Yaşamı boyunca her duyguyu tadıyor insan. Karamsar bir anında bazen, şans ibresi kendinden yana dönüverip işler yoluna giriyor. Ya da mutlu bir sabaha uyandığında, sevdiği birinden beklemediği bir davranış, onun dünyasını karartıyor. Bu gelgitler mi bizi geliştiren? Her zaman mutlu olsak, işlerimiz hep yolunda gitse, herkes bizi sevip beğense hayat çok mu güzel olurdu acaba?
Meteoroloji raporlarına göre, bugün havanın sağanak yağışlı olması öngörülmüştü. Her ne kadar elektrik keşfini bugüne programlasak da hava muhalefeti nedeniyle çalışma yapılamayacağından neredeyse emindim. Sabah uyanır uyanmaz pencereden dışarı bakmam bu yüzdendi. Gece yağmur yağmamış, görünüşe bakılırsa yağacak gibi de durmuyor. Alelacele kahvaltımı tamamlayıp kendimi kapıdan dışarı attım. Saat tam dokuzda köy meydanında buluşacaktık. Buralarda randevu saati nedir bilen kişi sayısı az olsa da benim ne yaparsam yapayım belirlenen yer ve saatte hazır olmam gerekiyor. Neden derseniz, kimseye "Ben saatinde geldim ama sen yoktun" dedirtmek istemem. Bir kere bile olsa bu davranışımın bedelini bana karşı devamlı kullanıp sonraki randevularda beni hep bekletir ya da hiç gelmeseler bile bugünü hatırlatırlar bana. Yayla yolunda süratle giderken yolu yarılamıştım. Buluşma yerinde zamanında olabileceğimi anlayıp rahatlamıştım ki, bir anda adeta başımdan aşağı kaynar sular döküldü.
Elimi cebime attığımda cep telefonumu evde bıraktığımı anladım. Bu durumda yapılacak iki şey vardı ve zaman geçirmeden karar vermek zorundaydım. Eğer dönüp evden telefonumu almaya kalksam randevu saati yarım saat kadar geçmiş olacaktı. Yok eğer yoluma devam etsem, zamanında randevu yerinde olacaktım ama Elektrikçi Ali ve Bekçi Ahmet'i orada bulamazsam kendilerine ulaşma imkanım olmayacaktı. Böyle durumlarda karşı tarafa güvenmekle hatamı ediyorum? Yine yanlış karar verdim. Onları bekletmemek uğruna -ki bekleyeceklerini bile sanmıyorum, geri dönmekten vazgeçip köy meydanında yarım saat boyunca boşu boşuna onların gelmelerini bekledim. Telefon ne kadar lüzumlu bir aletmiş, böylesine durumlarda insan öyle arıyor ki. Hani köyden bir kafa dışarı uzansa soracağım, Ahmet'in evi hangisi diye. Ne o, ne de muhtar hangi evde oturur bilmiyorum. Hava da bozmaya yüz tuttu. Rüzgar sertleşerek yağmur bulutlarını toplamaya başladı. Bir yandan söylenmeye başladım kendi kendime. Ama bu sefer ben de telefonumu unutarak hata yapmıştım. Zaten dedim, bu işin olacağı da yoktu. Bak hava da bozuyor. Birazdan yağmur başlar. Bir beş dakika daha bekleyip dönerim artık.
Köy kahvesi uzun zamandır kapalı. Açık olduğu zaman bile kahveci bu saatlerde açmıyordu ki. Bütün köy halkı uykuda mı? Köyde hiç bir hayat belirtisi yok. Köy dediğin yerde köpek havlaması tavuk gıdaklaması kesilir mi hiç? Ölüm sessizliği. Yok kardeşim boşuna bekliyorum, haydi dönüş vakti geldi deyip arabayı çalıştırdım.
Kaplan'dan aşağı inerken acaba biraz daha beklese miydim diye huzursuz ettim kendimi. Tam Toptepe yol ayrımına gelmek üzereydim ki, şu bizim elektrikçinin dükkanına bir baskın yapmak geldi aklıma. Eğer dükkanda yakalarsam ne diyecekti bu sefer bakalım. Hemen sağa döndüğümde yol kenarındaki büyük bayrak direği dikkatimi çekti. Bayrağın kenarı rüzgardan paçavraya dönmüş. Bu şekilde dalgalanacağı yerde kaldırılsa daha iyi. Bayrağa bakınca insan memleketin halini görüyor gibi. Bayrak direğini geçer geçmez yanımdan açık kahve Renault marka bir otomobil korna çalarak selam verdi. Kimdir bu diyene kadar aynadan hız kesmeden yoluna devam ettiğini izledim. Acaba bu geçen Elektrikçi Ali olmasın? Arabayı durdurup geri dönsem mi diye düşünmeye başlamıştım ki ben durunca onun da durup beklediğini gördüm aynadan. Tamam kesin o olmalı. Hemen arabanın yönünü çevirip yanlarına ulaştım. Tahmin ettiğim gibi Ali'ymiş karşılaştığımız. Yanında durup sağ taraftaki camı indirdim. Az kalsın seni fark etmeyip işyerine gidecektim dedim, niye geç kaldığını sordum. İşleri ancak yeni dağıttım falan dedi. Ben de telefonu evde unuttuğumu bu sebeple Ahmet Usta'ya ulaşamadığımı anlattım. Tamam o zaman biz yukarı çıkalım sen evden telefonunu al, sonra Ahmet'i ararsın dedi. Benim aşağı inip çıkmam yarım sati bulur dedim. Problem olmadığını söyledi. Belli ki bu sefer formaliteden değil iş yapmak için gelmişler. Hava da düzelmeye başlamış, bulutların arasından güneş bile görünüyordu. Bu sefer rüzgar yağmur bulutlarını dağıtmak için çabalıyor sanki. İyi, dedim kendi kendime bak şansım dönüyor.
Hemen eve varıp telefonumu aldım. Merdivenlerden inerken Ahmet'i aramıştım bile. Birkaç kez uzun uzun çaldıktan sonra nihayet açtı telefonu. «Neredesin Ahmet Usta?» diye sordum. Bana pişkin bir şekilde üçüncü heceyi uzatarak «Evdeyiiiim» dedi. E, Ahmet Usta biz ne konuştuk, saat dokuzda köy meydanında buluşmayacak mıydık diye çıkışsam da nafile. O da geldiğinde beni arar, soğukta fırtınada beklememiş olurum, diye düşünmüş olmalı. Ben geçerli bir mazeretim olmadığı takdirde Nuh tufanı olsa söz verdiğim yerde olmaya çalışırım. Ama herkes ben değil işte. Neyse ki adamı bulduğuma dua ettim. Tamam Ahmet Usta, sen caminin önüne çık ben on dakikaya kadar seni alırım dedim.
Evin önünden Kaplan normal sürüşle bir çeyrek saat alırken hızlı bir sürüşle on dakikada varabiliyorum. Bu yüzden biraz hızımı arttırmam gerekti. Ben köy meydanına vardığımda yine kimse yoktu tabi. Tekrar aradım. «Tamam, tamam çıktım, geliyorum» dedi.
Az sonra göründü. Onu da yanıma alıp yaylaya doğru yola devam ettim. Ali zaten yayla kapısında bizi bekleyeceklerini söylemişti. Hep birlikte aşağı ineceğiz diye düşünürken bana sen bizimle gelme arabayla aşağıya bizi almaya gelirsin dediler. Aslında güzergahı benim görmem de iyi olacaktı ama çaresiz kabul etmek durumundaydım. Onlar gözden kaybolunca arabama binip Lütfü beyin lokantasına doğru yol almaya başladım. Bir yandan da artık karşıdan iyice belli olan taş evi ve hat güzergahını izliyordum. Sol tarafta yol platformunun genişlediği bir yerde durup arabadan indim. Dikkatli bir göz ile baktığımda, üçünün aşağı doğru ilerlediklerini gördüm. Kısa zamanda yolun büyük bir kısmını kat etmişlerdi. Onlar bu hızla inerlerse bekletmiş olurum düşüncesi ile fazla geç kalmadan yola devam etsem iyi olacaktı. Zaten yeşil renkli orman örtüsünün üzerinden sağa doğru ilerleyip aşağı kısma geçince gözden kaybolmuşlardı.
Dağ Restoran'ın önüne arabayı park ettikten sonra orman yolunda devam ettim. Bir ara seslerini duyar gibi oldum. Ben de seslendim onlara ama hiçbir cevap alamadım. Yol boyunca daha ileriye doğru yürüdüm. Merak etmeye başladığım sırada önce elindeki şerit metreyi çeken Ahmet Usta'yı gördüm. Ahmet Usta, olabilecek en iyi güzergahı izleyerek onları hedef noktasına indirmeyi başarmıştı. Ölçülen mesafe tam 300 metre gelmişti. Orman içine girseler bu mesafe daha da kısalacakmış. Ali de bu güzergahı beğenmiş. Üstelik yumuşak toprak olduğu için elle kolay bir şekilde kazılabileceğini söyledi. Şanssız başlayan bir günün hiç de beklemediğim şekilde sonu iyi bitmişti. Artık tek hedefim bir an önce işçi ayarlayıp kabloyu gömeceğimiz hendek kazısına başlamak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder