra oradayım." diyor. "Neden geç kaldın, beni zor durumda bırakıyorsun, bak bu ilk de olmuyor." demenin sırası değil. Misafirler gelmeden sadece beş dakika önce geliyor bizim şef. Anlatmaya çalışıyor geç kalmasının nedenini. "Sus" diyorum, "Sus, bir an önce mezeleri hazırla." 

Gelir gelmez çifter çifter bir sürü meze tabağı hazırlanıyor. Misafirler olayın farkında değil. Ah, bir de bana sorsanız. Mezelerin arkasından sıcaklara başlarken açıklıyor geç kalmasının sebebini. Onu getiren aracın lastiği patlamış. "Ne oldu, yetiştirmedim mi her şeyi." diyor bir de. Direkten dönüyor aslında benim direkten döndüğüm gibi...

Bankacılar çaya davet ediyor. Aşağıda işim var zaten. İade-i ziyaretim gecikmiyor, öğleden sonra uğruyorum, sıcak ilgi gösteriyorlar. İlk kez açacağımız ticari hesabın belgelerini imzalarken bu anı ölümsüzleştirmek için fotoğraflar çekiliyor.

Akşam yemeğine önemli bir kurumun yöneticileri rezervasyon yaptırıyorlar. Dünün aksine gelenlerin çoğu rezervasyonlu bugün. Haberleri yeterince takip edemiyorum ama sosyal medya, özellikle facebook' tan alıyorum haberleri. El-Bab'tan gelen şehit haberleri, referandum tartışmaları, Fetö göz altıları... İçim kararıyor. Başka bir gözle görüyorum bu gelişmeleri. Çanakkale Ayvacık'ta deprem sonrasında orada yaşayanlar kışın soğuk günlerini çadırlarda geçiriyor. Hayat devam ediyor. Kimi ağlıyor, kimi gülüyor. Ülke elden gidiyor. Kimse umursamıyor. Atatürk bile kandırmış bizi, "Türk milleti zekidir, Türk milleti çalışkandır." derken. Ne çalışkan ne de zeki bu millet. İktidar, para uğruna vatanımızı satar hale geldik. Önce en etkili makamlara getirip, ordumuzu çökerten  daha sonra da kol kola gezdikleri Fetö'cülere sözde darbe yaptıranlardan niye hesap sorulmaz. Her şey ellerinde, yaptıramayacakları bir şey yok ama yetmiyor, başkanlık yani diktatörlük, tek adamlık istiyor birileri. Dahası ne? Başkan olunca yapamadığı neyi yapacak? Sadece iktidar hırsı mı bu? Yoksa daha başka vahim planlar mı yapılmış ülkenin geleceği üzerinde. Onlar "Hayır" diyor deyip PKK ile aynı kefeye koyduğu muhalefeti köşeye sıkıştıran başbakan, utanmadan, o teröristleri şarkılarla türkülerle karşılamadı mı? Yok, yok bu milletin gözleri kör, akılları tutulmuş, yüreğinde gram vatan sevgisi kalmamış, dolduruşa gelen bir sürüden farksız. Muhalefeti desteklemiyorum. Çünkü muhalefet yok ki ortada. Neredeyse bütün gazeteler, televizyonlar iktidarın borazanı. YSK da artık karışmayacakmış eşit yayın ilkesine. Sabahtan akşama kadar ezberletecekler halka ne yapması gerektiğini... Benim yine psikolojim bozulmaya başladı. Amélie hayallerim arasında Yann Tiersen dinleyim biraz. Belki açılırım...        

8 Şubat 2017 Çarşamba

YAYLAYA BAHAR GELDİ

08/02/2017 Çarşamba, Tire

Yaylaya geldiğimizde bahar havası karşılıyor bizi. Böyle giderse ağaçlar çiçek açacak birkaç güne. Aman açmasın diyorum içimden. Birkaç güne don yapar meyve vermez sonra ağaçlar. Yolda bilgisayarımı yanıma almadığımı fark ediyorum. Eşim hazırladığı ayva tatlısını alırsın şehre inersen demişti. Başka yapacak bir şeyim olmadığı halde Fırat'ı bırakıp iniyorum şehre hemen.

Hava öğleden sonra kapanıyor, yağmur yağabilir düşüncesiyle motorlu testereyi çıkarıyorum. Eksik bıçkı yağını tamamlıyorum. Bu sefer hiç uğraştırmadan çalışıyor. Taş Ev'in hemen arkasında yığın halinde eski evden çıkan büyük kütükler var. Hem o bölge açılsın hem de yakacak odun çıksın diye oradan başlıyorum. Uzun ağaç kütükleri içinde kocaman çiviler var. Testereyi köreltmemek için çivilere dikkat ediyorum. Kısa sürede bize bir hafta yetecek odun hazırlıyorum.

Dün ilk kez dinlendim diyebilirim. Her ne kadar pazar alışverişi saatler sürse de uykumu aldım. Bugün kızımın flaş belleğe yüklediği müzikleri çalıyorum. Hem yerli hem de yabancı romantik parçalar. Mekana uygun hepsi. Sevgililer günü için canlı müzik olup olmadığını soruyorlar telefonla. Misafirlerimizden biri de yarın kahvaltı için rezervasyon yaptırmak istiyor. Kahvaltı servisimizin sadece hafta sonları olduğunu söylüyorum.

14 Şubat Sevgililer Günü etkinliğine canlı müzik yapalım mı yapmayalım mı konusunu son bir haftadır düşünüyorduk zaten. En sonunda eşimle yapmamaya karar verdik. Butik bir işletme burası. Güzel bir hafif müziğin eşliğinde özenle düzenlenmiş masalarda romantik bir akşam yemeği sade ve daha uygun olur diye düşündük. Sadece gitar bile olsa fazla gördüm. Kına gecesi gibi bir ortamın Taş Ev'i bozacaktı. Elemanlar aksini düşünüyor. "Sevgililer müzik eşliğinde eğlensin ister burada." diyorlar. O güne özel masalara vazo içinde bir gül ve loş ortamda birer mum yakarsak yeterli olur bence. Canlı müzik denedik ama dediğim gibi insanlar birbirinin lafını duyamıyor o zaman. Canlı müzik özel bir eğlence, ne bileyim arkadaşlar arasında nişan veya buna benzer bir ortam için düşünülebilir belki. 

Akşam misafirleri gelmeye başlıyor. Bugün gelenlerin çoğu yeni. Şehrin en büyük fabrikasında çalışan iki mühendisin ilgisini çekiyor Taş Ev. Onlarla sohbet ediyoruz. Son derece memnun ayrılıyorlar. Özellikle kartımızı istiyorlar. Pazar günü İzmir'den gelen üç aileden biri Trip Advisor'a harika bir yorum yapmış ve beş yıldız vermiş. Manzara, yemekler ve işletmenin çok güzel, fiyatların ise oldukça uygun olduğunu söylemiş. Doğal olarak gururlanıyoruz bu tablodan...


ÇÖPLÜK

07/02/2017 Salı, Tire

Şubat ayında buraların çok fazla soğuk olmayacağı söyleniyordu. Doğruymuş dedikleri. Ancak meteoroloji yine yanılttı bizi. Sağanak beklerken güneşli bir hava şaşırtıyor beni. Biraz fazla uyudum bugün. Eşimi daha iyi gibi. Dinlenmek yaramış ama durmak bilmiyor hala. Marketten onun istediklerini alıyorum önce. Park sorunu sebebiyle canım pazara hiç gitmek istemiyor. Pazar yerine çıkan bütün sokaklar sağlı sollu park etmiş araçlarla dolu. Stadyumun önünden geçip sağa dönüyorum. Trafik kilitlenmiş. Artık iyice uzağa park etmekten başka çare yok. Olmazsa tanıdık bir esnafa bırakırım yükümü. Daha sonra arabayla gelip alırım oradan.

Saatlerce sürüyor pazar işi. Kasaptan ve pazardan elimdeki listeye göre bütün alınacakları alıyorum. Sadece kuzukulağı eksik. Nedense köylü bu sene kuzu kulağı çıkmadığını söylüyor. Dün Aşkın Şef bizim bahçede dolaşırken bir kaç demet görüp koparmış. Yola çıkıyorum. Yol kenarlarına atılan çöpler, plastik kaplar, naylon poşetler ve boş şişeler canımı sıkıyor. En temiz yerinden bir fotoğraf çekiyorum arabanın içinden. Ne kadar pis bir millet olduğumuzu düşünüyorum. Sabah pazara giderken önümdeki aracın sürücüsü de pencereden kullandığı kağıt mendili fırlatmıştı dışarı. Kaplan Köyü  Tire'ye en fazla turisti getiren bir destinasyon. Bu çöplüğü insanlara göstermek ne acı. Herkes o kadar kanıksamış ki, bu rezaleti görmüyorlar bile. Her akşam yol boyunca manzaraya karşı arabalar çekilir bu yolda, içkiler içilir, şişeler fırlatılır ve çöpler öylece bırakılır. Ne belediyeyi rahatsız eder bu durum ne kaymakamlığı. Cezası olmalı bu yapılanın. Yerli halk bundan rahatsız değil. Öyle bir köy düşünün hem turistik hem de yolları çukur, yol kenarları çöplük. Egenin en güzel köyleri sıralamasına giren Kaplan Köyünün bu halini görenler ne düşünürler acaba? Manzara güzel, kestane, ceviz, zeytin ve çam ağaçları arasında harika bir yol, gel gelelim sağı solu çöplük...    

7 Şubat 2017 Salı

KÖMÜR

06/02/2017 Pazartesi, Tire

Sabah kalktığımda kendimi beklediğim kadar yorgun hissetmedim. Fırat'la birlikte yukarı çıkmadan önce biraz alışveriş yaptık ama alınacak daha çok şey var. Aşkın Şef gelir gelmez tekrar şehre indim.

Uzun zamandır yüzünü göstermeyen güneş sıkılmış olacak ki ortaya çıktı nihayet. Hale uğradım önce, sonra da kömürcüye. Kullandığımız ithal kömür kalmamış. Daha önce alışveriş yaptığım kömürcü dövizdeki artışı fırsat bilip zam yapınca ondan alışverişi kesmiştim. Sağa sola sordum başka bir yerden temin edebilir miyim diye. Herkes benim eski kömürcüyü işaret edince canım sıkıldı. Çaresiz oraya gittim. Şans eseri daha önce görmediğim biri vardı işyerinde. Ben adamı tanımasam da o beni tanıdı. "Siz toptan alıyorsunuz değil mi?" diye sorunca "Evet." deyip durdum. O zaman bir kutu kömürde iki lira indirim yaptı. Kömürü arabaya koyduktan sonra dilimi tutmayıp anlattım durumu. Her hafta zam yapınca buradan almayı bırakıp başka yerden almaya başladığımı söyledim. O yetmezmiş gibi, "Aldığım yerde kömür kalmadığından geldim size." diye ilave ettim. Esas işyeri sahibiyle konuşalım belki aynı fiyata verir yine dese de "Ben konuştum, kılını kıpırdatmadı." deyip ayrıldım. Perşembe gününe kadar idare edecek bu şimdi. O zamana kadar aradığım özellikteki kömürün yeni alışveriş yaptığım yere geleceğini umuyorum. Yoksa kömürsüz kaldığımızın resmidir.

Bu aralar öğlen vakti kimse gelmez diye alışverişimi tamamlamak istiyorum. Aşkın Şef arayıp haber veriyor misafirimiz var diye. Apar topar ekmeğimizi alıp çıkıyorum yaylaya. Arkasından bir çift daha geliyor. Havanın buz kestiği o gün, buz tutan yollar nedeniyle kapattığımız o meşhur pazar günü onlar da gelmiş, kapıyı kapalı görünce geri dönmüşler.  

Taş Ev'e vardığımda rüzgarlı bir hava karşılıyor beni. Güneş yine bulutların arkasına saklıyor kendini. Verandadan aşağı şehre bakıyorum. Berrak bir hava var.  Bayındır rahatlıkla görünüyor.  Rüzgar şiddetini arttırıyor her geçen saat. Hava soğumaya başlıyor. Salonda ortam güzel. Bugünün misafirleri genel olarak alkol almıyorlar. Çalışma saatini biraz geçe misafirlerimizi uğurluyoruz. Kapıları kapatıp çıkmak üzereyken bir araba yanaşıyor. Kapattığımızı söylemek zorunda kalıyoruz. Bu saatten sonra gelen misafir de pek hayır beklememek lazım zaten.

Yarın meşhur pazarın kurulacağı gün. Park yeri işkencesi şimdiden canımı sıkıyor. Akşama doğru sırt ağrılarım başlıyor. Bir an önce alışveriş faslını tamamlayıp dinlenmek istiyorum.

6 Şubat 2017 Pazartesi

YORGUNLUK

05/02/2017 Pazar, Tire

Dünün yorgunluğunu atamadan çıkıyoruz evden. Önce Fırat'ı daha sonra Alp'i yanımıza alıp tırmanıyoruz Kaplan yokuşlarını. İki gün önceden kahvaltı rezervasyonları olduğu için hazırlıkları yetiştirmek zorundayız. Hava sıcaklığı yağmurla birlikte yükseliyor. Bugün sağanak yağış bekliyorduk. Oysa yağmur yağmıyor sabah saatlerinde. Bulutlar İzmir yönünde yığılmış, Aydın tarafında gök yüksek görünüyor.

Yağışın etkisiyle dün beklediğimiz yoğunluk yok ama gelen misafirler geç vakitlere kadar oturuyorlar. Hava rüzgarlı, ara sıra hafiften yağmur atıştırıyor. Sobayı hemen yakıyor bizim çocuklar. Salon temizlenip masalar silindikten sonra servisler açılıyor. Eşim mutfakta kahvaltılıkları hazırlamakla meşgul. Ben de ona yardım ediyorum.

Rezervasyonlu gelen misafirler tanıdık. İlk gelen onlar oluyor. Arkasından birbiri ardına kahvaltı masaları açılıyor. Bu durum dünün aksine günün yoğun geçeceğinin göstergesi. Öğlene doğru yemek misafirleri ile kahvaltı için gelenler birbirine karışıyor. Akşama Beşiktaş ve Fenerbahçe'nin derbi maçı olduğu için pek gelen olmayacağını düşünüyor bizim elemanlar. Birkaç gündür ara vermeden yağan yağmur toprağı yumuşattığı için gelen araçları avluya alıyorum. Avlu dolunca ağaçların arasında kolay çıkabilecekleri şekilde yerleştiriyorum. Bu arada bir valelik yapmadığım kalmıştı, onu da bu sayede öğrenmiş oluyorum.

Öğleden sonra birbiri ardına arabalar akın ediyor. Dünün aksine bütün masalar dolup dolup boşalıyor. Tire'nin yanı sıra İzmir, Ödemiş ve Kuşadası'ndan birbiri arkasına akın ediyorlar. Böyle bir yoğunluk kış girdiğinden beri ilk kez oluyor. Keşke bir eleman desteği daha alsaydık diye hayıflanıyoruz. İlk kez gelenler övgü dolu sözler söylüyorlar. Çocuklu aileler arabalarından merasimle iniyorlar. Bebek arabaları, çantaları hepsi teker teker çıkarılıyor arabalardan. Üzerine titredikleri çocuklarını bir güzel sarıp sarmalıyorlar. Çıtır çıtır yanan şömine sobanın ısıttığı Taş Ev'in üst kat salonuna girince soyunup dökünüyorlar. Çoluk çocuk leziz meze ve yemeklerin tadına varıyorlar.

Eleman eksikliğini eşimle ben gidermeye çalışıyoruz. Zaman zaman yukarı çıkıp gelen misafirlerle ilgileniyoruz. Eşim kendi elleriyle yaptığı tatlılar sipariş edilince mutlu oluyor. Mutfağa gelen tabaklara bakıyoruz. Hepsi yalanmış gibi tertemiz geliyor. Hatasız bir şekilde servis devam ederken bir aksilik oluyor. Garsonların yetişemediği bir anda Aşkın Şef yeni gelen misafirlerden meze siparişlerini alıp bir kağıda yazıyor. Kağıdın vitrinin önünde yere düştüğü fark edilmiyor. Aksi bir tesadüf aynı numaralı masanın eski siparişleri mutfak tezgahının üzerinde(!) Bu sebeple misafirlere sipariş etmedikleri mezeler servis ediliyor. Garson tepsiye koyduğu mezeleri gerisin geriye getiriyor mutfağa. Gönderilenlerin değil başka mezeleri istediklerini söylemişler garsona. Vızır vızır kağıdı arıyoruz, yok. Ne yapacağımız bilemiyoruz bir anda. İşin en yoğun olduğu, dört beş masanın aynı anda sipariş geçtiği bir an. Çıldırmamak elde değil. Sekiz kişilik masa bir sürü meze söylemiş. Git, bir daha sor diyor garsona Aşkın Şef. Nasıl bir daha sorarız, rezalet bir şey bu. Aşkın Şef kağıdı aramaya başlıyor, vitrinin önüne düşen kağıdı bulunca derin bir oh çekiyoruz. Bu durum siparişlerin gecikmesine sebep oluyor tabii. Eşime çıkıp durumu anlatalım, özür dileyelim diyorum. Birlikte çıkıyoruz. O kadar büyük bir olgunlukla karşılıyorlar ki, buna biz de şaşırıyoruz. Herkes aynı olmuyor tabii. Acilen mezeler hazırlanıp servis yapılıyor. Giderlerken son derece memnun kaldıklarını, yine geleceklerini söylemeyi ihmal etmiyorlar.

Mutfağa verdiğim destekten fırsat buldukça garsonlara yardımcı oluyorum. Misafirlerin arasında dolaşırken her masadan bir talep geliyor. Çocuklu bir aile çok acıktıklarını söylüyor. Siparişlerini bizzat kendim alıp onlara servis ediyorum. Masalar boşaldıkça yerini yeni gelen misafirler alıyor. Zaman zaman nefes almak için dışarı çıkıyorum. Bir araba daha geliyor, park etmelerine yardımcı olup buyur ediyorum. Arada tuvaletlerin temizliğini kontrol ediyorum. Gelen misafirlerin hepsi kaliteli insanlar, tuvaletleri buldukları gibi bırakıyorlar. Maç saati geliyor ama gelenlerin ardı arkası kesilmiyor. Aşağıdaki büyük ekran ama eski model televizyonu açıyorum. Maç başlamak üzere. Fırat'ta takat kalmamış, merdivenlere çöküyor bir ara. Gözü televizyondaki maçta. Düne göre daha erken kalkıyor misafirler. Hepsi memnun ayrılıyor. İlk kez sırtımın ağrıdığından şikayet ediyorum. Son misafirleri uğurladıktan sonra bugünün şerefine birer bira içelim diyor elemanlar. Kırmıyorum onları...
  

5 Şubat 2017 Pazar

BULUTLARIN DANSI

04/02/2017 Cumartesi, Tire

Sabah erkenden düşüyoruz yayla yollarına. Alp'i dün çok yormuşlar. Telefonunu çaldırmamla uyandığı belli. Gecikmemek için onu bırakıyoruz. Hemen hazırlıklar tamamlanıyor. Bugünkü şehir manzarası bir başka güzel. Yağmuru Taş Ev'den seyretmek, şehrin üzerine çöken bulutları izlemek keyif verici.

Yağmur çisil çisil yağıyor. Bugün yine müze gibi Taş Ev. Kulaktan duyan ya da tabelamızı gören soluğu taş evde alıyor. Nisan ayında yapılacak bir nişan töreni organizasyonu için görüşmeye geliyor bir aile. Menümüze bakıyorlar mekanı çok beğeniyorlar ancak bir sorun var. Bizim küçük Taş Ev'imiz en fazla elli kişi alıyor. Onlar altmış, yetmiş kişi oluruz diyorlar ama akılları burada kalıyor. Kartvizitimizi alıp sayıyı düşürme imkanlarını araştıracaklarını söyleyip ayrılıyorlar.

Yağmurun yanı sıra bir de sis çıktı. Köyden yukarı çıkan yollarda göz gözü görmüyor. Şehre çökmüş bulutlar olağanüstü bir görüntü veriyor. Değişik bir yağmur bu. Muson yağmurlarını andırıyor. Kocaman bir süzgeç sürekli ve şiddetini değiştirmeksizin bahçeyi suluyor adeta. Toprak yağışın önemli bir kısmını emiyor. Onca şiddetli yağışlarda zemin sertliğini koruduğu halde bugünkü yağmur toprağı yumuşatıyor. Kahvaltıya gelen misafirlerimizden biri arabasını çamurlaşmış topraktan zor kurtarıyor. 

Şehre inip eksilen malzemeleri aldıktan sonra Alp ile birlikte yaylaya dönüyoruz. Yukarıda yağmuru seyretmeye dalıyorum. Şehrin ortasında asılı bulutlar devamlı yer değiştiriyor. Doğa olayları adeta bir şov yapıyor karşımda. Bulutların silindir şeklinde peş peşe bir aşağı bir yukarı hareket etmesi tam bir görsel ziyafet sunuyor.

Taş Ev'in tanıtım eksikliği dile getiriliyor bugünlerde. İlk kez gelenler önce müze gezer gibi dolaşırken hayranlıklarını gizlemiyorlar. Onlara kısa bilgi veriyorum. Tesadüf eseri dolaşırken ya da tabelayı görüp geldiklerini söylüyorlar.

Akşama doğru gelen misafirlerimizden biri ODTÜ'lü olduğunu söylüyor. Genç göstermesine rağmen benim oraya başladığım yıl mezun olmuş. Masalarına davet ediyor. Birbirimize ailelerimizden bahsediyoruz. Eski bir dostu görmüşçesine seviniyorum.

Gece yağmur kesiliyor. Gökyüzüne bakıyorum. Kara bulutların arasındaki boşluklardan yıldızlar görünüyor. Hava tahminleri yarının yağmurlu olduğuna işaret ediyor. Yağmur yollarımızı daha çok bozuyor. Dünün aksine erken kalkıyor misafirlerimiz. Yarın kahvaltı servisi için Taş Ev'e erken gideceğimizden buna en çok ben seviniyorum.

3 Şubat 2017 Cuma

BLOG DOSTLUĞU

03/02/2017 Cuma, Tire

Bugün küçük pazar kuruluyor. Önce Fırat'ı alıp Taş Ev'e bıraktım. Bu hafta her zamankinden fazla alışveriş olduğu için yeniden şehre indim. Havalar ısındı ama yine de gecenin soğuğunu kırmak için şömine sobayı yaktık.

Pazar alışverişi güzel geçti. Esnaf artık beni iyice tanımaya başladı. Bankacı konuklarımızla karşılaştık. Biz de sizden bahsediyorduk az önce dediler. Dondurmacı Ayhan Amca'ya bıraktım yükümü. Dün ikram ettiği acı bademli dondurma harikaydı.

Kuşadası'ndan geldi ilk konuklarımız. Yeterince tanıtım yapmadığımızı, kendilerinin levhamızı tesadüfen gördüklerini söylediler. Öğleden sonra gelen tanınmış bir firmanın müdürü kayınpederiyle birlikte geldiler. Manzaraya nazır masalarında sohbet edip rakılarını içtiler. Onları görünce kayınpederim ve arkadaşlarıyla yaptığım keyifli sohbetleri hatırladım. Ne yazık ki onu çok erken kaybetmiştim.  

Hafta başından beri ilk kez fırsatını bulup bol bol odun kestim, taşıyıp istifledim. Taş Ev'in ağaç işlerini yapan Ünal Ustayı arayıp manzara tarafındaki parapet korkuluğu sabit ısıcamla değiştirme imkanımızın olup olmadığını sordum. Yarın bana bir teklifle dönecek. Pencere camları biraz yüksekte kaldığı için gelen misafirlerin haklı eleştirisini alan bu konuyu halledebilirsek en arkadaki masa bile şehir manzarasını görebilecek.

Akşama yine Ödemiş'ten geliyor misafirler, hem de arkadaş tavsiyesiyle. Tavsiye üzerine gelenler daha çok sevindiriyor. Gelenlerin hepsi Ödemiş'te bu kadar güzel bir mekan olmadığını söylüyor.

Yarın erkenden kahvaltı servisimiz başlayacağından geç kalmak istemiyoruz mamafih son rezervasyon geç vakte kadar kalacağımızı gösteriyor. Günlüğümü gün sektirmeden yazmayı başardığım için mutluyum ama çoktandır fırsat bulamadığım blogları ziyaret etmek istiyorum artık. Blog dostlarım da bana kırıldılar zannedersem. Zor bir haftaydı benim için, umarım affederler.  


EVLİLİK TEKLİFİ

02/02/2017 Perşembe, Tire

Bu aralar adeta kara iklimi yaşıyoruz. Gece gündüz sıcaklık farkı on beş dereceyi buluyor. Öğleden sonra yakmaya başlıyoruz sobayı artık. Akşam saatlerinde birden soğumaya başlıyor hava.

Fırat, eşyalarını getirmek için Ödemiş'e gitti. Onun gecikeceğini düşünerek dün akşamdan Alp'e haber verdim. Sabah onu alıp yukarı çıkmadan evvel kasaba, fırına uğradık. Zeytin'den hala haber yok. Umarım gittiği yer daha iyidir.

Aşkın Şef gelene kadar temizlik işleri ile uğraşıldı. O geldikten sonra biraz odun kestim. Dünün ardından bugün yine bir organizasyona ev sahipliği yapacak Taş Ev. Öğlene doğru evlilik teklifi yapacak beyefendi geliyor. Ekibim ile birlikte güzel bir mizansen hazırlıyoruz. Kızın bu olaydan haberi yok. Beyefendi üzerinde çiftin resimleri olan güzel bir pasta bırakıyor. Senaryoya göre arkadaşları önceden gelip saklanacaklar, çift köye geldiğinde beyefendiden alacakları mesaj üzerine bize haber verecekler, mumlar yakılacak, ışıklar söndürülecek, fonda La Cumpersita müziği eşliğinde merdivenlerden yukarı çıktıkları sırada üzerlerine taze gül yaprakları dökülecek. Çift kendileri için hazırlanmış ve bezenmiş masaya yöneldiğinde üzerinde maytap ve mumların yakıldığı pasta yukarı çıkarılacak. Bu esnada beyefendi diz çöküp müstakbel eşine evlenme teklifinde bulunacak, hanımefendiye yüzük takılırken konfeti patlatılacak, daha sonra birlikte pastayı kesecekler. Arkadaşları   gösteri başlar başlamaz birden içeri girip o anların fotoğraflarını çekecekler.

Öğleden sonra şömine sobayı yakıyoruz. Getirdiğim süsleme malzemeleri ile özel masayı hazırlıyoruz. Kuru çiçek yapraklarıyla iç içe geçmiş kalp figürü, içine taze gül yaprakları, kalp şeklinde rengarenk taşlar ve kalp şeklinde küçük mumlar yerleştiriyoruz. Masanın kenarını ve sandalyeleri kırmızı beyaz kurdelelerle süslüyoruz.  

Akşam ilk gelen misafirimiz bizim için çok özel. Her ikisi de meslektaşım olan ve en güzel makamların sahibi kıymetli misafirlerimiz eşleri ile birlikte bizleri onurlandırıyorlar. Onlara rezerve ettiğimiz masaya geçiyorlar. Süslü masayı görünce kısaca bilgi veriyorum.

Rezervasyon yaptıran diğer konukların biraz gecikeceğini biliyoruz. Bu işimizi kolaylaştırıyor. Beklediğimiz üzere onur konuklarımızın ardından genç çiftimiz geliyor. Programımız sıfır hata ile işlemeye başlıyor. Hanımefendinin karşılaşacaklarından bihaber olmasını, Taş Ev'e girerken "Açık mısınız?" sorusundan anlıyorum. Hava soğuk olduğu için dış kapıyı sürekli kapalı tutmamız bu sorunun sebebi oluyor muhtemelen.

Gerçekten de harika bir gösteriye sahne oluyor Taş Ev.. Herkes görevini tam olarak yapıyor. Diğer konuklar genç çifti tebrik ediyorlar. Eşlerine "Biz de isteriz" diyerek takılıyorlar. Hep birlikte genç çifti alkışlıyoruz. Bizim için de güzel bir deneyim oluyor bu.

Törenin ardından normal çalışmamıza dönüyoruz. Bu akşam da Ödemiş'ten sürpriz konuklarımız oluyor. Taş Ev'e ilk kez gelenler mutlu ve memnun ayrılıyorlar. Onur konuklarımızla sıcak sohbetlerimiz oluyor. Geç vakitlere kadar ağırlıyoruz konuklarımızı...

  

2 Şubat 2017 Perşembe

DAHA NE İSTERİM Kİ

01/02/2017 Çarşamba, Tire

Yeni bir ay, dünkü tatilden sonra bizim için yeni bir hafta başı. Sabah saat yedi buçukta vardık Tire'ye. İzmir'de hava sıcaklığı artı bir derece gösterirken Tire'ye vardığımızda eksi üç olmuştu. Bu durum yayladaki sıcaklığın en az sıfırın altında altı derece olduğu anlamına geliyor. Acaba tuvaletler dondu mu yine? Eve varınca koltuk başında sızdım biraz ama doğru dürüst uyuyamadım. Fırat ev işini bağlamak üzere olduğunu, işi bitince taksi tutup geleceğini söyleyince yukarı yalnız çıktım.  

İlk işim tuvaletlere bakmak oldu. Şükürler olsun hepsi çalışıyor. Aşkın Şef gelir gelmez meze hazırlıklarına başladı. Ben de ortalığı toparlamaya giriştim. Sobayı temizledim, odun hazırladım biraz. Yarın için bir evlilik teklifi organizasyonu rezervasyonu yapılmıştı. Sabah gelen telefonda ise evlilik yıldönümü için özel masa düzenlenmesi istendi. Daha önce söylediğim üzere mutlu günlerin mekanı olması Taş Ev'e farklı bir hüviyet veriyor.

14 Şubat Sevgililer Günü için organizasyon düşünmezken şimdiden talepte bulunulması karşısında fikrimi değiştirmeye başladım. Öyle bangır bangır müzik değil de bir gitar dinletisi olabilecek belki kafamda tasarladığım.

Gündüz saatlerinde misafirlerin gelmesi sevindiriyor. Güneş biraz da olsa ısıtıyor. Misafirlerden bazıları terasa çıkıp yemeklerini orada yiyorlar. Şömine sobayı saat dörde doğru yakıyoruz. Bu saatlerden sonra soğuyor hava birden

Evlilik yıl dönümü için masayı hazırlıyoruz. Kurumuş çiçek yapraklarından kalp şekli verip içine mumlar yerleştiriyoruz.

Akşam nezih konuklarımız geliyor. Herkes memnun ve mutlu ayrılıyor. Daha ne isterim ki...

1 Şubat 2017 Çarşamba

ANLAYABİLENE...

31/01/2017 Salı, İzmir

Sabah pazar alışverişini yaptıktan sonra aldıklarımı Taş Ev'e taşıyorum. Sanki hava soğumuş biraz. Acele ediyorum, çünkü İzmir'e gitmemiz lazım. Kızım hastaneden randevu almış eşim için. Önemli bir şey olmadığını umuyorum. İçimizin rahat etmesi için yapılması gereken bir işlem bu.

En az haftada bir günü balığa ayırmayı kafaya koydum. Kızımla telefonda görüşüyoruz. Dışarıda mı yeriz yoksa evde mi? Evde yemeyi tercih ediyoruz. Balığın yanında kalamar, midye dolması da almış gelirken. Hemen hazırlığa başlıyor, mükemmel bir sofra hazırlıyor. Balığa doyuyoruz.

Bu aralar blogları da takip edemez oldum. Ayaküstü facebook sayfalarına göz atıyorum. Telefondan yorum yapmaya alışamadım bir türlü. Bugün yaptığım en hayırlı iş internet bankacılığına girmem oldu. Bu sayede motorlu taşıt vergisi ve trafik para cezalarını ödeyip bir başka hesaba havale çıkardım.

Büyük bir bölünme yaşıyoruz yeniden. Evet'çiler ve Hayır'cılar birbirlerini suçluyor, hakaret yağdırıyorlar. Başkanlık sisteminin getirilmesini isteyenler ülkede nasıl bir oyun tezgahlandığını göremiyor. Bazı soruların cevabı yok. Başkanlık ihtimalinin ortadan kalktığı son seçimlerden sonra her fırsatta başkanlık sistemine karşı çıkan Bahçeli, ne oldu da başkanlık sistemini destekler oldu?

Bazen düşünüyorum. Seçmen olabilmek için adil bir sınav yapılmalı. Düşünme yetisinden yoksun olanlar, sorgulamasını bilmeyen insanlar oy kullanmamalı. Memur olabilmek için insanlar sınava tabi tutuluyor ama ülkeyi yönetecek kişiyi seçmek için kafa kağıdı yetiyor. Böyle giderse ülkenin çöktüğünü, parçalara ayrıldığını görmek çok uzun yıllar almayacak görünüyor.

Uykunun en tatlı olduğu saatlerde hastanedeydik. Akşam balığı fazla kaçırdığımdan dolayı rahatsızlandım. Eşim için bulunduğumuz hastanenin acili de beni misafir edebilirdi. Neyse ki çabuk toparladım ama boğazımdaki yanma hala devam ediyor. Sabaha karşı İzmir'den ayrılıyoruz.

Gerçekten de insan sarrafı olunuyor burada. İnsan dıştan göründüğü ya da yansıttığı kişilikten çok farklı olabiliyor bazen. Ancak eninde sonunda bir vesile ile gerçek yüzü çıkıyor ortaya. Bir kapı kapanıyor, başka kapı aralanıyor. Su yolunu buluyor. Fenalık, kem sözler sahibinde kalıyor. Kötü sözler karşılık bulmayınca sahibinin içini yaralıyor zamanla. Gün geçtikçe içinde yanan pişmanlık ateşi kavuruyor yüreğini. Ona yapılacak bir şey kalmıyor artık... Suskunluk çok şey anlatır bazen. Orhan Veli'nin dizeleri geldi aklıma. "Yazık oldu Süleyman Efendi'ye..." Anlayabilene... 

31 Ocak 2017 Salı

GECİKME

30/01/2017 Pazartesi, Tire

Yine gecikmeli yazıyorum. Bir gün geçse dahi aynı tadı vermiyor böyle yazmak. Aynı günün sıcaklığı geçmeli satırlara. Detayların bir kısmı uçuyor aklımdan. Bugün çok erken kalkmak zorunda olmadığım için sevinçliyim. Fırat'ın ev işi hallolmadı hala. Onu yaylaya çıkarken almayacağım. Kiralık evlere baksın gündüz saatlerinde. Yaylaya geldiğimde gözlerim Zeytin'i arıyor. Gideli on gün oldu. Hiç bir iz bırakmadan sırra kadem bastı.

Soğuktan donan tuvaletleri çözebilmek için içinde kor ateş bulunan tenekeler yerleştirmiştik dün gece. Bu düzenek kısmen işe yaramış, biri hariç diğerlerinin musluk ve rezervuarları çalışmaya başladı. Şömine sobayı yakmak bana düştü. Bir işi yaparken kimseye muhtaç olmadığına kendisini inandırmış olmak mutlu ediyor insanı. Evet birinci defa olmuyor, ikincide zorlanıyorsunuz, üçüncü sefer sanki işi kıvırıyormuş gibi görüyorsunuz kendinizi ama sonunda gerçekten yapıyorsunuz.

Az sonra Aşkın Şef geliyor. Salon süpürülüp, paspas çekilecek, masalar silinecek. Aşkın Şefin mutfakta işleri var. Temizlik bitmeden kapı açılıyor, orta yaşlı bir beyefendi ve yaşlı bir kadın giriyorlar içeri. Gelen beyefendiyi hatırlıyorum hemen. Dün Karslı arkadaşı ile misafir olmuştu. Bu sefer annesini getirmiş. Birer tatlı siparişi veriyorlar. Annesi için karadutlu lor, kendisi için trileçe. Dün çaldığım klasik müziği çalmamı istiyor. Bu benim duymak istediğim en güzel şey. Aşkın Şef klasik müziğin uykusunu getirdiğini söylerken klasik müzik isteyen bir misafir beni hayli neşelendiriyor. Aşkın Şef'e bu talebi ağzım kulaklarımda aktarıyorum.

Anne nefes darlığından mustarip. Çaylar içildikten sonra Taş Ev'in önündeki avluya iniyorlar. Derin derin çekilen nefeslerle ciğerlere temiz hava doluyor. Yaşlı kadın ilk kez ciğerlerinin ve nefes yollarının açıldığını söylüyor.  "İki yıl burada kalsam bende nefes darlığı kalmaz." diyor.

Pos cihazının kablo girişinde bir temassızlık vardı dün gece. Sabah hiç şarj etmediğini görünce biraz kurcalamaya kalktım. Çıt diye bir ses çıktı. Bağlantı parçasının kırılma sesi bu. Hemen gidip bir çaresine bakmam lazım. Aşkın Şef hemen gidip halledersem iyi olacağını, gelen olursa kendisinin ilgileneceğini söylüyor.

Şehre inip önce pos cihazını tamire veriyorum. Eşimi alıp nüfus müdürlüğüne yeni çipli kimliğini almaya gidiyoruz. On beş güne hazır olur dedikleri kimlik için bir on beş gün daha ek süre istiyorlar. Fırat görüşmelerini bitirmiş ama henüz ev sorununu halledememiş daha. Onu alıp eşimi eve bıraktıktan sonra yaylaya çıkıyoruz. Bahçeden içeri girerken iki araba görüyorum içeride. Aşkın Şef bizi kapıda gülerek karşılıyor. İki masaya kadar hallederim demişti. Yedi kişilik bir aile Kuşadası'ndan gelmiş masayı mezelerle donatmış. Diğer masanın misafirleri Ödemiş'ten. Beklentilerimin aksine hareket erken başlıyor. Yukarı çıkıp misafirlerle ilgileniyorum. Gelenler son derece olgun. Aşkın Şef tek başına her şeyin hakkından gelmiş. Misafirlerin hepsi hallerinden memnun. Şöminenin durumu gayet iyi. Dışarı çıkıp tuvaletleri kontrol ediyorum. Hepsi faal durumda, buzlar çözülmüş.

Gece konuklarıyla vakit su gibi akıyor. Hepsi mutlu bir şekilde ayrılıyorlar. Aşkın Şef dünden beri personel gecesi diye tutturdu. Saat on bire doğru bütün misafirlerin kalkması Aşkın'ın yüzünü güldürdü. Fırat'la birlikte güzel bir masa hazırladılar. Şömine soba içeriyi gayet güzel ısıtmış. Buna benim de ihtiyacım olduğunu hissettim. Ölçüyü kaçırmadan güzel bir gece geçiriyoruz elemanlarla. Onların gelecekle ilgili önerilerini dinliyorum.

30 Ocak 2017 Pazartesi

BOZDAĞ

29/01/2017 Pazar, Tire

Uzun zamandır ilk kez bir gün gecikmeli yazıyorum. Ne kadar yazmak istesem de bedenim razı olmuyor. Geceleri yazmak üzere bilgisayarımın başına geçiyorum geçmesine lakin koltuğumda sızıyorum.

Neyse fazla uzatmadan pazar gününe döneyim. E, sabah kahvaltı servisini hazırlamamız lazım, şömine soba yanacak, hava soğuk mu soğuk. Fırat'ı bıraktığımız otelden alıyoruz. Eşim beni bugün yalnız bırakmıyor. Yaylaya gelip Taş Ev'e kapağı atıyoruz. Fırat sobayı yakmakla meşgul olurken benim aklımda tuvaletler var. Kötü bir sürpriz beni bekliyor. Erkek ve kadınlara ait dört tuvalet de donmuş, hiçbir musluk, rezervuar çalışmıyor. Bugün pazar, gelen insanlara ne diyeceğiz. Aklımda iki fikir çarpışıyor. Biri hiç kimse gelmesin de rezil olmayalım, diğeri gelsinler erkeklere ağaç altını gösterir, bayanlara kendi özel tuvaletimizi açarız.

Saatler ilerledikçe güneş ısıtmaya başlıyor. Kahvaltı servisinin arkasından yoğunluk artıyor. Tuvaletlere sıcak su döküyoruz, çaputlarla boruları sarıyoruz değişen bir şey yok. Bir önceki gece en soğuk gece olmuş burada. Her taraf buz.

Bahçe kapısına doğru yürüyorum. Kapıda bir araba var. İçinden iki kişi soruyor açık olup olmadığımızı. Bulunduğumuz yerden Bozdağların karlı zirvesi görünüyor. Kayalıklara manzara seyretmeye gelmişler. İçlerinden biri Kars'tan. Dönüşte uğrarız diyorlar. Yarım saat sonra gelip Taş Ev'e konuk oluyorlar. Seneler önce gittiğim Kars'ı ve oradaki Kaz Evi restoranı konuşuyoruz.

Güneş yüzünü gösterince insanlar evlerinden çıkıyor, oluk oluk araba akıyor Kaplan yollarına. Malzemeler bitiyor. Tam dört sefer şehre inip çıkıyorum. Akşama doğru ilave garson ihtiyacımız kaçınılmaz oluyor. Alp'i arıyorum. Evde dinleniyormuş. O da benim şansım. Hemen gidip alıyorum onu. Gecenin geç saatine kadar devam ediyor hareket. Güzel bir hafta sonu oluyor, tatlı bir yorgunluk çöküyor geceyi tamamlarken.

28 Ocak 2017 Cumartesi

NIGHTHAWKS

28/01/2017 Cumartesi, Tire

Şöyle uzun uzun yazmak istiyorum aslında. Hafta sonları ki, buna cuma günlerini de eklemek lazım, yorucu oluyor. Yorulmuyorum, şikayet etmiyorum ama yazmaya, okumaya zaman kalmıyor. Dün sabaha karşı ikiye doğru kalktı misafirlerimiz. Eski okul arkadaşlarının senelik buluşmasıymış. Sabah kahvaltı servisimiz olduğunu bilmiyorlar tabii. Misafire kalk denmez elbet.

Sabah eşime gelme dedim, biz hallederiz. Soğuğa daha az tahammül ettiğini biliyorum. Hazırlanıp kapıdan çıkmak üzereydik. Fırat'ı kaldığı otelden aldım. Belki de senenin en soğuk günü. Bayanlara ait tuvaletlerin her ikisi de donmuş. Erkekler tuvaletinin her ikisi de çalışıyor.

Aşkın Şef gelene kadar sobayı canlandırmaya uğraştık. Fırat'ın bir tanıdığı ona güzel bir ev bulmuş. Hem onu götürmek hem de alışveriş yapmak üzere Taş Ev'i Aşkın Şef'e teslim edip alelacele şehre iniyoruz. Ben işimi görürken Fırat da evi görüp beğenmiş. Yukarı çıkıyoruz. Aşkın tek başına kahvaltı misafirlerini ağırlamış.

Hava çok soğuk olmasına rağmen nem oranı düşük sanırım. Çünkü dünkü kadar üşümüyorum. Güneşi gören soluğu Taş Ev'de alıyor. Bugünkü misafirlerin kahir ekseriyeti gençlerden oluşuyor. Öğleden sonra oldukça meşhur bir internet gezi sitesinin sahibi geliyor eşimin tanıdıkları vasıtasıyla. Detaylı bilgi alıyor, bol bol resim çekiyorlar. Kartvizitini alıyorum. Özel olarak davet mi etsem bir gün?

Öğleden sonra gelen misafirlerimizden biri de kırımızı şarap ısmarlıyor. Rakı, bira değil de şarap içenlere daha farklı gözle bakıyorum. Taş Ev'de şarap içen misafirlerin sayısının artması daha çok hoşuma gidiyor.

Son masadaki gençleri uğurlamayı bekliyoruz. Şöminenin karşısında bira içiyorlar.  Keyiflerine diyecek yok. Yine nöbetçiyiz bu gece. Daha Fırat'a kalacak otel ayarlayacağız. Yarın sabah da kahvaltı servisi var üstelik.  

Resim Internetten - Nighthawks (Gece Kuşları) ABD'li ressam Edward Hopper'in gece geç bir saatte Amerikan tarzı bir restoranda oturan insanları betimleyen tablosu.

27 Ocak 2017 Cuma

SOĞUK

27/01/2017 Cuma, Tire
Soğuk, soğuk, soğuk. Hayatımda hiçbir dönem soğuktan bu kadar şikayet ettiğimi hatırlamıyorum. Ankara'dayken elbisemin üzerine mont, kaban, palto türünden hiçbir şey giymiyordum. Evet, dışarıda, otobüs kuyruklarında falan beklediğim de yoktu. Evden işe, işten eve. Ev sıcak, iş yeri sıcak. İş görüşmeleri için gittiğim yerler haliyle sıcak oluyordu. Aslına bakarsanız Ankara havası üşütmezdi beni. Bu bakımdan özlüyorum Ankara'yı. Erzurum'da eksi 25 santigrat derecede bile ceketim elimde dolaşırdım. Hoş, deli derlerdi bana. Eee, deliler üşümezmiş. Ben de üşümediğime göre deli olabilirdim. Hem delilik öyle sandığınız kadar kötü bir şey değil ki. Mesela deli olsaydım memleketin diktatörlüğe geçiş referandumu beni hiç ilgilendirmeyecekti. Hatta gidip "Evet" oyu bile kullanabilirdim. Sahi, oy kullanan seçmenlerin zeka seviyesini kontrol ediyorlar mı? Bildiğim kadarıyla nüfus kaydına göre 18 yaşını dolduran herkes oy kullanabiliyor. O zaman ülkenin durumu vahim. Delilerin sayısı bayağı artmış son yıllarda. Önümüzdeki referandum memlekette akıllıların mı delilerin mi daha fazla olduğunu gösterecek.

Ankara'dan İzmir'e göçeli beri ben de akıllandım maalesef. Çünkü üşümeye başladım. Hatta donuyorum. Dışarısı soğuk, buz gibi. Sular bile donuyor. Şömine sobaya kocaman kocaman kütükler atıp salonu ancak ısıtıyoruz. Yeni garsonumuz Fırat işe başladı bugün. Sabah onunla birlikte çıkıyoruz yaylaya. İlk işimiz sobayı yakmak. Şehirde ev tutmuş. Ev dayalı döşeli ama temizlik yapması gerekiyormuş. Elektrik, su bağlayacak ayrıca. Sobayı yaktıktan sonra işlerini görsün diye onu şehre bırakıyorum. Sabahın kör saatinde aradılar bugün de. Kahvaltı etmek için kapıya gelmişler, kapı duvar tabii. Kahvaltı servisimiz sadece hafta sonları diyorum telefondaki beyefendiye.

Çok geçmeden Aşkın Şef geliyor. Şömine sobaya devamlı odun atmasını tembihleyip Fırat'ı aşağı bırakıyorum. Dün onardığımız yollar iyi görünüyor. Yol kenarlarındaki su birikintileri donmuş. Yolun en kritik yerlerini onardık ama daha çok yer var yapılacak. Köy muhtarına telefon ediyorum. Sıcacık evinden çıkmak istemiyor. Hava soğuk çünkü. Nezleyim, soğuk algınlığım var diyor. Taş Ev'e henüz ayak basmadı daha. Israr ediyorum, seni gelip alacağım şöminenin başında sana çay ısmarlayacağım diyorum. Başka zaman diyor. Israrım bitecek gibi değil. Sonunda teslim oluyor. Ben gelirim diyor. İşi şansa bırakmak istemiyorum. "Yok, sen çık köy meydanına ben seni gelir arabamla alır, daha sonra geri götürürüm." diyorum.

Salı günleri kaymakam muhtarları topluyor, köylerin sorunlarını dinliyormuş. Hiç olmazsa yolların durumunu muhtara gösterir kaymakama iletmiş olurum. Hemen yola çıkıyorum. Köy meydanı bir kilometre aşağıda zaten. Muhtarı alıp yola çıkıyorum. Her adımda yoldaki tahribatı, risk oluşturan yerleri, dün onardıklarımı teker teker gösteriyorum. Bu köy Tire'nin en meşhur, en turistik köyü. Bütün şehrin kuş bakışı görüldüğü bir yer. Hem manzarası, hem havası hem de restoranları ile ünlü. Muhtara Taş Ev'i gezdiriyorum. Şaşırıyor mekanı görünce. Geç bir ziyaret. "Köye değer katmış burası." diyor. "Yazın daha da güzel olur." diyor. Şömine ateşinin karşısında çaylarımızı içiyoruz. Eşimin hazırladığı kurabiyelerden ikram ediyorum. Camdan şehre bakıyoruz. Eşimin dedesi Tayyar Bey'den bahsediyor. Yol yapılmadan önce at sırtında av tüfeği ile yukarı çıkışını, çocuklara simit dağıtışını anlatıyor. Havada hiç pus yok. Şehrin bütün ayrıntıları gözler önünde. Şehri temaşa edip sohbet ediyoruz uzun uzun.

Muhtarı köye bırakıp Fırat'ı almak üzere şehre iniyorum. Dönüş yolunda önce soğuğun sonra yeni inşa edilen rüzgar tribünlerinin resmini çekiyorum. Köye geldiğimde sıcaklık göstergesi eksi iki dereceyi gösteriyor. Rezervasyonlar başlıyor. Sobaya bir odun daha atıyoruz.  

26 Ocak 2017 Perşembe

YOLLARIMIZI ONARDIK

26/01/2017 Perşembe, Tire

Sabah kahvaltısını evde yapıyoruz birkaç gündür. Önce muhasebeye uğrayıp para bırakıyorum. Arkasından Alp'i alıyorum her zamanki buluşma yerimizden. Havaların yeniden soğuyacağı haberleri geliyor. İstanbul'da kar yağışı başlamış bile. Artık yağmasın, yollarımız kapanmasın diye dua ediyorum. Yaylaya geldiğimizde Alp'e sobayı yakmasını söylüyorum.  Hemen yakarsak salonu ancak ısıtabiliriz. Hava soğuk mu soğuk.

Henüz açılış saatimiz gelmeden bir araba giriyor bahçeye. Kahvaltı servisimiz olup olmadığını soruyorlar. Salonda şömine sobayı yaktık ama daha içerisi ısınmadı henüz. Normalde hafta içi günlerde kahvaltı servisimiz yok ama geri çevirmek istemiyoruz gelenleri. Küçük bir bebekleri var yanlarında. Arabadan tonla bebek eşyası indiriyorlar. Bebek puseti, çantalar, battaniyeler ve çantalar. Yardım edip içinde uyuyan bebeğin olduğu puseti üst kata çıkarıyoruz. Aşağıdan hemen bir elektrikli ısıtıcı getirip çalıştırıyorum. Aşkın Şef hemen kahvaltı hazırlığına başlıyor. Gelenler Denizli'den misafirlerini getirmişler kahvaltı için. Kısa bir süre sonra Alp beni yukarı istediklerini söylüyor. Salonun yeterince sıcak olmadığını ileri sürüp bin bir özür dileyerek kalkmak zorunda olduklarını söylüyorlar. Bebekleri hastaymış zaten. Anlayışla karşılıyor ve yardımcı olup bebek arabasını yeniden aşağı indiriyoruz. Onca bebek eşyası da gerisin geriye arabalarına yükleniyor.

Bugünü iyi değerlendirmem gerek. Kendimi enerjik hissediyorum nedense. Depoyu açtıktan sonra içeriden ağaç testeresini alıyorum. Bu sefer mutlaka çalıştıracağımdan eminim. Öyle de oluyor. Bir iki sefer ipini çektikten sonra motor çalışıyor. Bahçede yığılı ceviz ağaçlarının üzerindeki naylon örtüyü kaldırıyorum. Ağaçlar o kadar büyük ki, nasıl yüklemişler traktöre kocaman kütükleri anlamıyorum. Motorlu testerenin boyu ufak kalıyor ağaçların kutrunun yanında. Kırk yıllık ormancı gibi bir sürü kalın ağacı şömineye sığacak büyüklükte kesip hazırlıyorum. Bıçkı zinciri yeni olduğu için testere ağacın içinde kolay ilerliyor. Ağacın enine kesilmesi gerekiyormuş. Öyle ağaç parçaları var ki enine değil boyuna kesmek zorunda kalıyorum. Nedeni bu mu bilmem ama o canavar testere birden kör bıçak gibi oluyor. Epeyce bir hazırlık yaptım nasıl olsa deyip çalışmayı kesiyorum. Kestiğim iki araba odunu depoya taşıyorum. İki araba odunu da Taş Ev'in girişinde yaptığımız odun köşesine götürüyorum.

Enerjik hissediyorum dedim ya. Defalarca rica ettiğim halde belediyenin onarmadığı, büyük tehlike arz eden yol tamiratlarını yapalım diyorum Aşkın Şef'e. Alp'i Taş Ev'de nöbetçi bırakıp ölü saatlerde bu işi kaçırmak iyi bir fikir olabilir. Depoda birkaç torba çimentoyu arabanın arkasına atıyoruz. Yol boyunca akan su da kesildiğinden taşıma suyla harç yapacağız. Sağdan soldan bulduğumuz taşlarla büyük çukurları kapatıyor, derzleri çimento harcıyla dolduruyoruz. Suyumuz, çimentomuz bittikçe gidip takviye ediyorum. Çimentomuz bitinceye kadar devam ediyoruz. esas problem yaratan çukurları kapatıyoruz. Bir iki tane daha kalıyor. Kötü durumda olan bir çukuru taş ve toprakla dolduruyoruz.

Akşamın erken saatlerinde rezervasyonlar başlıyor. Misafirler bu akşam erken gelip erken kalkacağa benziyor. Soğuğun etkisi olmalı bunda.

DEMOKRAT DİKTATÖR

25/01/2017 Çarşamba, Tire

Sabah dalgınlıkla Alparslan'ı almaya gittiğimde jeton düştü. Doğru ya, onun "büt" ü vardı bugün. Evdeki hazırlıkları alıp çıktım yukarı. Hava oldukça mülayim, hafif yağmur atıştırıyor. Aşkın Şef biraz gecikince trileçenin karamelini dökme işi bana kaldı. Tam işe başlayacaktım ki verandada birilerinin dolaştığını fark ettim. Çalışma saatimizin başlamasına henüz on beş dakika kala gelip Taş Ev'in etrafında fotoğraf çekiyorlar. İçlerinden biri tanıdık geliyor gözüme. Daha önce defalarca konuk ettiğimiz bir hanım. Bu sefer Antalya'dan abilerini alıp gelmiş ve Taş Ev'i göstermek istemişler. Aşkın Şef çoktan gelmiş olmalıydı. Bu kez ben ve misafirler Taş Ev'de tek başımayım. Salona buyur ediyorum. Kahve içmek istiyorlar. O kadarsa sorun değil. Hemen trileçeyi dolaba kaldırıyorum. Kahve makinesini kullanmaya başladım artık ama yine de elim çok alışkın değil. Bütün kahvelerin sade olması işimi kolaylaştırıyor.

Kahveler içildikten sonra dışarı avluya çıkıyorlar. Fotoğraf çekimleri devam ediyor. Bütün ailenin fotoğrafını çekmek bana düşüyor. Arabalarına binip ayrılırlarken motosikletiyle Aşkın Şef görünüyor. Nerede kaldığını soruyorum. Bilemek için yanına aldığı bıçakları gelirken getirmeyi unutup geri dönmüş.

Öğleden sonra Alparslan arıyor. "Büt" ünden çıkmış. Onu almak üzere yeniden şehre iniyorum. Döndüğüm andan itibaren hava soğumaya başlıyor. Bu sefer soğuk havanın geldiği yer Balkanlar. Sibirya'dan gelen soğuk hava dalgasına kıyasla daha insaflı olacaktır mutlaka. Ben de kısaltma işine dahil olup Alparslan'a Alp demeye başlıyorum. Sabah temizlediğim şömine sobayı yakıyor hemen. Hava gittikçe soğumaya devam ediyor. Ateşi canlı tutmak ve salonu ısıtmak için mütemadiyen sobayı besliyoruz kestane ve ceviz odunlarıyla. Güme Dağını tamamen kaplayan sis akşama doğru dağılmaya başlıyor.

Akşam saatlerinde kadim dostlarımızla birlikteyiz yine. Memleketin halinden dem vuruyoruz. Ülke Evet'çiler, Hayır'cılar olarak karpuz gibi ortadan ikiye bölünmüş. Her tarafta her ortamda referandum konuşuluyor. Aklıma 12 Eylül darbesinden sonra eski siyasetçi yasaklarının kaldırılması üzerine yapılan referandum geliyor. Turgut Özal'ın bakanlarından Güneş Taner üzerinde "No" yazan tişört giymiş meydanlarda dolaşıyor. Tarafsız kalması gereken dönemimin darbeci Cumhur Reisi ise "Hayır'da hayır var." diyor. O zaman Demirel'in ya da Ecevit'in siyasete dönüp dönmemesi o kadar da önemli değildi belki. Ancak bu sefer ülkenin geleceği referandumun sonucuna bağlı. Bu adam Hitler'in yolundan gidiyor. Yasa kural tanımadan aklına geleni yapabildiği halde hâlâ yetkisinin artmasını istiyor. Türkiye demokratik yoldan bir diktatörü seçecek bu referandumda. Yandaş medya basit propaganda yöntemleriyle cahil halkı avlıyor. Berber koltuğunda oturan çocuk yaşta biri kafasını kazıtarak "Ülkem için Evet" diye yazdırmış. Kıyasıya eleştirdiğim bir yönetim sistemi olan demokrasinin bizim gibi eğitim seviyesi düşük, sorgulamaktan aciz toplumlarda seçimle diktatör seçeceğini hep söyler dururdum. 

25 Ocak 2017 Çarşamba

GÖK KUŞAĞI

24/01/2017 Salı, Tire

Günü gününe yazmak en iyisi. Dün tarihli yazımı da yeni yayınladım. Günleri karıştırınca "Bugün 24 Ocak" deyiverdim. Aslında o gün 23 Ocak'tı. Olsun varsın. Uğur Mumcu'yu bir gün önceden anmış oldum. Bugün kapalıyız. Salı Pazarından alışveriş yapmam lazım. Park sorunu yine korkulu rüyam.

Aşağıdaki Ayvalık Tostçusundan birer tost söylüyoruz kahvaltı için. Bütün malzemeleri yaylaya taşımışız. Bir an önce havalar ısınsa da yukarı taşınsak. Pazar alışverişine çıkmadan telefonum çalıyor. Arayan İzmir'den daha önce görüştüğümüz bir eleman. Anlaşırsak şef garson olarak başlayacak Taş Ev'de. Turizm konusunda eğitimli ve hayli tecrübesi var. "Bir saat sonra Tire'de olurum." diyor.

Orta Park'ta buluşuyoruz. "Pazar alışverişini birlikte yapalım, benim zamanım var." diyor. Alışveriş mesele değil de park yeri bulmak büyük sorun burada. Pazarın kurulduğu sokakların etrafında birkaç tur atıyorum. Hiç şansım yok. Bir türlü çalıştıramadığım ağaç motorunu gösteriyorum yetkili servisine. O da başta çalıştıramıyor. Müşterilerinden biri konunun uzmanı. Birkaç denemeden sonra çalışıyor. "Nedir peki sorun?" diye soruyorum. "Benzine yağ biraz fazla katılmış ondan start almıyor motor." diyor. 

Vakit kaybetmeden yaylaya çıkıyoruz. "Pazarı dönüşte yaparım." diyorum. Yolda konuşuyoruz. Evliymiş, bir buçuk yaşında bir kızı var. Ev tutup taşınmayı düşünüyor anlaşırsak. Bahçe kapısını açıp giriyoruz içeri. Sabah yağmuru ile yerler ıslanmış. Taş Ev'i gezdiriyorum. Bayılıyor. "Benim açımdan her şey güzel, eğer siz de tamam diyorsanız hemen başlayabilirim." diyor. Özellikle eğitimli kişilerin patronum olması benim açımdan daha da iyi diyor. Yapacağı işleri ve hedefimizi anlatıyorum. O zaten işi biliyor, anlaşıyoruz. Birkaç gün içinde işe başlayabileceğini söylüyor. Veranda manzarası bize güzel bir sürpriz hazırlamış. İlk kez buradan tam bir gök kuşağı görüyor, hemen fotoğrafını çekiyorum.

Dönüşte onu bırakıp pazarı yapıyorum. Olağanüstü bir kalabalık var bugün. Kuzu kulağı dışında her şeyi bulup alıyor yaylaya taşıyorum. Akşama yine balık ziyafeti var.

UMUTLARI DA GÖTÜRMÜŞTÜ GİDERKEN

23/01/2017 Pazartesi, Tire



Pazar yorgunluğunun ardından bugünü bir nefes alma günü olarak değerlendiriyorum. Bugün gibi hafta içi günlerde işe iki saat geç başlamamız bile yetiyor. Aşkın Şef bu aralar kendi imkanlarıyla geliyor. Sadece Ayten Hanım'ı alacağım. Alparslan'ın "büt" ü (!) varmış, onu sonra alacağım. Nedir bu "büt" diye sorduğumda bütünleme sınavı olduğunu söylemişti. Amerikalılar yapar bu kısaltmaları ve yerleşir dillerine. Bazen o anlamsız harf kümeleri anlam kazanırken esas isimler tamamen unutulur. Örnek mi? Laser, Türkçeye lazer olarak geçmiş İngilizce bir kelimedir. Yani "Light Amplification by Stimulated Emission of Radiation". Bir de isimleri kısaltırlar. Arkadaşım David olan ismini Dave olarak kullanırdı. Yurdumuzun gençleri arasında da yaygın. Mesela kızımın Büşra adındaki arkadaşlarına hiç Büşra dediklerini duymadım. Onun adı "Büş" tü. Bizim zamanımızda ÖSYM vardı, Altan Günalp ile özdeşleşmiş Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi. Şimdiki gibi skandallar yaşanmaz, sorular hiç çalınmazdı ÖSYM de. Hep ÖSYM kurumuna güven ve saygı duyardık o zamanlar. Sonra sınav diye bol S'li bir sürü kısaltma icat ettiler sorularının çaldırıldığı, açılımının ne olduğunu bilmediğim.  

Bugün 24 Ocak. Uğur Mumcu gibi bir değeri kaybettiğimiz gün. Cenazesi kaldırılırken izlediğim TV yayını sırasında evde yalnız olduğumu hatırlıyorum. Koca adam hüngür hüngür ağlamıştım. Nasıl bir milletiz biz böyle. Uğur Mumcu değildi orada kahpe bir tuzağa kurban edilen sadece. Umutlarımızı da götürmüştü kendisiyle birlikte.  

Evden çıkmak üzereydim. Bir mesaj geldi telefonuma. "Siz çok iyi insansınız, kızım çok hasta ben çalışamayacağım artık. Sizden çok özür diliyorum." Mesajın sahibi Ayten Hanım. Hani iki gün önce bir hanım katıldı aramıza, dünyalar iyisi demiştim ya, işte o. İşin doğası bu demek. Şaşırmadım desem yalan söylemiş olurum. Hani telefon etse normal sayılabilirdi belki bir nebze olsun. Ama mesajla gelemiyorum demek, hele hele hiç beklemediğim bir kişiden. Kızının sorunları olduğunu biliyordum ama işe başlarken de aynı sorunları vardı. Yani iki günde değişen hiçbir şey yok. Bu olay bana bu işin doğasında elemanlarla ilgili devamlı sorun yaşanmasının olağan olduğu gerçeğini çarptı yüzüme. Kısa süren şaşkınlığımı üzerimden çabuk attım. Yeni birini bulana kadar iki tabak yıkamaktan aciz miydim ki?

Yaylaya yalnız çıktım. Aşkın Şef geldi az sonra. O mutfak işleriyle ilgilenirken ben şömine sobanın küllerini boşalttım. Sabah saatlerinde hava daha sıcak sanki. Bu havada sobayı yakmak için henüz erken. Aşkın Şef saat beşe doğru yakarız diyor. Dün akşamdan kalan birkaç parça bulaşığı ben hallederim diyerek elimden alıyor Şef. Sessizliği bozsun diye bir müzik başlatıyorum. Vakit çabuk geçiyor. Alparslan sınavdan çıkmış, telefon ediyor. Hemen onu almak üzere yola çıkıyorum. Henüz şehre inmeden telefonum çalıyor. "Açık mısınız? Üç kişi geliyoruz."

Ne diyeceğimi bilemiyorum. "Ne zaman?" diye soruyorum. "Az sonra." diyor telefonun ucundaki genç hanımefendi. "Şefimiz yukarıda ben de hemen geliyorum." diyorum. Beni şaşırtan bir cevap alıyorum. "Olsun canım biz yabancı değiliz."

Yolda konuşuyoruz Alparslan ile, iyi geçmiş sınavı. Vakit kaybetmeden çıkmamız gerektiğini söylüyorum. Yaylaya vardığımızda beyaz bir aracın Taş Ev'in önünde park ettiğini görüyorum. "Eyvah, geç kaldık diyorum." Aşkın Şef misafirlerin salonda olduğunu söylüyor. Yukarı çıkıp "Hoş geldiniz." diyorum konuklara. Gelen misafirlerden birini hatırlıyorum görür görmez. Defalarca konuk ettiğimiz bir hanımefendi bu. Masalara servis açılmış, mezeler söylenmiş bile. Aşkın Şef sıcakları hazırlamakla meşgul. Misafirler kalkınca Alparslan hemen sobayı yakmaya koyuluyor. İşini severek yapıyor. Daha çok genç ama sorumluluğunun bilincinde. Okullar açılana kadar onu yanımda tutmayı geçiriyorum aklımdan. Bu arada tecrübeli birini de bulmuş oluruz.

Temizlik henüz tamamlamadan misafirler basıyor bir kez daha. Bu sefer daha kalabalık bir grup. Aşkın Şef gözleme yapıyor onlara. Hayatlarında yedikleri en güzel gözleme olduğunu söylüyorlar. Uzun uzun sohbet ediyoruz. Arkadaşları tavsiye etmiş Taş Ev'i. Onlar da bayılıyorlar. Yine geleceğiz diyerek ayrılıyorlar.

Gündüzün hareketi akşam devam etmiyor. Ben de bu akşam erken kapatır dinleniriz diye geçiriyorum aklımdan. Salonun köşesindeki masadan aşağılara bakıyorum. Şehir karanlık geliyor bu gece gözüme. Köyden yukarı çıkan araçları tepeden seyretmek bir oyun oluyor bize. Köy içinden ayrılıp sapağa girenlerin yolu Çukurköy'e ya da diğer dağ köylerine gitmiyorsa bizim Taş Ev'de bitiyor. Zaman içinde kendimi bu konuda daha da geliştirdim. Artık arabaların gelişine göre yorum yapabiliyorum. Eğer ağır ağır çıkıyorlarsa yokuşu, kesin dışarıdandır. Bu bölgenin insanı artık nerede tümsek nerede çukur var gayet iyi bildiğinden dolayı daha hızlı çıkıyor yokuşu. İlk virajı dönen bir araca bakıyorum. Bu kesin bizim misafirimiz diyorum bizimkilere. Gerçekten öyle oluyor. Aslına bakarsanız oldukça geç oldu. Sadece mekanı kapalı bulmamaları için beklediğimiz bir saat yani. Araç bahçeden içeri giriyor. Genç bir çift iniyor aşağı. Rezervasyon yaptırmamışlar. Alparslan hemen tanıyor gelenleri. Ufak yerlerde böyle oluyor demek. Herkes birbirini tanıyor. "İki gün önce evlendi bu gençler." diyor. Güzel bir müzik eşliğinde hoş bir gece geçiriyorlar. Mutlu saatlere ev sahipliği yapmanın mutluluğuna eriyoruz her ne kadar geç saatlere kadar kalsak da.      

23 Ocak 2017 Pazartesi

KIZIMIN OBJEKTİFİNDEN

22/01/2017 Pazar, Tire

Sabah Taş Ev'e gitmek üzere yola çıkıyoruz. Elemanlar geç vakitlere kadar kalacaklarından onları daha sonra almayı planladım. Nihat Dayı ve Cambaz Ali'nin bahçesinin önüne geldiğimde beyaz bir Kartal'ın yolu enlemesine kapatmış olduğunu görüyorum. Yol bu bölgede üzerinden akan suyun donmasıyla tamamen buzla kaplanmış. Kaymasın diye tekerleklerin altına birer taş koymuşlar önlem olarak. Bu tedbir gülümsetiyor beni. Altımdaki araca güvenip yanından geçmeyi düşünüyorum. Eğer ben de dikiş tutturamaz kayarsam Kartal araca çarpabilirim. Sol tarafta buzun olmadığı şeride sol tekerleği hizalayarak şansımı deniyorum. Çok kısa bir sarsıntıyı saymazsak sınavdan başarıyla çıkıyoruz. Hava sıcaklığı sıfırın altında bu sabah. Kahvaltıya gelen olsa bile bu virajdan ileri geçmesi çok zor.

Öğlene doğru sıcaklık hızla artıyor ve güneş yüzünü gösteriyor. Çay içip tatlı yemeye gelen misafirler bol bol fotoğraf çekiyor. Sosyal medyada Taş Ev'de çekilen resimlerin hepsi bir tabloyu andırıyor. Bugün tatlı günümüz diyebilirim. Trileçe yok satıyor. dondurmalı kestane, ceviz krokan, karadutlu lor tatlısı da ondan geri kalmıyor. Öğleden sonra trafik artıyor. Bugün ekibe katılan Alparslan'a bir arkadaşını daha çağırmasını söylüyorum. Eleman için geç bir saat. Aradığı bütün arkadaşları başka yerler için söz vermiş. Sonunda birini buluyor. Çocuğun motosikletinin de olması büyük şans. Alparslan üniversite öğrencisi. Sadece hafta sonları gelebilirim diyor.

Kızım çekmiş olduğu güzel bir fotoğrafını gösterdi. Hemen bana gönder bunu dedim. Zira fotoğraf üzerindeki renkler ve uçuşan kuşlar çok etkileyici geldi bana. Ben de Taş Ev'in batı köşesinden şehri gören bir pozu Instagram'a koymayı deniyorum. Başarılı mesajına rağmen İnstagramda yayınlanmıyor. 

Öğleden sonra başlayan yoğunluk ümit verici. Zira sabahki yol durumunu gördükten sonra kimse gelmez buralara diye düşünmüştüm.

Bugünkü genel misafir profili gençler, ailelerden oluşuyor. Dört kız arkadaş rahatlıkla içkilerini içmeye gelebiliyor. Erkek erkeğe içki içen kişiler mekanın havasını görüp kendilerini buraya ait kabul etmiyor, ortamı görür görmez soğuk havaya aldırmadan verandaya çıkıyorlar. Her yeni gelenin diğer masalarla sarılıp kucaklaşmalarına şaşırıyorum. Aslında şaşılacak bir şey yok. Herkes birbirini tanıyor burada. Ankara'da herhangi bir restoranda aynı durumu hayal ediyorum. Yeni gelen bir aile ile restoranda oturan bir masaya "Ooo Ahmet Bey siz de mi buradaydınız. Nasılsınız görmeyeli, çocuklar nasıl?" şeklinde seslenmesinin neredeyse imkansız olduğunu düşünüyorum. Alparslan arkadaşı Bünyamin'i çağırıyor. Her ikisi de öğrenci olan bu genç arkadaşlarla uyumlu bir şekilde çalışıyoruz. Normal kapanış saatimize yakın bir zamanda bir çift daha geliyor. Eşimi ve ekibi kızımın arabasıyla gönderiyorum. Alparslan ve Bünyamin ile son misafiri uğurlayana dek görev başında kalıyoruz. Gençlerden birinin doğum günüymüş. Onlar da meşhur trileçe tatlımızla sonlandırıyorlar geceyi. Ne güzel mutlu günlere ev sahipliği yapmak...   

Gece misafirlerini ağırladıktan sonra onları uğurlarken çıkışta sohbet ediyoruz. Hanımefendi kapıdan çıkar çıkmaz soğuktan titremeye başlıyor. Beyefendi şehirde herkesin Taş Ev'i konuştuğunu söylüyor. Taş Ev hakkında olumlu duyumlar alıyordum ama bu ölçüde olması şaşırtıyor beni yine de. Taş Ev'in sahibi olduğumuzu duyunca şaşırma sırası gençlere geliyor. Onlar Taş Ev'in şehrin göbeğinde tek petrol istasyonu bulunan tanınmış bir aileye ait olduğunu sanıyorlarmış. Taş Ev hakkında kısa bilgiler veriyorum. Beyefendi kapı önündeki sohbetimiz esnasında beni soru yağmuruna tutarken hanımefendi titremeye devam ediyor.

KOMŞUMUZ ORMAN KARŞIMIZ BOZDAĞ

21/01/2017 Cumartesi, Tire

Güneşli ama soğuk bir hava karşılıyor günü. Erkenden geliyoruz kahvaltı servisi için. Öğlen saatlerinde en ağır misafirlerimizden biri akşama rezervasyon yaptırıyor. "Açık mısınız?" sorusu şaşırtıyor önce. Sorunun hikmetini daha sonra anlıyorum. Hani bir pazar meteorolojiye inanıp hava ve yol koşullarından dolayı üç dört günlüğüne restoranı kapatmıştık ya, işte o gün gelen onca misafirden biri de o ağır misafirimizmiş meğer. Bunu duyunca bir kez daha üzüldük kapattığımıza. Bu akşam İstanbul'dan misafirlerini getireceklermiş. İnsanların özel misafirleri için Taş Ev'i tercih etmeleri gururlandırıyor beni.

Taş Evin güneybatı cephesi çam ormanı. Şömine sobamızı tutuşturmak için kozalak topladığımız güzel bir yer. Sabahları kırağı yağdığından kozalaklar ıslak oluyor. Epey kozalak topluyoruz kurutmak için. Şömine sobayı yakıyoruz.

Öğleden sonra şehrin üzerine hafiften bir sis çöküyor. Yine de Bozdağların zirvesindeki karı görmek mümkün buradan.
Salonumuzu ısıtsak da kahvaltı misafirleri havaların ısınmasını bekliyor. Öğleden sonra kafe tarzı hizmet veriyoruz. İzmir'den gelen misafirler ilk kez keşfettikleri Taş Ev'e hayran kalıyorlar. Akşam saatlerinde beklediğimiz misafirler geliyor. Eşim uzun zamandır ilk kez Taş Ev'de. Kızım da sürpriz yapıp geliyor yanımıza. Konuklarla özel olarak ilgileniyoruz. Bugün sanki yeniden doğmuş gibi hissediyorum.

Ne istediğimi keşfettim sonunda. Yok arkadaş ben misafirlerle bizzat kendim ilgilenmek istiyorum. Belki tabağı bardağı tutuşum acemice ama gelen misafirlerle kurduğum iletişimden büyük zevk alıyorum. Eminim onlar da bundan memnun. Profesyonel bir işletme olmayıversin Taş Ev. Ama orada sıcaklık, dostluk, samimiyet ve güven olsun.

İki eleman eksiğiyle en ağır misafirimizi harika bir şekilde ağırlıyoruz. Onlar mutlu, biz mutlu.

21 Ocak 2017 Cumartesi

ETİK

20/01/2017 Cuma, Tire

Güzel bir gün fantastik bir gece. Sevdiğim dostlar misafirimizdi. Geç vakte kadar oturdular. Güzel günümüz nazara geldi. Nazara inanmam aslında. Bir oyundur belki nazar dedikleri... Daha neler göreceğiz bakalım. Oyun oynayanlar, oyuna gelenler... Bir günde iki fire. Yok anlatmayacağım bunları size. Sel gelir kum kalır. Yeni ufuklara umutla. Size ben başka bir hikaye anlatayım bugün.

Çocukluk arkadaşımın bir marketi var, yanında iki eleman çalışıyor. Biriyle on beş yıldan fazla beraberler, diğeri ise daha bir kaç ay oluyor işe başlayalı. Kıdemli olan işini iyi bilmesine karşılık her yeni gelenin içine nifak sokan yalanı bol bir şahsiyet. Yeni eleman da işini biliyor lakin kıdemlinin tam aksine olabildiğince ketum. Sorulan sorulara cevap vermenin dışında ağzından bir kelime dökülmüyor.

Yazlıklara giden ana cadde üzerinde güzel bir market bu. İçeri giren mutlaka alacak bir şeyler bulur. Her gün kapısına bir sürü satıcı gelir. Peynir, zeytininden ununa, şekerine, jiletinden tuvalet kağıdına bin bir çeşit bulunur dükkanda. O kadar çeşidi nasıl yer bulur da raflara yerleştirir oldum olası merak etmişimdir. Günlerden bir gün bir pazarlamacı gelir kapıya. Adamın pazarladığı gıda ürünleri arasında yarım kiloluk paketler halinde fıstıklı, cevizli, kakaolu ve sade helvalar oldukça göz alıcıdır. Arkadaşım kıdemli elemanına her bir çeşidinden onar adet almasını söyler. Diğer eleman kolileri açıp helvaları cinsine göre raflara yerleştirir.

Arkadaşım elemanlarının her ikisine da dostça yaklaşır. Gücü yettiğince yardımcı olur yeri geldiğinde. Çoğu zaman dükkanı daha genişletmek için planlar yaparlar. Kıdemli eleman bir ara eline renkli ambalaj kağıtlarıyla bir şey paketlemekle meşgul olur. Dükkana giren müşterilerle ilgilenen arkadaşım bu paketin neyin nesi olduğunu anlamaz. Müşteri varken sormayı da unutur.  Yeni elemanın erken geldiği için mesaisi bitmiş, evinin yolunu tutmuştur. Bir süre sonra aklına düşer paket. Kıdemliye sorar: "O güzel güzel paketlediğin neydi az önce?"

Kıdemli eleman kıdeminin verdiği rahatlıkla "Ha, o mu yeni elemana bugün gelen helvalardan birini koydum evine götürsün diye." Arkadaşım şaşkın vaziyette sorar "Kime sordun?" Ses yok. "Benim adıma karar vermeye yetkili mi kıldım seni?" Cevap yok. "Benden isteseniz ben hayır mı diyecektim?" Yine cevap yok. Arkadaşım iyice zıvanadan çıkar. "Gözümün önünde bunu yapıyorsun, nasıl güveneyim ben size?" Hala cevap yok.

O akşam kıdemli arkadaşına telefon eder. Olayı çarpıtır. "Patron sana fena kızdı, seni hırsız yaptı, helvayı götürdün diye." Yeni eleman şaşkın vaziyette sorar. Sen patrona söylemedin mi helvalardan birini alıp akşam misafirliğe giderken götüreceğimi? Hatta önünde paket yaparken patronun haberinin olduğundan o kadar emindim ki." Kıdemli yediği fırçaya karşılık ısrarla iki yüzlülüğünü sürdürür. "Valla söyledim ben ama yine çok kızdı sana. Söylemediği laf kalmadı." Yeni eleman keşke kendim söyleseydim diye içinden geçirir ama kıdemlinin söylediklerine de inanmak gafletine düşer. Demek patron yarım kiloluk helvayı benden kıskanıyor der aklınca. Telefonun ucundaki kıdemliye "Söyle o zaman ben yarın gelmiyorum, başka birini bulsun patron."

Kıdemli arkadaşımı arar gecenin bir yarısında muzaffer bir edayla. "Yarın yeni eleman gelmeyeceğini söyledi helva yüzünden. Arkadaşım sorar, "Avukatı mısın sen onun? O niye arayıp söylemedi?" Hemen gidip yetiştirmiş demek. Halbuki yeni elemana söylenen en ufak bir söz yok. Arkadaşım sabah olunca telefon etmiş yeni elemana. Hani atılan fırça kıdemliye, sana söylenen bir şey yok diyecek. Cevap yok. Kıdemli sabah gelmiş. Bir kişinin başını yemiş olmanın verdiği rahatlıkla...

Mutlu hafta sonları. Ha bu arada dünyalar iyisi bir Ayten Hanım katıldı aramıza.


19 Ocak 2017 Perşembe

YANSIMALAR

19/01/2017 Perşembe, Tire

Havanın değişip durduğu bu günlerde Deep durmadan değişen hava durumuna güzel bir yakıştırma yapmıştı. Aynı İzmir'in kızları gibi... Bugün de aynı. Sağanak yağış beklerken sabah inanılmaz bir bahar havası karşılıyor bizi. Öyle ki henüz temizlik bitmeden gelen misafirler terasta oturmayı tercih ediyor. Güneş bu mevsimde bile ısıtıyor.

Güzel havalar çiçek özüne uçan bal arıları gibi misafirleri Taş Ev'e çekiyor. Dün yine müzik listemi oluşturamamıştım. İlk yaptığım işlerden biri olmalı şimdi. Hemen bilgisayarımı açıyorum. Biri yabancı biri de yerli olmak üzere iki liste hazırlıyorum. Bu arada üyesi olduğum Spotify'dan Müzeyyen Senar ve Zeki Müren parçalarından oluşan uzun iki listeyi de repertuvarıma ekliyorum. İşlem tamam.

O güzelim hava fazla kalıcı olmuyor. Biz meteoroloji ile dalga geçerken hava birden kapanıyor, yağmur atıştırmaya başlıyor. Derken güneş bulutların arkasına gizlenince hava kararıyor ve tek tük atıştıran yağmur sağanağa dönüyor. Neyse ki fazla uzun sürmüyor bu durum ama güneş saklandığı yerden çıkmıyor bir daha.  Zeytin'e yemek vermek üzere kulübesine gidiyorum. Bir de ne göreyim, tasmasından kafasını sıyırıp sırra kadem basmış. Ekipten arkadaşlar dalga geçiyor, "Senin Zeytin kocaya kaçtı." diye. Döneceğinden emin olmak istiyorum, nereden bulacak böyle yağlı kapıyı.

Akşam rezervasyonlarından misafirlerimizden biri beklediğimizden erken geliyor. Yanında tanınmış bir üniversitenin dekanı var. Taş Ev'i görmek istemişler. Salona çıkıp oturuyor, program değişikliği nedeniyle akşam gelemeyeceklerini söylüyorlar. "Madem yemek yemeyeceksiniz size tatlı ikram edelim." diyorum. Birer porsiyon trileçe, dondurmalı kestane tatlısı ve karadutlu lor tatlısı alıyorlar. Hesap ödemeden memnun bir şekilde ayrılıyorlar. "Adnan Şef sen de hesabı almadın mı?" "Hayır" diyor "Kimse hesap sormadı bana." Belki unuttular belki de ikram kabul ettiler. Ne yapalım olur böyle şeyler.

Acilen aşağı inmem, eksik malzemeleri tamamlamam lazım. Kasap alışverişini de yapıyorum bu arada. Yolda eşim arıyor. O da dışarıda bir yerde güne gittikten sonra eve dönüp kendine has tatlılar mezeler hazırlıyor. Yolda telefon ediyor. Şu da lazım, bunu da al gelirken.

Akşam Müzeyyen dinletiyorum misafirlere. Arkasından çaldığım Türkçe müzik beni eskilere götürüyor. Misafirlerin yaş grubuna bakınca eminim onlar da hoşlanarak dinliyor olmalılar.

Salondan şehrin gece manzarası harika görünüyor. Dün geceki konularımızdan biri yanındaki arkadaşıyla tablo gibi bir fotoğraf çekip instagramda paylaşmış. Mekan gerçekten harika görünüyor. Onu izinsiz paylaşamıyorum. Camdan manzarayı çekiyorum. Gölgeler yansımalarla ilginç görüntüler dökülüyor. Acemi Demirci'nin objektifinden ne kadar güzel görünür acaba? 

İnsanların beğenileri, damak tatları çok farklı. Aynı yemeği ya da mezeyi yan yana iki masadan biri eleştirirken diğeri göklere çıkarıyor. Bu durumda misafir her zaman haklı diyoruz ama ne yapacağımızı şaşırıyoruz. Aynı durum eşimle benim aramda da var. Örneğin makarnayı ben Al Dente pilavı biraz geçkince severken eşim makarnayı geçkince pilavı tane tane sever. Her ikimiz de birbirimizin yediklerini eleştiririz.

Bugün yarınki tarihi görmeden günlüğümü yazmak şerefine nail oluyorum. Gecemi ara verdiğim blog dostlarımın bloglarını okumaya ayıracağım. Facebook'tan gördüğüm kadarıyla Evde Yazar hanımefendi de yazmış uzun bir aradan sonra. Yine sadık takipçilerimden Acemi Demirci'nin ve diğer dostların okuyacağım bir sürü yazısı olmalı.

AĞRI DAĞININ ETEĞİ

18/01/2017 Çarşamba, Tire

Meteorolojinin aksine güneşli bir gün. Ekibi alıp geldikten sonra herkes görevinin başına koyuldu. Küçük bilgisayarda yüklü müzik listelerinin tamamı silinmiş. Son haftalarda diğer bilgisayarımı yanımda taşımıyorum. Müzik olmazsa olmaz burada.

Hemen şehre inip bir şeyler yapmam lazım. Daha önce bazı müzik listelerinin bilgisayarımda yüklü olduğunu biliyorum ama onları ayıklamam gerek. Alelacele hazır bir liste buluyorum. Bu geceyi atlatırsam yarına daha iyisini düşünürüm.

Eve girer girmez eşimin istediği malzemeleri bırakıyorum. O kadar insan varken bazı spesiyal çeşitleri kimseye bırakmıyor, yoruyor kendini.

Yaylaya dönüyorum. Ekip güneşi arkasına almış ceviz kırıyorlar. Ne var ki ilerleyen saatlerde hava birden soğuyor. Adnan Şef şömine sobayı yakarken Aşkın Şefle birlikte yukarı yayladan bir araba odun getiriyoruz.  

Yanımda getirdiğim bilgisayardan müzik yayınına başlıyoruz. Yabancı müzik yerli müzik birbirine karışıyor. Arada sevmediğim müzikler de olsa yapacak bir şey yok. Tam otuz dokuz saat kesintisiz çalabileceğini düşünüp en azından bu geceyi kurtardım diyorum. Mutfakta Aşkın Şef ile konuşurken panik halinde Aydın Şef geliyor yanıma. "Müzik, müzik" diyor. Diğer müziklerin arasında garip bir müzik parçası başlamış çalmaya. "Ağrı dağının eteğinde..." Karizmayı çizdik şimdi işte. Koşup durduruyorum. Birkaç dakika sonra yeniden başlıyor müzik yayını. Yukarıdakiler anlamıyorlar bu durumu. Gece misafirleri geç saatlere kadar oturuyorlar.

18 Ocak 2017 Çarşamba

TUVALET ADABI

17/01/2017 Salı, İzmir

Bugün yaşadığım olağan dışı durum sebebiyle pazar alışverişini Aşkın Şef yapıyor. Son zamanlarda hayatı daha fazla sorgular oldum. Çok okumak, çok yazmak istiyorum. Nedenini bilemediğim bir güç alıkoyuyor beni. Bilgisayarımı yanıma alsaydım yazardım belki de. Sanki onu açmaya fırsatım olmayacakmış gibi geldi. Oysa o kadar çok zamanım varmış ki.

Saçma sapan, bölük pörçük şeyler takılıyor kafama. Mesela üniversiteye ilk başladığım yıllar... Henüz hazırlık sınıfındayım. Yurda güç bela atmışım kapağı. Ne kadar konforlu gelmişti gözüme, çeşmelerden hem sıcak hem de soğuk suyun akması. Çamaşır odalarında çamaşır makinesi, Hoover miydi neydi markası. Bir gözünde bir o yana bir bu yana dans ederek yıkanan çamaşırlar daha sonra yanındaki silindirik hazneye alınır yüksek hızla döndürülerek kurutulurdu. Oyun gibi gelirdi bana bu işler o zaman. Her perşembe akşamı çamaşır günümdü. Bilmezdim o zamanlar renklilerle beyazların birbirinden ayrı yıkanacağını. Bütün beyaz iç çamaşırlarım lacivert eşofmanımdan bir ton daha hafif mavi renge bürünmüştü.

Ütüyü danışmaya kimlik bırakarak alırdık. Ütü masasında gömlekleri pantolonları ütülerdim. Çamaşır yıkamak gibi zevk vermezdi bu iş. Bir an önce bitsin isterdim. Yurdun tuvalet ve banyoları güzeldi. Bütün tuvaletler alafrangaydı. Akşamları eğitim veren abilerimiz bizi her konuda bilgi sahibi yaparlardı. Siyasi konularda hele siyaset felsefesinde beyin damarlarım henüz açılmamıştı. Yarı korkarak yarı ürkerek abileri dinler görünürdüm. Emekçiler, sömürü, kapitalizm konularında yine de bir şeyler kapmaya başlamıştım ama önerdikleri Marx, Engels gibi Rus yazarların  kitaplarını ne kadar okumaya çalışsam da anlayamazdım. Tam bir şeyler anlamaya başlamıştım ki 12 Eylül darbesi oldu. Aldığım bütün kitaplar sobalarda yakıldı yine korkudan.

En komiği de tuvaletlerin kullanılmasına yönelik eğitim çalışmalarıydı. "Arkadaşlar, gavurun bu icadı son derece sağlıklıdır. Oturduğunuz zaman bağırsaklarınız alaturka tuvalette olduğu gibi büzüşmez. Hacetinizi zorlanmadan çok daha sağlıklı ve konforlu bir şekilde görürsünüz." Yurdun muhtelif yerlerinden gelen gençler hayatında ilk kez gördüğü bu gavur icadı tuvaletlere alışmakta çok zorlanıyorlardı. Pek çoğu klozetin üzerine tavuk gibi tüner her tarafı berbat ederdi. Kimisi alt kapağını açar kimisi açmazdı. Abiler kırsaldan gelen bu gençleri hor görmezler alafranga tuvaletin nasıl kullanılması gerektiğini temsili olarak gösterirlerdi. Zaman içinde tuvalete tüneyenlerin sayısı hızla azaldı ve yurttan ayrılırken artık herkes usulünce kullanmayı öğrenmişti.

Şimdi umumi ve kurumlara ait tuvaletlerin tamamı alaturka. Pek çoğu pislikten geçilmiyor. Alafranga tuvaletin kullanılmasını günah olarak görüyorlar. Zaman ülkemizde geriye doğru işliyor.      

YAĞMUR

16/01/2017 Pazartesi, Tire

Yağmurun ardı arkası kesilmiyor. Ekibi yukarı bıraktıktan sonra eşimin MR neticesini almak üzere yeniden indim şehre. Bu arada ekibe ayrı ayrı sordum ve bütün ihtiyaçları bir kağıda yazdım.

Eşimi evden alıp hastaneye gittim. Ankara'daki doktorumuz ayağı için oldukça zor bir ameliyat önermişti. Adeta bir heykeltıraş gibi topuk kemiğini kesip ayağın bilmem kemiğinin yanına yapıştıracakmış (!)

Daha doktoru dinlerken tansiyonum düşmeye başlamıştı. Başarı oranının ne olduğunu sorduğumda ise yüzde seksen olduğunu söylemişti. Yani yüzde yirmi sakat kalacak öyle mi? Bu nedenle hiç taraftar olmadım bu ameliyat işine. Bu sefer ayağıyla ilgili ameliyattan bahsetmediler hiç. Ayakta kalmamasını söyleyip bir sürü ağrı kesici, kas gevşetici ilaç yazdılar. Eşim bütün bunların pansuman tedavi olduğunu söylüyor.

Eşimi eve bıraktıktan sonra günlerdir arabamda taşıdığım motorlu testereyi gösterdim aldığım yere. Şu yağmur bir dursa yakacak odun hazırlığı yapacağım. Yetkiliye motorun çalışmadığını söylüyorum. Meğer 2T yağı benzinle karıştırmak içinmiş. Oysa bana bıçkı yağı olarak verildiğini hatırlıyorum. Artık bu tür konularda çok ısrarcı olmamayı öğrendim. Zihnim fazlasıyla dağınık. Esas önemlisi elimdeki diğer bıçkı yağını benzine karıştırıp kullanmış olmammış. İşte bu hareketim çok vahim sonuçlar doğurabilirmiş motor için. Hemen benzin deposu tamamen boşaltıyorlar. Yeniden benzin ve uygun motor yağı karışımı ile depo dolduruluyor. Bir iki denemeden sonra alet homurdanarak çalışmaya başlıyor.

Yaylaya döndüğümde yağmur hala hız kesmeden devam ediyor. Ekip içeride ceviz kırıyor. Gündüz saatlerinde pek gelen giden yok, hele bir de hava yağmurlu ise. Böyle günler bizim ceviz kırma günümüz oluyor. Hem sohbet ediyoruz hem de hoşça vakit geçiriyoruz. Yemeklerde, mezelerde veya krokan olarak ya da kurabiye çeşitlerinde bolca ceviz kullanıyoruz. Yine de o kadar çok ki. İç ceviz olarak satmamız iyi olacak bir kısmını.

Kasvetli bir hava. Artık bir an önce yazın gelmesini istiyor, avluya yayılıp taş fırınımızı yakmayı hayal ediyorum.

Çoktandır yukarı bilgisayar taşımıyorum. Bazen o kadar çok istememe rağmen blog yazmaya ve okumaya fırsatım olmuyor. Günlük gecikince tadı kaçıyor. Aynı gün yazabilirsem yaşadıklarımı daha canlı aktarma imkanım oluyor.  Akşam rezervasyonlu misafirlerimizi beklerken bir haber geliyor. Haber endişelendiriyor beni. İlk kez Taş Ev'i bırakmak durumundayım. Şeflere durumu anlatıyorum. Kısa süre içinde ayrılıyorum. Acilen İzmir'e gitmem gerekiyor. Aşağı inerken arabanın ikaz ışıklarından biri yanıyor. Bu tür sıkıntılar en olmadık zamanda çıkar zaten. 

Neyse ki İzmir'de beklediğim kadar sıkıntılı değil durum. Gecenin geç saatlerinde Adnan Şef arayıp durumu rapor ediyor.  


17 Ocak 2017 Salı

CEP DIARY

15/01/2017 Pazar, Tire

Yağmurlu günlerden biri daha. Kışa girerken geciken yağış biraz korkutmuştu ama son bir aydır yağan kar ve yağmur toprağa yaradı. Yaz ayları gibi olmasa da hafta sonları hava şartlarına bakmaksızın kahvaltı için gelen misafirlerimiz oluyor yine.

Havanın kasvetli hali gün boyunca devam etti. Yağış kah arttı kah kesildi. Gelen giden çok oldu. Neyse ki öyle geç vakitlere kadar kalmadık. Eve vardığımızda iki günün yorgunluğuna dayanamayan vücudum uykuya yenik düştüm. Bu satırlar büyük bir mücadelenin sonunda döküldi kalemimden. Cep telefonumdan günlük yazmanın zorluğunu yaşıyorum.