Seyahat başlayana kadar geçen bir hafta boyunca Esther'in yanına hiçbir gün eli boş gelmedi Martin. Getirdiği çiçekler, ufak hediyeler arasında Macar dilinde yazılmış kitaplar fazlasıyla hora geçmiş Esther’in çok hoşuna gitmişti. Hafta sonu karısı Lilla ve küçük oğlu Daniel’i de yanına alarak birlikte güzel vakit geçirdiler.
Hiçbir ortak geçmişi bulunmayan bu iki insanın konuşacak onca şeyi nereden bulduklarını merak ediyordu, Kemal. Bir köşede sessizce otururken onların masanın başına geçip bazen saatler süren samimi sohbetlerinden tedirgin oluyor, bu esnada arada bir yüzüne bakıp gülümsemelerinden sanki kendisini çekiştiriyorlar izlenimine kapılıyordu. Her fırsatta Martin’e ne konuştuklarını sormak, öğrenmek istiyordu ama alacağı cevabın konuştuklarıyla ilgisi olmayacağını düşünüyordu. Kendisiyle yine dalga geçecek, ya "Patron merak etme, Prenses Nora'ya hediye etmeyi düşündüğün muhteşem şatodan bahsediyorum." diyecek, ya da "Prenses Nora'nın çok sevdiği güveçte pancarlı ördek ciğerinin tarifini veriyorum." deyip saçma sapan bir şeyler söyleyecek ama asla gerçekte ne konuştuklarını öğrenemeyecekti.
Bilgisayarın karşısına ilk kez geçtiklerinde ekranda beliren resimler, videolar Esther'i ürkütmüş, bir ara çığlık çığlığa kaçmaya kalkmıştı. Martin, onu zorlukla ikna etmiş, dünyayı ayağına getiren bu sihirli cihazın kendisine zarar vermeyeceğini anlatmıştı. Martin’in bir hafta boyunca bütün yapmak istediği Esther’i er ya da geç yüzleşeceği modern yaşama alıştırmaktı. Bilgisayar ekranından gösterdiği kalabalık caddeler, Esther'e tuhaf gelen kılık, kıyafetler, şehir hayatı, hızlı trenler, kuş gibi havada süzülen uçaklar, denizleri süsleyen devasa yolcu gemileri genç kadını hayretler içinde bırakmıştı. Heyecanla sorduğu çocuksu sorulara cevap yetiştiren Martin’in halini gören Kemal, otelde ilk karşılaşmalarında kaba bir şaka olarak nitelediği, "Şimdi siz bana Prenses Nora’nın dadılığını teklif ediyorsunuz, öyle mi?" sorusunun hiç de yersiz olmadığını düşünmeye başlamıştı.
Martin gelene kadar odasından dışarı çıkmıyordu Esther, kahvaltı için
salona çağrıldığında ise daima prenses kostümü içinde gösteriyordu
kendini. Evin yeni düzenine alışmaya
çalışan Selmin, hanımına karşı duyduğu tedirginlik ve korkuyu üzerinden atmış
görünüyordu. Esther’le birlikte Martin ve Kemal kahvaltı masasındaki yerlerini
aldığında Selmin çay servisine başlıyor, daha sonra, önce Esther’in kaldığı yatak odasını, ardından
Kemal’in yattığı misafir odasını derleyip topluyordu.
Bir öğlen yemeği sonrası salonun pencere tarafındaki koltuğa
yerleşen Esther, Martin’in getirdiği kitaplardan birini açıp okumaya başladı.
Gevezelikte birinciliği kimseye kaptırmayan Martin ise eline bir gazete almış,
nasıl olduysa Esther’i ilk kez kendi haline bırakmıştı. Kemal Martin’in yanına
yaklaştı ve elini adamın omzuna atarak dostça gülümsedi.
- Seninle hiç ciddi bir şey konuşamayacak mıyız? diye sordu yumuşak bir ses tonuyla.
- Benden bunu bekleme Patron dedi, Martin. Bak dostum, dünyada
hiçbir şeyi ciddiye almamak lâzım. Her zaman eğlenerek hayatın tadını çıkarmaya bakmalı insan. Ciddiyet körlüğe yol açan bir hastalıktır.
- Ne alakası var körlükle şimdi? diye sordu Kemal.
- Ciddiyet insanı belli bir konuya yoğunlaştırır. Onun dışında her şeyi unutursun, sadece görme yeteneğini değil bütün duyu organlarını kaybedersin. Ciddiye almaya değen tek şey nedir biliyor musun? Biraz bekledikten sonra kendi sorusunu kendi cevapladı Martin. Elbette yaşamın ta kendisi. Yaşamdan başka hiçbir şeyi ciddiye almamalısın.
- Dur, dur. Kafam karıştı şimdi. Sen yaşamı ciddiye alıyor musun, almıyor musun?
Martin her zamanki neşeli haline dönüp bir kahkaha patlattı ve devam etti.
- Kimine göre ciddiye alınması gereken aşktır. Aşkın da envai türlüsü var tabii. Kimi işine aşıktır, kimi eşine… İşte bu tür bağımlılıklar kör eder gözlerini adamın. Paraya, giyimine kuşamına, arabasına, yatına, köpeğine aşık olanları saymıyorum bile. Bu dünyadan ümidi kestiysen bak o başka. O zaman Mevlâna, Yunus Emre örneğinde olduğu gibi manevi aşkla kör edebilirsin gözlerini. Bu yolu hiç denemedim Patron. Ama ben yaşamı bütünüyle ciddiye alırım, onu asla parçalamam.
Martin’in sözleri Kemal’in üniversite yıllarında ezberlediği Nazım
Hikmet’in "Yaşama dair" şiirini getirmişti aklına, mırıldanmaya başladı hafızasından hâlâ
silinmeyen dizeleri,
Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
Yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin.
Hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
Ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
Yaşamak, yani ağır bastığından.
Esther okumaya ara verdi, gözlerini kucağına düşürdüğü
kitaptan ayırmadan konuşulanları sanki dinler gibiydi. Martin, Kemal’in atladığı
dizelerle devam etti.
Bir sincap gibi mesela,
Yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
Yani, bütün işin gücün yaşamak olacak.
Kemal, yıllar önce ezberlediği bu dizelerde şairin ne demek istediğini şimdi daha iyi anlıyordu.
***
Martin’lerle birlikte havaalanına gitmek üzere yola
çıktıklarında arka koltukta Lilla’yla Selmin’in arasına almışlardı Esther’i. İlk
kez karşılaşacağı insan kalabalığına ve caddelerin yoğun araç trafiğine nasıl tepki vereceği merak konusuydu.
Martin’in haftanın her günü Esther’e bilgisayardan gösterdiği resimler, filmler epey işe yaramış, korktukları kadar büyük bir aksilik çıkmamıştı. Yol boyunca zaman zaman panikleyip küçük çığlıklar atmış, gözlerini açıp şaşkın bir şekilde etrafına bakınmış, dudaklarını titretip bir şeyler mırıldanmıştı sadece. Sürekli onunla konuşup meşgul olmasını sağlayan Martin’in yanı sıra, türlü şirinlikler yapan küçük Daniel de Esther’in sakinleşmesinde önemli bir rol üstlenmişti. İçlerinde en tedirgini, Selmin’di kuşkusuz. Sol tarafındaki kapıya iyice yapışmış, çökmüş omuzlarından sarkan ellerini dizlerinin üzerinde kavuşturmuş halde ürkek bakışlarla çaktırmadan hanımı izlemekle meşguldü yol boyunca.
Arabayı çok katlı otoparka bıraktıktan sonra bekleme salonuna doğru ilerlerken bütün gözlerin üzerine çevrilmesi Esther'i rahatsız ediyordu. Martin onun göz kamaştıran kıyafetiyle bütünleşen endamının meraklı gözleri mıknatıs gibi üzerine çekeceğini tahmin etmişti aslında. Bu yüzden kendisi de abartılı bir şövalye kıyafeti giymiş, bunu da yeterli bulmayınca karısı Lilla’dan da nedime kıyafeti giymesini rica etmişti. Hatta üç yaşındaki Daniel’i bile küçük bir şövalye kılığına sokarak Esther’in üzerinde toplanan dikkatleri dağıtacağını düşünüyordu. Onun bütün bu iyi niyetli çabaları yine de sonuç vermemiş, Esther’e gösterilen ilgiyi zerre kadar azaltmamıştı.
Budapeşte Havalimanı çıkış kapısında işletmenin gönderdiği
beyaz minibüsün şoförü karşıladı kafileyi. Güneşin gri bulutların arkasına saklandığı
sıkıcı bir havada çıktılar yola. Havanın sıkıcılığı Martin’i etkilememiş
görünüyordu, yaptığı espriler ve komikliklerle gruba neşe saçmaya devam ediyordu. Şoförün yanındaki koltuktan arkaya çevirdi başını.
- Sayın Misafirlerimiz, şu anda Prenses Nora’nın ülkesine doğru yol almaktayız. Kendisi sizleri topraklarında ağırlamaktan onur duymakta Sonra Esther’e dönüp onun anladığı dilden bir şeyler söyledi. Esther, gülümseyip saygıyla başını hafifçe öne eğene kadar hiç biri Martin'in az önce söylediklerini aynen tercüme ettiğine ihtimal vermemişti. Hepsi birden sevinçle bağırıp alkış tuttular.
Taş kemerli demir kapıdan bahçeye girdiklerinde gördükleri manzara hayli büyüleyiciydi. Golf sahasını andıran çimlerle yeşillendirilmiş bakımlı geniş bir bahçe içinde bütün ihtişamı ile kendini gösteren şato, hareketli gri bulutların oluşturduğu fonla daha da gizemli bir hal almış, yeni misafirlerini rüyalarında görebilecekleri bir âleme sürüklemişti. Sabahın erken saatlerinde yağan yağmurla birlikte toprağın havaya saldığı tazelik ve huzur hissettiren kokuyu içlerine çektiler. Bulundukları tepenin yamacında nazlı kıvrımlarla süzülen Tuna Nehrinden gözlerini alamıyorlardı. Görevliler eşyaları odalara taşırken kendilerine ikram edilen şarabı keyifle yudumladılar.
Kenarı işlemeli krem renkli bir örtünün serildiği beyaz çiçek
ve mumlarla süslenmiş oval yemek masasında Esther’in tam karşısına oturmanın
heyecanını yaşayan Kemal, özel misafirlerine usulen bir "Hoş geldiniz" konuşması
yapmayı geçiriyordu aklından. Özellikle Cevdet Bey ve bugün tanıştığı eşi için
bu nezaket gereğiydi. Görevliler şarap servisini tamamlandıktan sonra konuşmasını yapmak
üzere ayağa kalktı.
- Sevgili Dostlarım, Bu zor günlerimde beni yalnız bırakmadığınız için sizlere müteşekkirim. İnsanın canı pahasına değer verdiği bazı şeyleri fark edebilmesi için bazen onları kaybetmesi gerekiyormuş demek. Ben bunu geç de olsa öğrendim. Umarım sevgili karım bir an önce bulunduğu yerden çıkıp yeniden aramıza döner. Şunu bilmenizi isterim ki, o zaman gelinceye kadar kendimi asla affetmeyeceğim. Elindeki şarap kadehini havaya kaldırdı. Prenses Nora'nın şerefine!
Devam edecek
Merakla bekliyorum bu işin sonunu Mr. Kaplan:) Şu Martin cidden alem adam :)
YanıtlaSilSona doğru yaklaşıyor. Dünyaya Martin gibi bakmak lâzım ama her zaman olmuyor işte:)
SilYolculuğa çıktılar, keyifli gidiyor. Burada yeni gelişmeler olacak gibi. Kemal de yavaş yavaş değişti. Gelecek bölümü bekliyorum. :)
YanıtlaSilKemal Martin hakkında değişik düşüncelere sahip. Ona tam olarak güvenmiyor, kıskanıyor ve takdir ediyor:)) Bu yolculuğun sonu hayır olur İnşallah:) Bakalım göreceğiz.
SilSonunda şatoya gelindi. Şatonun bahçe ve çevresini, erken saatte yağan yağmuru betimleyen satırlar enfesti. Hikayenin müptelaları belli oluyor yorumlardan :))
YanıtlaSilEvet, şato güzel bir fikirdi. Çok teşekkür ederim:)
SilMaalesef "Son Dans" ı sürekli okuyamıyorum. Ama ne zaman okusam , önceki bölümlerin tamamını bilmesem de hep bir yerlerden konuyu yakalıyorum. Her bölümde insanı düşündüren, hayatı çeşitli yönlerden vurgulayan bir şeyler buluyorum. Bu, kaleminizin ustalığını vurguluyor. Örneğin; " Hiçbir ortak geçmişi bulunmayan bu iki insanın konuşacak onca şeyi nereden bulduklarını merak ediyordu."
YanıtlaSilBazen öyle olur gerçekten. O kişiyi yıllar öncesinden tanır gibi hissederiz. Karakterleriniz çok gerçekçi.
Pes etmeden öykünüzü bu uzunlukta sürdürmenizi de kutluyorum.
Nazik cümleleriniz için çok teşekkür ederim. Yazdıkça, okudukça ve olumlu ya da olumsuz eleştiri alınca geliştiriyoruz kendimizi. Elektrik aldım diye türetilen bir lâf var, aslında onun gibi bir şey bu durum. Bazen ilk görüşte ya yok ben bu kişiyle anlaşamam diyorsunuz ya da tam kafama göre onunla iyi dost olurum diyebiliyorsunuz. Okurken de yazarken de yarım bırakmayı sevmiyorum. Şu anda okuduğum Orhan Pamuk'un Veba Geceleri son derece ağır ilerliyor ve bütün okuma planımı bozdu. Ama inatla bitireceğim. Sorun kitapta mı bende mi kitabı bitirdikten sonra anlayacağım:))
SilBir an için gerçek yaşamda hepsi prenses ve şövalye gibi giyinmiş insanların önümden geçtiğini düşündüm :)) Sanırım hoşuma giderdi.
YanıtlaSilYaşama renk katmak gibisi var mı? Çoğu zaman çoğumuza çılgınca gelen şeyler hayata anlam katıyor. Ve Martin bunu idrak eden, kendini olduğu kadar çevresini de neşeye boğan bir karakter:))
Silsonunu merakla bekliyorum
YanıtlaSilComing soon:))
Sileğlenceli bölüm bu da :)
YanıtlaSilEvet, senin hoşlandığın alana girdi bu bölüm:)
Sil