- Eşimi seviyorum. Onun da beni sevdiğini düşünüyorum. Yani sorun başka biri değil. Bir yıldır işleri aşırı derecede yoğun. İşin doğrusu, bu durum canımı acıtmaya başladı artık. Aynı evin içinde birbirimizi göremez hale geldik. Gece gündüz aklı fikri hep işinde. Evliliği hiç böyle düşünmemiştim, başından beri sevdiğim insanla yaşamımı doyasıya paylaşmanın hayalini kurmuştum hep. Oysa şimdi her şey tersine döndü, eski günleri ne kadar özlediğimi size anlatamam. İlk zamanlar bencilce davrandığımı düşünüp eşime haksızlık yaptığıma inanıyordum. Sadece onun çektiği sıkıntıları, bunalımları içimde hissediyor, benimle ilgilenmediği için ona asla kızmıyor, onu hiç suçlamıyordum. Bu kadar yoğun bir çalışma temposuna, her şeyin sorumluluğunu üzerine alma takıntısına hiçbir insan dayanamazdı, bir gün hastalanıp elden ayaktan kesilecek diye ödüm patlıyordu. O ağır iş yükünün altında ezilirken bir de benim dertlerimle uğraşmasına gönlüm razı olamazdı. Birbirimizi o kadar çok seviyorduk ki, mutluluğumuzu doyasıya yaşamak için çocuk yapmayı bile sürekli erteliyorduk. Çocuğumuz olduğunda sevgimizi yeni bir kişiyle paylaşmak zorunda kalacakmışız, birbirimize olan sevgimiz azalacakmış gibi geliyordu her ikimize de. Anlayacağınız, doğmamış çocuğumuzu kıskanıyor, onu sevgimizi çalacak bir hasım gibi görüyorduk adeta. Hal böyleyken hiç beklemediğimiz bir yerden vurdu bizi kader. Doğduğum topraklardan uzak bir kültür içinde günden güne yalnızlık hissetmeye, içime kapanmaya başladım. Uzun bir süredir birbirimize hiç zaman ayıramıyoruz. İşinden başka hiçbir şey görmüyor gözü. Aslında kendisi de farkında değil bunun. Adeta büyülenmiş gibi, bütün hayatını işine adamış bir adamla evin içinde iki yabancı gibi dolaşıyoruz. İnanmayacaksınız ama evimiz dahi ofisinin bir parçası haline geldi, akşamları eve adımını attığı andan itibaren ya birbiri ardına telefon görüşmeleri yapıyor, ya da bilgisayarının başına geçip bir şeyler yetiştirmeye çalışıyor. Ne bir masaya oturup karşılıklı yemek yiyebiliyoruz, ne de kahvaltı edebilecek zaman bulabiliyoruz. Biraz sohbet edebilmek için bir köşeye sinip sabırla sıramın gelmesini bekliyorum. Zor bela araya girip biraz nefes almasını, karşılıklı bir kahve içmeyi teklif etsem bana ya yorgun olduğunu ya da acil işinin çıktığını söyleyip "sonra hallederiz." deyip lafı ağzıma tıkıyor.
Kemal'le üç yıl kadar önce Berlin’de tanışmıştık. O zamanlar özel bir eğitim kurumunda Almanca dersi veriyordum. Kemal işletme konusunda ihtisas yapmak üzere gelmiş ve yabancı dilini ilerletmek için şirketimize kayıt yaptırmıştı. İlk karşılaştığımız andan itibaren çarpılmıştık birbirimize. Öğretmen öğrenci ilişkisi kısa süre içinde güzel bir arkadaşlığa dönüştü. Boş zamanlarımızda beraber olmaya başladık. İçim içime sığmıyordu, ne kadar mutluydum, anlatamam. Böyle bir hayatı hayal bile edemezdim, hele yaşadığım o felaketten sonra…
Esther'in yüzü kızarmış, elleri titremeye başlamıştı. Buraya kadar anlattıklarını daha önce sadece Selma'yla paylaşmıştı ama daha ileriye götürmeyi aklından bile geçirmemişti.
Doktor, yanındaki etajerin üzerindeki cam sürahiye uzanıp kristal bardağa su boşalttıktan sonra yerinden kalktı. Esther’in karşısındaki koltuğa yerleşmeden bardağı genç kadına uzattı. Sakinleştirici bir sesle,
- Felaket derken?
- Teşekkür ederim, kusura bakmayın. Evet, Doktor Bey, yani hocam, dedi, kendini gülümsemeye zorlayarak. İnanın bu felaketi aklımdan çıkarmak için yıllarca mücadele ettim. Aslında çok güzel bir çocukluk geçirmiştim. Tuna Nehri'nin kıyısında, bahçesinde rengârenk çiçeklerin olduğu iki katlı bir evimiz vardı. Dışarıda, bekleme salonunuzun bir köşesinde az önce gördüğüm zambak çiçeği, bana yine o çocukluk yıllarımı hatırlattı. Benim en sevdiğim çiçektir, beyaz zambak. Lise son sınıfa geçmemi kutlamak üzere arabamıza binip Budapeşte’ye doğru yola çıkmıştık. Eşim dâhil beni tanıyan herkes beni Alman sanıyor. Oysa bütün ailem gibi ben de Macaristan’ın şirin kasabası Szentendre’de doğmuştum. Babam kasabanın tanınmış avukatlarından biriydi. İşi gereği haftada bir (bazen iki) sefer kasabamıza yirmi kilometre uzaklıktaki Budapeşte’ye gidip gelirdi. O gün evden çıktığımızda hava kapalıydı fakat henüz yağmur başlamamıştı. On dakika sonra aniden patlayan yağmur bir anda bütün yolları dereye çevirdi. Göz gözü görmüyordu, paniğe kapılan annem Arpad Köprüsü kavşağına varmadan önce, arabamızı kenara çekip yağmurun biraz dinmesini bekleyelim diye ikaz etmişti babamı. Tam köprünün başına varmıştık ki, aniden bir süt kamyonunun üzerimize doğru geldiğini fark ettim. Korna sesleri, fren seslerine çığlıklarımız metal seslerine karışmıştı. Hem annem hem de babam oracıkta can vermişler. O elim kazadan sonra hurda haline gelen arabadan çıkarıp beni bilincimi kaybetmiş bir halde Budapeşte’de bir hastaneye kaldırmışlar. Bir ay boyunca kendime gelememiş, o arada bir dizi operasyon geçirmişim. Daha sonra, babamın yakın bir arkadaşı beni Budapeşte'den alıp Berlin’e götürmüş. İki ay da orada, özel bir hastanede yatmışım. Kazadan üç ay geçtikten sonra, ümitlerin yavaş yavaş tükendiği bir sırada, yeniden açmışım gözlerimi hayata. O an geçmişe dair acı bir klakson sesinden başka hiçbir şey kalmamıştı aklımda. Sonra...”
Doktor, gözlerini yere dikip seneler öncesinin acılarını bir kez daha yaşayan kadınının titreyen ellerini tuttu. Bardağı uzatıp birkaç yudum su içmesine yardım etti. Kadının yüzünde boncuk boncuk ter birikmişti. Onu biraz sakinleştirmek için konuyu
değiştirmeyi düşündü.
- Tamam, Esther, daha fazla yormak istemiyorum seni. İstersen bu konuya daha sonra devam edebiliriz.
- Kusura bakmayın, hiç iyi hissetmiyorum kendimi. Biraz daha su alabilir miyim?
- Elbette, dedi Doktor. Yanında hastası varken telefonla rahatsız edilmesi pek hoşuna gitmediği gibi olur olmaz sekreterin içeri girmesine de asla müsaade etmezdi. Yerinden kalktı, masasının yanındaki sürahiden doldurduğu su bardağını bir kez daha Esther’e uzattı. Esther, suyun yarısını içti, çantasından çıkardığı kağıt mendille ağzını silerken,
- Teşekkür ederim Hocam, şimdi biraz daha iyiyim, dedi.
- Emin misin? İstersen eşinden söz et biraz. Ama konuşabilecek durumdaysan devam edelim, yoksa…
Doktor lafını bitirmeden toplamıştı kendini, Esther. Anlattıkça sırtındaki yük azalıyor, bedeni hafifliyordu sanki.
- Evet, ne'den bahsediyordum? Ha, evet eşimi sormuştunuz değil mi? Evet, eşim işletme ihtisasını bitirdikten sonra Berlin’den ayrıldı. Fakat onunla ilişkimiz devam etti. Birbirimizden hiç kopmadık. Birkaç ay sonra beni Türkiye'ye davet edip ailesiyle tanıştırdı. Ondan üç ay sonra da evlendik. Bir ithalat-ihracat şirketinde muhasebe müdürü olarak çalışıyordu. İlk zamanlar çok mutluydum. Ailesiyle, arkadaşlarıyla iyi vakit geçiriyorduk. Sık sık konserlere, tiyatroya, arkadaş ve aile toplantılarına katılıyor, eğleniyorduk. Cumartesi öğleden sonraları ve pazar günleri çalışmıyordu. Hafta sonlarını iple çekiyordum. Yıllık izinlerinde ve uzun tatil günlerinde birlikte uzun gezilere çıkıyorduk. Bazen Kemal’in kardeşi Hasan ve eşi Selma da katılırdı bize. Samimi görüştüğümüz birkaç arkadaşımız daha vardı. Onlarla olan dostluğumuz halen devam ediyor zaten. Ama eskiden çok daha sıkı fıkıydık, şimdi en fazla ayda yılda bir kez birbirimize yemeğe gideriz, o kadar. Selma benim en yakın dostum, arkadaşım. Kafalarımız birbirine iyi uyar. Pek çok şeyi paylaşırız aramızda. Geceleri kâbuslarıma giren, ne kadar unutmaya çalışsam da bir türlü peşimi bırakmayan o feci kaza ve geçmişim dışında tabii. Sırdaşım, dert ortağım benim. Başı sıkıştığında her zaman ben de onun yanında olurum elbette. İşte, az önce söz ettiğim gibi, geçen yıl Kemal'in aldığı yeni iş teklifinden sonra bütün hayatımız alt üst olmuştu. Aslında alacağı yüksek maaş umurunda değildi ama böyle büyük bir şirkette böylesine prestijli bir pozisyonda görev almak hayallerinin bile ötesindeydi. Ülkenin en büyük, en ünlü şirketlerinden birinin genel müdürü olacaktı.
Bardağında yarım kalan sudan bir yudum aldıktan sonra anlatmaya devam etti, Esther
- İlk zamanlar onun adına sevindim tabii. Benim için de gurur verici bir şeydi bu. Onun gibi bir eşe sahip olmak her kadının hayaliydi. Ertesi gün eski çalıştığı şirkete istifa dilekçesini verdi. Görevini yerine gelecek kişiye devretmesi için iki hafta daha eski işine devam etmesi gerekiyordu. Bu süre zarfında her akşam yeni şirketine uğramasına anlam veremiyordum. Hatta dayanamayıp sormuştum niye bunu yaptığını. Bana, "Şirketin işleyişini en kısa zamanda öğrenmem lazım, bu görevlerde adaptasyon süresi diye bir şeye bakmazlar. İşe başladığın gün büyük bir sorumluluk biner insanın sırtına." dediğinde içime bir kurt düşmüştü. Anladığım kadarıyla eskiden olduğu gibi birbirimize dilediğimiz kadar zaman ayırmamız mümkün olamayacaktı artık. İşe henüz resmen başlamadan sezmiştim hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını. Yine de eğer onu daha mutlu edecekse, her şeye katlanabileceğimi inanıyordum.
Devam edecek
yani travması bu kaza mıymış sadeceeee :)
YanıtlaSilBaşka nasıl bir travma olsun, hemen eklerim:))
Sil👍
YanıtlaSilTeşekkürler:)
SilÇok güzel bir anlatım. Sürükleyici. Suyun tekrar konması bile özenle anlatılmış. Zamanla her şey yerli yerine oturdu. Eşiyle ilk günlerdeki zaman geçirme çok ustaca detaylandırılmış.
YanıtlaSilEmeğinize sağlık.
Çok teşekkür ederim:) Katkılarınızla elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Sağ olunuz:)
SilBen ailecek bir saldırıya uğramış olduklarını ya da kazara arabayla çarparak birini öldürmüş olduklarını falan düşünmüştüm. Trafik kazası, aileyi kaybetme, hastane günleri... Kabus görmesi normal ama halüsünasyonlara sebep olan başka bir şey olmalı sanki Mr. Kaplan.
YanıtlaSilBu konu dikkatlere maruz kalınca dün akşam detaylı bir şekilde araştırdım Mrs. Kedi. Halüsinasyon görmenin bazı nedenleri varmış. Bazen depresyon ilaçlarının yan tesiri halüsinasyon görmeye sebep olurken özellikle deprem, şiddete maruz kalma ve yaşanan büyük kazalar da halüsinasyon görme nedenlerinden bazıları. Bu arada, araştırmalarım sırasında şimdiye kadar bilmediğim bir konu da ilgimi çekti. "Lüsid Rüya", bir başka deyişle berrak rüya ya da kontrollü rüya, kişinin rüya gördüğü sırada, rüya gördüğünün farkında olması hâline ve rüya gördüğünün bilincinde olduğu bu tür rüyalara verilen admış. Belki de Esther'in yaşadıklarını sıra dışı bir vaka olarak bilim adamlarının değerlendirmesine sunmak gerekir:))
SilMr.Kaplan hikaye sizin hikayeniz tabi ki karışmak ne haddime ama söylemeden de geçemiyorum, huyum kurusun :( ama ilk bölümden itibaren Esther'in geçmişinde karanlık, bilinmesini istemediği bir şeyler olduğu yönünde imalar var gibiydi. Kemal bile bilmiyor, Esther kimseye anlatmıyor falan. Okuyucu olarak bir trafik kazasından fazlasını, Esther'i depresyona ve halisünasyonlara sürükleyecek bir sır ya da bir trajedi bekliyordum. Tabi ki trafik kazası ve ailesini kaybetmesi de büyük bir travma ama bunları Kemal'e niye anlatmasın ki ayıp ya da utanılıo saklanılacak bir durum değil yani sonuçta. Anlatsın kocasına derdini o zaman :) Kocası dahil herkes neden Alman sanıyor Esther'i? Saklanacak bir durum olmalı ki Esther bugüne dek ailesini ve o kazayı anlamamış olsun.
SilEsther'in "O feci kaza ve geçmişim..." cümlesinden yola çıkarak bir umut henüz öğrenmediğimiz başka şeyler de olduğunu varsayabiliriz tabi :)
Merakla takip ediyorum.
Travma herkes için farklı etkisi olan bir kavram. Kişiliğe çok bağlı, bazısına en ağır travmalar fazla etki etmezken, bazısına filmlerde gördüğü sahne bile travma olabilir.. Esther zaten belli sensitif bir yapısı olan içedönük bir kadıncağız, bence trafik kazasından bu kadar etkilenmesi normal ki anne babasını kaybetmiş.
SilAma "geçmişim.." kelimesi beni de düşündürdü :) çıkacak bir şeyler daha bence de!
Bir de ah be Esther, kendine bir uğraş bulaydın ya diyesim geldi... hayatı çok sakin bu kadının biraz entrika lazım canlılığını yeniden bbulabilmesi için...
Sevgili Mrs. Kedi;
SilÖyle "hikâye sizin, karışmak ne haddime" demeniz bile üzer beni. Elbette karışacaksınız, karışacaksınız ki böyle güzel fikir tartışmalarına girebileceğiz. Yine karışacaksınız ki varsa hatalarım onları görebileyim. Asıl karışmazsanız, bileceğim ki o kadar kötü yazmışım da karışılacak bir konu bile bulamamış sevgili Mrs. Kedi:)
Kemal'e yaşadığı bu travmayı anlatması durumunda romanın bütün çatısı göçerdi:) Ayrıca kazadan itibaren yaşadığı travma sebebiyle süregelen psikolojik rahatsızlıkları söz konusu. Kemal'i tanıyıp ona gönlünü kaptırınca belki rahatsızlığına da bağlı olabilecek bazı psikolojik faktörlerle onu kaybetme korkusunu yaşıyor, bu kafayı yemiş, ne yaparım ben bununla deyip terk edilme korkusu var içinde. İnsanların çoğu psikolojik rahatsızlık yaşar ve bunu en yakın çevrelerinden saklar, hatta kendilerine bile konduramazlar bazı psikolojik rahatsızliklarını. Bir kısım insanlar da sizin düşündüğünüz gibi çareyi tüm sıkıntılarını eşi, dostuyla paylaşmakta bulur. Durun bakalım ileride taşlar belki daha iyi oturur yerlerine ama romanın sonunda aynı konuyu size yine soracak, sizi rahatsız eden bir uyumsuzluk görürseniz bana söylemenizi isteyeceğim. Ve benim için bunu yapacağınıza inanıyorum, teşekkürler:)
Haklısınız Mr. Kaplan. Bana basit görünüp çok rahat anlatacağım bir mevzuyu başkası büyük bir açmaz gibi görüp saklamayı tercih edebilir. Benim aile geçmişimle de alakalı olabilir bu bakış açım. En sonunda yine bu konuyu seve seve tekrar tartışırız o zaman Mr. Kaplan :)
SilPek çoğumuz için geçerli, biliyorsun;) Elbette, fikirleriniz benim için çok değerli:)
SilSevgili Sadece C.;
SilSadece anne ve babasını kaybetmek değil, aynı kazayı bizzat yaşamış ve büyük şans eseri hayatta kalabilmiş. Ayrıca üç ay boyunca hastanelerde ne acılar çekmiş kim bilir. Hastaneden çıktıktan sonra uzun yıllar depresyon tedavisi görmüş. Geçmişim derken hem yaşadığı kaza, hem de kaza sonrası yaşadığı sağlık sorunları, onlara en fazla ihtiyaç duyduğu anda anne ve babasından yoksun kalması, yalnızlık duygusuna atıf yapıyor. Ve geçmişin izlerini unutmaya çalışıyor. İşte böyle bir anda çıkıyor Kemal karşısına ve ona bir kurtarıcı gibi dört elle sarılıyor. Ben doktoruna güveniyorum, siz de konunun bir uzmanı olarak lazım geleni söylemişsiniz:) Evet, Esther'i bu durumdan kurtaracak bir entrika yolda. Gerçi Kemal'in durumu da pek parlak değil ama bakalım bu entrika ikisine de iyi gelecek mi?:)))
Ailesini kaybettiği kaza tabi ki kötü bir olay ama insanlardan saklaması anlamsız geldi bana. Bakalım okuyayım devamını biraz geride kaldım bu aralar.
YanıtlaSilDoğrusu bana da anlamsız geliyor. Ben olsam böyle bir olayı saklayamazdım mesela. Ancak o kadar çok anlamsız olayla karşılaşıyoruz ki hayatta, şaşırıp kalıyoruz:) Ben de yaşadığım ya da okuduğum, duyduğum her olayı akıl yürüterek çözmeye çalışırım. Fakat aklımızın ermediği, çözemediğimiz bazı gerçeklerin de olduğun kabul etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Mesela bir annenin çocuğunu yakarak öldürmesini akılla açıklamak mümkün değil. Aklını yitirmiş olması gerek bunu yapması için. Aklı başında insanlar olarak cani kadın deriz. Oysa onun gerçekten ruhsal birtakım rahatsızlıkları olabilir. Belki yapılan testler bile bunu ortaya çıkaramaz. Konumuza dönersek, kahramanımızın da yaşadığı ciddi bir travma söz konusu. Bazıları bunu bir süre sonra atlatabilir belki. Bazılarında bu olayın kalıcı izleri farklı biçimlerde tezahür edebilir. Elbette, daha önce buna benzer bir olay yaşanmış mıdır ya da yaşanma olasılığı var mıdır şeklinde bilimsel bir dayanağım yok. Sonuçta kurguya dayanıyor. Zira ilerleyen bölümlerde bu sırrın önemi çıkacak ortaya. Teşekkürler:)
SilGüzel ilerliyor. Diğer arkadaşlar gibi ben de neden sakladığına takıldım. Yine de değişik bir karakter tabii, kendi seçimi Esther' in. :)
YanıtlaSilEvet, burada Esther'in kocasına olan aşkı bu şekilde davranmasına yol açıyor olabilir. Onu kaybetmekten korkuyor. Biraz da karakter yapısı, pek çoğumuz gibi ben de açıkça durumu eşimle paylaşırdım. Fakat bildiğiniz gibi aşkın kendisi bir hastalık zaten:)
Sil