KATEGORİLER

18 Şubat 2016 Perşembe

KİMDİR BU TERÖRÜN SORUMLUSU?

Yine terör, yine sönen hayatlar, kaybolan umutlar... Acılar, acılar, acılar... Ankara'dan geldi haber. Şimdilik otuza yakın ölü, altmıştan fazla yaralı. Bu canların sorumlusu kim?
Fransız yazar Viktor Hugo'nun (1802-1885) "Bir İdam Mahkumunun Son Günü" adlı radyo tiyatrosunu  dinlerken dikkatimi çekmişti. Hırsızlık yapmak isterken birisini kaza sonucu öldüren ve bu yüzden idam cezasına çarptırılan bir adamın feryadı ile bugün meydana gelen terör olayını ilişkilendirdim. Adam, "Evet, ben birini öldürdüm, ama evdeki hasta kızımı doktora götürebilmek, yiyecek ve ilaç almak  için. Onu soyup sadece parasını alacaktım. Adam bağırınca telaşlanıp bıçaklamak zorunda kaldım, onu öldürmek istememiştim." diye dert yanıyor baba dediği gardiyana. Ve devam ediyor;

"Aylarca açtım, işsizdim. Bunun için beni değil, ailemi aç beni işsiz bırakan devleti, Fransız Makamlarını yargılamaları gerekir, Giyotinin kanlı bıçağının altına onları yatırmaları gerekir."

Şimdi televizyon kanallarına bakıyorum. Bazı kanallarda siyasiler, ölenlere rahmet, yaralılara acil şifa dilerken menfur saldırıyı kınadıklarını, terörün kendilerini yıldıramayacağını, mücadelenin daha kararlı bir şekilde sürdürüleceğine dair bir sürü açıklama yapıyorlar, ölü ve yaralı sayısını resmen! açıklıyorlar. Bazı haber kanalları ise yaptıkları tartışma programlarında havanda su dövüyorlar. Diğerleri, önemli bir şey olmamış gibi eğlence programlarına tam gaz devam ediyorlar.

Parlamenter sistemle yönetiliyoruz şükürler olsun. Siyasi sorumluluk, yasama yetkisi ile donatılmış mecliste. Sorumlu, yürütme yetkisine sahip hükümet. Sorumlu, sorumlu olmadığı halde devletin iç ve dış politikasına yön verip yasa dışı başkanlığını ilan eden cumhurbaşkanı.

"Beni en çok düşündüren husus, hiç kimsenin sorumluluk yüklenmeyeceğinin açıkça ilan edilmesidir. Parlamentonun almış olduğu kararlar feci sonuçlar doğursa bile, bu kararlardan kimse sorumlu tutulamıyor. Eşi benzeri görülmemiş vahim sonuçların ertesinde ya hükümet istifa ediyor ya da parlamento feshediliyor." diyor Hitler, döneminin Avusturya parlamenter sistemi ve demokrasi kurumuna yaptığı eleştirisinde. Bizim ülkemizde istifa kurumu bile çalışmıyor. Hitler'den feyz almaya devam edelim:

"Bir husus daha var ki, bunu hatırdan çıkarmamak gerekir. Çoğunluk, hiçbir zaman bir kişinin yerine geçerli olamaz. Çoğunluk ahmakları olduğu kadar alçakları da tensil eder. Saman dolu yüz kafa nasıl ki, hiçbir zaman bir akıllı kişiyle eşit olamazsa, yüz korkak adamdan da hiçbir vakit kahramanca bir karar beklenemez..." diyerek parlamenter sistemi yerin dibine batırırken diktatörlüğe kapıları açıyor.

Medyanın gücüne de vurgu yapıyor Adolf. 1900'lü yılların başında Avusturya'daki basın için bakın neler demiş;

"Basın, basit ve ciddiyetten uzak bir hadiseyi, birkaç gün içinde önemli bir devlet meselesi haline getirmeyi kolaylıkla beceriyordu. Aynı zamanda, önemli bir meseleyi milletin hafızasından silmek için yaptığı yayınlarda da başarılı oluyordu. Kısa zamanda bazı şahısları ileri itip milletin karşısına bir kahraman olarak çıkarıyor ve o şahsın hayatı boyunca hayal bile edemeyeceği, şöhretli hayatı ona sağlıyordu. Bir iki ay önce kimsenin bilmediği, duymadığı şahıslar "günün adamı" durumuna getiriliyor ve yine devletin ve milletin menfaatine ait meseleler canlı canlı gömülüyordu..."

Ne diktatörlüğün, ne de ülkemize giydirilmek istenen başkanlık sisteminin, yönetim şekli olarak savunulacak tarafı yok. Asıl olan, mevcut parlamenter sistemimiz ile demokrasi anlayışımızın diktatörlükten pek farkı olmadığını görmektir. Hitlerin demokratik yönetime ve basına bakış açısı, yıllardır "gelişmekte olan ülkeler" sınıfını geçemeyen bizim gibi ülkelerde hala geçerliğini koruyor.

Adolf Hitler, yaklaşık 5,5 milyon kişinin canından sorumluydu. Yargılanmasına fırsat vermeden 30 Nisan 1945'te intihar etti. Devletin en yetkilisi ve en sorumlusuydu. O, parlamenter sistemin kararlarının getirdiği sonuçlar ne kadar feci olursa olsun sorumlularının bulunamayacağı iddiasında haklıydı. Oysa sorumlu devletti, parlamenter sistemdi. Victor Hugo'nun eserindeki, idam mahkumunun haykırdığı gibi, onca masum cana karşılık giyotinin kanlı bıçağının altına, devletin sorumlularının yatırılması gerekirdi.

Demokratik parlamenter sistemin eğitimsiz toplumlardaki yansımaları alternatif olarak maalesef diktatörlüğü getiriyor. Ne yazık ki, her topluma uyan bir demokrasi geliştirilemedi henüz. O zaman geriye tek çözüm kalıyor. Rasyonel eğitim sistemini benimseyip geliştirmek.

17 Şubat 2016 Çarşamba

17/02/2016 Çarşamba, İzmir, Tire

Sabah erkenden kalkıp kızımızı işe uğurladık. Dün gece evden onunla birlikte çıkmayı düşünmüştük ama  o sürpriz yapıp bizim için kahvaltı sofrası hazırlamış. Keyfine var vara kahvaltımızı tamamladık. Dün akşamdan beri yeni kiracının boşattığı evde neler yapılabileceğini konuşmaya başlamıştık. Tamir, badana, boya işlerinden yanı sıra pencerelere demir korkuluk ya da panjur,  ahşap kapı yerine çelik kapı takılması öncelikle ele alacağımız konular.   

Erken saatlerde kapılarını müşteriye açmayan Gaziemir Metro AVM'ne gitmeyi düşündüğümüz için biraz daha zamana ihtiyacımız vardı. Bu sebeple çevre yoluna girmeksizin bütün trafik ışıklarına takıla takıla Hatay caddesi boyunca yol almayı tercih ettik. Metro en geniş mekana ve en fazla çeşide sahip alışveriş merkezlerinin başında geliyor sanırım. Mekan o kadar geniş ki, dolaşırken bir ara eşimle birbirimizi kaybettik. Alışveriş yapacağız derken epey vakit harcamışız. Taşınma esnasında bize lazım olacak karton kutuları da temin ettik buradan. Kızımızın evinden ona emanet bıraktığımız dört eşya kolisini yanımıza aldığımızdan, eşyalar arabaya  zorlukla sığdı. Öğleden sonra Tire'ye varıp banka ve PTT'deki işlerimizi hallettik. 

Yarın sabah erkenden tesisatçıya uğrayıp ona harici tuvaletlerin planını vereceğim. Muhtemelen birlikte çıkacağımız için bugün yaylaya çıkmak istemedim. Eve vardığımda İzmir'e giderken aceleyle yanıma almayı unuttuğum Kavgam'dan birkaç sayfa okuma fırsatım oldu. Tüm zamanların bilinen en acımasız diktatörü, insanlığın yüz karası bir insan olarak tanıdığımız Adolf Hitler, bu kitabında sahip olduğu düşünce yapısının hangi şartlarda oluşup geliştiğini anlatıyor. İlginçtir, ortaya koyduğu görüşler arasında bazıları var ki onlara ben de aynen katılıyorum. Bundan utanmalı mıyım, bilmiyorum. Bana kalırsa adı Hitler bile olsa, ondan öğrenecek bazı şeylerin olduğuna inanıyorum.  Beni fazlasıyla hayrete düşüren bu şahıs hakkında detaylı bir değerlendirme yapmayı düşünüyorum. Ancak benim açımdan şu kadarını söylemek mümkündür ki, bir çok ülkede muhtelif yollardan iktidarı ele geçiren bütün liderler, Hitler'in "Kavgam" isimli kitabını okumamış olsalar bile, onun savunduğu fikirlerden beslenmişlerdir.

Daha sonra bir ara Victor Hugo'nun "Bir İdam Mahkumunun Son Günü" isimli eserinin radyoya uyarlanmış halini dinledim. Bu eserin kurgusunu yapıp seslendiren sanatçılarla efekt sorumluları hakikaten büyük iş çıkarmışlar. Her yönden çok beğendiğimi söyleyebilirim.

16/02/2016 Salı, İzmir

Yola çıkmadan önce yaylaya uğrayıp işçilerin haftalıklarını verdim. Döndüğümde eşim de fizik tedaviden eve yeni gelmişti. Öğlene doğru çıktık yola birlikte. 

İzmir'e vardığımızda avukatla buluşmaya birkaç saat vaktimiz vardı. Eşim alışveriş yaparken ben de ona eşlik ettim. Ev tekstili ve züccaciye dükkanları ne kadar da çoğalmış, şaşırdım. Yan yana değilse bile iki dükkandan biri ev tekstili ya da züccaciyeci. Madam Coco, English Home ve onların benzerleri aslında yerli malı satan tekstil kuruluşları. Marka isimleri yabancı olunca halkımız daha bir teveccüh gösteriyor olmalı. Hemen onların yanında, ürün dağılımı aşağı yukarı aynı olan Menderes Tekstilin dükkanı var, Hem Türkiye'nin en büyük 58. ihracatçı firması olması hem de değiştirmek gereği görmedikleri Türkçe marka ismi ile dikkatimi çekiyor.

Kafe/pastahane tarzında hizmet veren ve İzmir'de pek çok şubesi bulunan Site Unlu Mamulleri Güzelyalı şubesinin önünden geçerken vitrindeki pastalar ilgimizi çekiyor. Adeta bir heykeltıraş ustalığında süslenen pastalar ve envayı çeşit tatlılar hayrete düşürüyor bizi. Hakikaten aşmış kendilerini bunlar, Diyeti, rejimi unutup içeri girdik ve birer fındık krokanlı cup yemekten kendimizi alamadık.  

Bugün önemli bir gündü bizim için. Kiradaki evimizi avukatımız sayesinde boşaltıp belalı kiracımızdan teslim aldık nihayet. Yine de bir ay on günlük kira bedeli verilmediğinden ibralaşma yapılamadı. Evi boş görmek bile sevindirdi bizi. Ödemediklerini ise Allah'a havale edeceğiz muhtemelen. Dava açmaya kalksak alacağımızdan daha fazla parayı avukata vermek durumunda kalacağız. Kaldı ki tahliye ettirmek bile iki kira parasına mal oldu bize.

Bu akşam kızımda kalıp yarın sabah erkenden Tire'ye dönmeyi düşünüyoruz.  




16 Şubat 2016 Salı

15/02/2016 Pazartesi, Tire

Yazdan kalma bir gün. Hava o kadar sıcak ki, kısa kollu gömlek giysek üşümeyeceğiz. Soğuk havalar ve yağmur iyice tembelleştirdi beni. Çalışma olmadığını bahane edip sabahları geç kalkıyorum. Bunda geç vakte kadar oturmamın etkisi de var elbette.

Öğleden önce yine fizik tedaviye gittik eşim için. İki farklı cihaza bağlanıyor. Seansların tamamlanıp hastaneden çıkmamız öğleni buluyor. Bir yakınımız yatıyormuş üst katta; onu da ziyaret edelim dedik. Yaylaya birlikte çıkmayı önerdim eşime. Bu kadar güzel havada işçiler kesin çalışıyor olmalı. Bahçeye vardığımızda işçilerin yemek ve istirahat saatine denk geldik. Yakup Usta ve yardımcısı Kadir, yemeğe buyur ettiler. Teşekkür ettik.  

Ustalar bahçenin taş duvarında çalışıyorlar hâlâ. Gani Usta ise işçilerle birlikte aşağıda kablo kanalı kazısında çalışıyormuş. Önümüzdeki hafta başına kadar kanalı teslim edebileceğini söylemişti bana   telefonda. Yarın bir ara elektrikçi Ali'ye haber versem iyi olacak. Kanal güzergahını işçilere kendisi göstermek istemişti.

Ara sıra okumakta olduğum kitaplardan sıcağı sıcağına bahsetmek hoşuma gidiyor. Kaplumbağa hızı ile okuyorum, ama gün be gün bir şeyler kazandığımı da hissediyorum. Örneğin, Adolf Hitler'in Yahudi düşmanlığı nerden geliyor diye çok merak ederdim. Onu öğrendim bugün...  

Bir ara deneme türü üzerine yoğunlaştım. Kitap bloglarında dolaştım. O kadar çok kitap yazılıp okunuyor ki, bunlardan her gün birini okuyabilsem bile, okumadıklarımın yanında ihmal edilecek bir sayıya karşılık gelir. Derken, Sokrat'ın "Sorgulanmayan hayat yaşanmamıştır." sözü üzerine kafa yordum. Sokrat'ın bu sözüne fikren karşı duran Romen yazar Emil Michel Cioran'ı keşfettim. Cioran çok garip bir insan. "Sorgulasan da hayat yaşamaya değmez" şeklinde cevap verirdi Sokrat'a muhtemelen.  Okumanın, araştırmanın da bir sınırı var. Her konuda bilgi sahibi olmak mümkün mü? Yine bir taraflarımız cahil kalacak.

İçine daldığım dünya, adeta iç içe geçmiş labirentlerden oluşuyor. Öyle ki, labirent boyunca sayısız kapı çıkıyor karşıma. Kapılardan hangisinden kafamı uzatsam başka bir labirente çıkıyorum. Yaşadığım bu durum rüyama girse kabusa döner, ter içinde fırlarım uykumdan.

Unutmak bir diğer insani özelliğimiz. Öğrendiklerimizi, bilgi sahibi olduğumuz konuları, hatta gördüklerimizi, duyduklarımızı unutuyoruz. Bazı yaşanmışlıklarımızı da unutamıyoruz, unutmak istesek bile. Aklımız nasıl bir süzgeçtir ki zaman boyutunda ayıklıyor onca bilgiyi. İnanılmaz bir şey bu. Yıllar öncesinin Kaptan Cousteau belgeselleri geldi aklıma. Okyanusların kendine özgü canlı yaşamı, insanın içine işleyen fon müziği eşliğinde etkileyici bir ses tonu ile anlatılırken, ağzımız açık izliyorduk siyah beyaz televizyonlarda. Kitaplar okyanusta yaşayan balıklar gibidir. Onlar kadar kalabalıklardır hem de. Her birinin faklı özelliği vardır balıkların. Kaptan Cousteau, doğruyu okyanus diplerinde aramıştı. Bazıları sözünde, sazının tellerinde arar doğruyu, bazısı benim gibi kitaplardan medet umar.

Akşam yemeğini yine şölene dönüştürdüm. Yok, bu sefer resim koymayacağım. Ama balıklar nefisti. Üstelik bu sefer kalamar yapmayı da becerdim. Madem deniz memleketinde yaşıyoruz, bonfilenin kilosu olmuş 80 TL, tavuk deseniz hormonlu, o zaman üç günde bir neden balık yemeyelim?

Avukat aradı akşama doğru. Belalı kiracımız bakmış ki pabuç pahalı, evi boşaltmış nihayet. Yarın bir zarar var mı diye gidip birlikte bakalım diyor. Tamam dedim, hiç hesapta yokken. Sabahtan kalan ödemelerimi yapayım ondan sonra İzmir'e doğru düşeriz yollara yine yeniden.

            

15 Şubat 2016 Pazartesi

ONLARI UNUTMA! Çünkü burada öldüler.

İnternette gezinirken lüzumsuz bir siteye denk geldim. (http://www.luzumsuz.net/)


Sayfanın sağ alt köşesinde, yere uzanmış, sol elinden aldığı destekle sağ elini yere paralel bir sayıya uzatmış,  bir genç  kız figürünü fark ettim. Kızın elini uzattığı 1915 rakamı, bana bir şeyler hatırlatmıştı hatırlatmasına ama bakalım altından ne çıkacak dedim. İmleci figürün üzerine getirdiğimde başka bir genç kız resmi ile onun altında bir yazı dikkatimi çekti.

"ONLARI UNUTMA! Çünkü Burada Öldürüldüler"

Devam eden sayfalarda Ermenilerin soykırım propagandası yapılıyor. "Yakında kapatılır bu site, her nasılsa gözden kaçmış" diye düşündüm önce. Yine de ne yazarlarsa yazsınlar okumak, karşı görüşler hakkında bilgi sahibi olmak hoşuma gidiyor. İnanmak ya da inanmamak keyfiyeti bende olduktan sonra... Okudum birkaç sayfalık yazılarını. Okunan ne olursa olsun farklı ve yeni bir pencere açıyor insan ufkunda. "Sürüldüğümüz topraklara vatanımıza geri dönmek istiyoruz." diyorlar kendi pencerelerinden. Acaba küçücük de olsa haklı bir tarafları var mı acaba diye soruyorum kendime.

- Peki sizler değil miydiniz vatanımızı emperyalistlere karşı savunmak yerine, onların oyununa gelip bağımsızlık savaşımızda bizi arkamızdan vuran?
- ...
- Şimdi aynı PKK'nın yaptığı gibi!
- ...
- OK, hepiniz öyle değildiniz biliyorum ama maalesef kurunun yanında yaş da yanıyor kusura bakmayın.
- ...
- Aynı Cizre'de, Sur'da olduğu gibi.
- Peki devletinizin hiç mi kabahati, sorumluluğu yok bunda?
- Var olmasına var da... Kısmen yani.  Sadece bir kısmının... Bazı yöneticilerin, işbirlikçilerin, beceriksizlerin, hainlerin...
- Nerde şimdi onlar?
- Öldüler şimdi onlar. Ölüler suçlarını itiraf edemezler, Hepsi tarih oldular.
- Ya Sur'da, Cizre'de öldürülen vatan evlatlarının sorumlusu? Kimdir onları birbirine kırdıran?
- Yine aynıları, bir kısım yöneticiler, işbirlikçiler, beceriksizler, hainler...
- Onlar nerede?
- Söyleyemem.
- Niçin?
- Onları ben seçip koydum oraya. Söylersem eğer, ben de sorumlu olurum.
- İyi ama onları ben seçmedim ki.
- Fark etmez, kurunun yanında yaş da yanar. Sen de sorumlusun.

Tarih tekerrürden ibaret. Yüz sene sonra sözde mi özde mi olduğu hala tartışılan Ermeni soykırımı hala gündemde. Ölen de yok olmuş bu dünyadan öldüren de. Yüz yıl sonra Kürt nüfusun yoğunlaştığı coğrafyada acaba neleri tartışacağız? Hepimiz öleceğiz o zamana kadar. Ölüler yine suçlarını itiraf edemeyecek her zaman olduğu gibi. Torunlarımızın torunları arayacak ölen, öldürülen atalarının sorumlusunu. Tarih olacağız hepimiz, sorumlularla birlikte.


14/02/2016 Pazar, Tire

Sevmek bir ana, bir saate, bir güne, bir yıla sığmaz ki...
Sevmeye bir ömür yetmez.
Sen git başka kapıyı çal, Aziz Valentine.
Ben bu numaraları yutmam!

diye bitiriyor Papatya Hanım, tam iki yıl önce yazdığı yazının sonunu.
Onun facebook sayfasında, geleneksel Girit müziğinin dinamik bir yorumunu dinledim ayrıca dünyaca meşhur Daulute üçlüsünden.


Bugün Pazar, hiçbir şey yapmak gelmedi içimden. Yapmadım o yüzden. Yalnızca okudum, yazdım.

Akşama doğru keyif yaptım. Kendime güzel bir tabak hazırladım. Turp otu salatası. İçine feta peynirine benzettiğim dilim dilim köy peyniri ekledim. Aralarına zeytin taneleri serpiştirdim. Üzerinde de halis sızma zeytinyağı dolaştırdım. Limonunu sıkıp şöyle evire çevire yağını otuna emdirdim. Geçtim karşısına bakıştık birbirimizle. Sadece anlatmak yetmez. E, dedim, resmi çekilmez mi bu güzelliğin. Çekilir elbet. Çektim de.


14 Şubat 2016 Pazar

SEVGİLİLER GÜNÜ

Bugün 14 Şubat Sevgililer Günü. Aslına bakarsanız pek çok kişinin yaptığı gibi, konu üzerine bir şeyler yazmak suretiyle çaktırmadan reklamını yapmak değildi niyetim. Ama yine de bu özel günün nerede, nasıl ve neden kutlanmaya başladığını merak ettim doğrusu.


Henüz işin başında, "Artık bu konuda bir şeyler yazmam farz oldu" demeye başladım. Sebebini soracak olursanız; arama motorunun görsellerinde dolaşırken resimli bir yazı ilişti gözüme. Baş örtülü bir illüstrasyon,  sol elinin iç kısmını dur işareti yapar gibi ileriye uzatmış, "Sevgililer Gününü kutlamıyorum, çünkü ben bir Müslümanım." diyor. E, pes yani. Eğer harbi Müslüman isen git Arap çöllerine, kur çadırını otur. Ne televizyon, ne elektrik ne internet, ne telefon. Yeter artık. E, ben böyle kızınca başladım araştırmaya...

Efendim, Sevgililer Gününün Katolik dine mensup ülkelerde Aziz Valentine günü olarak kutlandığını hemen hemen herkes biliyor. Kısaca bahsetmek gerekirse, Valentin hazretlerinin de şöyle bir hikayesi var:

Roma İmparatoru II. Claudius savaşta sırf  takatsiz kalmasınlar diye savaşçı askerlerinin evlenmelerini yasaklamış. Nasıl ki, günümüzde profesyonel futbolcular önemli maçlardan önce kendilerini tutamıyorlarsa, Romalı askerler de arada kendilerini tutamayıp yasağı delmişler. Durumu kontrol altına almak isteyen II. Claudius, kazanılan her zaferin sonunda iki veya üç kadınla beraber olabileceklerine dair askerlerine söz vermek durumunda kalmış en sonunda. Ama savaştan önce o işi yapmaya kalkanın cezası da ölüm olmuş. Bu arada, daha sonra Katolik Kilisesi tarafından Azizlik mertebesine yükseltilecek olan Papaz Valentine giriyor hikayenin içine. O devirde Pagan dinine mensup İmparator, Papaz Valentine'e bırak bu Katolik propagandalarını, sen gel beraber din kardeşi olalım dese de, Valentine bunu kesinlikle kabul etmiyor. Bunun üzerine hapse atılıyor. Ama adam hapiste de rahat durmamış ki. Bir yandan Hristiyanlığı yayarken, diğer taraftan hastalara şifa dağıtıyor, kendisini ziyaret eden aşık askerleri evlendiriyormuş. Bunları yaparken işbirlikçisi bir gardiyan. Gardiyanın bir de kör kızı var. Valentine "Getir kızını" diyor, gardiyana. "Getir de, açayım kızının gözlerini." Hikaye bu ya, Valentine iki dua, bir üflemeyle açıyor güzel kızın güzel gözlerini. İşte o an Valentine, kızın güzelliğine vurulup bütün papazlığını unutuyor. Kız da ona aşık oluyor. Mektuplaşmaya başlıyorlar. Bu mektuplaşma işi gayet yolunda gidiyor, ne de olsa kızın babası gardiyan. Gardiyan getirip götürüyor mektupları. Şimdi bu yaptığına başka şey denir ama neyse.

Valentine,nin savaşçı askerleri Hristiyan yapıp daha sonra onları evlendirdiği, kısa zaman sonra çıkıyor ortaya. Doğal olarak II. Claudius fena bozuluyor bu işe. E, cezası ölüm bu yaptığının. Çevirdiği dolaplardan sonra dövülerek ölüm cezasına çarptırılıyor. Ancak bütün bunlara rağmen gardiyanın kızına olan aşkı hız kesmiyor. Ona yazdığı her mektubun altına "From Your Valentine" yani, "Valentine'inden" yazıyor.  14 Şubat 273 tarihinde ölüm cezası infaz ediliyor ve aşkları hazin bir şekilde son buluyor. Yaklaşık iki yüz yıl geçtikten sonra Kilise tarafından Aziz ilan edilip Kilise takviminde özel bir gün ayrılıyor Valentine için. Onun öldürüldüğü gün, yani 14 Şubat, her yıl Aziz Valentine günü olarak kutlanmaya başlıyor, ta ki 1969 yılına kadar. 1969 yılında, hakkındaki belgeleri yetersiz bulan Roma Katolik Kilisesi Aziz Valentine'nin kilise takviminden  çıkarılmasına karar veriyor.  Ama artık o kadar tanınıyor ki, adı, "St. Valentine Day" yani "Sevgililer Günü" olarak normal takvimlerde yerini alıyor.

Yarı efsaneleşmiş bu hikayeden Müslümanlığa ne gibi bir zarar gelebilir ben anlamıyorum. Sevgililer günü için,  2010 yılında Amerikalılar, kişi başı ortalama 325 TL harcama yapmışken, bu rakam 2013'te 400 TL'ye yaklaşmış. İnanılmaz boyutta bir harcama furyası. Özellikle çiçekçiler, kırmızı gül ve çikolata satıcıları, hediyelik eşya satanlar 14 Şubat'ta köşe oluyorlar.  Yine Amerika'da sadece bugün 200 milyonun üzerinde kart gönderiliyormuş sevgililere.

Esther Howland (1828-1904), henüz 19'unda Amerikalı bir genç kız. Kitapçı olan babasının yanında Sevgililer Günü için kutlama kartları hazırlamaya başlıyor. İki yüz dolar cep harçlığı çıksın bana yeter diye düşünürken kartların satışından yılda tam 100.000 Amerikan doları kazanıyor. O zamanlar bu tür kartlar Avrupa'dan ithal edildiği için ona böyle bir fırsat doğuyor tabi. Bir de o yılların 100.000 dolarının değerini düşünün bir bakalım. Şimdi diğer ülkelerin bu özel güne nasıl  baktıklarını görelim.

Latin Amerika:  Kolombiya ve Brezilya dışında Latin Amerika ülkelerinde 14 Şubat "Dia del amor y la amistad" yani "Dostluk Günü" olarak kutlanıyormuş. Brezilya'da 14 Şubat'ın meşhur Rio Karnavalına yakın bir tarih olması bu günü gözden epey düşürmüş. Brezilyalılar Sevgililer Gününü 12 Haziran'da kutlarken, Kolombiya'da yılbaşındakine benzer şekilde, herkesin birbirine ufak hediyeler alıp verdiği bir dostluk günü havasında kutlanırmış her Eylül ayının üçüncü Cumartesi günü. Görüldüğü üzere, Amerika kıtasının Güney yarısı bu günü Aziz Valentine olarak kutlamıyor.

ABD ve birçok Avrupa ülkesi: "St. Valentine Day" dedikleri Aziz Valentine Gününü Sevgililer Günü olarak kutluyorlarmış.

Çin: Ülkenin kullandığı Ay takvimine göre yedinci ayın yedinci günü kutlanıyormuş Sevgililer Günü. Çin efsanesine göre Samanyolu galaksisi tarafından birbirinden ayrılan, gökyüzünün en parlak 12. yıldızı Altair ve gökyüzünün en parlak 5. yıldızı Vega'nın Çin takvimine göre her yıl buluştuğu bu gün aynı zamanda "Yedilerin Gecesi" olarak anılıyormuş.

Hindistan: Aşkların Efendisi Kamadeva'nın Kamasutra öğretileri ortaçağlardan itibaren etkisini yavaş yavaş kaybederken, Hindu ve Müslüman topluluklarca kültür kirlenmesi olarak görülen Sevgililer Günü kutlamaları, özel TV kanallarının yaygınlaştığı 1990'lı yıllardan itibaren gençlik üzerinde etkili olmuş. Hindu milliyetçileri, topluma açık yerlerde kucaklaşma ve öpüşmelere müsaade edilmeyeceğini ve bunu yapmaya kalkanlara taraftarlarının  saldıracağını açıklamış.

İran: 14 Şubat tarihinde Sevgililer Gününü çağrıştıran bütün semboller, posterler, kartlar, reklam yapılması, her türlü baskı ve bunların dağıtılması  yasakmış. Efsanevi bir Pers kültürü olarak Şubat'ın 17'sinde kutlanan "Sepandarmazgan" gününde eşlere ve annelere hediyeler verilirmiş eskiden. İran Kültür Bakanlığı, batının Sevgililer Gününe karşı diğer adı "Toprak Ana" olan bu günü benimsetmek istiyormuş halkına.

İsrail: İbrani takviminde on birinci ayının on beşinde (Ağustos ayının sonu) kutlanırmış Sevgililer Günü . Yahudi kızları geleneksel olarak beyaz renkli giysiler giyip bağ ve bahçelerde dans ederlerken onları beğenen erkekler için ilan-ı aşk etme, evlilik teklif etme günüymüş bugün.

Japonya: XX. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren Şubat'ın on dördüncü günleri, çalışan kadınların erkek iş arkadaşlarına çikolata hediye etmesi ile başlıyormuş Sevgililer Günü. Sonraki yıllarda, erkekler de bir ay sonra yani 14 Mart'ta, hediye aldıkları bayanlara beyaz çikolata hediye ederlermiş. "Beyaz Gün" denilen bu özel günde aldığının iki ya da üç katı değerinde hediye beklenirmiş erkeklerden.

Malezya: İslami yöneticiler Sevgililer Gününün Müslümanlar için bir tuzak olduğunu dile getirip bu günü kutlamaya yeltenenlere hapis cezası dahil muhtelif cezalar verirlermiş. Üniversitelerde ve TV kanallarında duyurulan İslam fetvalarında 14 Şubat'ın başka dinlere ait bir ritüel olduğu anlatılmaya çalışılırmış.

Pakistan: 1990 yıllarında, özel TV kanallarının yaygınlaşmasından sonra aynı Hindistan'da olduğu gibi Pakistan'da da kutlanmaya başlamış 14 Şubat. Bununla birlikte, ülkedeki İslami partiler engellemeye çalışmışlar. Peşaver ve diğer bir kaç eyalette Sevgililer Günü kutlamaları valilikçe kesin olarak yasaklamış. 

Filipinler: Batı ülkelerindekine benzer kutluyormuş bugünü Filipin halkı. Çiçek, özellikle kırmızı gül fiyatları tavan yaparmış bugün.

Suudi Arabistan: Suudi Din Polisi, dükkan dükkan gezerek Sevgililer Gününü hatırlatan her şeyi topluyorlarmış. 14 Şubat onlar için bir Hristiyan geleneğiymiş. Öyle ki, vitrine konulan bugüne özel kırmızı renkteki hiç bir eşyaya tahammül edilemezmiş. Gül ve hediye ambalajları karaborsaya düşermiş. Şer-i yasalara göre muhataplarına dinden çıkma cezası uygulanıyormuş.

Singapur: Hediye için en fazla para harcayan milletmiş Singapurlular. Kişi başı harcama bu özel günde yüz ila beş yüz Amerikan Doları arasında değişiyormuş.

"Jajangmyeon" Kara Gün Yemeği - Güney Kore
Güney Kore: Bugünü en ilginç kutlayan milletlerden birisiymiş. 14 Şubat'ta bayanlar sevgililerine sadece çikolata hediye ederlermiş. "Beyaz Gün" olarak adlandırılan 14 Mart'ta bu sefer erkekler, kendilerinden hediye aldıkları bayanlara çikolata dışında şekerleme veya bir tatlı hediye ederlermiş karşılık olarak. Bu günlerde hediye alıp vermeyenler ise 14 Nisanda, yerel bir lokantaya gidip "Jajangmyeon" adını verdikleri siyah renkli bir tür makarna yemeği "noodle" yerlermiş, ki o gün "Kara Gün" olarak anılırmış. Yedikleri yemek onların bekar hayatlarına en az bir yıl daha devam ettiklerini simgelermiş.

Tayvan: Bu ülkede hem "Sevgililer Günü", hem de "Beyaz Gün" kutlanırmış. Japonya'dakinden farklı olarak ilk hediye verme sırası erkeklerinmiş bu kez. 

Finlandiya, Estonya: 14 Şubat bu ülkelerde Dostluk ya da Arkadaşlık Günü olarak kutlanırmış.  

Yunanistan: Sevgililer Günü önceleri romantik bir gün değilmiş. Yunan halkı, 3 Haziran'da, Doğu Ortodoks Kilisesine mensup Valentine'in dışında, her yıl  aşıkların koruyucusu olarak nitelendirdikleri başka bir Azizi anıyorlarmış. Gel gelelim küreselleşmenin bir sonucu olarak günümüz Ortodoks Yunanistan'ında da,  M.Ö II. YY. da yaşayan aşıkların bu koruyucu Azizi Hyacinth'ın yerine, Katoliklerin Aziz Valentine'ini kutlar olmuşlar artık 14 Şubat günlerinde. 

Portekiz: "Dia dos namorados" dedikleri Sevgililer Gününü bilinen şekilde kutluyorlarmış.

Romanya: Son yıllarda başlamış Sevgililer Günü kutlamaları. Bazı dernek ve kuruluşlar bu günü kültür emperyalizme ve batının ticari amaçlarına hizmet etmek amacıyla uydurulmuş bir gün olarak görmüşler.  Romenler, her 24 Şubat'ta Bahar Bayramı adıyla kutladıkları bir günü aynı zamanda Sevgililer Günü olarak kabul ediyorlarmış.

İskandinav Ülkeleri: Amerikan çiçek endüstrisinin faaliyetleri sonucu icat edilen bir gün olarak değerlendiriliyormuş bu ülkelerde. Çok fazla rağbet gördüğü söylenemezmiş. Çiçek ve kozmetik satışları canlanırmış biraz o kadar.

İspanya: Katalan bölgesi hariç olmak üzere İspanya'da 14 Şubat diğer batılı ülkelerdeki gibi kutlanırmış.

Evet, ülkeler turumuz burada sona eriyor. Görüldüğü üzere her ülke kendi kültürlerine göre farklı kutluyor bu günü. Sizce hangisi daha çekici bilemem ama biz de tamamen kaldırıp "Kutlamıyorum" diyerek bir kenara atmak yerine kendi kültürümüzden de bir şeyler katmaya çalışsak nasıl olur?