KATEGORİLER

9 Şubat 2016 Salı

SSS - YİRMİ DÖRDÜNCÜ RANDEVU


Portakal Çiçeği Sokağı üzerinde yükselen gökdelenlerden birinin döner kapısını iterek içeri girdi. Kapıda bekleyen güvenlik görevlisi onu nazikçe selamladı.

"Hoş geldiniz Bayan Kristie"

Sadece gülümsemekle yetindi. Asansörlere doğru yönelmişken görevli seslendi yine arkasından. 

"Bayan Kristie, size bir mektup var efendim." Danışma masasının arkasındaki kafes görünümlü ahşap kutucukların birinden aldığı beyaz zarfı uzattı.
"Teşekkür ederim." dedi genç kadın.
Kristie elindeki zarfı incelerken asansörün çağır düğmesine bastı. Arka yüzündeki kırmızı balmumundan eritilmiş mührü görünce heyecanlandı birden.  Her zamanki gibi bu sefer de yan yana dizilmiş üç büyük s harfinden oluşan bir damga basılmıştı kırmızı mührün üzerine.




Bu tür mektupları yılda iki kez alırdı. Ne eksik, ne fazla. Mektupların ne zaman ve nereye geleceği de belli olmazdı. Mesela geçen seferki mektup işyerinden ulaşmıştı kendisine. Tecrübelerine dayanarak, mektubu aldığı andan itibaren bir hafta boyunca kötülüklerden uzak ve kendini yeniden doğmuş gibi hissedeceğinden emindi. On iki yıllık birlikteliklerinde buna benzer tamı tamına yirmi üç mektup almıştı. Her seferinde “Seni Seviyorum, Seveceğim” sözcüklerinin baş harfleri ile kapanıyordu mektuplar. Onların her açılışında, SSS damgalı mühür çatlar, arkasından yoğun bir Giorgio Armani kokusu yayılırdı etrafa.

Sekizinci katta gelen asansörden çıktı dışarı. Kapıyı açıp dairesine girdi. Üzerindekileri çarçabuk çıkarıp salondaki rahat koltuğa attı kendini.


Heyecandan titreyen elleri zarfı açmak için sabırsızlanıyordu. SSS damgasının altından gelen parfüm kokusunu iyice içine çekerken adeta onun varlığını hissediyordu yanında. Kısa bir müddet sonra düz beyaz kâğıda yazılmış satırları okumaya başladı.
   
Kristie, aşkım benim.  
Ne kadar tatlısın, bunu sana anlatamam. Tanrım ne kadar şanslıyım. İnanması zor ama beraberliğimiz tam on iki yılını doldurdu. Önceki yirmi üç randevumuz muhteşemdi. Her geçen gün sana olan aşkım büyüyor. Kalbimde sana kocaman bir yer ayırdım. Sadece sana özel bir yer. Senden ayrı geçen her günüm beni sana daha çok bağlıyor. Her an seni düşünüyorum.
Sevgilim, önümüzdeki birkaç günü sadece aşkımıza adayacağız. Şimdi beni iyi dinlemeni istiyorum. Az sonra kapıya bir limuzin gelecek. Arka koltuğunda adına kesilmiş bir uçak bileti bulacaksın. Uçuş saatin bu akşam tam 20.30'da.

Pasaportunu yanına almayı unutma! Merak ettin değil mi? Yarın nerede buluşacağımızı aşağıda uçak biletini görünce öğreneceksin. İnan ki çok heyecanlıyım. Senin de aynı durumda olduğundan eminim.

Sürprizler bunlarla sınırlı değil. Danışmaya bir paket bıraktım. Onu aç, içindekileri beğeneceğini umuyorum. Paketten çıkanı üzerine giy. Ayrıca yolculuk için bir de küçük valiz hazırlattım,. Hayır, sakın endişelenme sevgilim. Eksik olanları gideceğimiz yerde birlikte tamamlarız. Senden tek isteğim yüzündeki o gülüşten başka bir şey değil.

İşyerindeki patronunla görüşüp senin için bir hafta izin kopardım. Eve gelen kadın da Lassy ile ilgilenecek. Kısacası yapman gereken tek şey kapıyı çekip aşağı inmen. Merak etme, ben akla gelebilecek her şeyi ayarladım.

Valiz, paket? Genç kadın, danışmaya bırakıldığı söylenen eşyaların kendisine verilmediğini  düşünüp paniklediği anda dairenin kapısı çalındı. Kapıya gelen aşağıdaki güvenlik görevlisinden başkası değildi.
-         Bayan Kristie, çok özür dileriz. Mektubun yanında size verilmek üzere bize teslim edilen bir paket ve bir de bu valiz vardı. Onları vermeyi unutmuşuz. diyerek, mahcup bir şekilde valizi kapının yanına bıraktı ve kendisine paketi uzattı. “Peki, teşekkür ederim.” dedi. Kristie, şaşkınlık içinde.

Valizi içeri alıp kapattı kapıyı. Paketi salona getirdi ve yırtarcasına açmaya başladı. İçinde harika bir siyah elbise vardı. Hemen üzerinde denemek istedi. Ayağa kalkarken ufak bir hediye paketi kayıp yere düştü. Ufak paketi açınca Victoria’s Secret yazan bir hediye kutusu gördü. Kutunun içinden çıkardığı siyah göz alıcı iç çamaşırlarını aldı eline. Gülümseyerek iç geçirdi. “O bu işi biliyor.” dedi. Koltuğa bıraktığı, son satırlarını okunmaya fırsat bulamadığı mektubu aldı eline.

Görüşmek üzere, SSS
Murat
“Geceyi birlikte yaşayalım…”- Rolling Stones


Hep yapardı bunu. Söylemekte zorlandığı şeyleri hep şarkı sözlerinin arkasına gizlerdi. Bu sözler, onun aklından geçenleri ele veriyordu.

Saate baktı, çok fazla vakti kalmamıştı. İyi ki Cumartesi bugün, diye geçirdi aklından. Bu yüzden erken çıkıp eve gelmişti. Hiçbir yere takılmaması ise tam bir tesadüftü.

İstanbul’da ünlü bir avukattı Murat. Aldığı davalardan hiç birini kaybetmemişti. Tuttuğunu koparan biriydi yani. Ne yapar yapar müvekkilini temize çıkarırdı bir şekilde. Hemen hemen hiç yolu düşmezdi Ankara’ya, düşse bile Kristie’nin bundan haberi olmazdı zaten. Sadece bir kez, onu iş yerinde ziyaret etmiş, aynı gün patronuyla tanışmıştı. Kısa süre içinde Kristie'nin patronu ile sıkı fıkı olması Kristie’yi şaşırtmıştı. Murat böyle biriydi işte. Başarısının altında yatan kısa süre içinde kurduğu sıcak ilişkilerdi. Dava konularında hiç seçici değildi. Elinde kuvvetli dayanaklar olduğu müddetçe, müvekkilinin gangster veya katil olmasının hiçbir önemi yoktu. Kristie hep şaşırmıştı bu yönüne ama yine de onun işine karışmayı aklından geçirmedi. Dün adam öldüren katil ya da banka soyan bir soyguncu onun yüzünden ortalıkta dolaşmaya devam edecekti.

Bir defile sırasında podyumda görmüştü Kristie’yi tam on iki yıl önce. Görür görmez vurulmuştu güzelliğine. Programdan hemen sonra elinde bir demet gülle girmişti kulise. Hiç beklemediği bir anda kara yağız yakışıklı delikanlıyı görünce karşısında, onun da dizlerinin bağı çözülmüştü.  O günün akşamı boğazın ünlü lokantalarının birinde denize karşı romantik bir yemek sırasında koydu kurallarını Murat. Birbirlerini özledikçe çoğaltacaklardı aşklarının ateşini. Sadece yılda iki kez görüşeceklerdi birbirleriyle. Görüşmedikleri zaman diliminde, ne bir telefon ne de bir mektup bastıracaktı hasretlerini. Ayrılık günlerde yaptıklarının hiç bir önemi olmayacaktı. Ayrı geçen zamanlarında birbirlerine anlatmayacaklardı ne yaptıklarını, nereye gittiklerini, ne yiyip içtiklerini. Ne kıskançlık yer bulacaktı aralarında ne de sen ben çekişmesi. Katıksız bir aşk olacaktı bu, eskidikçe kıymetlenen bir şarap gibi.

Kristie, ailesini Amerika’da bırakıp bir arkadaşı vasıtasıyla Türkiye'ye gelmişti. Ankara'ya yerleştikten sonra eğitim aldığı moda üzerinde çalışmaya başlamıştı. Ünlü giyim firmalarının aranan modelleri arasında geçer oldu adı kısa zamanda.

İlginç buldu genç adamın düşüncesini. O da fazlasıyla etkilenmişti ondan. Başka yolu yoktu bu ilişkinin. Ya bir daha hiç görüşmeyecekler, ya da sadece yılda iki kez. Böyle başladı aşk serüvenleri. Altı yıl önce podyumlardan inmişti Kristie. Genç modelleri eğitmekti artık onun işi. Sık sık İstanbul’a düşse de yolu, Murat’ı aramak düşmüyordu aklına. Çünkü kesindi kuralları Murat’ın. Kuralı bozmak, bir daha asla görmemek demekti birbirlerini.

Ilık bir duş alıp aynanın karşısına geçti. Aradan on yıldan fazla bir zaman geçmişti Murat'ı tanıyalı.  Aradan geçen onca zaman yine de çok şey almamıştı görünüşünden. Güzel kadındı. Uzun uzun seyretti çıplak vücudunu. Üzerine bornozunu geçirip salondaki koltuğun üzerinde bıraktığı siyah iç çamaşırlarını aldı. Tekrar banyoya doğru yürüdü ve aynanın karşısına geçti. Murat’ın gönderdiği dantel iç çamaşırlar süt beyaz teniyle muhteşem bir uyum sergiliyordu. Ellerini göğüslerinde dolaştırdı, kalçalarını okşarken Murat’ı düşündü. “En çok neremi beğeniyorsun?” diye sorduğunda, “kalçalarını” demişti. Aynaya yan durup kalçalarına bir kez daha bakarak gülümsedi.

Dönüp salondan siyah elbisesini aldı. Kim bilir ne kadar para ödemişti bu elbiseye? Elbiseyi üzerine geçirdi. Daha da güzel görünüyordu şimdi. A deta bütünleşmişti bu elbiseyle. Giyen kim olursa olsun, hiç birine bu kadar yakışmayacağını geçirdi aklından. Saate baktı, zamanın ne de çabuk geçtiğine şaşırdı.

Zil sesini işittiğinde makyajını yapmak üzere masaya yeni oturmuştu. Binanın dahili telefonuydu. Ahizenin ucundaki ses kendisinin kapıda beklendiğini söylüyordu. Çabuk hareketlerle saçlarını toplayıp makyajını yaptı. Çantasına koymak üzere dolabın çekmecesinden  aldığı pasaportunun geçerlik süresine baktı. Daha iki yıllık süresi olduğunu görünce rahatladı. Murat’ın gönderdiği valizi açmaya gerek duymadığı gibi buna zamanı da yoktu zaten. Sarı saçları, mavi gözleri ve beyaz teni dışında her şey siyahtı bugün. Eline aldığı çanta, valiz hepsi siyahtı, aynı elbisesi, iç çamaşırları gibi. Daireden çıkıp kapıyı kilitledi. Asansörün düğmesine bastı ve beklemeye koyuldu.
Asansör aşağı indiğinde kapı açılır açılmaz kır saçlı şoför,
“Merhaba, siz Kristie Fressly olmalısınız.” dedi.
“Eee, Evet benim.” diyerek cevapladı.
 “Sizi havaalanına götürmeye geldim. Yanınıza alacağınız başka bir şey var mıydı?”
“Hayır, hayır, sadece bu küçük valiz.” dedi.
Şoför valizi alarak genç kadına yol gösterdi. Kapıdan çıkarken görevliler hep birlikte saygıyla onu selamladılar. Ön taraftaki havuzun yanında, parlak siyah renkli muhteşem bir limuzin, kapısını açmış misafirini bekliyordu. Şoför, elindeki valizi yerleştirmeden genç kadını buyur etti. İçerisinin bu kadar geniş olduğunu tahmin edemezdi. Rahat koltuğa yerleşirken elbisesinde en ufak bir kırışıklık olmayacaktı. Önündeki alçak masanın üzerinde tropikal meyve tabağı, yan tarafında bir sürü içki şişesi ve kadehler sıralanmıştı. Koltuğun üzerinden ağzı açık bırakılmış uzun zarfı alıp içindeki uçak biletini ve biniş kartlarını çıkardı. Merakla incelediği biletin rotası İstanbul üzerinden Barselona’yı gösteriyordu. Modellik yaparken pek çok ülke gezmiş ancak yolu İspanya’ya hiç düşmemişti. Yeni bir ülke göreceği için çok sevindi buna.

Otomobil havaalanı istikametinde adeta bir gelin gibi süzülerek yol alıyordu. Karartılmış camlardan içerisi görünmüyordu fakat dışarıdan görenler, aracın içindeki kişinin çok önemli biri olduğuna bahse girerlerdi. Kristie, kulağına gelen hafif müzik eşliğinde kadehlere uzandı. Onlardan birinin içindeki zarf dikkatini çekti. Zarfı eline alır almaz arkasındaki kırmızı renkli balmumu mührü ve üzerinde SSS damgasını gördü.  Kimin gönderdiği belliydi. Zarfın üzerindeki notu okudu. “SEVGİLİ KRISTIE, BU ZARFI HAVAALANINDA AÇMANI İSTİYORUM”                 



Zarfı koltuğa bırakıp ufak bir Grey Goose şişesini aldı eline. Bu votkanın kekremsi tada sahip kızılcık suyu ile güzel bir ikili oluşturacağını biliyordu. İnce uzun cam bardağına yarıya kadar votka boşaltıp üzerine meyve suyu ekledi. Buz kovasından birkaç ufak buz küpü ilave etmeyi ihmal etmedi. Özenle hazırladığı içkisinden bir yudum aldı. Tadı çok hoşuna gitmişti ama aklı hala zarftaydı. Havaalanı fazla uzak sayılmazdı, ne var ki daha fazla dayanamadı. Kırmızı renkte parlak ojeli tırnaklarıyla SSS damgalı mührü kazımaya başladı. Zarfın içinden çıkan mektubu okumaya başladı:




“Kristie canım, merhaba,
Seni bir an önce görebilmek için sabırsızlanıyorum. Ayrı kaldığımız süre bana artık sonsuz gibi geliyor. Parmaklarım o güzel sarı saçlarının arasında gezinmeye can atıyor. Dudaklarım boynuna küçük öpücükler kondurmanın hayalini kuruyor. Kar beyazı kollarını ve güzel sırtını okşamak, bütün vücuduna losyonlar sürüp masaj yapmak istiyorum. Seni çok özledim. İspanya’da görüşmek üzere,
Seni seven ve her daim sevecek olan Murat, SSS
“Seni düşününce suyum şarap oluyor…” – Tim Mc Graw


Kristie fonda çalan müziğe dikkat kesildi birden. Evet, oydu. Tim Mc Graw’un “I know how to love you” parçasının içinde geçiyordu bu sözler. “Seni düşününce suyum şarap oluyor.” Bardağından büyükçe bir yudum daha aldı. Her ayrıntıyı düşünmüştü Murat. Gördüğü, dokunduğu, duyduğu her şeyin bir anlamı olmalıydı. Oturduğu koltuğun karşısında kırmızı bir gül gördü. Aklına ilk buluşmalarından birisi geldi.

Yalnız kaldığında Amerikan televizyon kanallarında sadece Salı geceleri gösterilen bir reality şov programını izlemeyi seviyordu. Bachelorette adındaki program, bir sürü erkeğin genç bir kadını elde etmek için yarıştığı bir televizyon şovuydu. Erkeklerin hepsi bu kızla çıkmak için birbirleriyle kıyasıya yarışır. Genç kızın gül vermediği erkekler teker teker elenirdi. Sezon sonunda geride sadece bir erkek kalır ve genç kız ona meşhur soruyu yöneltir, “Bu gülü kabul eder misin?” Sıkıcı bulmasına rağmen denk geldiğinde diziyi seyretmekten kendini alamıyordu Murat.  Bunu bilen Kristie, çok sevdiği Apothic kırmızı şarabından içirirdi birkaç kadeh. Bu sayede şov programı tahammül edilebilir bir hale geliyordu Murat için. TV izlerken yanına sokulmasından mutlu oluyordu ayrıca.

Eski buluşmalarını düşündükçe keyifleniyor, keyiflendikçe Fransız votkasının kızılcık suyu ile oluşturduğu mükemmelliği yudumluyordu. Gözlerini kapatıp başını öne eğdi. Birkaç saat sonra Murat’la geçirecekleri doyumsuz anları düşünüp kıkırdamaya başladığı sırada pencereye sert bir cisimle vuruldu. Sıçrayarak irkildi. Aracın durmuş olduğunu fark etti. Yanındaki düğmeleri denedikten sonra doğru düğmeyi buldu ve pencerenin camı aşağı doğru inmeye başladı. Cam tamamen indiğinde limuzinin şoförüyle burun buruna geldi. Kır saçlı şoför alaycı bir dille,
“Hanımefendi oturduğunuz yerde istediğiniz kadar kalabilirsiniz ama korkarım uçağınız az sonra kalkacak.” diye hatırlattı.
“Tamam, peki.” dedi ve bardağındaki içkiden son bir yudum daha aldı, üstünü toparlayarak arabadan dışarı çıktı. Şoföre sıcak bir şekilde gülümseyerek,
“Teşekkür ederim.” dedi ve bir yirmilik uzattı.  Parayı alan şoför, ona küçük valizini uzattı.     
“Ben teşekkür ederim bayan, size iyi yolculuklar dilerim.”
Arkasını dönüp uzaklaşırken “Sağ ol” dedi kimsenin duyamayacağı bir sesle.
Elindeki valizi teslim etmek üzere kontuara doğru yürüdü. Pasaportu ile elektronik biniş kartlarını uzattı tezgâhın arkasındaki görevli bayana.
 “Teşekkürler, seyahatiniz Barselona’ya, business class değil mi efendim?” diye sordu görevli.
“Business class?  Evet,  elbette.” Şaşkınlığını gizlemeye çalıştı ama beceremedi. Modellik günlerinden beri uzak mesafelere business uçmamıştı. Havayolu yetkilisi kâğıtları uzatırken ona,
“Buyurun biletleriniz ve bagaj fişiniz. Bu iç hat, bu da İstanbul-Barselona biletiniz. Her ikisi de pencere tarafı” dedi.
Görevliye teşekkür ederken, bantın üzerinde ilerleyen Prada valizini izledi.
Uçağa biniş kapısına doğru ilerledi.
İstanbul’da inip oradan dış hatlar terminaline yöneldi. Geçen her saniye onu daha çok heyecanlandırıyordu. Pasaport kontrolünden sonra Türk Hava Yollarının Barselona seferini yapan uçağına binmek üzereydi. Limuzinde içtiği votka biraz çakırkeyif yapmıştı onu. Uçağın en önündeki yerini aldı. Koltuklar oldukça genişti. Uçak yavaş yavaş pistte hareket etmeye başladığında, kısık sesle çalan hoş enstrümantal müzik kapatılarak yerini uçuş emniyeti ile ilgili klasik anonslara bırakmıştı. Tıka basa dolmuştu uçak. Her şey tıkırında gitmiş, şimdiye kadar hiçbir aksilik çıkmamıştı. Birkaç saat sonra kendini sevdiğinin kollarına atacak, yeniden yeni bir hayata başlayacaktı. Her sefer böyle oluyor, tazeleniyordu.    

Bu kez yine Murat’la yalnız başına olacağını umuyordu. Güzel bir uçuş sonrası Barselona El Prat havalimanına indiklerinde gözleri Murat’ı aradı. Havalimanı çıkışında valizini alarak dışarı çıktı. Defalarca aradı onu ama telefonları cevapsız kaldı. Murat’ın yapacağı bir şey değildi bu. Meraklanmaya başladı. Acaba başına bir şey mi geldi? Tedirginliği artıyor, kendini çaresiz hissediyordu. Aklına çantasına koyduğu SSS damgalı iki zarf geldi. İlk zarfın içinde sadece mektup vardı. Uçak biletlerinin bulunduğu ikinci zarfta ise kalacakları otelin adı ile adresinin yazılı olduğu bir kart buldu. El Palace Hotel. Kartın üzerindeki telefon numarasını çevirdi. Telefona çıkan otel görevlisi ne kendi adına ne de Murat adına bir rezervasyon yaptırıldığını söyledi. Moralini bozmamaya çalıştı. Belki de Murat’ın çevirdiği oyunlarından biriydi bu. Hava alanı çıkış kapısında bir taksi tutup şoföre gitmek istediği otelin adresini verdi.

Otelin önünde büyük bir kapı vardı. Daha önce bu otele çok misafir getiren şoför genç kadına valizini uzatırken diğerleri gibi ona da hatırlatmak gereği duydu. “Kapının yanındaki anahtarı kullanarak kapıyı açabilirsiniz.” dedi ayrılmadan önce. Başka bir şey demeden ayrıldı yanından. Etrafına baktı, hiç kimse yoktu. Çaresiz birkaç adım attı ve söylenen yerdeki anahtarı alarak kilidini çevirdi kapının.  Ağır kapı, kilidin dönmesiyle açılmaya başladı birden. Açılan kapıdan girdi içeri. Her iki tarafında mermerden yüksek sütunların yer aldığı bir yoldan ilerlemeye başladı. Karşısındaki otel, bütün azametiyle gözler önüne serilmişti.  Üst katlardaki bir balkonda, üzerinde ince bir gömlek olduğu halde, Murat el sallıyordu ona. Birden sevinçten havalara uçtu. Koşarak içeri girdi. Otelin girişi muazzam görünüyordu. Murat aşağı indiğinde birbirlerini hasretle kucakladılar. Kristie, yine de yaşadıklarına inanamıyordu. Birlikte yukarı, Murat’ın az önce göründüğü balkona çıktılar el ele.
“Selam yabancı” dedi Kristie, alt dudağını hafifçe ısırarak. “Bulduğum bir anahtar beni buraya getirdi. Kaybolmadım değil mi?” Onunla flört etmeyi değişik oyunlar oynamayı seviyordu.
 “Hayır. Kaybolmadınız.  Tam yerine geldiniz.” dedi genç adam, elinde iki şarap kadehini doldururken. “Benimle biraz şarap içmeye ne dersin?”

Görünmez bir kuvvetle birbirlerine doğru çekildiklerini hissettiler. İncitmemek için birbirlerine dokunmaktan çekindiler. Gözlerini bir an bile ayırmadan birbirlerinin etrafında dönmeye başladılar. Dönerken genç kadının kulağına fısıldadı Murat, ”Bu elbise seni olağanüstü gösteriyor.”

İçkisinden bir yudum alan kadın, “Asıl iç çamaşırlarımın beni nasıl gösterdiğine bakmalısın.”
“Evet, bakacağım” dedi adam elindeki kadehi bırakırken.  Kadının arkasına geçip onun kalçalarını okşamaya başladı. Elleri yukarı doğru kayarken göğüslerinin etrafında dolaşmaya başladı. Nihayet boynuna doğru yönelen parmakları sırtındaki fermuarı buldu. Fermuarın açıldığı yerden elini sokup çıplak sırtına, oradan midesine doğru kaydı. Yavaşça dantelli külotuna uzandı eli, arzulandığını hissederek. Üzerindeki siyah elbisesi kayarak düştü yere kadının. Yeni siyah iç çamaşırları gözler önüne serildi. Adam kendini geri çekerek biraz uzaktan seyretti bu güzelliği.

“Çok güzelsin Kristie. Barselona’ya hoş geldin.”
Kadın ona doğru yürüdü ve üzerindeki kuşağı çözdü. Parmaklarını ensesi ve omuzlarında gezdirerek robdöşambrını döşemenin üzerine düşürdü. Büyülenmişlerdi sanki. Dünya umurlarında değildi. Görünmeyen tropikal bitkiler halvet hallerini meraklı gözlerden saklıyordu adeta. Barselona’daki özel balkonda sadece onlardı var olan.

“Affedersiniz Hanımefendi! Hanımefendi! Hostes kadını iyiden iyiye sarsıyordu artık.
 “Hanımefendi!” Sonunda göz kapakları ağır ağır açıldı.
“Evet, evet. Özür dilerim.” diyerek bir şeyler geveledi, genç kadın.
“Sorun değil. Alçalmaya başladık, koltuğunuzu dik konuma getirmenizi isteyecektim.” dedi hostes, nazikçe.
“Tabi. Teşekkür ederim.” Gördüğü rüya duygusal olarak sarsmıştı onu. O şimdi Muratla buluşmayı çok daha fazla istiyordu.
Yanında oturan yaşlı kadın merakla sordu. “Güzel bir rüya mıydı?”
“Evet, çok güzeldi. Sorduğunuz için teşekkürler.” dedi. Bir taşkınlık yapmadığını ümit ederek sessiz ama muzipçe gülümsedi.

Not: Yukarıdaki öykünün konusu ağırlıklı olarak "Short Stories of Daily Life" isimli blogda bulunan "Barcelona and Heart Shaped Seal" adlı kısa hikayeden alınmıştır. Yer isimleri, kişiler ve olaylar zaman zaman orijinal metinden ayrılmıştır.  

2 yorum:

  1. You have a great blog.
    If you like animation, visit my blog sometime.
    http://manjoreegraphics.blogspot.in

    YanıtlaSil
  2. Thank you Abhijit, I see myself as a beginner but your words make me happy. I shall visit your site. Take care :)

    YanıtlaSil