Kitabın Adı: AMOK KOŞUCUSU
Yazar: Stefan ZWEIG
Çeviren: Levent BAKAÇ
Sayfa Sayısı: 83
Yayınevi: Koridor Yayıncılık
Amok Koşucusu, Stefan Zweig'ın en çok bilinen kitaplarından bir diğeri. Geçen hafta ilk kez okuduğum romanın neden bu kadar göklere çıkarıldığına anlam verememiştim. Hele yazarın Satranç adlı eseriyle mukayese ettiğimde Amok Koşucusu gözüme pek sönük gelmişti. Kitabı bitirdikten sonra her zamanki gibi, yorumlara, youtube kanalında yapılan inceleme ve değerlendirmelere göz attığımda bir şeylerin ters gittiğini anlamıştım, kitabı yeni baştan okumaya karar verdim. Çeviriden kaynaklanan bir durum değildi bu sanırım, kusurun bende olduğuna inanıyordum. Fakat ne olur ne olmaz diye kitabı bu kez Bizim Kütüphane kanalının sesli kitabından, Benal Koç'un sesinden dinledim. Ne yazık ki çeviriyi yapanın adını vermemişler. Sayfalar ilerledikçe olayların içine giriyor, ilk okuyuşumda atladığım detayları yakalıyordum. Yazarın o muhteşem tasvirlerine, betimlemelerine, anlatım diline bir kez daha vuruldum. Şimdi anlıyorum ki, Zweig'ı ve kitaplarını anlayabilmek, hak ettikleri değeri verebilmek için önce kafamızı boşaltmak ve yazarın hayal dünyasına girmek gerekiyor.
Stefan Zweig'in sayfa sayısı yüzü geçmeyen bu kitaplarına roman demek ne kadar uygun bilmiyorum. Novella tabiri kullanılıyor bu tür kısa romanlar için ama ben uzun öykü demenin daha uygun geleceğini düşünüyorum. Olay, Satranç ve yazarın diğer pek çok romanında olduğu gibi yine bir yolcu gemisinde geçiyor. Öykümüzün tek kahramanı, gerçek adını bile bilmediğimiz bir doktor, nam-ı diğer Amok Koşucusu. Önce kitabın adı ilgi uyandırıyor. Nedir bu Amok? Malezya kültüründe yer etmiş bir çıldırma, bir delirme hali. Herhangi bir nedenden ötürü daha fazla strese dayanamayıp sigortasının atması insanın. Eline hançeri alıp gözü kararmış bir şekilde koşmaya başlıyor, önüne çıkan insan hayvan ne varsa öldürüyor, durdurmak mümkün değil. Böyle birini gören köy halkı Amok, Amok diye bağırarak evlerine kaçışıyor canlarını kurtarmak için. Amok önüne geleni doğruyor ta ki vurulana, ya da sonunda enerjisi bitip ağzından köpükler saçarak kendini öldürene kadar.
Kalküta'dan yola çıkan Oceania gemisinin yolcularından biri olan anlatıcı, gecenin bir vakti güvertede yaşama dair umudunu yitirdiği bezgin haline yansıyan Alman bir doktorla tesadüf eseri karşılaşır. Doktor, yaşadığı serüveni tüm detayları ile anlatır. Yıllar boyu görevlendirildiği Polinezya adalarından birinde yedi yıldan beri yalnız başına hayatını devam ettirmeye çalışan doktor, aşağıladığı yerli halkın arasında tükendiğini, yaşama sevincinin kalmadığını düşünmektedir. Tam da o sırada uzak bir şehirden gelen ve koloninin ileri gelenlerinden bir tüccarın karısı, İngiliz bir kadın kapısını çalar. Doktor, içinde bulunduğu ruh halinin etkisiyle kadına kaba davranır ve parası karşılığında yaptırmak istediği yasak bir ilişkinin ürününü ortadan kaldırmaya yanaşmaz. Bu iş için kadının para teklifini onur kırıcı bulurken, parasıyla her şeye sahip olacağını düşünen bu kibirli kadına yardımcı olmak ve büyük sırrını muhafaza etmek için tek seçeneğin kendisiyle yatmak olduğunu söyler. Kadın mağrur bir şekilde "ölmeyi tercih ederim" der ve arkasını dönüp gider.
Doktor, aradan geçen birkaç saniye sonra hatasını anlamış ve yaptığı kabalıktan ötürü pişman olmuştur. Kadının peşinden koşar. Önüne çıkan her türlü engeli aşarak kendini affettirmek için çabalar. Bu uğurda canının bile önemi yoktur artık. Ama iş işten geçmiştir. Aynı Amok Koşucusu gibi sonu ölümle bitecek bir yolculuktur Doktorun sonu.
Yazar, burada hatayı yapan mı yoksa yaptığı hatadan pişmanlık duyan birine kibirle sırtını dönen mi daha suçlu sorusunu tartışmaya açıyor bir bakıma. Bu kibrin sonunda iki taraf da kaybeden oluyor zira. Stefan Zweig'in bu öyküsünde de, Satranç romanında olduğu gibi yaşanan travmalar, tükenmişlik, yalnızlık ve ölüm temalarını görüyoruz. Geminin güvertesinde ayın ve yıldızların ışıltısını, geminin bir aşağı bir yukarı hareketiyle yardığı dalgaların her iki yanında bu parlaklığın yansımalarını anlatan muhteşem tasvirlerine hayranlık duymamak olası değil. Gökyüzündeki ışığı örten kadife bir perde ve ışığın geçmesine izin veren pencerelerden püsküren yıldızlar, geminin motor seslerinin kalbin vuruşunu andırması, dalgaların arasında bir aşağı bir yukarı yola alan geminin karasabanın toprağı işlemesini andırması gibi nefis betimlemeler çok etkileyici.
"Gökyüzü ışıl ışıldı ve içinde uçuşan yıldızların etrafını kapkara sarmakla birlikte, yine de parıldıyordu; sanki kadifeden bir perde muazzam bir ışığı örtüyor ve püsküren yıldızlar, bu ışığın geçmesine izin veren pencere ve çatlaklar oluşturuyormuş gibiydi. Gökyüzünü daha önce hiç o gece gördüğüm gibi görmemiştim; ... insan ayın ışığı giderek sönmekteyken yıldızlar tarafından yeniden tutuşturulduğu ve esrarlı bir şekilde içten içe tekrar yanmaya başladığı hissine kapılıyordu."
Aklımı kurcalayan tek husus, kendini Amok Koşucusuna benzeten doktorun büyük sırrını tüm detayıyla geminin güvertesinde tesadüfen karşılaştığı yabancı bir adamla (anlatıcıyla) paylaşması oldu. Bunun nedeni belki ölümünü önceden plânlamış olmasıydı. Lâkin sır öldükten sonra önemini yitiren bir şey midir? Napoli limanında meydana gelen kazaya ilişkin İtalyan gazetelerinde çıkan muhtelif haberlerden anlaşıldığına göre belli ki anlatıcı bu büyük sırrı saklamayı bilmiş. Oysa İngiliz kadının hatırasını hiçe sayıp arkasından kötü lâflar edilmesine yol açacak şekilde kazanın içyüzünü biliyorum deyip gazetelerden güzel paralar kapabilirdi.
Kitap ince olmasına rağmen kalın kapaklı ve kaliteli bir cilde sahip. Fazla spoiler verdiğimin farkındayım ancak verdiğim bazı bilgilerle kitabın daha rahat anlaşılacağını düşünüyorum. Ayrıca, kanaatim odur ki, kitap hakkında ne kadar spoiler verilirse verilsin yeni okuyacak insanları olumsuz etkilemek bir yana, merak duygularını daha da pekiştirecektir. Başta biraz zorlanarak da olsa okuduğum Amok Koşucusu, sevdiğim kitaplardan biri oldu. Ama bana soracak olursanız Satranç romanını daha çok sevdiğimi söylemek isterim.
İlk paragrafta gözlerim hayretle açılmıştı ki, siz de zaten ikinciye dinleyip fikrinizi değiştirdiğinizi belirtmişsiniz. Benim için Zweig çok önemli bir edebiyatçıdır ve Amok Koşucusu ilk okuduğumda çarpmıştı beni.. Şimdi bunun üzerine bir de Murakami’nin Koşmasaydım Yazamazdım’ı ne iyi gider ama :)
YanıtlaSilBu arada dün Spotify’da Nilay Örnek’in “Nasıl Olunur”unda Türkiye storytel’in kurucusu Berk İmamoğlu’nu dinledim. Geçen seneye dek sesli kitaplara biraz tepkiliydim ama yürürken dinlediğim kitaplar oldu ve şimdi storytel original diye bir şey bile çıkmış, ünlü yazarlara ısmarlama kitap yazdırıyorlar sadece storytel’de bulunuyor, basılmıyor bile!! Elyazımızı kaybettikten sonra yoksa kitap okuma alışkanlığımızı da mı yitireceğiz? Ve bu nedense beni korkutuyor acaba muhafazakarlık belirtisi mi? :) İyi haftalar dilerim.
Okurken aklım başka yerdeydi sanırım:) Gerçekten de Zweig usta bir yazar. En basit bir olayı öyle güzel tasvir ediyor, insanların ruh halini kalemiyle öyle güzel aktarıyor ki hayran olmamak elde değil. Psikoloji öğrencilerine ders olarak okutulması gereken bir kitap bu. Bir ya da iki kez değil defalarca okunması gereken bir başucu şaheseri. Murakami'nin Koşmasaydım Yazamazdım adlı kitabını not ettim, teşekkürler.
SilSpotify'la pek haşır neşir değilim. Momentos dışında takip ettiğim bir kanal yok aslında. Fakat bahsettiğiniz isimleri araştıracağım. Youtube ya da Spotify'dan sesli kitap okumaları ya da radyo tiyatrosu (eşim resmen bağımlısı oldu) gibi yayınların önemli bir avantajı kitapta olduğu gibi geriye dönüp tekrar dinlemenize imkân vermesi. Sesli Kitap'tan Amok Koşucusu'nu okurken takıldığım ya da atladığım yerleri bu şekilde tamamlama fırsatı buldum ve hikâye tam olarak yerine oturdu. El yazımızı kaybettiğimiz doğru. Böylesi daha kolay, konforlu, istediğiniz düzeltmeyi anında yapabiliyorsunuz. Fakat storytel ve benzeri mecraların kitabın yerini alacağını pek sanmam. Bugüne kadar kitabın yerini ne sinema ne de e-book doldurabildi bence. Eğer bunu muhafazakârlık olarak değerlendiriyorsanız, tek muhafazakârlık yanımız bu olsun:) Ben de size güzel bir hafta diliyorum:)
Çok güzel bir kitap okumuştum. Okuyacaklara tavsiyemdir.
YanıtlaSilHerkesin hoşuna gider mi, emin değilim. Evet, gerek edebi yönü gerek psikolojik analizleri bakımından şüphesiz olağanüstü bir kitap. Teşekkür ederim:)
SilEvet, sanırım birkaç ay sonra kendi isteğiyle yaşamına son vermiş. Ben de Satranç kitabını daha etkileyici buldum. Amok Koşucusu da çok güzel ama detayları ikinci kez okuduktan sonra kavradım. İlk okuduğumda Amok Koşucusuna yani doktora sonunda ne oldu diye hafızamı yokluyordum. Yazar hiçbir detayı atlamamış, ilk kez okurken tam olarak kavrayamamıştım. Ben Amok Koşucusu kitabında kullanılan edebi dili ve yazarın hayal gücünü çok sevdim. Psikolojik romanları da severim. Zweig hem Satranç hem de Amok Koşucusu kitabında baş karakterlerin ruhsal durumlarını büyük ustalıkla yansıtmış. Dediğiniz gibi gözlem kabiliyeti de çok iyi. Gemiyi, dalgaları, gökte parlayan ayı ve yıldızları onun kadar güzel tasvir eden yazar görmedim. Sarsma konusunda sizinle hemfikirim. Bazı okurlar kitabı okuduktan sonra depresyona girdiklerini ifade ediyorlar ama ben bunu biraz abartılı buluyorum. Yazarın kendi ruhsal durumu bu kadar etkileyici yazmasının bir nedeni olabilir. Virginia Woolf gibi ruhsal karanlığa gömülenler edebi yönden üst düzeyde eserler üretebiliyor. Teşekkür ederim:)
YanıtlaSilStefan Zweig'in kitaplarının sevilmesinin ana nedenlerinden biri kısa olmaları bence diğerlerinden biri de içinde iyi hayat metodlarının derslerinin olması. Her okuyan farklı bir pencereden bakabilir kısa sade sıradan ama derin
YanıtlaSilBazı yazarları bir kez daha okumak gerekiyor. Ve dediğiniz gibi kafa biraz boş- rahat olacak. Değilse okuyup geçiyor insan, o kitabın içine giremiyor. Bu yüzden bazı kitapları rahatlayınca yeniden okunacaklar arasına alırım ben.
YanıtlaSilKesinlikle. Aslında kitap hakkında çok olumlu değerlendirmeler yapıldığını bildiğim için önyargıyla başlamıştım okumaya. Kesin seveceğim bu kitabı diyordum. Sanırım bu nedenle yalamadan yutmuşum ne yediğimi bilmeden, yeterince sindiremeden. Haklısınız, defalarca okunması gereken kitaplar var.
SilYazarın okuyup da etkilendiğim kitaplarından bir tane daha. Dediğiniz gibi önce adını merak edip araştırmıştım nedir diye. Şimdi farkına vardım biraz ara vermişim Zweig okumalarına. Bir tane daha seçip kitap haneme katmalıyım.
YanıtlaSilBazen çeviriden kaynaklanıyor kitabın içine girememe hali, bazen de gerçekten aklımızı bir türlü kitap satırlarına veremiyoruz. Yeniden denediğiniz için tebrik ederim :)
Yayın çok güzeldi :) Elinize sağlık.
Bir kez daha okumadan edemezdim. Zira herkesin göklere çıkardığı bir kitap hakkında olumsuz düşünceler dile getirecek olmam beni son derece rahatsız ediyordu. Bu baskı beni kitabı yeniden okumaya yönlendirdi. İyi ki bu kararı vermişim dedim sonunda. Zira yazara büyük haksızlık edecektim. Belirttiğim gibi çeviri değildi sorun. Bende gereksiz yere okuyup bitirmek, yani okumuş olmak için okumak gibi saçma sapan bir duygu hakimdi o sıralar. Bu yüzden kendimi vermediğimden dolayı ilk okumamda detayları kaçırdım. Çok teşekkür ederim:)
SilBen bu kitabı okuduğumda çok sevmiştim. Bana özellikle çok sarsıcı gelmişti. Belki de okuduğum dönemle alakalıydı bilmiyorum. Bir tatil sonrası okumaya bir müddet ara verdikten hemen sonra bomboş bir zihinle başlamıştım.
YanıtlaSilHaklısınız, insanın kafası başka bir işle meşgul iken okuduğu kitaptan verim alamıyor. Yazarın kalemi harika:)
Silbu amok ile satranç, en zor kitapları sayılır, diğer eserleri hafif, yumuşak :)
YanıtlaSilBen Satranç'ı Amok Koşucusu'ndan daha çok sevdim:)
Sil