Yazar: Jerome David SALINGER
Sayfa Sayısı: 168
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Çeviren: Coşkun Yerli
Türü: Öykü
En çok satan kitaplar arasında sayılan Çavdar Tarlasında Çocuklar romanının Amerikalı yazarı J.D Salinger'le tanışmamı sağlayan ilk kitap oldu Dokuz Öykü. Geçen yıl okuduğum son kitaptı fakat yaklaşık bir haftadır yazar ve eserlerini araştırıyor, anlamaya çalışıyorum. Kitabı kısa süre içinde bitirmiştim fakat hiçbir öykü doğru dürüst bir etki bırakmamıştı üzerimde. Çavdar Tarlasında Çocuklar romanının yazarı J.D.Salinger'in büyük bir hayran kitlesi olduğunu biliyordum. Acaba neyi atlıyorum, herkesin göklere çıkardığı bu yazar bana niye hitap etmedi diyerek kitaptaki öykülerden bazılarını bir kez daha okudum. Yazdığı kitapları okuma sırasında mı yanlışlık yaptım diye sordum kendime. Gerek yazarın hayatı gerekse meşhur romanı hakkında çok sayıda yorum ve inceleme yazısı okudum. Yorumlar izledim, hatta kitabın ilk öyküsü için çekilen Muz Balığı için Mükemmel Bir Gün adlı kısa filmi izledim. Yazarın belgesel niteliğinde bir de biyografik bir filmi var, ilk fırsatta onu da izleyeceğim.
J.D Salinger (1919-2010) Newyork doğumlu, Amerikalı sıra dışı bir yazar. Dokuz Adından da anlaşıldığı üzere Dokuz Öykü kitabı, yazarın 1948-1953 yılları arasında kaleme aldığı dokuz öyküden oluşan bir eser. Lise yıllarından itibaren yazmaya başlayan Salinger'in okul hayatı başarısızlıklarla geçmiş. Bir ara oyunculuğa niyetlenmiş, daha sonra babasının gönderdiği askeri akademiden 1936 yılında mezun olmuş. Salinger, öykülerinin dergilerde yayımlanabilmesi için çaba gösteriyordu. 1941 yılında Amerikalı bir yazarın kızı olan Oona O'Neill ile çıkmaya başladı. 1942 yılında A.B.D'nin İkinci Dünya Savaşına katılmasından sonra askere alındı ve Normandiya Çıkartması dahil sıcak muharebelerin içinde bulundu. Bu sırada sevgilisi O'Neill'in ünlü sanatçı Charlie Chaplin ile evlendiğini gazetelerden öğrendi. Yazdığı çok sayıda öyküyü Amerikan The New Yorker dergisine gönderip yayımlattı. Paris'te bulunduğu sırada Ernest Hemingway'le tanışıp aralarında dostluk başladı. Savaşta yaşadıkları duygusal açıdan yazarı oldukça fazla etkilemişti. Sonraki yıllarda kızına bu döneme ilişkin şöyle diyecekti.
"Ne kadar yaşarsan yaşa, yanan etin kokusunu burnundan hiçbir zaman söküp atamıyorsun."
Kitabı tam olarak beğendiğimi söyleyemem. Bunun dışında yazarın popülerliği ve kitaplarına yapılan övgüler beni yazarı tanımaya yöneltti. Salinger'in yaşam öyküsü çok daha ilginç geldi bana. Bazıları öykülerin yavaş yavaş, sindire sindire okunmasını öneriyor. Ben üç gün içinde kitabı bitirmiştim oysa. Dönüp bazı öyküleri yeni baştan okudum. Özellikle de "Muz Balıkları için Mükemmel Bir Gün" ve "Teddy" adlı öykülere yoğunlaştım. Anlatım tarzı güzel fakat yine de bana bir şey kazandırmadığını düşünüyorum. Yazar yazdığı bazı öykülerden aldığı olumsuz eleştirilerden sonra hayata küsmüş. Daha sonra The New Yorker dergisine yazmış olduğu öyküler büyük beğeni kazanınca yazarla röportaj yapmak isteyen, fotoğrafını çekmek isteyen birçok muhabir kapısına üşüşmüş. Gösterilen bu ilgiden bunalan yazar çareyi şehir dışında satın aldığı bir çiftlik evinde münzevi bir hayat sürmekte bulmuş. Yazdığı eserlerin sinemaya aktarılması teklifiyle gelen ünlü yönetmenleri geri çevirmiş. Öyle nevrotik bir kişiliğe bürünmüş ki, kapısına gelen muhabirleri yumruklamaya kadar vardırmış işi. Bu vakitten sonra hiçbir kitabını yayımlatmamış. Ölümüne kadar bir sandıkta topladığı çok sayıda yayımlanmamış kitabı olduğu söyleniyor.
Çiftlik evinde, toplumdan uzak bir hayat sürerken yazar, Glass ailesi adında kurgusal 9 üyeli bir aile yaratmış. Öykülerinde bu aile fertlerine yer veriyor. Dokuz Öykü kitabında da bu karakterlerden bazılarını buluyoruz karşımızda. Ailenin büyük çocuğu Seymour Glass otelin plâjında dokuz yaşlarındaki bir kız çocuğuna anlatıyor.
"Muz dolu bir delikten içeri girerler. Deliğe dalmadan önce basbayağı bir balıktırlar. Ama delikten içeri girdiler mi, domuza dönerler. Neden mi? Öyle muz balıkları bilirim ki delikten içeri girdikten sonra yetmiş seksen muz yediler ondan... Tabii bu kadar muzla öyle şişko olurlar ki delikten çıkamazlar. Kapıdan geçemezler."
Elbette bu muz balığı metaforundan bir şeyler çıkarılabilir. Fakat Seymour'un daha sonra, plâjdan çıkıp otel odasına gitmesi ve yanındaki yatakta karısı uyurken kendi (?) kafasına sıkması karşısında insan şaşırıyor. Kendi kafasına sıktı diyenler olduğu gibi karısının kafasına da sıktı kurşunu diyenler var. Her ne kadar savaşın yol açtığı travmalar nedeniyle kendisine böyle bir son hazırladığı akla gelse de öncesini bilmeden bazı şeyler eksik kalıyor. Teddy adlı son öyküde ise yazar on yaşlarındaki bir çocuğun Uzak Doğu dinlerinden yola çıkıp reenkarnasyon ve felsefe üzerine yaptığı konuşmalardan bahsediliyor. Mevcut eğitim sistemini kıyasıya eleştiriyor bu zeki çocuk. Sözgelimi okullardan filin büyük ve hortumu olan bir hayvan olduğunu öğretmenin yanlış olacağını anlatıyor. Çocuğu filin yanına götüreceksin, fil çocuk hakkında ne biliyorsa çocuk da en çok onun hakkında o kadar bilecek ve kendisi tanıyacak sonunda diyor. Buna benzer sözler her ne kadar doğru olsa da on yaşında bir çocuğun bu sözleri sarf etmesi pek olağan gelmiyor bana. Diğer öyküleri, bir romanın başı ve sonunu ayırıp ortasından birkaç sayfasının alınmış gibi. Sabun köpüğü adeta, akılda pek kalıcı değil. Çeviri fena değil.
Salinger'in kendisini toplumdan soyutlaması, beraberinde ona daha çok ilgi gösterilmesi, popülerliğinin artması sonucunu getirmiş. Amerika'da en çok satılan on kitaptan biri "Çavdar Tarlasında Çocuklar" Ne olursa olsun ilginç bir yazar J.D Salinger, hâlâ çok seveni var. Kendisi hakkında kesin fikir sahibi olabilmem için "Çavdar Tarlasında Çocuklar" romanını okuyacağım en yakın zamanda.