KATEGORİLER

5 Mart 2021 Cuma

SON DANS BÖLÜM 18

Kapıyı hafifçe vurup içeri giren Ümit, Kemal'i bilgisayarın başında, kendinden geçmiş bir halde, posta kutusuna düşen mailleri cevaplarken buldu. Varlığını hissettirmek için bir iki kez tıksırdı. Bezgin bir halde başını kaldıran Kemal, boş gözlerle Finans Müdürüne baktı.

- Gitmedin mi sen daha?

Ümit, Kemal'in beklenmedik tepkisi karşısında şaşırmıştı.

- Kemal Bey, Mr. Knudsen ve Anna'yı yemeğe davet etmiştik ya. Hemen çıkmamız lazım, geç kalıyoruz, size hatırlatmak istedim.

Kemal, saatine baktı. Altına iğne batmışçasına yerinden fırlayarak Ümit'e bağırmaya başladı.

- Niye daha önce haber vermedin, Tanrım rezil olacağız insanlara! 

Yarım saat sonra Osmanlı mutfağının en özgün lezzetlerini sunan Deraliye Restaurant'ta kendilerine ayrılan dört kişilik masada yerlerini almışlardı. Kemal tedirgin, Ümit ise son derece sakin görünüyordu. Birkaç dakika sonra Mr. Hans Knudsen, yanında yardımcısı Anna Karsch olduğu halde kapıdan içeri girdi. Ümit elini kaldırarak konuklara yerlerini belli etti. El sıkışma merasiminin ardından, gelenleri nezaket icabı masanın köşe kanepesine buyur ettiler. Kemal, Hans'ın, Ümit de Anna'nın karşısına geçti. Şef garson her birine deri kaplı birer menü uzatarak içecek olarak ne arzu ettiklerini sordu. Hans'ın rakıyı tercih etmesi, yemeğin keyifli bir ortamda geçeceğinin ilk habercisiydi. Kemal'in yemek seçiminde Anna'ya yardımcı olmaya çalıştığı esnada toplantıda yaşadıkları aklına gelince içine bir heyecan dalgası yayıldı. 15. Yüzyılda Fatih Sultan Mehmet'in en sevdiği "Nırbaç"ı öneren Kemal, menüdeki bir fotoğrafı gösterirken bunun kuzu eti ve köfteden oluşan, havuçlu, kişniş, tarçın, zencefil, damla sakızı ve nar ekşisiyle tatlandırılmış güzel bir tencere yemeği olduğunu söyledi. Ana yemekler gelinceye kadar garsonlar, nefis meze ve ara sıcak tabaklarıyla masayı donattılar. 

Klasik Türk müziğinin seçkin eserleri eşliğinde Osmanlı mutfağının nadide yemeklerinin tadını çıkarmaya başlayan grup, bir yandan içkilerini yudumlarken diğer yandan samimi bir sohbetin içinde buldular kendilerini. Rakı kadehlerini birbiri ardına yuvarlayan Hans'ın yüzü kırmızı bir elmaya dönmüştü. Kemal'in çok güzel Almanca konuştuğunu söyleyip onu abartılı bir şekilde övdükten sonra,

- Bugün güzel iş çıkartınız dostum, kadehimi işbirliğimizin şerefine kaldırıyorum, dedi. Prost! diyerek hep birlikte bardaklarını havaya kaldırıp tokuşturdular. Rakısından birkaç yudum çeken Hans, peltekleşmeye başlayan ağzıyla, nerede öğrendiniz dilimizi? diye sordu.

- Berlin, die deutSCHule dil okulunda, diye cevap verdi Kemal. Bunu duyar duymaz Anna'nın ağzındaki lokma boğazına takıldı. Büyük bir şaşkınlık içinde Kemal'e dikti gözlerini.

- Ne diyorsunuz, ben orada öğretmenlik yaptım. Bu kez şaşırma sırası Kemal'e gelmişti. 

- Ne zaman? diye sordu.

- Üç yıl çalıştım o okulda, iki yıl kadar önce ayrılıp GGC şirketine geçtim.

- Ben de üç yıl önce aynı dil okulundaydım. Belki bir yerlerde karşılaşmış olabiliriz. Aklına Esther geldi. Beni değil de eşim Esther'i mutlaka tanıyor olmalısınız. 

- Esther Gritsch'i mi?

- Ta kendisi, Esther benim Almanca öğretmenimdi, birbirimize aşık olduk ve üç yıl önce evlendik.

- İnanamıyorum, Esther en iyi arkadaşlarımdan biriydi benim. Fakat sonra nasıl olduysa birbirimizin izini kaybettik. İyi değil mi? O şimdi Türkiye'de mi yaşıyor ?

- Kendisi gayet iyi, evet, burada birlikteyiz. Arkadaş olduğunuzu bilseydim, onu da getirirdim. Durun, şimdi arıyorum, Onun için de büyük sürpriz olacak!

Kemal cep telefonunu çıkarıp karısını aradı heyecanla. Telefonu uzun uzun çaldı ama cevap veren olmadı. 

- Allah, Allah, ilk kez telefonu kapalı. Şarjı bitmiş olmalı, dedi.

İçine bir kurt düşmüş, Esther'i merak etmeye başlamıştı. İlk kez telefonla ona ulaşamamıştı ama biraz düşününce, neredeyse bir yıldır karısını telefonla hiç aramadığını anımsadı. Ne kadar utanılacak bir durum! diye geçirdi aklından. Son kadehleri içip hesabı ödedikten sonra misafirlerle vedalaştılar. Şoför Kemal'i evine bıraktı. Seri adımlarla asansöre yaklaştı, cebinden anahtarını çıkarıp daireni kapısını açtı. Kedi gibi sessiz ve ürkek hareketlerle yatak odasına ilerledi. Her gün gelişini bekleyen Esther, doktorun verdiği ilaç sayesinde yatağına uzanmış derin bir uykuya dalmıştı.  

Bir hafta sonra, Profesör Dr. Cevdet Saran’ın muayenesine gelen Esther, doğruca köşedeki beyaz zambağın yanına gitti. Derin derin çekti içine çiçeğin güzel kokusunu. Neşeyle odasından çıkan doktor, genç kadını güler yüzle karşıladı.

- Hoş geldin Ester,  nasılsın bakalım?

- Daha iyiyim Hocam, teşekkür ederim. Beyaz zambakla özlem gideriyordum. Ne kadar zarif bir çiçek, onun yanında huzur buluyorum.

- Öyle mi? Sevdiyseniz bahçemde çoğalttığım beyaz zambaklardan birini hediye edebilirim size. Ama önce konuşmamız lazım, hadi gelin şimdi, odama geçelim.  

Doktor, rahatsız edilmemeleri konusunda sekreteri uyardıktan sonra kapıyı çekti.

Profesör Dr. Cevdet Saran, Esther'in ziyaretinden sonraki haftayı sadece onun derdine çözüm aramakla geçirmişti. Masasının altına monte ettiği cihaza kaydettiği konuşmaları defalarca dinlemiş, uzun uzun notlar almış, kafasında türlü planlar kurmuştu. Profesörün sıra dışı tedavi yöntemleri hakkında ağızdan ağıza türlü rivayetler dolaşıyordu ama hiçbir hasta ya da hasta yakınının bunlardan şikayetçi olduğuna dair en ufak bir laf duyulmamıştı bugüne kadar. İnternetteki bütün yorumlar, doktorun sihirli gücüne hayranlık ve sonsuz minnet duygularını yansıtıyordu. Hastalarıyla kurduğu iletişimin yanı sıra onu diğer meslektaşlarından ayıran en önemli özellik, tedavi ettiği insanlarla ruhsal bir bütünlük sağlamasıydı. Gestalt terapi yöntemini benimseyen doktor, geçmişi ve geleceği bir yana iterek şimdiki zamana odaklanıyor, hastalarıyla yakın ilişki kurup sıra dışı yöntemlerle yaşanan tıkanıkları onlarla birlikte çözmeye çalışıyordu. Hiçbir doktorun aklından, hayalinden dahi geçmeyen kendine özgü tedavi usulleri vardı. Kapısını çalan hastalar konusunda son derece seçici davranırdı. İki ana prensibinden biri karşılıklı güven, diğeri ise gizlilikti. Oysa bir şeyi ne kadar gizlemeye çalışılırsan, o yine bir yolunu bulur dillere düşerdi. Karşılıklı güven vazgeçemediği prensiplerinden biriydi. Hastalarının kayıtsız, şartsız güvenini kazanmadan önce tedaviye başlamaz, tedavi sırasında, kendisine dair en ufak bir kuşku duyulması halinde aldığı bütün parayı iade ederek tedaviyi yarıda keserdi. Onun da hastaya güvenmesi gerekiyordu. Güvenmediği hastaları kesinlikle kabul etmezdi. Ancak onun nazarında hastaya güven, dediklerinin harfiyen yerine getirilmesi bir yana hastalarının mali gücüyle ilgiliydi. Zira alacağı yüksek ücretin dışında izlediği tedavi süreci sabır ve genellikle yüksek meblağlarda harcama gerektiriyordu. Kabul ettiği hasta, istediği düzeye gelinceye kadar asla yeni bir hasta kabul etmezdi. Adının bazı çevrelerde sosyete doktoruna çıkmasının bir asıl sebebi de buydu.

Cemiyet hayatında doktorun tedavi yöntemi hakkında doğru yanlış bir sürü dedikodu dolaşıyordu. Onlardan biri şizofreni hastası genç bir adamla ilgiliydi. Holding sahibi, mütedeyyin bir ailenin veliahtı olan bu genç her gece rüyasında Cebrail'i görüyor, sabah namazını kıldıktan sonra Allah'ın emrini yerine getirmek üzere  iki yaşına yeni girmiş oğlunu bahçeye götürüp yanına aldığı keskin bir bıçakla onu kurban etmeye kalkıyormuş. Durumu bilen karısı her seferinde çığlık çığlığa komşulardan yardım isteyip adamın elinden zor kurtarıyormuş çocuğu. Sonunda dedesi zavallı torununu yanına almış. Şizofreni hastası oğlunu da kaptığı gibi bizim profesörün yanına getirmiş. Profesör genç adamla bütünleşmek için sakal bırakmış, onunla üç ay boyunca beş vakit namaz kılmış. Hac mevsimi gelince birlikte hacca gitmişler. Doktor yola çıkmadan önce oradaki meslektaşlarıyla bir takım hazırlıklar yapmış tabii. Hac ibadetini tamamladıktan sonra Mekke'de bir polikliniğe götürmüş adamı. Hipnoz tekniği ile işe başlamışlar, adama bir takım telkinlerde bulunmuşlar. Hasta kendine geldiğinde karşısına ak sakallı bir dede çıkarmışlar, ona "Ben Cebrail'im, sen yanlış anladın beni, Allah oğlunu kesmeni istemedi senden, git şimdi oğlunun yerine bir koç kurban et" demiş. O günden sonra bir daha böyle bir girişimi olmamış genç adamın, babasının yanında işe başlayıp çocuğunu yanına almış. Holdingin sahibi oğlunun iyileştiğini görünce doktora "Dile benden ne dilersen." demiş. Yine bir söylentiye göre şu an içinde bulunduğu gösterişli muayenehane, tedavi ettiği hastanın babası olan zengin iş adamının hediyesiymiş!   

Esther'de aradığından fazlasını bulan doktor büyük bir coşkuyla sarılmıştı işe. Bu coşkunun nedeni, genç kadının, doktorun eski eşine inanılmaz ölçüde benzerliğiydi. Sadece fiziksel anlamda değil, Esther'in çektiği sıkıntıların aynısını yaşatmıştı eşine. Mesleğine olan tutkusu gözünü kör etmiş, ailesini ihmal etmişti. Oysa, aynı Kemal gibi o da eşini çok seviyordu. Sevginin sadece korumak, kollamak değil, aynı zamanda birlikte hoşça vakit geçirmek, aynı şeylerden zevk almak, paylaşmak olduğunu öğrendiğinde artık çok geç kalmıştı. Eşi ondan ümidini kesince geri dönülmez bir yola girmiş ve tatsız bir şekilde ilişkileri son bulmuştu. Esther'i sağlığına kavuşturma mücadelesiyle birlikte bir bakıma günâh çıkartıyordu Profesör.

Bir saat boyunca dinledi genç kadını. Esther, doktora verdiği sözü tutmuş, ilaçlarını saati saatine almıştı. Birkaç gece gözünü kırpmadan sabahı sabah etse de, genel olarak uykusu düzene girmiş, sadece bir gece kâbus görmüştü. Doktorun yanında kendini sonsuz bir güven ve huzur içinde hissediyordu. Sanki onu yıllar önceden tanıyor gibiydi. Uzun bir zaman sonra kimseye anlatamadığı sırlarını paylaştığı bu adamın her dediğini yapacak kıvama gelmişti artık. Yine içini boşaltmış, bütün duygularını ortaya dökmüş, merak içinde doktorun ağzından çıkacak talimatları bekliyordu. 

- Durumunuzu çok iyi anlıyorum Esther, dedi Doktor. Eşinle birbirinize karşı saygınızı korumuşsunuz. Bu ilişkilerde son derece önemli. Ancak sevgi sadece karşınızdaki kişiye sabır göstermek, hoşgörülü olmak, kol kanat germek değildir. Gerçek sevgi, kişileri yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygudur. Bazen insanlar saplantı halinde herhangi bir konuya kaptırırlar kendilerini. Anladığım kadarıyla Kemal Bey, üstlendiği yeni görev nedeniyle sosyal açıdan kabul edilmez bir davranışta bulunmaktan, bir başka deyişle, başarısızlığa uğrayıp rezil olmaktan korkuyor. Bu bir tür obsesif kompulsif bozukluk. Halk arasında işkoliklik olarak biliniyor. Kişinin elinde olmayan bu rahatsızlık başta kendisi olmak üzere ailesine de zarar verebilir. İşkolikler, yaptıkları ile elde ettikleri arasında bir ilişki kuramazlar. Onlar sadece işleriyle evlidir. Bu bağ öylesine güçlüdür ki, kendilerinden önce iş hayatlarının gelmesini normal karşılarlar. Eş, özel hayat, önemli günler, aile toplantıları gibi kavramlar işkolikler için önem listesinin son sıralarındadır. Senin sorunun ise eşinin rahatsızlığına bağlı hasta yakını depresyonu. Kemal Bey'i eski haline döndürebilirsek bir taşla iki kuş vurmuş olacağız.

Esther, dikkatle dinledi Doktoru. Anlattıkları doğruydu ancak doktorun bu konuyu nasıl çözeceğini merak ediyordu.

- Hocam, dediklerinize katılıyorum, peki ne yapmamız gerekiyor? 

- Şimdi seninle bir oyun oynayacağız, umarım biraz rol yapma kabiliyetin vardır, dedi Doktor gülümseyerek. Şaşırmıştı Esther.

- Ne oyunu bu? diye sordu, merakla.

- Acele etme, hepsini anlatacağım.

Dışarıdan sipariş ettikleri yemekleri yedikten sonra tombul sekreterine izin veren doktor, onun muayenehaneden çıkmasıyla birlikte kafasındaki planı bütün detaylarıyla anlattı genç kadına.  

Akşama doğru eve dönüş yolunda karışık duygular içindeydi, Esther 

Devam edecek

  


22 yorum:

  1. Keyifli bir yemek yiyen Kemal’in eşini bir yıldır bu tarz dışarı çıkmalarda aramıyor oluşunu okurken içten içe sinirlendim... Düzelir umarım bu davranışları artık...
    Hikaye çok heyecanlı gidiyor yani hemen sonraki sayfaya geçmek istedim...
    Doktor ne tür bir oyun hazırladı yani işe yarayacağını umuyorum...
    Merak ve heyecanla beklemediyim yeni yazı dizisini...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kemal eşiyle nadiren dışarı çıkıyorlar ama son işinde mesai saatleri içinde merak edip bir kez dahi eşini aramadığını hatırlıyor. Yanlış anlaşılmaması için gerekli düzeltmeyi yaptım. Teşekkürler. Evet, bundan sonrası sanırım daha eğlenceli geçecek:)

      Sil
  2. Sizin doktorun yöntemler baya ilginçmiş Mr. Kaplan. Keşke şizofreniyi hipnoz ve telkinle yenmek mümkün olsaydı. Şizofreni beyin kimyası, genetik yatkınlık ve çevre koşullarının birleşmesi ile görülen ve kalıcı tedavisi olmayan ancak duruma göre ömür boyu devam edilmesi gereken ilaç tedavisi ile yaşam kalitesinin belli oranda yükseltilebileceği bir rahatsızlık. Yani dünyadaki en başarılı doktor bile şizofreniyi tedavi edemez maalesef. Sadece ilaçlarla beyin kimyası mümkün mertebe normalleştirilebilir ama bireyin yine de yakınlarının desteğine ihtiyacı olur çünkü ilaçların düzenli kullanımının aksaması ile tüm semptomlar en yoğun haliyle geri gelir.

    Nırbaç'ı merak ettim, denemek isterdim ama yakınlarda bulabileceğimi sanmıyorum. Belki bir dahaki İstanbul ziyaretimde deneme fırsatım olur. Kemal eve gidince Anna'dan bahsetmedi mi? Bu bölümde Esther ve Kemal konuşmadan Esther'in tekrar doktora gitmesinden bahsedilmesini garipsedim biraz. Okurken Kemal yemekten eve dönünce mutlaka Anna'dan bahsedecek ya da yemekte Anna, Esther ile ilgili daha çok konuşacak gibi geldi ama hop orayı atlayıp doktor sahnesine geçtik birden.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, hayli ilginç Mrs. Kedi:)) Yorumlarınızdan duyduğum memnuniyeti söylememe gerek yok sanırım. Elbette fikirlerinizden yararlanıyorum. Ancak bu bir kurgu roman, bilimsel verilerle sınırlandırılmasına gerek olduğunu düşünmüyorum. Romanın içinde sıra dışı karakterlerin olması bazen düşündürücü, bazen de eğlenceli olabiliyor. Bir takım metafizik güçlerle bilimsellikten uzak yöntemleri kullanarak en çaresiz hastalıkları iyileştiren insanlara inanan milyonlarca insan var. Yarın buna benzer bir roman kitap olarak basılır ve yeterli sayıda okura ulaşabilir. Gazetelerde, tv magazin programlarında şöyle bir haber çıkabilir belki: "İstanbul'da bir doktor Son Dans romanındaki Profesör Cevdet Bey'in yöntemlerini kullanarak meşhur oldu." Bakın, alternatif tıp aldı başını gidiyor, öyle ki, şizofreni hastalarına tiyatro terapisi uygulayarak ilaç kullanımlarını asgari düzeye indirebildiklerini iddia eden doktorlar var. Hürriyet gazetesinin haberi (https://www.hurriyet.com.tr/gundem/sizofreni-hastalari-icin-siradisi-bir-tedavi-40097819)
      Bence siz yine de Cevdet Bey'i hafife almayın, şahsen ben, ona güveniyorum:)))

      Nırbaç'ı araştırdım, yukarıdaki bölümde geçen İstanbul Deraliye Restaurant'ın favori yemeklerinden biri. İstanbul dışında bulamazsınız ama basit bir tarifi var (https://www.turkascihaberleri.com/HaberDetay/63259/Nirbac-Tarifi.html) Ben denemedim ama Anna bayılmış:))

      Kemal, Anna'yı illa ki anlatmıştır Esther'e. Belki geriye dönüşlerde Esther ya da Kemal bundan bahseder. Bu konu dışında bir hafta boyunca değişen fazla bir şey yok. Kemal yine işinden başını kaldırmıyor, Esther doktora görüneceği günleri sayıyor. Teşekkürler:)

      Sil
    2. Ben de rahatsız olmayacağınızı bilmenin verdiği güvenle yazıyorum yorumlarımı Mr.Kaplan :) Zaten genel olarak bloglarda yorum yaparken amacım yazılanlara müdahale etmek değil, sadece yazılanların bana hissettirdiklerini paylaşmak. Hani bir kitap okuduktan sonra ya da film izledikten sonra ne yaparsak yapalım tek bir kelimesini/sahnesini bile değiştiremeyiz ama yine de konuşup üstüne yorum yaparız, keşke şöyle olsaymış deriz ya işte tam o bakış açısıyla yazıyorum. Bu açıdan bakınca roman tamamen kurgu olsa da, hatta içinde fantastik öğeler barındırdığını söylemiş olsanız da keşke doktor Cevdet'in şizofreniyi tedavi edebildiği umudu verilmese diye geçiyor içimden istemsizce. Benimki aşırı hassasiyet, algıda seçicilik diyebiliriz. Muhtemelen benden başka kimse takılmayacak bu ayrıntıya. Belki canım Ceren ve Sevda Hanım da takılabilir bir ihtimal. Ama tabi ki eser sizin eseriniz ve ben merakla takip ediyorum :)

      Sil
    3. Meşhur bir söz vardır hani, şeyh uçmaz mürit uçurur diye. Doktor hastaları tarafından aynı şekilde yüceltiliyor. Yani büyük bir abartı var, belki böyle bir olay yaşanmamış olabilir. Sahte hadisler gibi doktor hakkında doğru yanlış tevatür olabilir bunlar. Bir de böyle düşünebiliriz:) Canınız Ceren ve Sevda Hanım'ın yorumlarını da merakla bekliyorum tabii:))

      Sil
    4. Ben doktordan umudumu kestim :)))) Dediğiniz gibi kurgu roman olmasa ben kendisini bizzat meslek odasına şikayet edeceğim ama şansı var roman kahramanı, bu nedenle herşeyi yapabiliyor :))
      Bu işin sonu nereye varacak ben de merak ettim. Doktor hastasıyla kaçıp yeni bir hayata bile başlayabilir!
      Bu arada aklıma kurguyu nasıl kurduğunu, kahramanı öldürürken nasıl acı çektiğini günlerce yazı masasına dönemediğini ve sonunda o kısmı anlatamadan kitaba devam ettiğini anlatan bir yazar geldi (kimdi hatırlayamadım). Sanki bir dünya yaratmak ve yarattığımız dünyayı da istediğimiz gibi şekillendirmek... Fakat kurgu romanda gerçeklere bağlı kalmak bir zorunluluk ya da sorumluluk mudur, yoksa yazar her anlamda özgür ve başına buyruk mu olmalıdır?
      Mr. Kaplan bence çok cesurca bir iş yapıyor ve bu eser yayınlandığında gelecek eleştirilere karşı da hazır sanırım çünkü ona göre sanat kısıtlandırılmamalı. Doğru mu anladım? :)
      Bu konuda yaratıcı yanım bir şey derken meslek etiğim başka şey diyor ama ben burada mesleğimle değil bir okuyucu olacak bulunduğum için, okurken çok keyif alıyor ve bir sonraki bölümler için merak duyuyorum...

      Sil
    5. Benim aklıma da Prof. Dr. Canan Karatay geldi:))) Kadın ne söylese tıp camiası ayağa kalkıyor, Tabipler Odaları dava açıyor. Pandemi başlayınca paça çorbası için, korona size uğramaz dedi diye medya kapılarını kapattı. Demek istediğim, bu tür uçuk kaçık insanlara ister inanın ister inanmayın ama her zaman karşınıza çıkabiliyor:)

      Bakın bu da alternatif bir kurgu olabilir, zira doktor aynı hatayı bir kez daha tekrarlamak istemez:)

      Kesinlikle doğru anladınız. Bilimsel ya da düşünsel bir makalenin somut gerçeklere dayanması gerektiğine inanıyorum ama öykü, roman türlerinde yazar tamamen özgür olmalıdır bence. Yukarıdaki yazıyı okuyan bir hasta yakınının yazara Cevdet Beyin açık adresini yazmadığım ya da telefonunu vermediğim için kızacağınız sanmıyorum:) Teşekkür ederim:)

      Sil
  3. Çok ilginç hal alıyor :) ah sonraki bölümü heyecanla bekliyorumm

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Değil mi? Bakalım doktor nasıl bir plân kurmuş Esther için. Teşekkürler:)

      Sil
  4. Nırbaç’ı hiç duymamıştım, ne güzel bir ayrıntı! Tarifine baktım cesaret edebileceğim bir yemek değil ama böyle geleneksel yemekleri koruyabilsek keşke...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aslında bana çok basit gelmişti tarifi. Çok daha meşakkatli yemekler var Osmanlı mutfağında. Nırbaç'ın öne çıkan özelliği içine katılan havuç, nar ekşisi, kişniş, tarçın, zencefil, damla sakızı gibi baharat çeşitleri sanırım:)

      Sil
  5. Doktor hastalarıyla bütünleşiyor demek ki. Bir hasta iyileşmeden bir başkasını almadınığa göre. Hastaya bu denli kendini kaptırmak-bağlanmak da bir takıntı gibi geldi bana.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Doktorumuzun eşi benzeri yok:)) İnsanın inanası gelmiyor ama Gülseren Budayıcıoğlu romanlarında da sevgili doktorumuz romanlarında (gerçek yaşam öyküsü olduğunu iddia etmesine rağmen) sıra dışı tavırlar sergiliyor, evlerine ziyarete gidiyor, onların problemleriyle bütünleşiyor.
      Evet, bir takıntı da olabilir bu. Ama kendi kurallarını uyguluyor bilimsel kabullerin sınırlarına takılmadan. Ki bu bilimsel doğrular her zaman değişime açık. Bu bir kurgu ama onun gibi aynı yöntemi takip eden bir doktor niye çıkmasın. Tamam, deli doktor, çılgın doktor derler ama hastaları memnun kalırsa pek denecek bir şey de kalmaz değil mi? Bu arada ben öyle doktorlar tanıdım ki, yalnız başına evden çıkmaları bile sakıncalı ama devlette görev yapıyorlar:)))

      Sil
    2. Transference deniyor. Hastanın doktora bağlanması kadar doktorun da hastaya bağlanmasına da counter transference diyoruz. Çok sıkıntılı bir durum, bunun önüne geçebilmek için yıllarca süpervizyon alınıyor malesef... Belki kitabınız için derin araştırabilirsiniz, ilginç konudur..

      Sil
    3. Çok teşekkür ederim. Psikoloji sevdiğim disiplinlerden biri. Her hâlükârda konuyu inceleyeceğim. Sağ olun:)

      Sil
  6. geştalt terapisi çok iyi, kurucusu fritz s. perls, bizim ülkede ilk uygulayıcısı ise nevzat erkmen, ankarada geştalt seanslarına katılmıştım yakınlarda, çok eğlenceli, hareketler yapılıyor, dans ve yoga gibi, geştalt sözcük olarak da çokoş bir sözcük almanca yani, zambak deyince de zambaklar açarken, kartal tibet, filiz akın, bayılırım o filme :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ooo, harika olmuş o zaman. Hem Esther, hem de doktor zambaklara tutkun:) Güzel bir tesadüf olmuş. Bizim doktoru beğenmiyorlar ama göreceksin onu meşhur edeceğim. Dur bir ara Nevzat Hoca'ya da bir bakayım. Kendisi Cevdet Bey'le tanışıyor olabilirler, tanışmıyorlarsa da bir ara tanıştırırım ben:)))

      Sil
    2. nevzat erkmen inanılmaz biri. çevirmen, joyce un ulisesini dört yılda çevirmiş, türkiye beyin olimpiyatları takım kaptanı, bankacı, yazar, terapist :)

      Sil
    3. Bakmam, araştırmam farz oldu, teşekkürler:)

      Sil
  7. Doktor gerçekten ilginç biri. Esther'e ne diyeceğini, planlarını merak ediyorum. Heyecanlı ilerliyor. Ben geride kalınca yetişeyim diye uzun yazamıyorum. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Doktor belki en ilginç karakter. Böyle doktor olmaz diyeceklerimizden yani. Fakat işini biliyor, sıra dışı yani. Canın sağ olsun, okumanız yeter:)

      Sil