Yine soğuk bir havaya uyandık. Güzel güzel kahvaltımızı yaptıktan sonra hiç aklımızda yokken, eşim bir yerlere gitmeyi önerdi. "Bu soğukta nereye gideceğiz ki?" demedim. Sanki ben de böyle bir teklifi bekliyordum. "Nereye mesela?" diye sorup, aslında teklifine sıcak baktığım mesajını vermiş oldum. Biz hep böyleyiz. Bir saat sonra ne yapacağımız belli olmaz. Öyle uzun uzun plan yapmak bize göre değil. Zaten ne zaman plan yapmaya kalksak mutlaka bir sorun çıkar. Çok fazla planladığımız için Karaferye'yi göremedik hala..
Uzak bir yere gitmek değil, eşim için kapı dışına kapağı atmaktı önemli olan. Bense aklıma ilk geleni attım ortaya. "Sığacık". Uzun yıllardan sonra, ilk kez geçen yıl gittiğimizde pazarını çok beğenmiştik. Hangi gündü pazarı diye sorduk birbirimize. Google Amca yetişti imdadımıza. Güzel haber, pazar bugün kuruluyormuş.
Aklıma kızım geldi. O da sever gezmeyi, tozmayı. Kime benzemiş bilmem ki! Katılır mısın bize diye sordum telefonda. "Tamam" dedi.
"Biz geliyoruz, hazırlan o zaman!"
"Biz geliyoruz, hazırlan o zaman!"
Geç kararımızdan dolayı yola çıkmamız yine öğleni buldu. Ne gam, biz ne zaman günü birlik bir yere gitmeye kalksak, daima yolun karşı şeridi daha yoğun olur. Yani biz gitmeye çalışırken millet çoktan dönüş yoluna çıkmıştır.
Buradan Sığacık az değil hani. Tam 135 km. İzmir üzerinden gidip kızımızı alacağız. Hava güneşli, ama dondurucu soğuk var. Arabada klimanın sıcak düğmesini artış yönünde sonuna kadar çevirdim.
Keyifli bir yolculuktan sonra İzmir'e vardık. Kızımızla buluştuktan sonra, otoyola girmeyip, eski yol üzerinden Seferihisar yönünde yolumuza devam ettik.
Arabayı park edip aşağı indiğimizde, soğuk bıçak gibi kesti yüzümüzü. İlginçtir, bu havada bile gelen gelmiş buraya. Pazar yeri yine hınca hınç kalabalık. Dar sokakların arasına kurulan tezgahlarda ev yapımı yiyecek ve içecekler satılıyor. Satıcıların çoğu köylü değil, modern hanımlar. Geçen sefer de dikkatimi çekmişti bu. Hanımların çoğu Ankaralı. Çeşme Alaçatı'yı İstanbullular ele geçirdiği gibi şimdi Sığacık da Ankaralıların işgali altında gibi. Böyle olunca sosyal statü bakımından daha yüksek insanlara hitap eder olmuş. Yine de kesinlikle rahatsız edici bulmadım.
Ev yapımı baklavalar, otlu, peynirli,, patlıcanlı börekler, gözleme çeşitleri, yaprak sarma, keşkek ve türlü kurabiyeler en çok sergilenen gıda türleri. Eline naylon eldiven geçirmiş kibar hanımlar yeni pişmiş yaprak sarmaları uzatarak, "Lütfen tadına bakar mısınız?" diye ısrarla sesleniyorlar tezgah arkasından.
Bu sıra dışı pazar içinde ilerlerken, önümüzdeki tezgahlardan birinde, rengarenk büyük şerbet kavanozları dikkatimizi çekiyor. Erik, nar, armut neyse de kaktüsten yaptıkları şerbet ilgimizi çekiyor. İri kıyım satıcı soğuk havayı tiye alırcasına, kısa kollu bir gömlek giymiş üzerine. Bu adam benden de deli galiba. Organik olduğunu söyledi bütün şerbetlerinin. Bu durumda fiyatlar da organikleşiyor tabi. Ne kadar organik bunu da Allah bilir. Birer bardak içmemiz en azından nefsimizi köreltti.
Kış mevsimi yaza benzer mi hiç. Yazın yoğunluktan şikayet eden işletme sahipleri,günü siftahsız kapatmamak için ellerinden geleni yapıyorlar bu aylarda. Müşterinin ilgisini çekmeye çalışan bir pansiyonlardan birinin kapısındaki kağıt hepimizi gülümsetti. Sıcak yaz mevsiminde bunalan insanları serinliğe davet eden sözcükler, alttan görünür şekilde üzeri karalanmış. Serinlemek için bahçemize buyurun yazısı bizi daha çok ürpertti bu soğukta.
Biraz daha yürüyünce, sevimli butikler gördük yol kenarlarına sıralanmış. Genel olarak şık ve zevkli giysiler, şapka, atkı ve bereler satılıyor bu dükkanlarda. Buraları her zaman potansiyel alışveriş mekanlarıdır bizimkilerin. Ufak dükkanların içine sığmayan cezbedici giyim eşyaları ve aksesuarlar kapı önlerine taşmış. Başını koruyacak bir şey almadan evden çıkan kızımın beğenebileceği bir bere buluruz ümidiyle daldık ufacık dükkanlardan ilk önümüze çıkan birine. Devlet kurumlarının birinden emekli olmuş da sanki sadece hobi olarak bu işi yaptığı izlenimine kapıldığım dükkan sahibi orta yaşlı bir bayan karşıladı bizi güler yüzüyle. Bu tür alışverişlerden hiç hoşlanmam. Bıraktım ana kızı içeride. Giyip çıkartsınlar ne bulurlarsa üşenmeden ben onları dışarıda beklerken.
Butikten çıkıp kale içine geldiğimizde, sağlı sollu sebze, meyve tezgahları dizilmeye başladı önümüzde. Soğuk hava, sergilenen ürünlerin görüntüsünü bozmuş, canlı görünümlerinden eser kalmamış. Sadece bir yerde şevket-i bostan gördüm. Arapsaçı, turp otu, kavurmalık ya da böreklik karışık ot birkaç yerde vardı fakat fiyatları bizim Salı Pazarına göre en az iki üç kat daha yüksekti.
Akşama doğru güneş çekilmeye başladığında, soğuk kendini daha da hissettirmeye başladı. Küçük, ama sıcak bir cafe bulup daldık içeriye. Üstelik bu şirin yer istediğimizden alaydı. Yanan bir şöminenin önüne kurulup birer sıcak salep içtik.
Ne salep, ne de daha önce yedikleri ev yapımı içli köfte kesmişti bizimkilerin hızını. Karnımız acıktı yeniden. Sığacık'a gelip balık yemeden gitmek olur mu? Hemen bir balıkçı bulduk deniz kenarında. Yok dedik, burası olmaz, donarız burada, ısıtma yetersiz. Başka bir yere gittik. Bak burası daha iyi. Salaş bir yer, naylon ile kapatmışlar daha önce bahçe olarak kullanılan mekanı. Her masaya elektrikli bir ısıtıcı koymayı akıl etmişler her nasılsa. Balığımızı beklerken bahçedeki ördeklere ekmek atıp resimlerini çektik.
Balıkçıdan çıkıp arabaya giderken yarı değerli taşlardan muhtelif takılar imal edip bunları satan bir yere girdik. İçerisi sıcaktı. Kızımla satıcı çetin bir pazarlığa girişti. Sonuçta beklenen oldu ve satıcı kaybetti tabi.
Dönüş yolculuğna çıktığımızda hava kararmaya başlamıştı. Yol üzerinde Güzelbahçe Migros'a uğrayıp alışveriş yaptıktan sonra kızımın evine vardık. Bir iki gün misafiriz burada artık. Salı günü akşamı Kemeraltı Kalimera Restaurant'da lise arkadaşlarımla buluşacağım. Şaka değil tam 40 yıl olmuş liseden mezun olalı.
Evde ilk iş olarak bugün aldığımız iki Elif Şafak kitabından adı "Mahrem" olanı okumaya başladım. Şafak'ın yazdığı ikinci kitapmış bu. Bakalım beğenecek miyim? Kitap okumayı bırakıp Viyana ve Salzburg'ta kalacağımız otellerin rezervasyonlarını yapıp her iki şehir arasındaki tren biletlerimizi on-line satın aldık.
Kızımın çılgınlıklarını seviyorum. Bu sefer de sıcak şarap niyetine, değişik otları kaynatarak yaptığı çayı, şarap kadehleri ve sürahide sundu bize. Çayı sevmeyen ben bu tadı çok beğendim.
Sığacık, Seferihisar görmeyi çok istediğim yerler. Son dönemlerde adını fazla duymaya başladım oraların, umarım Alaçatı gibi halktan koparıp zenginlere tahsis edilmezler.. Şahane bir gün geçirmişsiniz, İzmir başka işte :)
YanıtlaSilLise yıllarımda Sığacık, şirin mi şirin bir köydü sadece... O zamanlar köy meydanındaki kahvede oturur, karpuz, peyniri fırından yeni çıkmış ekmeğe katık ederken çayımızı yudumlardık. Şimdi köylüden çok şehirli dolmuş artık buralara. Ara sıra kafamızın istediğini yapmak iyi oluyor :)
YanıtlaSil