KATEGORİLER

19 Ağustos 2016 Cuma

KOŞTURMAYA DEVAM

18/08/2016 Perşembe, Tire

Sabah keyifli bir kahvaltı sırasında bugünün ajandasını kuruyorum kafamda. Ustalık belgesi tamam gibi. Gazetede zayi ilanı çıkmış olmalı. Onu alıp vergi dairesine götüreceğim. Ozan işleri bugün bitirse banka işlemleri başlayacak. 

Kahvaltı hazırlığının yanı sıra artık başka görevlerim var. Zeytin'in mamasını hazırlamak, suyunu tazelemek ve onu özgürlüğüne kavuşturmak. Saat sekiz buçuğa doğru birlikte bahçe girişindeki demir kapıyı açıyoruz. Bazen benim önümde bazen arkamda koşuyor. Zaman zaman oturup bekliyor. Ben biraz uzaklaşınca olanca hızıyla ve nefes nefese geliyor yanıma. Demir kapıyı açtıktan sonra biraz dışarı çıksa da fazla uzaklaşmadan dönüyor yanıma. Hazır gelmişken yolun kenarındaki havuza göz atıyorum. Eğer depodan su taşıp havuza geliyorsa asayiş berkemal.

Yok, havuza su akmıyorsa bunun iki nedeni olabilir. Ya depodan fazla su çekilmiştir ya da yukarıdan gelen suyun geçtiği borularda bir problem vardır. Genellikle harcanan su gelen sudan fazla olduğunda (ya avlu yıkanmıştır, ya süs havuzu doldurulmuştur) depo dolana kadar havuza su akmaz. Ama bu değilse neden canım sıkılır. Yukarı yaylaya çıkılacak, borunun neresi patladı, neresi katlandı ya da neresi tıkandı diye uğraşılacak.

Zeytin'in yoldaşlığında gittiğimiz kapının yanında havuza su aktığını görünce rahatlıyorum. Kahvaltımızı yaptıktan sonra Hüseyin gelmeden önce yanında iki çocukla Elektrikçi Ali'nin adamı Kamil giriyor içeri. Önce acil durum çıkışını gösteren ışıklı levhaların montaj yerlerini gösteriyorum. Aynı bölgeye elektrikler sönünce çıkışı aydınlatması için birer ışıldak koymasını istiyorum. Bu işleri tamamlandıktan sonra yol kenarı aydınlatma direkleri ile konteynırların elektrik, su bağlantıları yapılacak. Gerekli malzemeleri almak için dükkana gideceklerini ve yarım saat sonra döneceklerini söylüyorlar.

Şehre iner inmez gazeteye koşuyorum. Kayıp ilanı ve eleman aradığımızı gösteren ilanımızda çıkmış bugünkü baskıda. İki nüsha gazete alıp muhasebeciye gidiyorum. Vergi dairesine yazar kasa ruhsatının sahibi dilekçe verecekmiş. Oğlumun üzerine kayıtlı yazar kasa. Ruhsat da onun üzerinde. Adam nasıl gelsin şimdi Umman'dan buraya? Bazen şaşırtıyor devlet baba. Kapatılan bir yazar kasa yeniden açılacak, vergi toplayacaksın işte. Silah ruhsatından önemliymiş yazar kasa ruhsatı. Kim bilir nerede atıldı çöpe? İşyeri için yaptırdığım kaşeyi alıyorum. Oradan çıkıp berbere uğruyorum. Çok methettiği aşçıya karısı izin vermemiş. Kocasını erkenden evde görsün istermiş. Böyle karısının sözünü dinleyen erkek var mıydı burada? Belgeyi verecek amcası telefona cevap vermiyormuş. Bir kez daha ben yanındayken arıyor. Bu sefer açıyor amca telefonu. Bahçeye gidiyormuş. Akşama doğru berberin yanına uğrayıp meseleyi bir konuşalım demiş. Yok bu amcadan bize hayır gelmeyecek. Öğle tatili giriyor araya.

Öğleden önce birkaç telefon görüşmesi yapmış, oda başkanını aramıştım. İzmir'de imiş, bakan karşılıyorlarmış. Bu sefer sekreterini arıyorum, öğle tatiline girdiği için cevap veren olmuyor. 

Tam bir saat zamanım var diye seviniyorum. Evi arayacağım yeniden. Belki de ruhsatı bir taraflardan bulur çıkartırım. Olmuyor. Tam evin önüne geliyorum. Cebime elimi attığımda anlıyorum anahtarın cebimde olmadığını. Yaylada unutmuşum. Eve giremeden dönüyorum yaylaya. 

Hüseyin avluyu yıkamış. Geldiğimde onu elinde sigara çay içerken buluyorum. Bana da bir bardak getiriyor. Çay içeceğimden değil, mesele gönül almak.

Yukarı çıkınca gerisin geriye aşağı inmeyi çekmiyor canım. Eşim akşam verilecek hijyen kursunu hatırlatıyor. Yarım saat öncesine saat 18.30 a kuruyorum saatin alarmını . Bunu yapmasam kesin unuturum. Odanın sekreterini arıyor ve belgesini verecek ustanın telefon numarasını alıyorum. Berber arıyor, amcası belgesini başka bir yerde kullandırıyormuş. Benim için "Başka yerden bulsun." demiş. Berber işimi görmediği için özür üstüne özür diliyor. Olmayacağını bildiğim için bu haber moralimi bozmuyor.

Yok aşağı inmeyeyim bugün. Nasıl olsa yarın gazeteye uğrayacağım. Belge işini de yarın halletsem iyi olacak. Hüseyin dikilmiş bekliyor. Çarşıdayken telefon etmiş, "Havuza su gelmiyor, istersen yukarı yaylaya bir çıkıp bakayım." demişti. Ben de "Belki depo doluyordur. Sabah havuza su geliyordu, yukarı çıkmana gerek yok, ben gelince birlikte bakarız duruma." demiştim. Hüseyin'e tekrar soruyorum. "Havuza su geliyor mu?" Gülerek geldiğini söylüyor.

Sabah erkenden geldiklerinde malzeme alıp yarım saate kadar dönüyoruz diyen elektrikçiler hala yok ortada. Telefon üstüne telefon ediyorum. Sonunda gelip çalışmaya başlıyorlar. Yücel Usta'dan da henüz haber yok.

Bugün sakin, gelen giden pek yok. Verandadaki masalardan birine yerleşiyorum. Bilgisayarımı açıyor, geçmişte yayımlayamadığım yazılarımı gözden geçirip yayına veriyorum. Zaman hızlı akmaya başlıyor. Hüseyin "Siz buradaysanız ben gidip zeytinleri sulayayım, ihtiyaç olursa telefon edersiniz." diyor. Bugün için iyi bir öneri. "Tamam Hüseyin, sen zeytinleri sula." diyorum.

Aniden telefonumun alarmı çalıyor. Hijyen kursunun başlamasına tam yarım saat var. İyi ki kurmuşum alarmı. Kesin kaçırırdım. Apar topar hazırlanıp çıkıyorum yola. Kursun verileceği Anadolu lisesine gidiyorum. Bir sınıf dolusu katılımcı. Çoğu fabrikalarda çalışan kişiler. Lisenin biyoloji öğretmeni veriyor kursu. Yarın da aynı saatte ikinci bölümü verilecekmiş. Kursun ilk konusu mikrop türleri: bakteri, virüs, mantar, parazit. Yıllar sonra öğrenci sıralarına oturuyorum. Hoca anlatıyor: "B12 eksikliği kansızlık yapar." Kadınlardan birisi atılıyor ortaya "Hocam bende de var kansızlık". Hoca anlatırken dikkatleri toplasın diye sınıfa sık sık soru yönlendiriyor. "Mikrop nerelerde bulunur bilen var mı?" Herkes birbirine bakıp gülümsüyor. "Peki, sınıfta mikrop olduğunu düşünüyor musunuz?" Bazıları gülüyor sinsi sinsi. "Olabilir hocam." Hoca toparlıyor durumu. "Yok öyle demek istemedim, mikroplar gözle görülmez." Cevap veriyor kadının biri yine. "Biliyoruz hocam, onlar belli etmez kendilerini."

Saat akşam dokuzu geçtikten sonra çıkıyoruz okuldan. Eve uğrayacaktım. Eşim yana yakıla beni arıyor. Telefonu sessize aldığım için duymamışım. "Gel artık sıkıldım." diyor. Bir çeyrek sonra oradayım." diyorum. Elektrikçiler direklerin yarısını bitirmişler, ışıkları açıp gitmişler. Bu ışık selinin arkasında karşıdan saray gibi görünüyor Taş Ev. Bahçeye girer girmez kapatıyorum fazladan yanan ışıkları, gelecek faturayı düşünerek.  

Verandaya açılan kapının demir korkulukları kuruyan biber ve nanelere iyi fon oluşturdu. Baktıkça içim açılıyor. Gecenin ilerleyen saatlerinde soruyorum kendime, yarının en önemli işi ne diye. Yazar kasa mı? yoksa ustalık belgesi mi? Galiba yazar kasa işi daha uzayacak. Jandarma da denetleme için şimdiye kadar gelmeliydi. Kaymakamı ziyaret mi etsek?

Dün üşümüş içeri kaçmıştım. Bu gece hava öyle güzel ki...

6 yorum:

  1. Biz burada klimalarla yatarken, sizin orada üşümeniz olacak şey mi ?

    YanıtlaSil
  2. Üşümek nedir bilmeyen ben Ağustos ayının ortasında üşüdüm yeminle:)

    YanıtlaSil
  3. Zeytin'i de tanımış olduk. Koşturmaca başka başka sürecek kuşkusuz öylesi ekili dikili yerlerde.

    YanıtlaSil
  4. Zeytin'imiz çok yaramaz. "Nerede hareket orada bereket" demiş atalarımız.

    YanıtlaSil
  5. Zeytin'i kaçırdım ben, aileye dahil oldu mu?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, artık ailemizde bir de Zeytin var. Taş Ev'in maskotu oldu:)

      Sil