KATEGORİLER

8 Şubat 2020 Cumartesi

HAYATIN İÇİNDEN BÖLÜM 1

Marmara Depremi korkutmuştu herkesin gözünü. Genel Müdürlükten gelen üst düzey yetkililere büyük toplantı salonunda verdiği brifinglere katılım artmıştı. Sadece ilgililer değil, civar köylerin muhtar ve azaları, oda başkanları ve gazeteciler. Herkesin merak ettiği inşaatın ne zaman biteceği değil, barajın kaç şiddetinde depreme dayanabileceğiydi. İngilizler, bölgenin depremsellik özelliklerini dikkate alarak titiz bir çalışma yapmış, farklı senaryolara göre baraj gövdesinin dinamik analizlerini en gelişmiş bilgisayar yazılımları ile çözmüş, buna göre kullanılacak betonun taşıması gereken özellikleri belirlemişti. Görünürde hiçbir sorun yoktu yani. 

Korku büyüktü! Müteahhitlerin büyük bir kısmı için güzel bir fırsattı aynı zamanda bu. Baraj gövdelerinin ön ve arka yüz eğimleri yatırılmaya, böylece dolgu hacimleri arttırılmaya başlandı. İş adamları, hangi müteahhidin deprem korkusu ile iş miktarını ne kadar ve nasıl arttırdığı konusunda kulak kabartıyorlar, birbirlerinden öğrendiklerini sanki kendi fikirleriymiş gibi teknik elemanlarına aktarıyorlardı. Garip bir zevk alıyorlardı bu işten üstelik, bak sizin aklınızın ucundan geçmeyenleri ben düşündüm havalarında bir nevi üstünlük sağladıklarını zannediyorlar, tatmin ediyorlardı kendilerini. Büyük bir yarış başlamıştı müteahhitler arasında. Her biri yüklendiği işlerde diğerlerinin yaptıkları keşif artışlarını kıskanır oldular.

Zor işti mühendislik bu ülkede, ister devlette çalış, istersen özel sektörde. İyi mühendisin tanımı, en iyi projeyi, hesabı yapan değil, patronuna en çok para kazandıran kişiydi. Orhan da bu çarkın bir dişlisiydi. Fakat ana dişli Rauf Beydi. Akıl almaz taleplerle hedefi ortaya koyuyor, işin teknik kılıfına sokulmasında Orhan'a çok güveniyordu. Rauf Bey, kendini satmayı iyi bilirdi. Patronun hakkı olmadan cebine giren her kuruştan payını alma konusunda üstüne yoktu. Bu amacına her seferinde değişik yollardan ulaşırdı. Kâh patronlarla kavga dövüşle, kâh şirketin ona iş harcamalarında kullanmak üzere verdiği kredi kartından kişisel harcama yaparak. Öyle ki, şantiyelere gittiğinde üç kuruşluk berber parasını bile şantiye şefine ödetmekten çekinmezdi. 

Orhan'ın durumu farklıydı. Baba bildiği devletle ekmeğini yediği patron arasında sıkışıp kalmıştı. Ekmeğini devletten yiyen memurların aslında devleti yediğini çok iyi biliyordu. Hatta bir keresinde bir şube müdürünün "Devlet beni düşünmüyor ki, ben devleti düşüneyim." deyişi aklından çıkmıyordu. "Madem şirketinin çıkarını düşünmüyorsun, o zaman sen git de bana patronun gelsin" demişti müdür, en namuslu bildiği devlet memurlarından biriydi o Orhan'ın. Hangisi daha namuslu bir davranıştı? Topladığı vergileri yandaşlarına ya da menfaati uğruna peşkeş çeken devletin yanında yer almak mı, yoksa emeğinin karşılığında geçimini sağlayan patronun çıkarlarına hizmet etmek mi?

(Devam edecek)

14 yorum:

  1. Kutsal kitaplarda en önemli değer adalet duygusu. Adeleti temin etmekten başlıyor dürüst bir yaşam. Tabi buna ek olarak ahlak ve seciye. Kanunlar yapıılyor ama köşeli. Bazılarımızı acıtıyor. Oysa vicdan köşeli kanunları yumuatıyor. Ne yazık ki insanlık şirazesinden çıkmış; birbirimizi sahiplenmek yerine kıyım kıyım kıyılmışız. Cehaletin karşılığı bildiğimiz gibi bilgisizlik değil0 zulüm. Gemisini kurtaran kaptan misali, kimisi bir kuru ekmeğe talip, kimisi uçağını yedeklemeye. Ne yazık ki bencillik ruhumuzu sarmış. Yeni bir paradigmaya ihtiyaç var. Yaşam biçimlerimizi fıtrata uygun hale getirecek, düşünce, duygu ve davranışa ihtiyaç var. öyle bir paradoks yaşanıyor ki; insanlık kendine tuzaklar hazırlıyor ve insan nesli git gide canavarlaşıyor. Hastalıklı düşünce ve davranışlar bütün dünyayı sarmış durumda. Onun için insani ve vicdani düşünceler de evrensel boyutta olmalı. Birey olarak ne kadar şuurluyuz bir hayatımıza bakmalıyız. Şuurumuz kadar insanız, şuurumuz kadar adaletli ve vicdanlıyız. Şuurumuz kadar ahlaklı ve seciyeliyiz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne güzel özetlemişsiniz. Evet her şeyin başı adalet. Adalet varsa vicdan da olur ahlâk da. Adaletsizliktir insanı şirazesinden çıkaran. Egoizm, savaşlar, cinayetler ve her türlü kötülüğün ana sebebi.
      Fıtratımızda var bu kötülükler. Ne işe yarayacaksa böyle üflenmiş ruhumuza. Böyle kurulmuş dengeler. Ayakta kalmanın yolu birilerinin sırtına binmek olmuş. Ayakta kalamayan sürünmüş yerlerde başkalarına basamak olmuş.
      İnsan olmaktan utandığımız olaylar yaşıyoruz. Bu düzende bir düzensizlik, bir adaletsizlik var. Gücümüz yok fıtratımızı değiştirmeye. Belki Tanrı da kesmiş bizden ümidi. Hep sorarım kendime? Cennet tek kişilik mi? diye. Çünkü iki insan bir araya gelse orayı da çevirir cehenneme. Adem'i Havva'nın ayarttığı gibi yedirirler adama elmayı yine. Sahi, ne değişti o günden beri? Dünya mekânında ıslah mı olduk, yoksa daha mı canavarlaştık?

      Sil
  2. Sapiens' de etkileyici bulduğum pek çok şey olmuştu okuduğumda ancak aklımda kalan homosapienslerin dünya üzerindeki en vahşi tür olduğu ile ilgiliydi. Sadece hemcinslerine karşı değil doğaya ve diğer canlılara karşı da çok acımasız ve bencilce davranan bindiği dalı kesen bir tür olarak yok olmaya mahkumuz bence... dedikten sonra :)))

    Öykünün devamını merakla bekliyorum. Çok çarpıcı bir giriş olmuş diliniz de çok okunası ve akıcı, tebrikler :)))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de okumuştum. Gerçekten bindiğimiz dalı kesiyoruz. Bizden sonraki nesilleri asla düşünmüyoruz. Bencillik kişisel tercihimiz değil belki ama toplum buna itiyor bizleri. Meselâ rüşvet veriyoruz suç olduğunu bile bile. Yoksa işimiz çözülmüyor. Zamanında cumhurbaşkanı bile dememiş miydi benim memurum işini bilir diye.
      Güzel sözleriniz için teşekkürler, devamı gelecek:)

      Sil
  3. inşaattan, müteahhitlerden öyle soğudum ki..oysa ne güzel binalar var yeryüzünde yaşama sevinci veren. mesleğiniz çok saygın ama böyle ayağa düşmesi, herkesin müteahhit olabilmesi filan sinir ediyor insanı..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Van minüt:)) Mühendislik de müteahhitlik de yaptım. Siz sanıyor musunuz ki, görevini kötüye kullanan, haksızlık yapan, devleti zarara sokan sadece mühendisler ve müteahhitler?
      Hangisinden başlayayım? Yüksek yargı üyeleri, bakanlar, doktorlar, öğretmenler, avukatlar, eczacılar velhasılı karar merciinde görev alan tüm meslek grupları.
      DSİ Genel Müdürlüğünde her katta odacılar vardır. Bunlar yürüyen gazete gibi, her türlü haberi onlardan alır, gerektiği takdirde bulamadığın bir evrakı bulur, işi düşenin işini kolaylaştırılar. Her yılbaşı şirketler ajanda bastırır ve dağıtırlar. Bazıları bu odacılara ajandanın arasına bugünkü parayla diyelim elli ya da yüz lira koyarlar. Odacı ajandayı alıp sayfalarını karıştırır, beklediğini göremezse ajandayı dağıtan şirket görevlisine bende bundan çok var diye iade eder. İçi boş ajanda gönderen şirketin onlardan alacağı gönüllü! hizmeti kaybetmiş olur.
      Herkesin müteahhit olması sinir etmesin sizi:) Büyük vurgunları büyük müteahhitler yapar. Devlet hepsini bilir bunların, işin kazanan küçük ortağı olduğu için sesini çıkarmaz, olan gariban halka olur. O bilmez bu dolapları, bilse ne olacak ki, bilse o da çıkartmaz sesini korkudan.

      Sil
  4. hımmm, yazım tarzını değiştirdin yaniii, çok somutttan biraz soyuta, genele geçmişsin. 2000'lere geldik herhaldeee :)

    YanıtlaSil
  5. Evet, 1999 yılı içindeyiz. Bir de böyle deneyelim:)

    YanıtlaSil
  6. aa yeni bir seri sanmıştım ama ikinci sezon muymuş diğerine tam yetişemedim ben ara ara okuyabiliyoruum :) peki ama baraj dayanıklı mıymuş sahiden aklıma takıldı şimdii

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İkinci sezon diyebiliriz:) Anlatıcı değişti. Sorun barajların genel olarak gereğinden çok daha fazla emniyetli olması:)

      Sil
  7. İnsan denen canlı çıkarları uğruna her şeyi yapar sanırım. adalet artık olmayan bir kavram gibi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumunuzu çok geç gördüm, kusuruma bakmayın. Evet en çok ihtiyacımız olan adalet.

      Sil