KATEGORİLER

26 Temmuz 2022 Salı

AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 153

Sevgili DeepTone tarafından organize edilen Ağaç Ev Sohbetleri etkinliğimiz tüm heyecanıyla devam ediyorÖnceki haftaların sohbet konularını ve konu başlıklarını öneren arkadaşlarımızın  isim listesini burada bulabilirsiniz. Ağaç Ev Sohbetleri'nde bu haftanın konusunu sevgili Uçun Kuşlar / Makbule Abalı  belirledi:

"ÖSYM'nin uyguladığı LGS (Lise Giriş Sınavı) ve YGS (Yükseköğretime Geçiş Sınavı) ile ilgili görüş ve düşünceleriniz nelerdir? Bu sınavlardan birine siz veya bir yakınınız girmiş olsaydı, ülkemizde günümüz Eğitim Sisteminde hangi okul veya mesleklere yönlendirmeyi düşünürdünüz?"

Deveye sormuşlar, boynun neden eğri. Deve cevap vermiş; nerem doğru ki! Benim haftanın sorusuna vereceğim cevap da aşağı yukarı aynı olacak. Sadece sınavlar değil, ülkenin eğitim sistemi kökten değişmeli.

ÖSYM deyince benim aklıma ilk gelen isim Prof. Dr. Altan Günalp. 14 yıl boyunca aralıksız yürüttüğü başkanlık döneminde en ufak bir şaibeye karışmayan, her zaman hayırla yad edeceğimiz değerli bir insan. Eskiden aksayan bazı yönleri vardı ama bugünkü eğitim sistemimiz yerlerde sürünüyor. Eğer bir mucize olmazsa düzeleceğine de inanmıyorum. Sadece lise ve üniversite seviyesindekilere değil, imkânı olan bütün çocuklara ilkokuldan itibaren yurt dışında doğru dürüst eğitim veren okulları önerirdim. Çünkü bu ülkede eğitim diye bir şey yok artık. Okulda verilen eğitimle sınırlı kalmayıp kendini yetiştirmiş, mesleğini severek yapmaya istekli, liyakat sahibi az sayıda insanımız dışında bugün üniversitelerimizden mezun olan doktorumuz doktor değil, mühendisimiz mühendis değil, öğretmeniniz öğretmen değil. Askerimiz, hakimimiz, savcımız, avukatımız aklınıza gelen bütün meslek erbapları ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar, taşıdıkları unvanı hak etmiyorlar. Hak edenlerse kenarda köşede karın tokluğuna yaşam savaşı veriyor.

Hayalini kurduğu mesleği yapan şanslı insanlardan biriyim. Liyakat nedir? Yaptığı işi layığıyla yerine getirme kabiliyetidir. Sözgelimi liyakat sahibi bir mühendis, mesleki bilgi ve tecrübeye sahip, çalışkan ve kabiliyetli olmalı. Onca yıllık tecrübeden sonra ülkemizde liyakatin bu olmadığını gördüm. Bizim ülkemizde liyakatin anlamı "yalakalık". Bilginin, tecrübenin, kabiliyetin, ne kadar iyi eğitim aldığının, kaç dil bildiğinin zerre kadar önemi yok. Yalakalık derecesine sahip bir vatandaş en iyi okulları dereceyle bitirmiş, deneyimli, yetenekli bir vatandaştan çok daha fazla kabul görüyor ülkemizde. Onların çok daha fazla gelirleri var, daha önemli makamlara getiriliyor, daha az çalışıyorlar. O zaman herkesin aklına şu soru geliyor. Niye insan onca para ve zaman harcayıp iyi okullar bitirsin? 

Eğitim şart! Ama nasıl bir eğitim? İyi bir eğitim nasıl olmalı? Bu konuya geleceğim fakat size bunun bir ütopya olduğunu baştan söyleyeyim. Her şeyin başı eğitim mi, yoksa adalet mi sorusu hep kafamı meşgul eder. İkisi arasında gider gelirim. Adalete önem veren bir toplumda eğitim seviyesi yüksektir. Eğitimli insanların çoğunlukta olduğu bir toplumda adalet yerini bulur. Bu, tavuk mu yumurtadan çıkar, yoksa yumurta mı tavuktan paradoksuna götürüyor bizi. 

Bugün, millet olarak yaşadığımız bütün sıkıntıların sorumlusu dindar ve kindar nesil yetiştirmeyi kendilerine şiar edinmiş siyasetçilerdir. Siyasetin asla sirayet etmemesi gereken iki kurumdan biri adaletse diğeri eğitimdir. Bakınız, milli eğitim bile demedim. Çünkü eğitim, eğitimdir, milliyeti olmaz. Eğitimin her kademesi özerk olmalı, siyasetin oyuncağı haline getirilmemelidir. 

Her ne kadar uzmanlık dalım olmasa da eş durumundan kendi fikirlerimi paylaşmamda sakınca görmüyorum. Evet, ütopya dediğim bundan sonra başlıyor.

İlk olarak Diyanet İşleri Başkanlığını kaldırmakla başlardım işe. Laik bir ülkede 140.000 din adamının maaşını, camilerin elektriğini, suyunu, onarımını karşılamak zorunda mıyız? Cami imamlarının iktidar partisinin siyasi ve dini görüşlerini yurdun en ücra köylerine kadar yayması normal midir? Kilise ve diğer ibadethanelerde olduğu gibi buraların giderleri kendi cemaatlerince sağlanmalı ve Diyanetin bütçesi olduğu gibi eğitim bakanlığına aktarılmalıdır. İbadethanelerin yasalara uygun faaliyet gösterip göstermediğini, görev alanları dışına çıkıp çıkmadıklarını İçişleri Bakanlığı denetim altına almalı, gelir ve giderleri Sayıştay tarafından sıkı bir şekilde izlenmelidir. Vatandaş hangi ibadethaneyi kullanıyorsa onun bütün giderlerine ortak olmalı, yeterli cemaat bulamayan camiler ve diğer ibadethaneler kapatılmalı, varlıkları hazineye devredilmelidir. O zaman kimin dindar, kimin dinci olduğu göreceğiz bakalım.

Bakın, eğitimde plânlama önemli. Herkes doktor, mühendis olursa ayakkabılarımızı kim tamir edecek. Bildiğim kadarıyla Almanya bu konuda iyi. Çocuk henüz ilkokula giderken kabiliyetine ve ilgi alanına göre yönlendiriliyor. Şüphesiz, ülkenin hangi mesleğe ne kadar ihtiyacı olduğu da bu işin bir parçası. Yönlendirme nasıl olur? Diyelim tarım kötüye gidiyor. O zaman eğitim almış çiftçiye, besicilere, ziraat teknisyenlerine, ziraat mühendislerine ve baytarlara daha cazip maaş, daha fazla teşvik verirsin. Sözgelimi Türkçe öğretmenlerinin sayısı yetersiz mi? O zaman sadece o branşta eğitim verecek olan öğretmenlere daha yüksek ücret ödersin. Üniversite seviyesine gelen gençler yolunu önceden çizmiş olmalı. Ne ÖSYM'si? İhtiyaca göre öğrencileri yönlendirmedin mi? Teknikerse ihtiyacın meslek lisesi mezunlarını iki yıllık yüksek okullara, usta ihtiyacın için çocukları meslek okullarına göndermedin mi? Geriye kalanlar, üniversitelerde sınavsız, şaibeli mülakatlara ihtiyaç duymadan yer bulurlar o zaman.   

Sevgili Makbule Abalı gibi ben de Eğitim Enstitülerini hatırlatayım. Bu nadide kurumlarda sanat vardı, spor vardı, felsefe vardı, bilimsel araştırmalar, sorgulayan dimağlar vardı. Ne yoktu? Din yoktu, siyaset yoktu. Dinin, siyasetin yeri okul değil zaten. Dinini merak edip bu yolda ilerlemek isteyenler, ya bağlı bulundukları cemaatin camisinde ya da kilisesinde, cem evinde ya da sinagogunda yer bulsun kendilerine ya da yüksek tahsillerini teoloji üzerine yapsınlar. Siyasete gelince; o üniversite aşamasında müfredata girebilecek bir bilim dalı.

Diyaneti kaldırdık, eğitim kurumlarını özerkliğe kavuşturup siyasi etkilerden arındırdık, plânlamayı yaptık, eski Eğitim Enstitülerini örnek alıp bilim ve sanata önem verdik. Peki bitti mi, hepsi bu kadar mı? Evet, hepsi bu kadar basit. Peki bu kadar basit bir şeyi niye yapamıyoruz? Cevabını söyleyeyim:

Çünkü kafası çalışan vatandaş istemezler. Kafası çalışan vatandaş, sorgulamasını bilir çünkü. Benim milli duygularımı, inancımı sömüremezsin der. Vatan, bayrak, şehit diyerek beni kandıramazsın, ezan diyerek, başörtüsü gibi semboller kullanarak beni uyutamazsın der. İşte mevcut eğitim sistemi kafası çalışmayan, egoist, çıkarcı ve yalaka insanlar üretiyor. Sözde eğitimliler... Koyuna üniversite diploması versen ne yazar. Çoban nereyi gösterse gideceği yol orası. Sözde demokrasimizle bu çarkı tersine çevirmek mümkün değil, Mustafa Kemal Atatürk gibi bir önder gerek. Şimdi ister misiniz, bu adam şimdi resmen darbeyi teşvik ediyor desinler. TCK Madde 302, işlediğim suçları aşağıda açıklayayım, arkadaşlara kolaylık olsun bari!

1. Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozdum mu, evet bozdum. Diyaneti kapattım, adalet ve eğitim kurumlarını siyasetten arındırdım. Siyaset devletle eşdeğer! olduğuna göre devletin birliği dolaylı yoldan bozulmuş oldu haliyle. Ülke desen paramparça oldu, cemaatler ayrıldı, camiler boşaldı. Daha ne yapaydım?

2. Düşmanla işbirliği içine girdim mi? Düşman kim? Onlara göre M. Kemal Atatürk. O halde suçum sabit. Haklısınız hakim bey, suçumu kabul ediyorum, en büyük düşmanınızla işbirliği içindeyim.

3. Devlet karşı savaş için tahrikte bulundum mu? O kadar gücüm yok, olsaydı devletin cahil bireyler yetiştiren eğitimine savaş açılması için tahrikte bulunurdum. Burada yazdıklarımın fazla etkisi olacağını sanmıyorum.

4. Milli yararlara karşı eylemlerde bulunarak kendime fayda sağladım mı? Milli yarar? Kime göre, neye göre. Sizin anladığınız yararlar bana göre zarar olabilir mesela! Ama kendime fayda sağladığım doğru değil. Bu yazımdan sonra birileri tutup beni Eğitim Bakanı yaparsa o zaman konuşalım.

18 yorum:

  1. Yıllardır eğitim işlerinde emek vermiş bir Eğitimci gibi düşünce ve görüşlerinizi ne güzel dile getirmişsiniz.Son paragrafın son cümlesinde gülümsedim. Milli Eğitimde aşağı yukarı her iki yılda bir bakan değiştirmişiz. Ama benim belleğimde sadece Mustafa Necatı adı var. Değindiğiniz gibi eski ÖSYM başkanı Sn. Altan Günalp'ın adını her zaman saygıyla anarım. Adı hiçbir usulsüzlüğe karışmamış çok dürüst ve güvenilir bir insandı. İyiler unutulmuyor.
    Yıllardır Eğitimde bir yap-boz tahtası gibi öyle çok değişiklikler yaptık ki Bir zamanlar Kredili, Seçmeli Ders Sistemi uygulandı. Tam rayına oturtamadan vazgeçildi.Hep merak ederim,
    Bakanlarımız Danışmanlarını hangi ölçütlerle seçerler., deneyimlerinden, fikirlerinden nasıl yararlanırlar?
    Çocuklar ve gençler için her ülkede kurumların bütünlük içinde çalışması gerektiğine ben de yürekten inanıyorum. Özellikle Adalet bunların başında geliyor. Adam kayırma, haksızlık, taraf tutma gençleri çileden çıkartıyor, daha öfkeli, daha sinirli kindar bir kuşak yetişiyor.
    Eğitimde her güzel haber, her başarı mutlu yarınlara bir küçük adım gibi içimizi aydınlatıyor.
    Katkılarınıza çok teşekkür ederim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Estağfurullah, eğitim eğitimcilerin işi:) Ben sadece dışarıdan biri olarak fikirlerimi paylaştım. Aslında eşimin öğretmen olması sebebiyle eğitimde yaşanan sorunlardan bir nebze haberdar oldum. Ancak, sistem her yıl o kadar değişiyor ki, artık takip edemiyorum. Ayrıca eğitim çağında çocuk ve torunumuz olmadığı için son duruma biraz uzağım. Bakan deyince de elbette Köy Enstitülerinin kurucusu Hasan Ali Yücel geliyor benim aklıma.
      Bildiğim kadarıyla bazıları çocuklarını okula göndermeyip denetimsiz medreselere gönderiyorlar. Bir zamanlar İzmir'de büyük bir binada yatılı olarak ilkokul çağındaki çocukları zehirleyen bir yer vardı. Sonra internette aradım, bulamadım. Gerçekten de liyakat sahibi, çalışkan, cesur ve vatanını seven eğitimcilere her zamankinden çok ihtiyacımız var. Ben de size güzel konu seçiminizden ve Ağaç Ev Sohbetlerinize verdiğiniz katkıdan dolayı teşekkür ederim.

      Sil
  2. evet imamlar ve camilerin masraflarını devlet değil vatandaş karşılarsa diğerleri kolay :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne güzel:)) Nihayet anlaşabildiğimiz bir konu çıktı:))) Eğer dediğimiz olursa din de değer kazanır. Fakat görüyor musun, siyaset o kadar pislik bir şey ki, hiçbir parti oy kaygısıyla bunu gündeme taşımıyor.

      Sil
  3. Tartışa tartışa bitiremediğimiz konularımızdan biri.
    Fakat Almanya'da da çok oturmuş bir sistem yok açık söyleyeyim, üst-orta sınıf eğitimli ve iyi mahallelerdeki Almanları kayıran, göçmen çocuklarının büyük bölümünü maalesef alta iten bir sistem var.. Sistem değil eğitim bazında da mesela matematiksel dört işlem öğretme sistemi son 20 senede 7 defa değişmiş! Şu an ben kendi kızıma konuyu anlatabilmek için, youtube'dan falan önce kendim öğreniyorum :))) Ve o kadar saçma sapan işler ki, hiç sormayın.
    Bence sadece Türkiye'de değil dünyada bir eğitim reformu yapılmalı çünkü artık bu 2010 sonrası doğanlar "Generation Alpha" mı ne deniyor, onlar hakikaten bambaşka bir nesil, tamamen sosyal medya üzerinden ve okuma değil, deneme de değil, tamamen izlemeyle öğrenen bir nesil var önümüzde.... Bu değişmeyeceğine göre, bence eğitim sisteminin acilen değişmesi lazım..
    Din konusu burada güzel, beğeniyorum. Ya din dersi ya etik dersi seçiyor çocuklar ilkokulda. Din de katolik ya da protestan diye iki sınıfa ayrılıyor. Güzel bence.. Her tür "inanç / vicdan eğitimi sistemi"ne uygun.. Bizde de mesela din bilgisi ve ahlak kültürü olarak ayrılabilir, isteyen çocuğuna din öğretir, istemeyen etik, ahlak.. Şu an zorunlu mu bizdeki din dersleri, bilmiyorum..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çözüm gelmeyince tartışma bitmez:)) Bize davulun sesi uzaktan hoş geliyor. Sayenizde Almanya'daki durumdan haberdar oluyoruz. Fakat ne olursa olsun eğitim sistemimiz Avrupa'nın çok gerisinde. Bunu uluslararası değerlendirme kurumlarının yayımladığı raporlardan görüyoruz. Bildiğim kadarıyla eskiden birkaç üniversitemiz en iyi beş yüz arasına girebiliyordu, şimdi üniversitelerimizin sayısı katlanarak arttığı halde bir üniversitemiz ilk beş yüze giremiyor. Üniversitelerimizde yayımlanan makale sayısı diğer gelişmiş ülkelere kıyasla son derece yetersiz. Bazen yayınlanan makale konularına bakıyorum, içimden lanet okuyorum.
      Sınıf farklılıkları ezelden beri her toplumda var. Bunu ortadan kaldırmanın imkânı yok. Ne var ki, en üst % 5'lik gelir grubuna giren vatandaşla en alt % 5'lik gelir grubuna giren vatandaş arasındaki farka bakalım. Bu kadar fark gelişmiş toplumlarda kabul edilemez. Sosyal patlama getirir. İkincisi gelişmiş toplumlarda herkes gelirine göre vergisini öder. Bizim gibi geri toplumlarda zengine vergi affı çıkarırsın, vergi kaçırmasını görmezden gelirsin ama dar gelirli, ücretlilerden aşırı yüksek vergileri peşin peşin alırsın. Tabii adaletin olmadığı toplumların doğal sonucu bu.
      Evet, dört işlemin ya da herhangi bir öğretme sisteminin yaz boz tahtası gibi yirmi senede 7 kez değiştirilmesi doğru değil. Hoş, biz sistemi her yıl değiştiriyoruz o başka:))
      Z-kuşağı, Alpha adı her neyse, yeni nesilden ben de çok ümitliydim. Hatta onlardan bir önceki nesilden de. Gezi olayları beni epey ümitlendirmişti. Şimdi biraz umudum kırılmış durumda. Gençlerin çoğu olayın farkında ama aralarında bazıları var ki, aynı yetmişlik dedeler gibi düşünüyor. Sosyal medya, iyi güzel de, bu ortamı troller ve kötü niyetliler de kullanıyor maalesef. Umarım bir şeyler değişir ve dünya gözüyle görebiliriz bunu.
      Bildiğim kadarıyla din dersleri zorunlu bizde. Zorunlu olmasa da ebeveynlerin ya da mahallenin baskısı var çocukların üzerinde. Eskiden vatandaşlık bilgisi dersi vardı ilkokulda. Şimdi var mı bilmiyorum. Eksik ve yanlış da olsa vatandaşlık bilinci vermesi bakımından iyiydi. Din dersi okullarda verilmemeli bence. Okullar bilimin yolunu izlemeli. Dini bilgilerin verileceği yerler okullardan ayrı tutulmalı. Ahlâk kültürü konusu da tartışmalı bence. Ahlâk, toplumun kültürüne, örf ve ananelerine, adetlerine göre değişebilen bir kavram. Üstelik genellikle inançla harmanlanıyor. Eğer ahlâk dersi verilecekse, öğrenciye evrensel ahlâk prensipleri öğretilmeli. Sözgelimi, yalan söylememeyi, hak yememeyi, hakkını aramayı, egoist olmamayı, birbirine saygılı olmayı, birlikte yaşamanın kurallarını öğretmek gerekir ahlâk dersinde. Ülkeye göre değişmemeli genel ahlâk prensipleri.
      Teşekkür ederim:)

      Sil
  4. Sınavla falan olacak iş değil zaten, önce taa kreşe kadar inmemiz lazım. Bugün bir erkek çocuk el işi birşeye gösterse öğretmeninden ailesine kadar herkes diken üstüne kalkıyor. En başında çocuklarımızın neye yeteneği var, neyi öğrenmeye istekliler, hangi sporlara yatkınlar, sözel olarak mı matematiksel olarak mı gelişmeye açıklar. Bunların hepsi gözlemlenmeli, ailelere güzel geri bildirimler verilmesi. İsterlerse tüm sınavları kaldırsınlar. Çocuklar yarış atına döndü, gecesi gündüzü yok test çözmekten, lise hayatını bir kere sinemaya gitmeden geçiren çocuklar var çünkü sinema zaman kaybı olarak görülüp vicdani baskı yapılıyor.
    O kadar yanlış yönlendirmelerin içindeyiz ki puanım yetiyor diye gidip sonra asla o mesleği yapmayan insanlarla dolu çevrem, bende dahil.
    Ay yazmaktan yoruldum ama öyle işte, herşey yanlış. Sistemin tek bir doğrusu yok ki aha bu diye tutup gösterelim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yazıklarınızın tamamına katıldığımı söylemeliyim. Başımızdakilerin ne menem insanlar olduğuna karar veremiyorum. Geri zekâlı desem değil, vatan haini desem, kabul etmeyip milliyetçiliklerinden dem vururlar. Ya, yukarıda yazdığınız kadar basit bu olay. Ama neden akıllarına gelmiyor da ülkeyi içinden çıkılmaz bir hale getiriyorlar. Çok mu zor bu dediklerinizi yapmak? Muhtemelen akıllarına geliyordur ama işlerine gelmiyor sanırım. Bir şey diyim mi size? Koltuğa oturan sadece kendini ve çevresini düşünüyor. Memleketin ne sorunu varmış, vatandaş ne sıkıntı çekiyormuş umurlarında değil. O kadar siyasetçi geldi başımıza cumhuriyet kurulalı beri. Tam bir asır geçti. Yahu bir tane doğru dürüst, vicdanlı memleketini gerçekten seven adam gelmez mi başa? Öyle bir düzenle yönetiliyoruz ki, demokrasiyi bırakıp akıllısından aptalına herkesin dahil olduğu bir torbadan şans eseri birilerini çekip ülkeyi ona teslim etsek, inanın ki bu kadar kötü durumda olmazdık.
      Sağlıklı bir eğitim sistemi inşa etmek, işleyişi denetlemek siyasi iktidarların işi. Abuk subuk insanlar gelmiş memleketi yönetiyor. Eskiden bir profesör, bir doktor, bir hakim, bir vali gördüğümüzde saygı duyardık. Şimdi bakıyorsun hepsi bir ucundan pisliğe bulaşmış, kendi menfaatleri için başkalarının hakkına tecavüz ediyor, vatanı satıyorlar.
      Mevcut sistem laçka. Fakat nasıl olması gerektiğini zaten yazmışsınız siz. Bu kadar basit işte. Göstermişsiniz görmek isteyene. Ama görmek isteyen kim? Güven duygusu aşındı sayelerinde. Şimdi herkes başının çaresine bakmaya çalıyor. Durumu müsait olmayıp bu rezil sistemde kendine yer arayanın vay haline. Neye kızıyorum biliyor musunuz? Bu kadar kolayken çözüm, bize hikaye anlatmalarına. Sözüm sadece bugünkü iktidara değil sadece, siyasetçilerin alayına...

      Sil
    2. Bugün gündemde siyaset diye yapılan şey laf salatasından başka birşey değil. Siyasetle ilgilenmiyorum dediğimde insanlar kızıyor. Oysa ki bu siyaset değil bu sadece insanlara yalan uydurmak, hikaye anlatmak ve ben gerçekten artık masallara inanacak yaşta da değilim.
      Yani gerçekten şöyle bir durum var ki yetki insanları çok değiştiriyor. O yetkileri elde edene kadar belki de iyi insanlarda bilemem ama yetkiyi elde edenin ayarları toptan şaşıyor. Ben bizzat kendim için bile demişimdir daha önce para ile bozulmam ama allah beni yetki ile sınamasın diye. Kaldı ki bir müdür falan olsam altımda çalışanlara kan kustururum, kişiliğim böyle mükemmeli isterim.
      O yüzden yetki verilenlerin de yetkilerini denetlemek gerek, yetkisi var diye en üst mercii o olmamalı o da kul hata yapar, yoldan çıkar, aklı şaşar birisi de bu ne yapıyor allah aşkına bir kontrol edelim demeli bence. Yetkililerin yetkilerini nereye kullandığını denetleyecek kurumlara ihtiyacımız var.

      Sil
    3. Hislerime tercüman oluyorsunuz. Demokrasi diye bize yutturulan şey seçimle diktatörümüzü seçmekten başka bir şey değil. Hiçbir kurum denetleme görevini yapmıyor. Korku ikliminde herkes kaderine razı olmak zorunda. Biraz mürekkep yalamış kişiler sorunu biliyor, çaresini de. Fakat millete önderlik edecek cesur insanlar çıkmıyor aramızdan. Oysa Atatürk gibi bir örneğimiz var. Adam en zor koşullarda batmış bir gemiyi yüzdürmeyi başarmış. Şeffaflık yok. Mafyalar tarafından yönetiliyoruz. Uyuşturucu, silah kaçakçılığı, yolsuzluk, rüşvet almış başını gidiyor. Tesadüfen ya da çetelerin birbirlerini gammazlaması sonucu ortaya çıkan çetelerin ele başlarının en yüksek kademelerdeki yöneticilerle yakın ilişkide oldukları malumunuz. Bu çetelere kişisel menfaat elde etmek için bulaşan yüksek hakimler, askerler, siyasetçiler, polisler var. Bence memleketi adam gibi yönetecek ve düzlüğe çıkarabilecek kişiler sözde demokrasimizle iş başına gelemezler.
      Dediğiniz doğru. Makam ve para insanı değiştirir. Bu yüzden her yönetici devletin farklı kurumları tarafından denetlenmeli, hesap vermeli. Ülkede sözde bir darbe teşebbüsü oluyor. Darbelere ve dış ve iç tehlikelere karşı vatanın, milletin güvenliğini sağlaması gereken en sorumlu kişi görevi ihmalden yargılanacağı yerde savunma bakanlığına getirip ödüllendiriliyor. Bunun üstüne söylenecek bir söz var mı daha?

      Sil
  5. Yalakalık.... Bu konuda çok tehlikeli. Yalakalıkla yönetime gelenler, yönetimin kalitesini bozarlar diye bir cümle okumuştum. İş hayatında bunu gerçekten doğru bir şekilde gözlemledim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Daha ziyade kamu kurumlarında ve siyaset alanında yalakalık yükselmenin olmazsa olmazı. Amirine yalakalık yapmayan memur terfi alamaz. Siyasetçi liderinin köpeğidir. Makam ve kişisel menfaat uğruna şereflerini satıyor insanlar. Çoğuna kızsam da bazılarına acıyorum. Sözgelimi adam hakim; yukarıdan birileri şöyle karar ver diye baskı yapıyor. Eğer doğru bildiğini yapmaya kalksa Fetöcü diye damgalayıp hapse atacaklar. Çevresinde bütün itibarını kaybettiği gibi eşi çocukları sersefil olacak. Yakınlarına, eşine, çocuklarının hayatına kadar tesir edecek bu olumsuzluk. Kim koruyacak bu hakimi? Devlet mi? Ona zulmeden zaten devletin başındakiler! O zaman diyor ki, devlet beni koruyamıyorsa ben devleti neden koruyayım. Korumaya kalktığımda her türlü işkence ve zulme uğrayacağımı bile bile. Böylesine kokuşmuş bir ülkede bütün mesleklerin durumu aynı. Liyakat gitmiş, yerini yalakalık almış.
      İşte bu yüzden ben tercihimi özel sektörden yana yaptım. Fakat işimiz hep devletleydi. Bu yüzden dönen dolapları az çok biliyorum. Hiç yalakalık yapmadım. Mesleğimi ifa ettiğim süre boyunca hep işveren ve üst yönetimle muhatap oldum. Çok çalıştım, çok kavga ettim, hep doğrularımı savundum. Yazımda da belirttiğim gibi, özel sektörde de çalışkan olmanın, işini iyi yapmanın ya da kabiliyetin pek önemi yok. Şirkete ne kadar para kazandırdığın önemli sadece. Bunun için her yol mubah. İster rüşvet al, ister rüşvet ver, istersen hırsızlık yap. Dürüst olmak sana bir avantaj kazandırmıyor. Daha alt kademelerde özel sektörde de yalakalık var elbette. Müdürüne, amirine yalakalık yaparsan rahat edersin. Yoksa mobbing yaparlar, canınızı sıkılır, huzurunuz kaçar. Beş paralık adam gelir size ahkâm keser. Boynunuzu büker, peki efendim demek zorunda kalırsınız, yoksa kapının önünde bulursunuz kendinizi. Zor işler azizim, zor. Bu ülkede yaşamak gerçekten zor.

      Sil
  6. Yazdıklarınıza katılıyorum, en çok da din konusuna katılıyorum. Bende vergilerimle dini finanse etmek istemiyorum. Hem dine inanmadan onları finanse ediyoruz hem de söyledikleri çağdışı absürt söylemlerle toplumun dokusunu bozmalarını tamir etmeye çalışıyoruz ki çok vahim bir durum. Umalım ki önümüzdeki yıllar bu sorunun çözümü için imkan sağlasın. Elinize sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Avrupa, Rönesans döneminde, kilisenin etkilerini ortadan kaldırarak ortaçağ karanlığından çıkmış. Elbette bedelini ödemişler de. Biz karanlıktan kurtulmak için bu bedeli ödemeye devam ediyoruz. Çektiğimiz sıkıntıların, her türlü imkâna sahip olmamıza rağmen dünya ülkeleri arasında her bakımdan geri kalmamızın nedeni de bu. Türkiye, kim ne derse desin bir din devleti. Diyanet İşleri Başkanlığı Anayasanın 136. maddesinde yer alıyor. Sanırım bu yüzden partiler Diyanet İşleri Başkanlığını kaldırmak talebini (anayasaya aykırı olduğu düşüncesiyle) programlarına almıyorlar. 136. maddeye göre;
      "Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir." İktidar bu maddenin içinde geçen "laiklik ilkesi doğrultusunda" ifadesinden rahatsız. Diyanetin sınırlarını laiklik belirleyemez diyor. Öte yandan Diyanet İşleri Başkanlığının kuruluş kanununun ilk maddesi ise şöyle;
      "İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek üzere; Cumhurbaşkanlığına bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur."
      Laiklikmiş! Benim külâhıma anlatsınlar. Anayasanın laiklik ilkesi belli zümreler tarafından tartışılırken Diyanet İşleri Başkanlığı gibi laikliğe aykırı bir kuruma ses çıkarılmaması siyasilerin iki yüzlülüğünden başka bir şey değil. Teşekkür ederim.

      Sil
  7. Neresinden tutsanız elinde kaldığı bir konu. Yazmaya başladığımda uzayacakmış gibi gelip kestim ben ya siz epey bir konuya değinmişsiniz. Zaten benim sizden bekleyebileceğim bir yazıydı. Yakın zamanda bu sınava girmiş bir oğlum, seneye girecek bir oğlum daha var. Bu yıl 2 yeğenim girdi. Ben ben cidden umutsuzum bu gençler için.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gelecek nesilleri düşünüyorum. Hangi konuya elimizi atsak durum aynı. Sorsan herkes şikayetçi. Aslında çözüm de basit fakat çözülmesini istemiyorlar belli ki. Başka izahı yok bunun. Bizim geleceğe dair umutlarımız vardı. Düşük gelirli aileler bir şekilde çocuklarını okutup en iyi üniversitelere gönderebiliyordu. Şimdi orta halli bir aile bir çocuklarının eğitim masraflarını karşılamakta zorlanıyor. Dahası iyi bir okul bitirince sınıf atlayabiliyorlardı çocuklar. Şimdi ne verilen eğitim bir işe yarıyor ne de liyakata önem veriliyor. Eğer birilerine yakınlığın varsa ne bitirdiğin okulun önemi var ne aldığın eğitimin. Bu psikolojiye çocuklar, anne babalar nasıl dayansın? Böyle bir ülkede yaşamak hiç tat vermiyor artık insana. Size ve sizin durumunuzda eğitim çağında çocuğu olanlara Allah kolaylık versin diyemiyorum. Gördüğüm kadarıyla o da oturmuş bu rezaleti seyrediyor.

      Sil
  8. Keşke sizin gibi düşünen Atatürkçü bir lider yönetse bu ülkeyi, eğitime, üretime öncelik verecek tabir yerindeyse ülkeyi yeniden inşa edecek biri, yine yeni bir Atatürk gelir mi dersiniz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sanırım sistemsel bir sorun var. Demokrasi eğitimsiz toplumlar için iyi bir yönetim tarzı değil. Atatürk, ileri görüşlü, vatanını, milletini özde seven bir liderdi. Böyle bir lideri seçimle başa getirme olasılığı yok bence. Zira ülkemizde siyaset anlayışı tamamen çıkara dayalı, kayırmacı. Ne yazık ki Türk milleti gerçek demokrasiden anlamayan, zalim bir çobanla güdülmeyi seven bir millet. Seçimle diktatörümüzü seçiyor ve adına demokrasi diyoruz. Bu nedenle eğer yeni bir Atatürk gelirse bu demokratik yoldan olmaz. Nasıl olur, hiç arzu etmiyorum ama bu tür büyük liderler ya büyük savaşlardan ya da iç savaşlardan sonra kurtarıcı olarak ortaya çıkar.
      Aslında dini ve milli duygu sömürüsünü ortadan kaldırabilsek her şeyin önü açılır. Biri din elden gidiyor diyor, diğeri vatan millet Sakarya. Gel gelelim hem dine hem vatana millete en büyük zararı veren bunlar. Ne diyebilirim ki, sizin gibi aklını kullanan gençler tek ümidimiz. Atatürk de gençlere emanet etmedi mi bu ülkeyi? Ülkeyi yönetenlere ve yönetmeye talip olanlara bakıyorsun, hepsi moruk. İşte sistem öyle bir sistem ki gençlerin başa gelmesine imkânı vermiyor.

      Sil