KATEGORİLER

28 Ağustos 2019 Çarşamba

ÜSTÜNDE VERSUS ÜZERİNDE

Hangisi Doğru?

Gece olmuş saatin ikisi. Delirdim mi ne?

Takmışım bir kelimeye içinden çıkmam mümkün değil

Vazoyu sehpanın üstüne mi koysam, yoksa üzerine mi?

Tedeka güncel sözlük bile çıkamamış işin içinden,

Üstünde demiş üzerindenin karşısına,

Üstündeyi karşılıksız bırakmış

Benim kafama yatanı sorarsan eğer,

İngilizce on'un karşılığıdır üstünde,

Above'un karşığı da olmalı üzerine,

Tam da ikna olmuşken,

Bir gürültü koptu iki kat üstümüzden.




KARDEŞİMİN HİKAYESİ - ZÜLFÜ LİVANELİ

Kitabın Adı: Kardeşimin Hikayesi

Yazar: Zülfü Livaneli

Sayfa Sayısı: 324

Yayınevi: Doğan KitapTürü: Roman

Kitap Hakkında: On yaşındayken geçirdikleri bir trafik kazasında ailesini kaybeden Ahmet, okullarını bitirip başarılı bir meslek hayatından sonra Bulgaristan sınırına yakın Karadeniz kıyısındaki küçük bir balıkçı köyünde yalnız ve sakin bir şekilde hayatını sürdürürken komşusunun evinde meydana gelen bir cinayet olayların başlangıcı olur. Kurban, İstanbullu varlıklı birinin eşi olmasından dolayı, olayı hakkında haber yapmak üzere gelen gazetecilerden biri olan Pelin Soysal ile Ahmet arasında değişik bir ilişki başlar. Cinayet ile ilgili soruşturma devam ederken Ahmet kadın gazetecinin ilgisini çekeceğini düşündüğü kardeşinin öyküsünü anlatmak ister. Ahmet, yıllar önce geçirdiği kazanın yarattığı travma neticesinde garip davranışlara sahiptir. Olaydan sonra yıllar boyu dokunmaya ve dokunulmaya karşı aşırı tepki vermektedir. Bu özelliğinden dolayı Pelin, Ahmet'ten çekinmez ve pansiyonda yer bulamayınca onun evinde kalmakta herhangi bir mahsur görmez, merakla Ahmet'in kardeşinin hikayesini dinlemeye başlar. Bu arada Ahmet, kadın gazeteciye cinayetle ilgili haber olacak bazı önemli bilgiler vermektedir. Bir süre sonra, yıllar önce yitirdiği duygularının canlanmakta olduğunu fark eden Ahmet, onca yaş farkına rağmen Pelin'e bağlandığını düşünür. Diğer taraftan artık evine dönmek isteyen Pelin, öykünün sonucunu merak ettiği için bir türlü köyden ayrılamamaktadır. Ahmet ise genç kadından ayrılmamak için öykünün sonunu getirmemek konusunda ısrarcı davranışını sürdürür. Ahmet, bunu daha fazla uzatamayacağını anlayınca mecburen öyküyü sona erdirmek zorunda kalır ve Pelin nihayet İstanbul'a döner. Ertesi gün köydeki cinayet beklenmedik bir şekilde açığa kavuşturulurken kardeşin öyküsü de okuru ters köşeye yatıran bir boyut kazanır.

"...Ama bir de aşkın en yüksek noktası var. Nedir bilir misin?"
"Nedir?" diye sordum ama sormasam da anlatacağı belliydi.
"Kıskanmayı bile unutmak, onu mutlu eden her şeyi ve herkesi sevmek. O noktada sahiplenmek biter, saf aşk kalır." 
Bana Ümit Besen'in "Nikâh Masası" şarkısını hatırlattı bu.

"Aşk, uçurum kıyısında gözü kapalı yürümektir."
Kitabın kahramanı ruhsal açıdan sorunlu biri olduğundan anlattıkları arasında kurgusal çelişki aranması doğru olmaz bu durum yazarın lehinedir. 

Sonuç olarak ben bu kitabı çok sevdim ve okunmasını tavsiye ediyorum.

27 Ağustos 2019 Salı

MİM de CAN UZUNYOL

Genç arkadaşlarımızdan Taha Akkurt, blog dünyasına yeni katılan Can Uzunyol kardeşimizin mimini cevapladıktan sonra beni de mimlemiş. Kendisine teşekkür eder, her iki arkadaşımızın hedeflerine en  kısa zamanda ulaşmasını temenni ederim. Mim etkinliği, okumayı ve yazmayı kendilerine ilke edinen genç, yaşlı toplumun değişik kesimlerindeki insanları birbiriyle buluşturması ve onların farklı fikirlerini öğrenmesi bakımından oldukça faydalı. Diğer taraftan, soruları cevaplarken insan kendisi ile de yüzleşme fırsatı buluyor. Bu mimde sorulan sorular da gayet güzel seçilmiş. Hemen cevaplamaya çalışayım bakalım  neler dökülecek kalemimden.

1. Yaşınız 60-65'e geldiğinde yaşamak istediğiniz yer?

Bu soru karşısında hafifçe gülümsüyorum. Soruda geçen yaş aralığının başındayım çünkü. Ancak uzun yıllar Ankara'da bulunduktan sonra halen yaşadığım ve doğduğum yer olan İzmir'de olmak mutlu ediyor beni. Beş sene öncesine kadar şehrin gürültülü yaşamından kurtulup küçük bir kasabanın doğal ortamında emekliliğimi yaşamayı düşünüyordum. Dört yıl kadar düşündüğümü yaptım. Güzel bir deneyimdi ama insan uzun yıllar yaşadığı ortamı arıyor bir müddet sonra. Geçen sene İzmir'in Güzelyalı semtine yerleştik. Denizi olmayan bir yerde yaşamak istemezdim sanırım. Her şeyden önce yaşadığım yerin kültür düzeyi ve çevremde yaşayan insanların Atatürk devrimlerine bağlılığı beni buraya bağlıyor. 

2. Bir hedefiniz var mı? Varsa neler?

Öyle büyük hedeflerim olmadı hiç. Kendimi ve ailemi kimseye muhtaç etmeden mutlu bir hayatım olsun istedim. Bunu da başardığımı düşünüyorum. İş hayatının yoğun çalışma temposunda geleceğe yatırım yaparken kendimizi geliştirecek yeterli zamanı ayıramıyoruz. En azından benim için böyle oldu. İş hayatında başarılı olacağım diye gece gündüz birilerini daha zengin etmekti hedefim. Şimdiki hedefim ise her konuda kendimi geliştirmek, zevk aldığım şeyleri yapmak, okumak, yazmak. Bu arada kadere değil ama şans ve tesadüflere inanırım. Eğer şans yüzünü gösterirse beni de mutlu edecek yeni ve farklı hedeflere yelken açabilirim.

3. Bloggerla nasıl tanıştınız?

İnternette dolaşırken bana ilginç gelen blog sitelerine rastladım. İlk zamanlar kişisel blog olarak başladığım bu macera bir süre sonra günlük yazılarımla devam etti. Bazı blogger arkadaşların yazılarını büyük bir zevkle takip ediyordum. Bu arada Evde Yazar (Ne yazık ki eskisiden olduğu kadar yazmıyor) ilham kaynağım oldu. Deep yaptığı şirinliklerle hem eğlendirdi hem bilgilendirdi. Yazdıklarım da beğenilince daha çok bağlandım. Kaystros Taş Ev Restaurant'ın inşaat aşamasından başlayıp bütün işletme süresi boyunca her gün yaşadıklarımı yazdım. Bunları binin üzerindeki facebook takipçimle paylaştım. Biraz ticari gayeler de vardı dürüst olmak gerekirse. Yazdıkça daha çok sevdim bu işi. Aklıma düşen konuları, okuduğum kitaplar hakkında izlenimlerimi yazmak alışkanlık yarattı bir müddet sonra. 

4. Gurur duyduğunuz başarılarınız varsa nelerdir?

Yaşadığımız dünyada eğer sağlıklı bir şekilde ayakta kalabiliyorsak bu en büyük başarı bence. Bunun dışında biri mühendis, diğeri doktor olmak üzere iki evladım var. Mesleğimle ilgili olarak uzun yıllar yöneticilik yaptım. Özellikle SSB baraj tekniğini ilk olarak yurdumuza getiren ve uygulayanlardan biriyim. Bir ara bu konuda deneyimleri aktaracak teknik bir kitap yazmayı dahi düşündüm. Özetle otuz yıldan fazla bir süre bir çok projede değişik seviyelerde görev alarak ülkemize kazandırdığım eserler de benim gurur kaynağım.  

5. Boş vaktinizde neler yapıyorsunuz?

"Boş vakit" benim tanımadığım bir terim. Her zaman yapacak bir şey bulur o vakti doldururum. Günlük işler dışında bol bol okurum, yazarım. Bilgi o kadar büyük bir derya ki okudukça ne kadar boş olduğumu anlıyorum. 

Bu mimi okuyan ve yapmak isteyen bütün arkadaşlar davetlimdir.  

25 Ağustos 2019 Pazar

YAZMAKTAN KORKUYORUM

Esintisiz sıcak bir gün, güneş kavuruyor ortalığı. Kafam karmakarışık. Aklımdan geçenleri yazmaktan korkuyorum, yazmayacağım da.

Facebook sayfalarından uzaklaştım kendi isteğimle. Dizi dizi postlar vardır şimdi orada. "Kadına şiddete hayır" diye. Altında yüzlerce beğenme, kızgın surat ve gözyaşı ikonları. Ne faydası var bunların on yaşındaki zavallı çocuğa. Kim hisseder aynı duyguları, babası annesinin boğazını keserken gözlerinin önünde. Yok, ben paylaşmam, paylaşamam böyle bir acıyı, paylaşanları da beğenmem, beğenemem. O küçük kızın hissettiklerini yaşayamam. Yazamam duygularımı, biliyorum böyle yazmak çözüm değil.

Havuz başında güneşlenen genç bir hanım, orta yaşlı genç görünenlerden de olabilir. Elinden düşürmediği iphone'unu parmaklıyor, soluksuz. Instagram hesabında yeni bir paylaşım görünce ağzıyla birlikte açılıyor gözleri, canı sıkılıyor. Bir anlığına içi sızlıyor, ama bir anlığına. "#kadına şiddet kabul edilemez" yazıyor kara fonun üzerinde, kocaman beyaz puntolarla. Paylaşımı beğeniyor, hemen oynuyor zarıif parmakları. Paylaşıyor bu acı haberi en yakın arkadaşlarıyla, bir tuzum olur belki bu yaraya diyerek. İçi yanıyor alev, alev. Yanındaki sehpaya uzanıyor, üzeri gözyaşları ile buğulanmış bol buzlu "Absolute Stress" ini yudumluyor, üzerine çöken kederi dağıtmak için. 

Gazetede bir habere ilişiyor gözüm. Kendini pazarlamaya çalışan kocasını öldüren genç kadın hakime haykırıyor. "Ne yalan söyleyeyim hakim bey, hayatta kalmış olmanın saklayamadığım bir sevinci var içimde. O ölmese ben ölecektim." diyor, hak veriyorum.  

20 Mayıs 2014 tarihli tweet'inde devletin başındaki zat, Hz. Ömer'den aşırdığı lafı kendine mal etmiş. "Bu ülkenin başbakanı olarak, Dicle'nin kenarında kurdun kaptığı bir koyun bile benim mesuliyetim altındadır." diyor. Bu olaydan sedece bir kaç gün önce Avustralya Başbakanı Barry O'Farrell kendisine hediye edilen bir şişe şarabı kabul ettiği için istifasını veriyor. Yaptığı basın toplantısında, "... sorumluluk ve mesuliyete inanan biri olarak hareketlerimin sonuçlarına katlanmayı kabul ediyorum." diyor.

Gözlerden dökülen yaşlar geçici, sahte. Aynı timsahın kurbanına dökmüş olduğu göz yaşları gibi. Soruyorum zavallı kadını öldüren kocada mı suç sadece? Onu bu cinnete sürükleyen, cehaleti, yaratılan algıları, sapık düşünceleri besleyen ortamı sağlayan yöneticilerin, emirleri altına aldıkları medyanın, kanun koyucuların ve de onu uygulayıcıların, sosyologların, psikologların, eğitimcilerin, ekonomistlerin hiç mi kabahati yok? 

Yazmayacağım ben bunları, korkuyorum. Yanlış anlamayın, korkuyorum yanlış anlaşılmaktan...

22 Ağustos 2019 Perşembe

KRAL KAYBEDERSE - GÜLSEREN BUDAYICIOĞLU

Kitabın Adı: Kral Kaybederse
Yazar: Gülseren BUDAYICIOĞLU
Sayfa Sayısı: 384
Yayınevi: Remzi Kitabevi
Türü: Roman

Kitap Hakkında: Yazarın okuduğum beşinci kitabı. Diğerlerinden farklı olan yanı, olayların yalnız bir hastasının etrafında dönmesi. Bu açıdan daha sade ve anlaşılır. Kitabın kahramanı Kenan Baran, yakışıklı bir iş adamı, varlıklı, kadınları kolayca etkileyen özelliği ona narsist bir yapı kazandırmış. Onun için hayatın anlamı kendisine saygı ve hayranlık duyulması, herkes tarafından sevilmesi. Ancak sevmek onun bilmediği bir duygu. Karısı, sevgilisi ve diğer kadınlar onun sahip olduğu güç ve cazibe karşısında teslim olmuş, her şeye razı olmuşlar. Ta ki, uzun zamandır ona hayatını adayan Fadi'nin yeter dediği ana kadar. Bu Kenan için dönüm noktası. Onun gibi biri nasıl terk edilebilir? Aslında uzatmalı sevgilisine olan tutkusundan değil bu kabullenmeyiş. Herkes kendisini sevmek zorunda ama karşısındakine göstereceği en ufak sevgi ve saygı kırıntısı sadece bir lütuf. Kenan'ın ilk kez reddedilmesi onu yataklara düşürecek bir şok dalgası yaratıyor. Kabullenilmesi zor bir yenilgi. Bu yenilgiye şahit olan karısı Handan'ın da onu bırakması sonun başlangıcı oluyor. Arkasından yalnızlık ve parasal çöküş. Yatırıldığı huzurevinde psikiyatrının çabaları sayesinde kendisi ile yüzleşmeyi öğreniyor, Hayatı geç de olsa tanıyor, iyilik yapmanın verdiği hazzı, sevmeyi ve sevilmeyi keşfediyor. Yaşamının son döneminde yaşadığı dramatik dönüşümü ölümünden sonra doktoruna ulaştırılan bir günlükten öğreniyoruz. 

Kitabın konusu ilginç. Kenan ve diğer karakterler toplumda sıklıkla karşılaştığımız cinsten. 70. sayfaya kadar keyifle okuyorum ama daha sonraki "Doktorun Günlüğünden" bölümleri işin tadını kaçırıyor. Daha önceki kitaplarında olduğu gibi kendi kliniğinin reklamını yapması bir tarafa sık sık güzelliğiyle öğünmesi, eşinin yakışıklılığı, işindeki başarısı ve hastalalarına ne kadar içten yaklaşmış olduğuna dair kendini öven sözleri yakışık almamış, hatta itici kaçmış. Yazar eğer erkek olsaydı birçok yönden yazdığı kitabın baş kahramanı Kenan Bey'e benzeyebilirdi muhtemelen.

Konularda çok fazla tekrara düşmüş. Uzattıkça sıkmaya başlıyor, bir an önce kitabı bitirmek istiyor insan. Açıklamaya muhtaç hususlar ve inanması zor tesadüfler, yazarın olayların gerçekten yaşanmış olduğu iddiasını zayıflatıyor. Kenan'ın, sevgilisinin ve daha sonra eşinin birbririnden habersiz olarak (kitabın yazarı olan) aynı psikiyatra başvurması ve ondan destek beklemesi bunlardan biri mesela. Koca ülkede bütün yollar her nasılsa Gülseren Hanımın kliniğine çıkıyor.

Hangi doktor on yıldan fazla bir süre (eğer başka özel bir ilişkisi yoksa) hastasından hiçbir ücret almaksızın onun tedavisini üstlenir? Her ziyaretinde onu odasına alıp çayla börekle besler?

Kitapta yazar iki temel husus üzerinde dolanıp duruyor. Bunlardan birisi kader motifi, diğeri blinçdışı. Yazarın Freud'u arkasına alıp ortaya koyduğu kader motifi sayesinde her türlü kişisel bozukluğu açıklaması ve tedavisini yapacağı savını iddialı buluyorum. "Şimdi biraz çocukluğuna dönelim." le başlayan kesin tedavi yöntemi bu.

Sonuç olarak, bir daha Budayıcıoğlu kitabı okur muyum? Hiç sanmam, yeter bu kadar.    
  

21 Ağustos 2019 Çarşamba

KİTAP MİMİ

Herkesin bildiği tanıdığı sevgili Sade ve Derin nam-ı diğer Deep kitap konulu bir mim cevaplamış. Konumuz Kitap blog'unun yazarı İrem Can sormuş sualleri. Deep, verdiği cevapların sonunda da demiş ki, "Bu hoş mimi kitap seven herkesler yapsın." Üzerime alındım, işte benim cevaplarım naçizane...

1. Kitap size ne kattı?

Bilgi kattı her konuda. Hiçbir zaman eğlencelik ya da boş zamanımı dolduracak bir enstrüman olarak görmedim kitabı. Bağnaz olmaması koşuluyla her türlü fikirden yararlandım. İnsanın muhtelif derecelerde kendini yazarak ifade edebilme becerisini görmeme imkan tanıdı. İlham verdi okuduğum kitaplar, doğruyu ve yanlışı gösterdi, düşünmemi sağladı. 

2. Kitap arkadaş mıdır sizce?

Pek çok arkadaş bu basit soruya evet demiş. Benim bunu biraz etraflıca düşünmem lazım. İşte sorulara bu şekilde cevap verişim kitap sayesinde. Birbirlerine karşı sevgi ve anlayış gösteren kişilerden her biri arkadaş olarak tanımlanıyor TDK sözlüğünde. Kitaba olan sevgi ve anlayışı ben gösteriyorum, doğal olarak onun beni sevmesi ve bana karşı anlayışlı olmasını beklemiyorum. Aynı sözlükte ikinci tanım ise; bir ortamda birlikte bulunanlardan her biri, hempa, refik. Hempa: Kötü işlerde aynı amaçla ve birlikte hareket eden kimse.  Yok bu değil. Refik: Bir çok tanımın arasında en uygunu: Yol arkadaşı. Özetle kitap, hayat yolunda sevdiğim ve onu anlamaya çalıştığım bir nesnedir bence.

 3. Neden kitap okuyorsunuz?

Bilgi ve fikir sahibi olmak için. Düşünmemi sağladığı, hayal gücümü geliştirdiği için okuyorum. Farklı duygularımı harekete geçirmesinden büyük zevk alıyorum. Zaman ve yerle sınırlı olmayan paralel bir yaşam sunuyor bana kitap. Daha ne olsun.

4. Kitabı ne sıklıkla okuyorsunuz?

Belli bir takvimim yok aslında. Ancak okuyamadığım zaman huzursuz oluyorum. Öyle zaman oluyor ki elimden kitap düşmüyor, bazen de birkaç ay ara verdiğim oluyor. 

5. Hangi tür kitapları okuyorsunuz?

Konusu sadece aşk meşk olan kitaplar dışında hemen her türlü kitap okurum. Yeter ki bana yeni bir şeyler öğretsin. Edebi değeri olan kitaplar, dünya klasikleri hoşuma gider. Bilim kurgu, polisiye okurum ama çok fazla ilgimi çekmez.

6. Kitap yazmayı düşündünüz mü?

Yayınlanmış bir kitabım yok. Kendimi yeterli hissettiğim zaman beni tutan ne olabilir ki? Ancak henüz katetmem gereken uzun bir yol olduğunun bilincindeyim.

7.  En sevdiğiniz yazar kim?

İlk aklıma gelen Orhan Pamuk oldu. Cevdet Bey ve Oğulları. Yazarın daha sonra yazdığı bazı kitaplarından o kadar çok zevk almadım. John Steinbeck - Gazap Üzümleri ilk okuduğum ve sevdiğim kitaplardan biriydi. Jack London'un bütün kitaplarını severek okudum. Aslında yazar kategosinde sevmek sevmemek ayrımı benim açımdan pek doğru bir sınıflama değil. Her yazar bütün eserlerinde aynı performansı göstermeyebilir. Sevmediğimiz yazarlar olabilir belki; ideolojik açıdan beğenmediğimiz veya edebi açıdan yetersiz bulduğumuz. O zaman deriz ki, ben bu yazarı sevmiyorum. Lakin sevdiğiniz yazar kim sorusuna genel bir cevap vermek biraz zor gibi.

8. Kitapları ciltler misiniz?

Yok, hayır ciltlemem. Benden sonra bir başkasının okuyacağını düşünerek mümkün olduğunca temiz bırakırım.

9. Gezi kitaplarını sever misiniz?

Hayır, sevdiğim söylenemez. Geziye çıkmadan önce değişik bloglardan faydalanır, ona göre planımı yaparım. 

10. Kitap alırken kapağına göre mi seçersin?

Kitap kapak dizaynı insanın ilgisini çeker elbette. Kitap seçiminde blog yazarlarının tavsiyeleri, konusunu beğendiklerim, arkadaş tavsiyeleri ve hangi yayınevi tarafından basıldığı tercihimi belirler. 

Benden bu kadar. Kitap okumayı seven ve bu mimi hala yapmayan varsa buyursun.
      

20 Ağustos 2019 Salı

ON DAKİKA OTUZ SEKİZ SANİYE - ELİF ŞAFAK

Kitabın Adı: On Dakika Otuz Sekiz Saniye
Yazar: Elif ŞAFAK
Çeviren: Omca A. Korugan
Sayfa Sayısı: 386
Yayınevi: Doğan Kitap
Türü: Roman


Kitap Hakkında: Popüler yazarlardan biri olan Elif Şafak'ın bu romanı bende biraz hayal kırıklığı yarattı. Oysa ilk aklıma gelen romanları mesela Aşk ya da Ustam ve Ben'i çok beğenmiştim. "İnsan beyni bedensel ölümden sonra on dakika'lık bir süre çalışmaya devam eder" varsayımından hareketle cinayete kurban giden bir hayat kadınının geçmişte yaşadıklarına ve onun beş kadim dostuna dair son on dakikada hatırladıklarının konu edildiği bir roman. Kitap kapağını ilgi çekici bulmasam bile adı merak uyandırmıştı başlangıçta. Öldürüldükten sonra bir çöp konteynırına (kutu diye çevrilmiş Türkçe'ye) atılan Tekila Leyla'nın beden ölümü gerçekleşmesinden itibaren geçen her dakikaya onun yaşamında iz bırakan ve ona büyük acılar yaşatan ayrı bir anısı yerleştirilmiş. Arada, kısa bölümler halinde yaşamı paylaştığı kadim dostlarının hayat hikayeleri sığdırılmış. Tekila Leyla ve kadim dostlarından her birinin toplumumuza has acıklı olduğu kadar bilinen ama görmezden gelinen yaşamları konu ediliyor. Aile içi şiddet, ensest ilişki, kadına bakış açısı, eşcinsellik gibi konular ön plana çıkartılarak toplumun değer yargıları ironik bir dille işleniyor. Bu arada olayların geçtiği otuz yıllık dönemde ülkede yaşanan toplumsal olayların da yer aldığı kitabın yarısından sonra sıkılmaya başladım. Özellikle sonuna doğru Leyla'nın cesedinin arkadaşları tarafından mezarından çıkartılıp kaçırılması yapmacık ve zorlama geldi. Diğer taraftan yazım formatının hoşuma gitmediğini söyleyebilirim. Sonuç olarak kitabın bazı bölümleri hariç sıradan ve yazara yakıştıramadığım bir roman olmuş bana göre. Diğer kitaplarının yanında sığ ve soluk kalmış maalesef.