Gece boyunca sağanak şeklinde devam eden yağmur, gün aydınlandığında hızını kaybetmiş olsa da, ara sıra atıştırmaya devam ediyordu. Dün akşam saatlerinde, fırtınanın çıkardığı ürkütücü sesler epey endişelendirmişti beni. Kaplan Yaylasının en hakim yerinden Tire'yi gözetleyen Taş Ev, sahip olduğu bu eşsiz konumunun bedelini kuvvetli lodos rüzgarlarına karşı direnerek ödüyor. Kapı girişlerini korumak ve rüzgarın etkisiyle binaya yandan vuranyağmur sularının içeri girmesine mani olmak maksadıyla yapmayı düşündüğümüz sundurma tamamlanana kadar aklım yaylada olacak. Sırf bu yüzden, yola çıkmadan önce yaylaya uğramak istedim.
Eşimle birlikte evden çıktığımızda, Tire'de güneş bulutların arasından yüzünü göstermeye başlamıştı ama Güme Dağının yamaçları yoğun bulutlarla kaplıydı. Kaplan yoluna vurmadan önce zor da olsa görmeye alıştığım taş ev, havadaki pus sebebiyle tamamen görünmez olmuştu. Kaplan Köyünü geçtikten sonra yayla yolunda şimdiye kadar burada görmediğim yoğunlukta bir sis karşıladı bizi. O dar ve virajlı yolda bir de burnunun ucunu göremeyecek derecede sisin olması, durumu epey zorlaştırıyordu. Neyse ki yolumuz kısaydı ki, az sonra bahçemizin önüne vardık. Hafiften yağmur atıştırmaya başlamıştı yine. Yeni takılan demir kapıyı açıp içeri girdik ve Taş Ev'e doğru ilerledik. Sis o kadar yoğundu ki, kapıdan binayı görmek dahi olanaksızdı. Verandadan manzaraya bakıldığında beyaz bir sis perdesinden başka bir şey görünmüyordu. Mutfak servis kapısından içeri girdik. Kapının kenarından içeriye epey yağmur almıştı yine. Yukarı çıktık. Manzara tarafındaki cam balkondan bir damla dahi yağmur girmediğini görmek beni yeniden sevindirdi. Terasa açılan kapıya yöneldim. Geçen sefer gideri tıkayan dal ve yapraklar aşırı göllenmeye sebep olmuştu. Neyse ki bu sefer korktuğum olmamıştı ancak teras kapısından yağmur serpintilerinin içeri girmesine canım sıkıldı. Yine de terasa çıkıp gider ızgarasının üzerinde biriken çöpleri dışarı attım.
Kapıları kapatıp yola koyulduğumuzda saat on buçuğu bulmuştu. Sabah'tan Metin Dayı ile telefonda konuşmuş, Birol Beyin öğleden sonra bizi bekleyeceğini öğrenmiştik. Daha fazla gecikmemek için Torbalı'dan çevre yoluna girdim. Yağışın durması bana biraz sürat yapma imkanı vermiş oldu. Vakit kaybetmeden Hatay'daki kayınvalidemin evinde bizi bekleyen dayımızı alıp Çeşme oto yoluna girdik. İlk zamanlar dayım, birlikte Çeşme'ye yolunda süratli araba kullanmamdan rahatsız oluyor ve bunu açıkça söylüyordu. Oto yol boyunca devamlı radar kontrolü yapılıyor yazan ışıklı ikaz levhalarını görünce, 160 km'nin üzerine çıkmak istemedim. Neyse ki, Metin Dayı hızımdan dolayı ağzını açmadı bu sefer. Gerçi onun söylendiği zamanlarda süratim 180 km'nin altına düşmüyordu ama neyse.
Yol boyu sohbet ettiğimizden göz açıp kapayana kadar Alaçatı kavşağına gelmiştik bile. Birol Beyle Alaçatı'daki yazıhanesinde buluşacakmışız. İlk karşılaşmamızda iyi intiba edindim. Arsanın konumundan ve yapmayı düşündüğü projeden bahsetti. İmar durumuna gelince, sevindirici bir gelişmeyi bizimle paylaştı. Daha sonra nereden başlamamız gerektiğine karar verdik. Kendisinden sözleşme ve vekaletname örnekleri aldıktan sonra bizlere yapmış olduğu projeleri göstermek istedi. Alaçatı'yı gezdikten sonra sırasıyla Çeşme'yi daha sonra Çiftlikköy'ü gezdik. Bütün bu yerleri daha güzel bir havada gezmek isterdim ama yağmurun olmamasına şükrettik yine de. Tamamladığı villa ve site projelerinde iyi iş çıkarmış, devam eden inşaatlarını gördük. Alaçatı taşı ile ördüğü duvar işçiliğine hayran kaldım. Bütün projelerinde akıllı ev teknolojilerini kullanıyormuş. Çeşme'nin sezonu kısa olsa da özellikle fazla tanımadığım, ancak bir sürü lüks villa ile olabildiğince doldurulmuş Çiftlikköy'de yaşayanların yüzde kırkı kışları da orada geçiriyorlarmış. Açık söylemek gerekirse ben bunu hiç düşünmemiştim. Çeşme'nin kış aylarında rüzgarı ve fırtınası ünlüdür. Belki fırtınalı denizi seyrederek arada bir rakı balık ilginç gelebilir ama bütün kışı böyle bir yerde geçiremem doğrusu. Evlerin satış fiyatları çok yüksek. Hiç biri milyonun altında değil. Alın teri karşılığında kazanılan para ile alınabilecek mülkler değil bunlar.
Çiftlikköy'de güzel bir balık lokantası varmış. Birol Bey burada bize taze balık yedirme konusunda ısrarcı olduysa da İzmir'de kızımızın da bize balık hazırladığını bildiğimizden dolayı maalesef bu güzel teklifi kabul edemedik. Alaçatı'ya döndüğümüzde hava da kararmaya başlamıştı. Birol Beye teşekkür edip dönüş yolculuğuna başladık.
Akşam kızımın yaptığı fırında levrek harikaydı. Balığın yanında çok sevdiğimi bildiği deniz ürünlü tagliatelle'yi de menüye eklemiş. Tagliatelle'nin kepeklisini ilk kez orada yedim. Meğerse böylesi de nefis oluyormuş. Balığın üstüne dolu bir tabak anında mideye indirsem de aklım tencerede kalandaydı ne yalan söyleyeyim. Ellerine sağlık kızçemin.
Yemekten sonra kızımla birlikte film izlemeye kalktıysak da yine hava şartlarının azizliğine uğradık. İnternet bağlantısı düzgün olmadığından dolayı bu zevkimiz işkenceye dönüştü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder