Ortak öykümüz heyecanlı bir şekilde sürüyor. Masal maceradan maceraya koşuyor. Ailesi onun peşine düşmüş, kasabadan gençlerle birlikte endişe içinde her yerde onu arıyorlar. Daha önce masalımızın "Cadının Öfkesi" adındaki 7. Bölümün yazmıştım. 18. bölümde sevgili Ebrar arkadaşımızın kaldığı yerden devam ettim. Öykünün bütün bölümleri Sessiz Gemi arkadaşımızın blogunda. Bu güzel öyküye yeni katılmak isteyenler ya da daha önce katılan arkadaşlardan yine yazarım diyenler sevgili Sade ve Derin / Deeptone veya Sessiz Gemi / Kavanozdaki Beyin arkadaşımıza bildirsinler. Kim bilir bu sayede ortak bir masal kitabımız olur belki ileride. İşte benim Masal'a yaptırdıklarım:
MASALIN YALANI
Endişeyle Ermiş Dede'ye dönerek "Geldiler işte!" diyerek fısıldadı Masal. Ermiş Dede işaret parmağını dudağına götürüp sesini çıkartmamasını işaret etti. "Sen benim dediklerimi yap ve sakın heyecanlanma." dedi sessizce.
Tok sesiyle kapıya doğru seslendi. "Kim o kapımı vuran?"
Masal'ın büyük ağabeyi cevap verdi. "Küçük kardeşimi arıyoruz, bize yardımınız dokunabilir belki."
Ermiş Dede kapıyı açtığında karşısında Masal'ın annesini, ağabeylerini, simyacıyı ve kasabadan bir kaç köylüyü gördü, hepsi merak içinde kendisine bakıyorlardı. "Buyurun içeri girin." dedi. Kasabadan yardıma gelen köylüler Ermiş Dede'nin Masal'ı kaçırmış olabileceği ihtimalini düşünüp evin çevresini araştırmak için dışarıda kalmak istediler.
Masal, annesi ile ağabeylerinin kendisini aramaya çıkacaklarını tahmin etmişti. Köpük'ün bir an önce iyi haberlerle yanına dönmesini bekliyordu. Ondan haber almadan Orman Perisi İzu'nun yanına gidemezdi. Karşılarında kendisini bir oğlan çocuğu olarak gördükleri vakit başından geçenleri nasıl anlatabilirdi ailesine Masal. Kolay kolay kimseye inandıramazdı başından geçenleri. Anlatmasa ağabeyleri haksız yere Ermiş Dede'ye yüklenip onu incitebilirlerdi. Masal bunları düşünüp çaresizlik içinde ağlamaya başlayınca Ermiş Dede ona plânını açıklamıştı. "Aslında gerçek adının Ökkeş olduğunu, ormanda ailenle piknik yaparken kaybolduğunu, yolunu ararken sana benzeyen Masal isminde bir kız çocuğu ile karşılaştığını, ondan ayrıldıktan sonra önünü kesen kasaba korucularından korktuğun için gerçek adını değil, Masal'ın adını verdiğini ve daha sonra seni korucuların elinden alıp evime getirdiğimi söyleyeceğiz." dedikten sonra emin olmak için bir de "Anlaşıldı mı?" diye sormuştu Masal'a. Masal yaşlı gözlerle başını sallamış, yalan söylemeyi sevmediği halde çaresiz kabul etmişti Ermiş Dede'nin önerisini.
Önce Masal'ın annesi, daha sonra ağabeyleri eve girdiler. Son olarak Simyacı kapıdan geçerken Köpük de sessizce içeri süzüldü. Salonun bir köşesine sinmiş Masal'ı gören annesi neşeyle onun yanına yaklaşırken önüne kedi fırlamış araba gibi durdu aniden. "Aman tanrım, bu bizim kızımız değil, bir oğlan çocuğu. Ne kadar da çok benziyor Masal'a" Ağabeyleri de şok olmuşlardı. Gerçeği Merhamet Cadısından öğrenen Simyacı, Masal'ın ailesinin karşılaştığı bu duruma vereceği tepkileri endişe içinde izliyordu. Ermiş Dede, "Kızınıza benzettiniz sanırım bizim ufaklığı." dedi Masal'ın annesine. Bu arada köpük Masal'ın yanına sokulup işlerin yolunda olduğunu müjdeledi.
Ermiş Dede, Masal'ı yanına çağırdı. "Gel buraya korkma Ökkeş oğlum, hadi anlat ormanın derinliklerinde gördüğün küçük kızı misafirlerimize." dedi. Ağabeyleri sabırsızlıkla sıkıştırmaya başladılar Masal'ı. "Hadi anlat bize nerede gördün kardeşimizi, neler konuştunuz onunla?" Masal, yaşlı gözlerle anlatmaya başladı. "Ona evin arka taraflarındaki ormanın derinliklerinde rastladım. İkimiz de kaybolmuş, ailemizi bulmaya çalışıyorduk. Adının Masal olduğunu söyledi. Bir süre birlikte yürüdükten sonra yol ayrımına geldik. Tamam, bu yolu hatırladığımı sanıyorum dedi ve vedalaşıp ayrıldı benden. Uzun bir süre yalnız başıma yürümeye devam ettim, hava iyice kararmıştı. Daha sonra kasabanın korucuları ellerinde tüfekleri olduğu halde yanıma gelip ormanın içinde ne işin var senin diye kızdılar bana. Çok korkmuştum. İşte tam o sırada Ermiş Dede beni alıp evine getirdi, karnımı doyurdu." dedi.
Masal'ın ağabeylerini bilerek yanlış yere yönlendirdiğini anlamıştı Simyacı. Hemen ayağa kalktı, Masal'a çaktırmadan göz kırptıktan sonra ortaya konuştu. "O zaman niye vakit kaybediyoruz biz burada, çocuğun dediği yöne, evin arka tarafına doğru yola çıkıp bir an önce aramaya başlamak lâzım Masal'ı." dedi. Hepsi evden dışarı çıktılar, kapıda onları bekleyen korucularla birlikte evin arkasındaki sık ağaçların arasına dalarak gözden kayboldular. Masal'ın içini büyük bir huzursuzluk kaplamıştı annesi ve ağabeylerine hayatında ilk kez yalan söylemek zorunda kaldığı için.
Köpük, martının orman perisi tarafından verilen ökse otunu kokladığını, perinin böylelikle habercisine kavuştuğunu ve Cennet Gözü kasabasında bulunan mezarlıktaki iris çiçeklerinden istedikleri kadarını toplayıp Merhamet Perisine götürebilmek için önlerinde artık hiçbir engelin kalmadığını söyledi. Ermiş Dede, "Öyleyse bir an önce çıkın yola karanlık çökmeden." dedi Masal'a. Yanlarına birkaç parça çörek ve kurabiye verip uğurladı evinden. Köpük önde, Masal arkada, ölüm çiçeklerinin bulunduğu yere doğru yola koyuldular. Ağaçların arasında ilerlerken birden kuşların cıvıltısı kesildi, yakınlardan gelen korkunç bir homurtu sesine ürkerek kulak kabarttılar.
Ermiş Dede, Masal'ı yanına çağırdı. "Gel buraya korkma Ökkeş oğlum, hadi anlat ormanın derinliklerinde gördüğün küçük kızı misafirlerimize." dedi. Ağabeyleri sabırsızlıkla sıkıştırmaya başladılar Masal'ı. "Hadi anlat bize nerede gördün kardeşimizi, neler konuştunuz onunla?" Masal, yaşlı gözlerle anlatmaya başladı. "Ona evin arka taraflarındaki ormanın derinliklerinde rastladım. İkimiz de kaybolmuş, ailemizi bulmaya çalışıyorduk. Adının Masal olduğunu söyledi. Bir süre birlikte yürüdükten sonra yol ayrımına geldik. Tamam, bu yolu hatırladığımı sanıyorum dedi ve vedalaşıp ayrıldı benden. Uzun bir süre yalnız başıma yürümeye devam ettim, hava iyice kararmıştı. Daha sonra kasabanın korucuları ellerinde tüfekleri olduğu halde yanıma gelip ormanın içinde ne işin var senin diye kızdılar bana. Çok korkmuştum. İşte tam o sırada Ermiş Dede beni alıp evine getirdi, karnımı doyurdu." dedi.
Masal'ın ağabeylerini bilerek yanlış yere yönlendirdiğini anlamıştı Simyacı. Hemen ayağa kalktı, Masal'a çaktırmadan göz kırptıktan sonra ortaya konuştu. "O zaman niye vakit kaybediyoruz biz burada, çocuğun dediği yöne, evin arka tarafına doğru yola çıkıp bir an önce aramaya başlamak lâzım Masal'ı." dedi. Hepsi evden dışarı çıktılar, kapıda onları bekleyen korucularla birlikte evin arkasındaki sık ağaçların arasına dalarak gözden kayboldular. Masal'ın içini büyük bir huzursuzluk kaplamıştı annesi ve ağabeylerine hayatında ilk kez yalan söylemek zorunda kaldığı için.
Köpük, martının orman perisi tarafından verilen ökse otunu kokladığını, perinin böylelikle habercisine kavuştuğunu ve Cennet Gözü kasabasında bulunan mezarlıktaki iris çiçeklerinden istedikleri kadarını toplayıp Merhamet Perisine götürebilmek için önlerinde artık hiçbir engelin kalmadığını söyledi. Ermiş Dede, "Öyleyse bir an önce çıkın yola karanlık çökmeden." dedi Masal'a. Yanlarına birkaç parça çörek ve kurabiye verip uğurladı evinden. Köpük önde, Masal arkada, ölüm çiçeklerinin bulunduğu yere doğru yola koyuldular. Ağaçların arasında ilerlerken birden kuşların cıvıltısı kesildi, yakınlardan gelen korkunç bir homurtu sesine ürkerek kulak kabarttılar.