Yayınlama imkanı bulamadığım üç haftalık günlüklerimin yayımlamasını dün tamamladıktan sonra sanki üzerimden büyük bir yük kalkmış oldu. Aynı dönemde okuduğum "Ruhumu öpmeyi unuttun" isimli İnci Aral'ın öykü kitabının değerlendirmesi kaldı geriye.
Kahvaltıyı erken yaptık. Hemen çıktım yola. Demir kapıyı açtığımda Hüseyin henüz gelmemişti. Ekmek aldığım yerin önünden yeni elemanımız Senem'i aldım. Arka koltuğa oturmak istedi, "Ben senin şoförün değilim." dedim, kabul etmedim. Aslında bal gibi şoförü oldum, hem de özel şoförü. İş başa düşünce nelere katlanılmıyor ki. El alem ne der endişesi mi bu? Belki onun da haklı tarafları var. Patronu da olsam arabanın içinde yan yana oturmamız burada farklı gözle değerlendiriliyor herhalde. Genç kadın kısa bir tereddütten sonra açtığı arka kapıyı kapatıp yanımdaki koltuğa oturdu.
Yaylaya o kadar çok çıkıp indim ki, artık her virajı, her çukuru ezberledim. Bundan dolayı artan güvenim yüzünden daha hızlı araba kullanır oldum. Köy meydanına geldiğimizde Senem'e yol dokundu. Camı indirdim, hızımı iyice düşürdüm. Neyse ki bahçeye kadar toparladı kendini.
Döndüğümde Hüseyin gelmiş, temizliğe başlamıştı. Kısa bir süre sonra Selim Usta'nın adamları geldi. Ana giriş ve mutfak servis kapısının üzerine sundurma yapımına başladılar. Uzun zamandır bekliyordum onları.
Hüseyin, Soner'in ceviz toplayıcı kadınları ayarladığını söyledi. Yarın onları da Senem'i aldığım yerden alacağım. Ruhsat işini takip etmek için tekrar şehre indim. Önce itfaiyeye gittim. Bugün imzalamaya götürmüşler belgeyi. Görevliye istedikleri ekipmanın yerine konduğunu gösterir fotoğrafı gösterdim.
Belediyeye gittim daha sonra. Ruhsat Müdürlüğüne uğradım. Jandarma raporu gelmemiş ellerine henüz. "Nasıl olur, komutan geçen hafta göndereceğini söylemişti." dedim. Birlik komutanını aradım. Raporu geçen hafta gönderdiklerini söyledi. Belediyedeki memur yardımcı olmak istiyor. Sırasıyla kaymakamlığı ve jandarmayı aradı. Jandarma idari işlere bakan kişi izne çıktığından takıldığı anlaşılıyor. Komutanlık binasına gidiyorum yüzbaşıyı görmek üzere. Hepsi arazide, hırsızların peşinde. Kurban bayramı yaklaşıyor ya, hırsızlar dadanmış buradaki köylülerin koyunlarına.
Uzman çavuşu görüyorum, ukala bir tavırla elden veremeyiz evrakı diyor. Zaten bende değil sizin rapor. "Kimde?" diye soruyorum. "Yanımda oturan arkadaşta." diyor. "Arkadaşın nerede?" diye tekrar soruyorum. "İzinli" diyor. Devlette süreklilik esastır. Biri izne çıktığında görevini bir başkasına bırakır demiyorum. Yüzbaşıyı arıyorum. Cevap vermiyor telefonu.
Mecburen yaylaya dönüyorum. Yüzbaşı arıyor. Hırsızların peşinde olduğunu söylüyor. Durumu anlatıyor, "Raporu yarın elden alabilirsem sevinirim." diyorum. "Akşama doğru bizden çıkar." diyor. Teşekkür ediyorum.
Saat dörde doğru itfaiyeyi arıyorum. İzmir'e giden ekip yanına almayı unuttuğundan dolayı benim raporu imzalatamamış. "Yarın sabaha alırsın." diyor görevli. Artık şehre inmemin hiçbir anlamı kalmadı. Senem gelince rahatlıyoruz biraz. Hüseyin ile bahçeyi tanzim ediyor, inşaattan kalan sönmüş kireç torbaları, inşaat demiri, tuğla, keresteleri kaldırıp taşıyoruz. Taş Ev'in hemen yanı başındaki ortanca, gül ve şeftali ağaçlarının bulunduğu adayı tanzim ediyoruz. Göze daha hoş görünüyor temizlediğimiz bölgeler.
Kızım telefon ediyor akşama doğru. Yarın için izin almış. "Az sonra yola çıkabilirim." diyor. Bizim için tam bir sürpriz. Hafta sonu da birlikte olacak olmamız beni ve eşimi mutlu ediyor. Yaklaşık bir buçuk saat sonra geliyor yanımıza. Her geldiğinde Zeytin'e hediye getiriyor. Bu seferki hediye oyun topu. Zeytin bayılıyor topuna. Ama bir yanlış anlama var galiba. Zeytin topu parçalayıp yemeye başlıyor. Kızımın ısrarı üzerine bağını çözüyorum. Birlikte demir kapıyı kapatmaya gidiyoruz. Yol boyu aydınlatmayı açtığım için her taraf ışıl ışıl. Kapıya yakın bir yerde bir metreye yakın bir şerit ilişiyor gözüme. Önce yılan gömleğini bıraktığını düşünüyorum. Daha dikkatli bakınca gördüğümüzün gömlek değil bir yılan olduğunu anlıyoruz. Yan taraftan bir sırık alıp kafasını eziyorum. Hayatımda ilk kez bir yılan öldürüyorum. Eğer onu serbest bıraksaydım gelip Taş Ev'de bize zarar verebileceğini düşündüm. Eski taş evde dört tane yılan çatı arasında yıllarca yaşamıştı. Zeytin, görünce yılana saldıracak diye beklerken tam tersine viyak viyak bağırıp kaçmaya başlıyor. Tanrım, bu mu bizi koruyacak, yoksa o mu bizi?
Zeytin'e geçmiş olsun :))) Korkmuş. Zehirli cins mi acaba oradakiler. Burada da, Çeşme, zaman zaman rastlanıyor bahçelerde, çimlerde. Zehirsiz türmüş. Yakın olduğundan öyle düşündüm.
YanıtlaSilHer gün adım adım Taş Ev'in son haline yaklaşması ve harcanan emek. Tanık oluyoruz biz de. Çok selamlar.
Belki de ilk kez gördü yılanı Zeytin. Zehirli olduğunu sanmıyorum ama insanı ürkütüyor zehirsizi de. Evet sundurmalarımız da yapıldı, artık mutfak servis kapısından yağmur suları girmeyecek:) Teşekkürler
SilEvin dışarıda görünüşü de çok güzel gerçekten de, sundurma da çok yakışmış. Kırmızı kiremitleri evlere çok yakıştırıyorum ben :)
YanıtlaSilGenellikle çok beğeniliyor. Arada hani şunu da şöyle yapsaydınız diyenler de çıkmıyor değil. Sonuçta bütçemiz elverdiğince en güzelini yaptık elimizden geldiğince:)
SilFikir veren çok olur boşverin. içinize sindiyse he deyip geçin. Katran dökmüştünüz hani etrafa yılan falan gelmesin diye. yanlış mı hatırlıyorum? Zeytin i koruması için de bir köpek lazım :)
YanıtlaSilÖyle yapıyorum:) Doğru hatırlıyorsunuz. Çok dikkatlisiniz. Katran döktüğüm yer Taş Ev'in çevresi. Biz yılanı bahçe kapısına (demir kapı) yakın bir yerde yani Taş Ev'in yaklaşık yüz metre ötesinde gördük. Zeytin'i koruması için bir köpek lazım lafına ailecek güldük ve size hak verdik :))
SilYılan ve kertenkele konusunda kediler daha etkili oluyor sanırım. Anneannem iki, üç tane kedi beslerdi köyde yaşarken, oradan fikir sahibiyim ;)
YanıtlaSilDoğrudur. Kediler tırmalıyor diye ailecek biraz tırsıyoruz:)) Zeytin de oyun sanıp pantolonlarımızı parçalıyor ama idare ediyoruz işte:)
Sil