Bugün serbest günüm. Beklediğim yağış yine yoktu. Biri sabahleyin diğeri akşam saatlerinde olmak üzere iki kez evden dışarı çıktım.
Benim sonum nereye varacak şimdiden kestirmek zor. Şu okur yazarlık meselesi beni içine çektikçe çekiyor. Sabah bir şeyler üretmeye kararlıydım. Ne yapıp yapıp ilk öykümü bloğuma koyacağım. Bir kaç konu arasından beni en çok etkileyenini seçip kaleme aldım. Bütün günümü aldı bu iş. Sadece alış veriş için bir ara dışarı çıktım. Muhtara çiftçilik belgelerini imzalatacaktım güya ama ona da zaman kalmadı. Sadece formları doldurdum.
Yazı yazmak zor zanaat. Düşündüklerin başka, yazıya aktardığın başka, okuyucunun yazından anladığı daha bir başka. Fikirler üç kademede erozyona uğruyor. Okudukça insan ne kadar cahil olduğunu anlıyor. Her hangi bir konuyu bilirim diyen, aslında cehaletini kanıtlamış oluyor. Bense kendimi ana sınıfı öğrencisi gibi görüyorum. Okuyup yazdıkça sınıf atlayacağım. İlk aşamada, okurken mümkün olduğunca yazarın düşüncelerini algılamayı, yazarken ise bana ait fikirleri doğruya yakın olarak kağıda dökebilmeyi hedef seçtim kendime. İlk öykü denememde, fikrimi kelimelere dönüştürdükten sonra onu tekrar tekrar okudum. Her seferinde yazdıklarımı düzelterek kafamda oluşturduğum fikirlere yaklaştırdım. İmla hatalarını, ifade bozukluklarını saymıyorum bile. Bu konularda eşim de bana zaman ayırdı sağ olsun. Çoğu zaman kendi hatasını göremiyor insan. Bu yüzden farklı bir göz her zaman faydalı elbette. Hele bu gözün sahibi bir dil uzmanıysa daha bir keyifli oluyor.
Ne kadar okusam da hala eksik bir şeyler kalıyor sanki. Yüz defa okusam, her seferinde yine düzelteceğim. Bu düzeltmeler yeni imla hatalarına ve anlam bozuklukların yol açacak. Onları tekrar okuyup düzelteceğim. Bir kısır döngü içinde kendime bir çıkış yolu arayacağım.
Geçenlerde kaleme almış olduğum yazının birinde, yazar ve bestecinin benzer yönlerinden bahsetmiş ve bu benzerliğin temelinde, iki meslek grubunun da sanatın farklı dallarına hizmet etmelerinin yattığını ifade etmiştim. Yazar olsun, besteci olsun ortaya koydukları eserlerde kendi fikirlerini, duygu ve düşüncelerini kısmen aktarabildiklerini anlatmaya çalışmıştım. Goethe'nin İtalya Seyahati isimli kitabında yazdıklarıma bir benzer dokunuş dikkatimi çekti. Goethe benzer bir ilişkiyi ressam ve resim sanatı üzerine kurmuş.
Napoli'de bir dostunun tavsiyesi üzerine Goethe, Kniep ismindeki bir ressamı Sicilya seyahati boyunca kendine eşlik etmek üzere yanına alıyor. Nerede güzel bir manzara ya da bir eser varsa bunları hemen kağıda geçiriyor Kniep. Napoli'ye dönüş yolculuğunda muhteşem bir deniz manzarası eşliğinde, uzaktan Capri şehrini gördüklerinde şunlar dökülmüş Goethe'nin kaleminden;
"Bu manzaraya hayran olduk, Kniep bu ahengi yansıtmaya bütün bir renk sanatının yetmeyeceğine, en hassas İngiliz kalemini tutan en usta elin bile bunu çizmeyi başaramayacağına hayıflandı."
Yani bazen kelimeler, notalar, bazen de renkler kifayetsiz kalır insanın meramını anlatabilmek için. Tam olarak anlatsa bile bunları anlayacak birileri olmalı ki karşılığını bulsun onca emek.
Akşam sevgili eşimle birlikte babasını kaybeden eski bir dostumun evine başsağlığı ziyaretinde bulunduk.
Yaylada yarım kalan işlere devam etmek için Yakup ustayı aradım. Ailecek gripten kırılıyormuş. İyileştiği zaman beni arayacak. Yine de bir iki gün gelemeyecek gibi.
Ben de öyleyim, bazen defalarca okumaktan kendi yazdıklarıma yabancılaşıyorum :)
YanıtlaSilÖyküyü okumayı merakla bekliyorum, selamlar...
Değerli dostum, siz güzel yazılarınızla bana ilham verdiniz. Yorumlarınız bana enerji katıyor. Bu blog içindeki öykü başlığı altında yazmış olduğum öyküyü göreceksiniz. Beğeneceğinizi ümit ediyorum. Hoşçakalın.
Sil