KATEGORİLER

20 Ocak 2016 Çarşamba

20/01/2016 Çarşamba, Tire

Hava kapalı ama henüz yağmur yok. Meteoroloji bu mevsimde bizi çoğu zaman yanıltabiliyor. Her şey onların da elinde değil  elbette. Atmosfer koşulları devamlı değişkenlik gösterdiğinden saat başı güncelleme yapmak zorunda kalıyorlar. Dünkü tahmin raporlarına göre İzmir'in yağmurlu, Aydın'ın ise parçalı bulutlu olacağı bilgisi verilmişti. Aydın'a daha yakın olduğumuz için bir ihtimal yağış yok diye düşündüm. Ancak ilçe merkezleri hava durumuna girdiğimde, Tire'nin, İzmir'deki gibi yağışlı olduğunu gördüm. 

Öncelikle yaylaya bir göz atmak istiyordum. Artık bir gün bile gitmesem aklım orada kalıyor. Eşimle müştereken yapacak işlerimiz de vardı çarşıda. Ben yukarıda yayla işlerimi halledene kadar, o da evin işlerini tamamlar, daha sonra çarşıya birlikte çıkarız diye karar verdik. 

İlk olarak çarşıdan yukarı yayla kapısı için bir asma kilit satın aldım. Kaplan yollarına tırmanırken hafiften yağmur atıştırmaya başladı. Dünkü yoğun sis yoktu bugün ama daha soğuktu. Köye vardıktan sonra yağış sulu kara döndü. Köyü geçip yayla yoluna saptım. Yükseklik arttıkça kar taneleri havada kelebek gibi uçuşmaya başlamıştı. Arabayı her zaman olduğu gibi aşağı yayla ana giriş kapısının önüne bırakıp kapıya asma kilit takmak üzere orta yaylaya girişine doğru yürüdüm. Yukarı taraflardan sesler geliyordu. Dikkatlice baktığımda, yanında birkaç kişi olduğu halde, odun yüklü römorku çeken bir traktörün,  yavaş yavaş aşağıya doğru indiğini gördüm. Tahmin ettiğim gibi traktörün üzerindeki bizim Gümeli Ali'ymiş. Kaynanası için kışlık odun almaya gelmiş. "Ali, sen dün gelmedin mi?" diye sordum. "Yok, bugün geldik" dedi, "Ben dün geleceksin diye biliyorum, eğer biraz daha geç kalsaydınız, kapıya asma kilidi vurup sizi içerde bırakacaktım" dedim. Güldü sadece. Bizim kestane işinde çalışan Yaşar ve tanımadığım bir kişi traktörün yanında yürüyerek ona eşlik ediyorlardı. Yukarı çıkmadan önce her üçünün de kapıdan dışarı çıkmalarını bekledim.

Yağan yağmurların etkisiyle yukarı yayla yolunun bozulup bozulmadığını merak ediyordum ayrıca. Yol boyunca yer yer boyuna derin yarıklar açılmış. Benim araba yine çıkar bu yoldan ama toprak kabardığından dolayı epey zorlanır. Maceraya gerek yok diye düşünüp yola tırmanmaya başladım. Yukarı yaylaya yaklaşık elli metre kala, yağış sularının yol kenarındaki dolgu eteklerini aşındırdığını ve sol tarafta yol eksenine paralel çökme çatlaklarının oluştuğunu fark ettim. Seneye yine buraları elden geçirmek lazım. Bir kaç sene geçmeden oturmaz zemin zaten.

Merak ettiğim diğer bir konu da yukarı yaylanın girişinde, hemen sol taraftaki nar ağaçlarının üzerinde meyve kalıp kalmadığıydı. Beklediğim gibi ağacın üzerinde bir tane dahi meyve kalmamış. Yaklaşık iki haftadır çıkmıyorum yukarı. Ya birileri toplayıp gitti ya da kendiliğinden yere düştüler. Hırsızlık mı bu, ben mi günahlarını alıyorum insanların. Yerlere baktım, sadece iki üç tanesini soğuktan donmuş halde buldum. Onların da yenecek hali kalmamış zaten. Olduğu yere bıraktım yine. Yok yok, birileri gelip toplamış olmalı. Ne diyeyim ki?

Havuz başına kadar ilerledim. Yeni diktiğim fidanlar yapraklarını döküp kış uykusuna dalmışlar ama dallar taze ve canlı. Aşağı doğru baktığımda, Tire sis perdesi altında ama yine de buradaki manzara aşağı yayladakinden daha güzel.


Aynı yoldan geri dönüp kapıya asma kilidi taktım. Ayrıca zeytinliğe uğramaktı niyetim. Zaten yukarı çıkarken zeytinliğin önünde park etmiş sarı renkli bir pick-up beni hayli işkillendirmişti. Köyü geçtikten sonra zeytinliğin önünde arabayı park ettim. Gelirken gördüğüm pick-up yoktu bu sefer. Belki de komşulardan biridir diye düşündüm. Aynı giriş yolu başkalarının bahçelerine de çıkıyor çünkü. Ama ben komşuların pek çoğunu tanımıyorum hala.

Arabadan iner inmez, girişteki ilk ağaçtan iri zeytin taneleri dökülmüş yerlere yine. Geçen geldiğimde de epey döküntü vardı. Üst dallara yetişemediğim için her geldiğimde kendiliğinden dökülmüş oluyorlar. Bir naylon poşete doldurmaya başladım taneleri. Ama o da ne? Ben zeytinleri toplamakla meşgulken, ansızın yavru bir köpek belirdi yanımda. Ayaklarımın arasına girip çıkıyor, üzerime sıçrıyor. Ben yerdeki zeytine uzandığımda, sanki elimde ağzına uygun bir yiyecek varmış gibi, kapmaya çalışıyor. Belli ki aç kalmış bu soğukta hayvancık. Kar atıştırmaya devam ediyor. Bu havada korunacak bir yeri de yok. Kim bırakmış ki bu zavallıyı buraya? O pick-up'ın sahibinin işi miydi yoksa.

Ne olursa olsun bu yavru köpek zeytin toplattırmamaya kararlı görünüyordu. Nasıl yapacaksam, önce karnını doyurmak lazım. Arabada ona göre bir şey de yok. Gelen geçenden istesen, olmaz. Eşime telefon ettim. Bir arkadaş buldum kendime, oynuyoruz burada deyince, hemen "Köpek mi?"diye sordu. "Evet" dedim, "Sevimli mi sevimli, ama karnı çok aç, belli". "Git bir yerden ekmek bul" dedi bana. Köyde bakkal yok, "Çarşıya inmem lazım" dedim. "İstersen beraber gelir, yiyecek bir şeyler getiririz bu garibe". Biraz daha zeytin topladıktan sonra köpeği orada bırakıp yola çıktım. Ya bekleyecek ya da kaçıp gidecekti biz dönene kadar.

 

Eşimi almak üzere eve uğradım. İcara verdiğimiz yerleri üzerimize geçirmek ve çiftçi kaydımızı yaptırmak üzere Ziraat Odasına gittik. Bu işler için doldurmamızı istedikleri formları aldık. Bunları bir de muhtara imzalatmak gerekiyormuş. Artık büyük teşvikler (!) alacağız devletimizden. 

Belediyede yaylaya elektrik temin prosedürlerini ve bankadaki işlerimizi hallettik. Son olarak da evin elektrik faturasını ödemek üzere dağıtım şirketine gittik. Elektrik tüketim miktarımız sınırı aştığı için artık % 5 bonus vereceklermiş. Her şey vatandaş için (!)

Elektrikçi Ali'yi aradım. Kablo kanalını açacak işçi bulacaktı bana. Ben de birilerini buldum dedim ona. Hava düzelir düzelmez yer altı kablosunun döşenmesine başlamak üzere sözleştik. Yayladan aşağı doğru hat güzergahını işçilere kendisinin tarif edebileceğini söyledi. Bu iş diğer pek çok işin önünü tıkamış durumda.
Çarşıdaki işlerimiz bittikten sonra aklımıza zeytinlikte bıraktığım yavru köpek geldi. Acaba hala bıraktığım yerde mi? Eğer oradaysa yemek götürsek iyi olacak. Aç olduğu her halinden belliydi. Bunu bildiğimiz halde ilgisiz kalamazdık. Belki dönüşte onu orada bulamayacaktık ama ya bizi bekliyorsa... Bakkaldan ekmek, bisküvi türünden bir şeyler aldık. Başka ne yer ki bu hayvan. Eğer düşündüğüm gibi açsa kuru ekmek bile yemesi lazım. Kaplan yoluna düştük yeniden. Zeytinliğe varır varmaz bizim ufaklığı görünce çok sevindim. Kuyruğunu sallayıp üzerimize doğru koştu.

Eşim ekmeği ufak parçalara ayırıp onun önüne koydu. Nasıl da saldırıyor kuru ekmeğe? Ne kadar acıkmış meğerse. Sulu kar atıştırmaya devam ediyor. Önce yanımıza koşturup bir lokma alıyor ağzına sonra dönüp uzaklaşıyor. Bitirdikten sonra yeniden gelip bir lokma daha alıyor. Bu gidip gelmeler devam ederken eşim ona sığınacak bir kovuk bulma telaşındaydı. İlk açlığı giderilince artık nazlanmaya başladı. Bunun üzerine yanımda getirdiğim bisküviyi çıkardım. Yeniden heyecanlı bir şekilde elime saldırmaya başladı. Tadını da çok sevdi galiba.


Kısa zamanda bir paket bisküviyi yaladı yuttu tatlı niyetine. Kalan ekmeği de uygun bir köşeye doğranmış olarak bıraktık. Artık ayrılma zamanı gelmişti. Hangi acımasız bıraktı acaba onu bu soğukta? Neyse ki biraz karnı doydu şimdilik. Bir sonraki sefer onunla yine karşılaşacak mıyız ki?   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder