Cenova'daki otelimizden biraz erken ayrılıyoruz bugün. Zira hem Pisa hem de Floransa'ya daha fazla zaman ayırmamız lazım. Şimdiye kadar ziyaret ettiğimiz şehirlerin ruhunu yansıtan kültür ve sanat içerikli yerlerin belli merkezlerde toplu olarak bulunması işimizi çok kolaylaştırmıştı. Gel gelelim bugün biraz daha hareketli geçeceğe benziyor. Pisa'da meşhur eğik kulenin dışında görülmesi gereken bir sürü yer olması sebebiyle programımızı esnek tutmuş, Pisa'dan sonra Floransa'ya bilet almamıştım. Geç kalırsak Floransa'yı istediğimiz gibi gezemeden dönmekten korkuyordum. Bu yüzden Roma-Floransa için bilet alma işini de son güne bırakmıştım. Yani Pisa ve Floransa'ya ayıracağımız zamanı baştan kestirememiştim.
Kısa bir yürüyüşten sonra geldiğimiz Genova Brignole Tren İstasyonundan 07.12'de hareket ediyoruz. Tiren Denizi kıyısını takip ederek İtalya'nın turistik batı sahilleri boyunca güneye iniyoruz. Trenimiz yolumuz üzerinde bulunan meşhur Portofino ve Cinq Terre köylerini geçerken ara istasyonlarda yolcularını indirip bindiriyor.
Bologna'dan beri bize eşlik eden güneş "Benden bu kadar" dercesine tepemizden çekilerek, yerini yağmurlu bir havaya bırakıyor. Yolculuk sürelerimiz garip bir şekilde kat ettiğimiz yolun kilometresine bağlı değil. Genel olarak şehirler arası seyahatlerimiz iki saat kadar sürüyor. Tren biletlerini ayarlarken dikkatimi çekmeyen bu durum hoş bir tesadüf. Farkında olmadan uzak mesafelere hızlı, daha yakınlara orta hızdaki trenleri seçmişim demek. Pisa Merkez Tren İstasyonuna vardığımızda sağanak bir yağmur karşılıyor bizi. Bugün konaklamayı Floransa'da yapacağımız için çanta ve valizler elimizde kalıyor. Onlarla birlikte yağmur altında hiçbir şey yapamayız.
Eşyalarımızı bırakacak bir emanet bürosu bulmayı ümit ediyoruz. İstasyondaki görevlilerden biri yardımcı oluyor ve aradığımız yerin binanın arka tarafında olduğunu söylüyor. Bavul ve çantaların büyüklüğü ya da ağırlığı önemli değil, parça başına beş Euro fiyatla eşyaları teslim alıyorlar.
Yanımıza şemsiyelerimizi alıp meydana çıktıktan sonra gördüğüm ilk "tabacchi shop" tan günlük toplu taşıma biletlerimizi alıyorum. Sorup soruşturduktan sonra kentin en önemli meydanı olan "Piazza dei Miracoli" yani Mucizeler Meydanından hangi otobüslerin geçtiğini öğreniyorum. Otobüse bindikten sonra navigasyonla ilerlediğimiz güzergahı takip ederken gözüme kestirdiğim birisine inmemiz gereken durağı soruyorum. Yağmur altında adres aramak arzu ettiğimiz bir şey olmadığı gibi boşa kaybedecek zamanımız da yok. İndiğimiz durakta yağmurun şiddetini yitirip ahmak ıslatan moduna geçmesi yine de şükredilecek bir durum bizim için.
Ara sokaklardan birinin çıkışında hedefimizdeki meydana ulaşıyoruz. Dünya gözüyle görmeyi çok arzuladığım ve sadece bu yüzden programa aldığım Pisa Kulesi işte, tam karşımızda. En önde Galile'nin vaftiz edildiği İtalya'nın en büyük vaftizhanesi, onun arkasında Toscana bölgesinin en büyük katedrali ve en arkada muhteşem Pisa Kulesi.
Hava kapalı olduğu halde gökyüzü yüksek. Böyle bir havada olmasını beklediğim kara bulutların yerine gümüş renkli parlaklık etkileyici yapılara gizemli bir fon oluşturuyor.
Mucizeler Meydanındaki ünlü eğik kuleye doğru yaklaşırken bol bol fotoğraf çekiyoruz. Yapımına 1173 yılında başlanan Pisa Kulesini görüp de şaşırmak elde değil. Evet, eğik bir kule olduğunu biliyoruz ama bu kadar mı eğik olur? Her an yan yatacakmış, devrilecekmiş gibi duruyor. Bologna'nın ikiz eğik kuleleri Asinelli ve Garisenda Pisa Kulesini gördükten sonra eğikliğini unutturuyor. Eşime kuleye çıkma teklifim "Ne olur ne olmaz, yıllarca devrilmemiş biz çıkarsak devrilesi tutar." gerekçesiyle havada kalıyor. Bu kadar yan yatmışken hiçbir sütunun çatlamaması, kapıların çalışması nasıl mümkün olur? Her yıl kapı kasalarını elden geçirdiklerini, kule eğildikçe yeniden ayarladıklarını düşünsek dahi o dantel işler gibi şekillendirilen zarif mermer sütunların üzerinde en ufak bir çatlağın olmamasına ne demeli?... Daha dün hizmete girmişçesine bembeyaz binaların uzun yıllar önce yapıldığına inanması güç.
Buradan ayrılası gelmiyor insanın. Yağmurlu bir gün olmasına rağmen turist grupları meydanı dolduruyor. Pisa Kulesi bu kadar eğik olmasaydı yine aynı ilgiyi uyandırır mıydı? Biraz zor. Bu ilgi hemen yanı başındaki Rönesans döneminin en güzel yapılarından St. John Vaftizhanesi ile yapımına 1063 yılında başlanan muhteşem Pisa Katedralini gölgede bırakıyor desem kimse inanmaz. Piazza dei Miracoli'den ayrılırken yağmur başlıyor yine. İstasyona dönmek için durak ararken şehrin sokaklarında dolaşıyoruz. Yolumuz Arno Nehri kıyısına çıkıyor. Karşı tarafta 1230 yılında inşa edilen ve önemli gotik mimari örneklerinden biri olan Santa Maria Della Spina Kilisesine ilişiyor gözümüz. Daha gidecek uzun bir yolumuz, görülecek kocaman bir şehrimiz olduğu düşüncesi bizi otobüs duraklarına çekiyor. İstasyondaki emanetten eşyalarımızı teslim alıyor ve ilk Floransa trenine yetişiyoruz.
Bir saat on beş dakika sürecek tren yolculuğu ilaç gibi gelmiş olmalı ki, koltuğa oturur oturmaz gözlerim kapanıyor. Floransa'nın iki ana istasyonundan biri olan Firenze Campo di Mare'de inmemiz lazım. Son durak değil bu, tren Roma'ya kadar gidiyor. Eşim uyandırmasa gözümü Roma'da açmam işten değil (!) Apar topar eşyalarımızı toplayıp iniyoruz. Otele kadar yarım saatten biraz daha az sürecek yürüyüş mesafesi var önümüzde. Yağan yağmur yerleri ıslatmış, hava iyice serinlemiş. Otelin bulunduğu sokağı bulmamız zor olmuyor ancak otele ait bir işaret, bir tabela olmadığından bir aşağı bir yukarı dolanıyoruz. Roma'dakine benzer kat otellerinden biri bu. Sonunda aradığımız yeri buluyoruz. Zile basınca kapı açılıyor ve ikinci kata çıkıyoruz.
Görevli hanımefendi odamızı gösteriyor, gerekli bilgileri veriyor. Odamız fena değil. Ne var ki eşimi bir üşüme krizidir tutuyor. Klima çalışır görünse de çıkardığı sesten başka bir işe yaramıyor sanki. Resepsiyondaki güzel hanımefendiyi çağırıp durumu anlatıyorum. Merkezi sistemle çalışıyormuş klimalar. Odaların sıcaklıkları bilgisayardan takip ediliyormuş. "Tamam, şimdi 24 dereceye ayarladım." diyor. Değişen bir şey yok. Aslına bakılırsa öyle titreme tutacak kadar soğuk değil oda. "Sen şifayı kaptın korkarım." diyorum eşime. "Yok ben bir yere gitmem bu soğukta." deyip yorgana sarınıyor. Canım sıkılıyor bu duruma. "Tamam da, biz buraya otelde yatmak için mi geldik? Floransa'ya gelip Floransa'yı görmeden giden ilk turist biz olacağız." diyorum. "Sana haksızlık etmeyim, sen git gez istersen." diyor bütün samimiyetiyle.
Bir yanım "Sen olmadan ben neyleyim Floransa'yı?" derken, diğer yanım "Buraya kadar gelip görmeden dönmek aptallık." diyor. Napoli'deki kazadan sonra elimizde tek kalan telefonla birlikte eşimi odada bırakıp mahzun bir şekilde otelden ayrılıyorum." Akşamları "Kelime Oyunu" yarışma programı ile takip ettiği dizileri kaçırmadığını biliyorum eşimin. Odadaki televizyonda Türk kanalları çıkmadığından telefonu onun yardımına koşuyor. Bu sebeple konakladığımız otellerde internet olması hayati önem taşıyor(!) Otelden çıkıp sadece birkaç yüz metre ilerledikten sonra kendimi Duomo Meydanında buluyorum.
Floransa Katedrali ve Çan Kulesi bütün heybetiyle beliriyor karşımda. Oldukça hareketli saatler. Bilinçsizce sokak aralarında dolaşmaya başlıyorum. Aklım eşimde. O yanımda olmadan tadı çıkmıyor bu gezmelerin. Her sokak başka bir tarihi yapıya çıkıyor. Yanımda ne bir gezi notu, ne de yol gösterecek telefon var. Her gün farklı bir otelde kaldığımız için otelin adını bile unutuyorum. Aklıma otelden aldığım kartvizit geliyor.
Baktım olmadı, en kötü ihtimalle kartın üzerindeki adresten oteli bulabilirim. Gördüğüm her yer muhteşem ama bir fotoğraf dahi çekme imkanım yok. Sokakların arasında resmen kayboluyorum. Yolumu bulacağım diye yeni yeni yerler keşfediyorum. Tam ümitsizliğe düştüğüm anda otelimizin bulunduğu Duomo'ya açılan sokak çıkıyor karşıma. Ne yapıp yapıp eşime gezdiğim bu yerleri göstermeliyim. Onca yorgunluktan sonra aynı yerleri eşime kılavuzluk ederek göstermek hiç sıkmayacak beni. Yeter ki otelden çıkmaya ikna olsun.
Otele döner dönmez eşime "Hadi hazırlan, gezdiğim yerler o kadar güzel, o kadar görülmeye değer ki, onları görmeden gitmene gönlüm razı değil. Zaten bir tane bile fotoğraf çekemedim." diyorum. İki üç saat dinlenmiş olmanın verdiği enerji ile ikna oluyor. Dışarı çıktığımızda artık hava kararmıştı. Eşimi rahatlatıyorum. "İnan ki, çok yol yürümeyeceğiz." Eşim biraz kendine gelmiş gibi. Hava serin olmasına rağmen önceki kadar üşümüyor. İki saat daha Floransa sokaklarını birlikte geziyoruz. Bu şehrin akşamları da güzel ve hareketli.
Daha görülecek çok yer olduğunu bildiğim için eşime iki seçenek sunuyorum. Ya yarını yine Floransa'ya ayırıp akşama doğru Roma'ya dönelim ya da sabahleyin doğrudan Roma'ya dönüp orada gitmeye fırsat bulamadığımız Pantheon, Piazza di Campo de Fiori, Piazza Navona gibi yerleri görelim. Eşim tercihini sabah Roma'ya dönmek yönünde yapıyor.
Pisa Kulesi gerçekten de pırıl pırıl ve harika gözüküyor. Tarihi binaların hepsi çok görkemli ve zarif.
YanıtlaSilGezi plânı çok yoğun ve hava da yağmurlu olunca insan çarpılıyor haliyle. Beni de çok etkiler. Çantamda hep vitamin ve ağrıkesici bulundururum o yüzden :)
Tarih deyince aklıma gelen ilk ülke İtalya. Korumasını ve değerlendirmesini de iyi biliyorlar.
SilNeyse ki uzun sürmedi:)
Öylesine güzel, detaylı ve sürükleyici anlatmışsınız ki sayenizde hayali bir gezi gerçekleşti.Yurt dışında birkaç ülkeyi gördüm ama İtalya'ya gitmedim. Kızım da hep "Anne sen mutlaka görmelisin" der.
YanıtlaSilEşinize geçmiş olsun. Hava değişimi, farklı beslenme sanırım etkiliyor.
Sağlıklı, güzel günler diliyorum.
İnsan yaşadığı bir şeyi hayal ettiğinden daha kolay kaleme alıyor. Yaşananları yazarken bir kez daha yaşamış hissi uyandırıyor. Bu bakımdan karşılaşılan sıkıntılar bile bazen eğlenceli hale geliyor, gülümsetiyor insanı. Eğer imkanınız varsa, İtalya'yı görün derim. Tarih, kültür, sanat, doğa, mutfak kültürü ne ararsanız var.
SilTeşekkür ederim, etkileyen her neyse kısa sürede geçti gitti:) Sağlıcakla kalın.