Bugün kendimi Türk doktorlarına emanet ettim. Sabah 11.30 da diş doktorumla, 16.30 da göz doktorumla randevum vardı. Allah herkese sağlık versin, doktor yolu göstermesin. Aslında doktorlarla haşır neşir olmayı pek sevmem ben. Çok mecbur kalmazsam rahatsızlığımın kendi kendine geçmesini beklerim bir müddet. Bu arada ağrılara dayanabildiğim sürece ağrı kesici de kullanmam. Hastalığım doktoru görmekte ısrar ederse, mecburen gitmek zorunda kalırım.
Yaklaşık üç hafta önce başlayan diş tedavim mart ayının sonuna kadar sürecek gibi. Diş tedavisi bildim bileli hiç korkutmadı beni. Bugün de hem "implant" ların durumuna bakılacak, diş taşları temizlenecekti. İşte bana göre en sinir bozucu olan şu taş temizliği. Doktor alır eline iki ucunda birer kıvrık tel olan aleti, dişlerin ve diş etlerinin arasına sürter de sürter, diş etlerini kaldırıp aradaki taşları çıkartır. O kadar sinir bozucu sesler duyulur ki zordur dayanması. Bu kez genç bir bayan doktordu temizlik işini üstlenen. Diş etlerimin yedi sekiz yerine ayrı ayrı morfin enjekte etti. Anesteziye pek duyarlık göstermediğim halde, verilen dozun yüksekliğinden olsa gerek yediğim iğneler kendini anında belli etti. Birkaç dakika içinde alt ve üst dudaklarım bana ait değildi sanki. Bu işlemden hemen sonra doktor, acıyı duymayacağımı düşünerek, dişlerimin arasında dolaştırdı o garip aletini.
Klinikten çıktıktan hemen sonra rahatlamış görünse de dişlerim, damağıma girip çıkan iğnelerin gözlerime kadar acı dalgaları halinde yayıldığını hissettim zaman zaman.
Göz doktoruna gidene kadarki zamanım annemle birlikte geçti. Her zaman olduğu gibi bana illa bir şeyler ikram etmek istemesine rağmen dişlerimin durumu onun bu arzusuna engel oldu. Ayrılırken çocukluğumun geçtiği sokağa bakıp eskilere gitti aklım. Doğduğum evin her iki yanındaki çam ağaçlarını apartman yapacaklar diye kesmek, kurutmak istemişlerdi. Onlardan birisini kurutmaya muvaffak olmuşlar ama diğerinin her türlü eziyete rağmen, altmış yıldır ayakta kalma çabasına şahit oldum. Yorgun gövdesi üzerinde zamana ve darbelere meydan okuyan bir kaç seyrek dal, rengi solmuş dikenli yapraklar kalmıştı geriye. Çocukluğumda delikanlı gibiydi onun gövdesi, dalları, diken yaprakları göğe yükseliyordu. Gurur duyuyorduk çam ağaçlarımızla. Evimizin bekçisi gibiydiler heybetli görünüşleriyle. Mahallemizin başka hiçbir yerinde yoktu çam ağacı. Adres verirken de kolay oluyordu bizim için; "sokağa girdin mi, çam ağaçlarının arasındaki ev, işte o bizim evimiz" diyorduk başkalarına adresimizi tarif ederken.
GÖZÜM YOLLARDA...
Yaklaşık bir buçuk yıl önce eşimle Umman'daydık. Şirketimizin üstlendiği büyük bir proje için en az ayda bir ziyaret ediyordum bu ülkeyi. Eşim beni de götür bir daha ki sefere, demişti. Bir ay kadar kaldık onunla birlikte. İşte böyle başladı benim gözümle ilgili hikayem. Fırsat buldukça geziyor, tanımaya çalışıyorduk bu güzel ülkeyi. Çalışma iznini alanlar için yerel ehliyet gerekliymiş. Ama kendi ülkenin ehliyetini gösterince zorluk çıkarmadan hemen veriyorlarmış. Sadece göz muayenesi olmak gerekiyormuş. Eşimi gezdireceğim ya, işte bu yüzden ben de yerel ehliyet almak istedim. Göz muayenesinde doktor elindeki çubukla ışıklı bir levhadaki harfleri gösterip okumamı istedi. Kendimden emin girdiğim bu muayeneden dehşet içinde çıktım. Gösterdiği harflerin çoğunu okuyamamış, okuduklarımı da resmen sallamıştım. Kesin vermezler bu ehliyeti bana deyip çıkmıştım hastaneden.
Birkaç gün sonra şirket görevlisi ehliyetimin çıktığını söyleyince inanamadım. Birçok yeri gezdik eşimle. Yabancısı olduğum ülkede levhaları iyi takip etmek lazım tabii. Ama ben levhaları okumakta zorlandığımı gördüm. Eşimden yardım istedim gideceğimiz yeri kaçırmayalım diye. Hava kararınca o da benden beterdi. Ne zaman ki, önümde takip ettiğim aracın plakasını dahi okuyamadığımı fark ettim, tamam dedim benim gözler ayvayı yemiş. Numarası artmış olmalı dedim kendi kendime.
Ankara'ya döndüğümüzde anlı şanlı bir göz hastanesine gittik. Muayene etti doktorun biri. Dışarı çıkıp diğer doktor arkadaşı ile geri döndü. Gözlüğünüzün numarasını değiştirmek çözüm değil, sizde katarakt oluşmuş dediler. Beklemediğimiz bir şeydi tabi. Eşimle birbirimizin yüzüne bakakaldık. Doktorlar muazzam bir pazarlama tekniği ile, artık kataraktın sorun olmaktan çıktığını, lokal anestezi altında iki dakikalık operasyondan sonra yakın ve uzak gözlüklerini atıp yeniden doğmuş gibi olacağımı söylediler. Önümüze sunulan çözüm kusursuzdu. Hemen maliyet bilgisi verdiler. "Peki, ne zaman olabilir bu operasyon?" diye sorduğumuzda aldığımız cevap daha da şaşırttı bizi. "İsterseniz hemen, şimdi."
İşte, böyle verdik kararımızı. En iyisi multi-focal lensmiş. "Tamam o olsun, her zaman lens değiştirmeyeceğiz ya." Ertesi gün sağ gözümden, bir sonraki gün sol gözümden katarakt ameliyatı oldum. İyileşme süreci uzun sürse de bunu hep kendimden bildim. Cuma günü ameliyattan çıkıp güneşe karşı Balıkesir'e kadar araba kullandım. Bir gün sonra geri dönerken yine araba kullanıyordum. Geceleri gözlerime sanki iğneler batıyor ve göz yaşlarına boğuluyordum. İş yoğunluğunda düzenli kullanmam gerekli damlaları da aksatıyordum.
İki ay sonra gözlerimdeki ağrılar dinmişti ama bir garip hissediyordum kendimi. Sol gözüm başkasının, sağ gözüm başkasınındı sanki. Gözlerimden biri sanki emanet duruyordu yuvasında. Kontrollerde gayet başarılı bulmuşlardı operasyonu oysa. Psikolojik dedim, zamanla düzelir nasıl olsa. Düzelmedi. Tam aksine her geçen gün daha huzursuz etti bu durum beni. Emekli olup İzmir'e yerleşmiştik artık. Yine İzmir'in en tanınmış göz mütehassıslarından birine gittik. O da artık genç uzmanlara bırakmış işi. Genç uzmanımız, cihazlara soktu beni, ölçtü biçti, hikayemi dinledi. "Bak bey amca" dedi. Artık doktorların bile bana amca demeleri garibime gidiyordu. "Bu yaştan sonra size yapılacak bir şey yok. Bu şekilde ölene kadar idare edeceksiniz." Ya ne diyor bu adam. Söyledikleri tüylerimi ürpertti. Yaşım ne ki benim. Anneannem kadar yaşasam daha kırk dört yılım var. Yoksa doktorun dedikleri mi doğru. Kafam karışık.
Bu kafa karışıklığı içinde iki ayda zor aldım randevuyu şimdiki göz doktorumdan. Bir sürü cihaza soktu. İki saat bekletti, iki saat testler, testlerin sonucunu beklemeler, göze ilaç damlatmalar ve muayeneler sürdü. Sonunda verdi kararını doktor. Sol gözdeki lens kaymış, gözüm topu topu yüzde beş ila on arasında görüyor. "Lensiniz değişecek, gözünüzdeki tahribat ve yoğunlaşmalar temizlenecek." dedi doktor. Yeni lensler çıkmış üç ay önce. Hem uzağı, hem yakını, hem de orta mesafeyi görebiliyormuşsun. Neye patlar bu iş bana doktor? Operasyon için size hangi tarih uygun? Sorularım uçuştu bir an. Beni esas şaşırtanın; muayene için iki ayda zor aldığım randevu, konu ameliyat olunca "istediğiniz zaman, gece gündüz fark etmez, biz her zaman çalışıyoruz" a dönmüş olması. Daha mı iyi olacak? Garantisi yok. Karar vermek zor bu yüzden. Ama sol gözüm de görmüyor. Lazım bana bu göz. Okuyacağım, yazacağım daha çok şey var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder