ABD'de kongre binasına yapılan dünkü saldırıdan sonra ülkemizi düşündüm. Trump'ın destekçilerinin beyaz sarayı basmalarıyla birlikte gelişen olaylara demokrasiye karşı yapılan darbe girişimi diyen de oldu, kalkışma diyen de. Bu bana 15 Temmuz kontrollü darbesini anımsattı. O zaman yapılanlara isim vermekte zorlanılmış, darbe girişimi, kalkışma gibi tabirler kullanılmıştı. Ana muhalefet lideri, söz konusu teşebbüse "kontrollü darbe" demesiyle birlikte bütün şimşekleri üzerine çekmiş, Fetö örgütünü, yani darbecileri desteklemekle itham edilmişti. Artık bütün partiler ve medya kuruluşları Fetö'nün, ülkemizde demokrasiyi hedef alan, Amerikan destekli bir darbe girişiminde bulunduğunu kabul etmek durumunda. Aksini iddia edenler vatan hainliğiyle, Fetö terör örgütü üyesi olmakla ve demokrasi düşmanlığıyla suçlanmayı göze almak zorunda. Buna cesaret edebilen az sayıda tanınmış kişi teröre destek vermek ve vatan hainliğiyle suçlanarak cezaevlerine gönderiliyor.
Neyse ki tanınmış bir kişi değilim ve bu blogu okuyan arkadaşlarıma güveniyor, onlara en büyük sırlarımı paylaşmakta beis görmüyorum. Evet, arkadaşlar size büyük sırrımı açıklıyorum, 15 Temmuz darbesinin baş aktörü benim. Göreve ilk geldiğim yıllarda YÖK'le uğraştım. Sonunda bu kurumu ele geçirdim ve üniversite sınavlarında yaptırdığım usulsüzlüklerle destekçilerime üniversite kapılarını ardına kadar açtım. Biliyordum ki, bu arkadaşlar yarın devletin en kritik kurumlarında görev alacaklar ve benim sadık kullarım olacaklar. Sonra emniyet teşkilatını ele geçirdim. Burada çalışan yandaşlarım sayesinde istediğim kişileri dinleme cihazları ile kontrol edebilecek, muhaliflerimi kumpasa getirebilecektim. Ordu benim için çok önemliydi, Atatürkçü subayları bir an önce ortadan kaldırmak zorundaydım, aksi takdirde başarılı olmam mümkün değildi. Bir yandan sınavlarda usulsüzlük yaparak orduya beni destekleyen subay adaylarını soktum, diğer yandan kıyak emeklilikle Atatürkçü subayları ordudan attım. Fakat itiraf edeyim, yargı beni çok uğraştırdı. Hele şu Yüksek Hakimler Kurulu, bana çektirmediyse çektirmedi. Bu konuyu da bir referandumla çözdüm, artık yargıyı da elime geçirmiş, kendimi iyice garantiye almıştım. Yerimi iyice sağlamlaştırmak için başkanlık sistemine geçmem gerekiyordu. Çünkü yarın başıma bir şey gelse muhalefet ipliğimi pazara çıkarabilirdi. Her şey gayet güzel gidiyor, rabbim ne istersem veriyordu. Bütün bu işleri yaparken en memnun olduğum kurum muhalefet partileriydi. Allah onlardan razı olsun, önlerine bir kemik atıyor, onlar kemiğin peşinden koşarken ben planımı rahatlıkla uyguluyordum.
Sıra orduyu ele geçirmeye gelmişti. Çünkü eğer bir darbe yapmaya niyetlenirlerse beni Menderes gibi ipe gönderebilirlerdi. Gerçi ordunun üst kademesini kendi adamlarımla doldurmuştum ama yine de bir iç savaş çıksın istemiyordum, bu benim için bir kumar olurdu. Bütün bu çalışmalarımda müttefikimiz, canımız iş ortağımız, BOP proje yöneticimiz büyük ülke Amerika'nın desteğini göz ardı edemem. Çünkü onlar da aynı benim nefret ettiğim gibi Kemalist ordudan son derece rahatsızlardı. Bu çalışmalarım her ikimiz için win-win projesiydi. Onların önerdiği şekilde toprak altına tüfek, tabanca ve bombalar gömdürdüm. Medya zaten elimdeydi. Kıyameti koparttık bize darbe yapacaklar diye, ardı arkasına darbe planları ürettik. Ergenekon, balyoz, kafes darbe planlarımız gayet tıkırında gitti. Tam o arada dostumuz, müttefikimiz Amerika'nın küçük bir ricası olmuştu. Devletimiz için hayati öneme sahip bir yer olan, çok gizli devlet sırlarının bulunduğu, savaş gibi olağanüstü hallerde görevlendirilecek gizli personelin isimlerinin ve hareket planlarının yer aldığı kozmik odayı merak etmişlerdi. Bana o kadar yardımcı olduktan sonra geri çevirmeye yüzüm tutmazdı. Siz olsaydınız aynı şeyi yapmaz mıydınız? Elbette yapardınız. Ben de peki dedim, hemen bir senaryo yazdılar. Ben de görmezden geldim. Bir sürü Kemalist subay, görevlerinden alınmış, hepsi hapse atılmıştı. Onların üzerlerine atılı uydurma suçlar karşısında her zaman bizim savcının yanında yer aldım, altına zırhlı araç tesis ettim. Artık ülkenin tek hakimiydim. Ordu bile benim elimdeydi. Yargıyı elime geçirdikten sonra bana engel olacak kişi ve kurumlara istediğim baskıyı kurabiliyordum. Medya, üniversiteler, TRT, emniyet, yargı, ordu hepsi benim askerimdi, hepsi karşımda sustalı maymuna dönmüşlerdi. Canımı sıkanları büyük vergi cezalarına çarptırıyor, aleyhime konuşanları içeri attırıyordum.
Bakın üzerinde durmadığım tek kurum siyaset kurumuydu. O doğası gereği zaten emrimdeydi. Hepsi önümde eğilir, ağzımdan çıkacak lâfa bakarlardı. Artık başkan olmuş, kendime kocaman saraylar yaptırmış, bir sürü uçak almıştım. Halk Bankası kanalıyla İran'a uygulanan ambargoyu delerek kendime ve çevreme büyük miktarlarda komisyon alıyordum. Artık milyon Dolarlar, milyon Eurolar benim için önemsiz paralardı, tek derdim onları koyacak yer bulmaktı. Ayakkabı kutularına doldurdum yetmedi. Yeni kutular aramaya başladım. Çocuklara bir kaç ufak gemi aldım, oyalansınlar diye. Ha, bir de ortağım vardı, unuttum size ondan bahsetmeyi. Evet, Fethullah Hoca Efendi. O bana her zaman yardımcı oldu, ben de onun adamlarını önemli devlet kurumlarının başına getirdim. Paranın gözü kör olsun. Nasıl oldu anlaşamadık işte! Oysa ne istese vermiştim ona. O daha fazla istemeye başlayınca sonunda ipler koptu. Kendisi Pennsylvania'da ikamet ediyordu uzun zamandır. Gel dedim, bu hasret bitsin dedim, yalvardım. Gelmedi. O gitti, Amerika'nın yanında yer aldı. Şimdi söyleyin dostlar, bu vatan hainliği değil de nedir? Bu sefer birlikte yaptığımız bütün pis işleri ifşa etmeye başladı. Güya kendini temize çıkaracaktı. İşte evdeki ayakkabı kutularını da onun emniyetteki adamları çıkarttı, beni zor durumda bırakmak için. Kılıçlar çekilmişti. Ama ben bunu bekliyordum onun için gerekli her türlü tedbiri almaya başladım.
Ta başından beri bu Fetullah'ın darbe yapıp beni devireceğini biliyordum. Onların her hareketini takip ediyordum. Ordudaki adamlarının her birinin yanına bana rapor verecek birer casus yerleştirdim. Lakin Amerika onu desteklediğine göre maçı kazanması kesindi. Acilen bir şeyler yapmam gerekiyordu. MİT müsteşarı en sadık adamımdı. Ona hem ordudan hem emniyetten müthiş bilgiler geliyordu. Hocayı destekleyen bütün resmi ve özel kişilerin isim listesi, elimizdeydi. Bir ay daha gecikecek olsam darbeyi yapacaklar, beni ipe göndereceklerdi. Bu durumda birlikte yaptığımız bütün yolsuzluklar ve pis işlerin hepsi üzerime atılacaktı. Ben zekam sayesinde bu işin de üstesinden geldim. Henüz darbe hazırlıklarını tamamlamadan önce onların arasına yalandan bir haber uçurarak "hoca tetiğe bastı" haberini yaydım. Bu sayede hocanın destekçileri teker teker ortaya çıktı. Bazıları uçakları uçurdu, bazıları köprüleri tuttu. Halkı sokağa döktüm, tankların üzerine çıktılar. Camilerde daha önce planladığım gibi selâlar okuttum. Medya görevini tam yaptı, hepsi beni desteklediler, Allah razı olsun. Meclisi bombalamalarına ses çıkarmadım, bu demokrasiye karşı sembolik bir hareket olacaktı. Ama sarayıma bir şey yapmalarına razı olamazdım. Çünkü orayı özene bezene hazırlamıştım kendime. Sonra yine planladığım şekilde darbeye teşebbüs edenleri kıskıvrak yakaladım. Kimin ne yapacağını biliyordum zaten, o yüzden onları tespit etmek benim açımdan hiç de zor değildi. Bana bu tezgah sırasında yardımcı olan bazı casuslarım vardı, çaktırmadan onların yurt dışına kaçmalarına göz yumdum. Bayağı heyecanlı olmuştu. Üzüldüğüm tek şey bu senaryonun 250 kadar vatandaşımızın hayatına mal olmasıydı. Onları saygıyla anıyorum.
Bu olaydan sonra önüm iyice açılmıştı. En azından bir sözümle milyonları sokağa dökebiliyordum. Sıkıyönetim ilan ettim. Artık bana karşı olan herkesi Fetö terör örgütü üyesi olmakla suçlayıp içeri tıktırıyordum. Bütün yazarlar, muhalefet, basın mensupları, iş adamları, emniyet ve ordu mensupları, öğretim üyeleri, yargı mensupları, öğrenciler, sendikalar, belediye başkanları, yani aklınıza gelen her meslek erbabı bana muhalefet edemeyecekti. Hele etsinlerdi, bana muhalefet eden Fetö terör üyesi mensubu, vatan hainiydi. İşte bu benim hikayem, kontrollü darbem. Fakat buna kontrollü darbe diyen olursa içeri atarım, vatan hainliğiyle, Fetö terör örgütü üyesi olmakla suçlarım, benden söylemesi.
Demokrasi bu değil arkadaşlar. Demokratik yollarla bile halk isterse diktatörünü seçebilir. Hitler demokrasinin bir ürünüdür meselâ. Darbeyi sadece silahlı kuvvetler yapmaz. Yani yukarıdaki haltları karıştıran ve bu sayede diktatörlüğünü perçinleyen birinin yaptığına ancak sivil darbe denir. Gerçek demokrasilerde Hitler, Trump ve benzeri kişilerin vatan hainliğiyle suçlanıp yargılanması gerekir.
Türkiye'de başkanlık sistemi uydurma bir yönetim şekli. ABD'den yola çıktık. Çoğu kişi bak, Amerika da başkanlık sistemiyle yönetiliyor ne var bunda diyor. Her iki yönetim sisteminde çok büyük farklar var. Kısaca bir bakalım:
ABD'de halk doğrudan başkanını seçmez. Halk, dört yılda bir yapılan seçimlerle eyaletlerin nüfuslarına göre belirlenen sayıda (toplam 535 kişi) seçiciler kurulunu seçer. Devlet Başkanını seçen Seçiciler Kurulu'dur. Yasama organı yani kongre, Senato ve Temsilciler Meclisi'nden oluşur. Senato üyeleri her eyaletten iki kişi olmak üzere (Elli eyaletten toplam 100 kişi) halk tarafından seçilir. Bir üst meclis olarak görev yapan senato üyeleri seçkin ve müzakere kabiliyeti yüksek, liyakat sahibi kişilerden oluşur. Görev süreleri altı yıldır. Her iki yılda bir yapılan seçimlerle senatonun üçte biri yenilenir. Temsilciler Meclisi bir halk meclisi (avam kamarası gibi) olup eyalet nüfus oranlarına göre seçilen toplam 435 kişiden oluşur. Alt meclis de denen bu yasama organının çalışma şeklinde farklılıklar olsa da bizim millet meclisine benzemektedir. Temsilciler Meclisi iki yılda bir halk tarafından seçilir.
Yürütme, başkan ve onun kongre dışından atayacağı başkan yardımcısı ve bakanlar marifetiyle sağlanır. Yasa tasarıları her iki mecliste tartışılır ve oylandıktan sonra başkanın onayına sunulur. İki meclis arasında herhangi bir anlaşmazlık ya da farklı görüş çıkarsa karma bir komisyon vasıtasıyla uzlaşma sağlanır. Senato, partizanlığın daha az yapıldığı ve kendine özgü bazı tavsiye ve onay yetkilerine sahip prestijli bir kurumdur. Bunlar arasında anlaşmaların, başkan yardımcısının, bakanların, merkez bankası başkanı ve üyelerinin, yüksek mahkeme üyelerinin, hakimlerin, diğer yürütme organları yetkililerinin, üst düzey ordu mensuplarının, üst düzey resmi görevlilerin, büyükelçilerin onaylanması sayılabilir. Başkanlık seçimlerinden sonra sonucu kongre onaylar. ABD'de kongrenin basılması da bu onay işlemi sırasında olmuştur. Özetle her şey ABD başkanının iki dudağının arasında değildir. Kurumların ve medyanın özgürlüğü anayasa tarafından teminat altındadır. Halen ABD başkanlığı görevini resmen yürüten Trump'a twitter dahi kısıtlama getirebilmiştir. Büyük bir olasılıkla başkanlık süresi bittikten sonra bağımsız yargı önünde hesap verecektir. Ülkemizdeki partili başkanlık sistemi hilkat garibesi bir yönetim şeklidir. Yasama, Yargı ve Yürütme yetkisi sadece başkanda toplanmış, diktatörlüğün demokrasi kılıfına sokulmuş halinden başka bir şey değildir.
Şimdi gelelim merak ettiğim konuya. Ülkemizde yapılacak ilk başkanlık seçiminde ABD'dekine benzer bir durumla karşılaşırsak ne olur? Yani millet ittifakının adayı az bir farkla başkanlığı aldı diyelim. İstanbul belediye seçimlerindekine benzer şekilde yolsuzluk iddiaları ortaya atılır önce. Ortalık karışmaya başlar. Seçim kurulları itirazları inceler. İtirazları haklı bulur! Seçimlerin yenilenmesine karar verir. Bu kez medya muhalefete iyice kapatılır. Mevcut iktidar olmadık vaatlerde bulunur. Her aileye iki dini bayramda üçer bin lira vereceğini açıklar. Sağda solda bombalar patlatır. Bak biz gidersek kaos çıkar kaybeden siz olursunuz mesajını verir. Varoşlarda ve kırsal kesimde birer kilo bulgur, nohut dağıtır. Bunlar gelirse bacılarımızın baş örtüsünü çıkartacaklar der. Allah'ını seven bize oy verir, derler. Camiler ahır yapılacak, ezan Türkçe okunacak, derler. Muhalefetin miting yapmasını taraftar toplamasını engellerler. Ekmeğin fiyatını yarıya düşürürler, diğer yarısını hükümetimiz destekleyecek derler. Seçimler yenilenir, dolaplar çevrilir kıl payı kazanırlar. Kazanırlarsa ülkeyi biraz daha uçuruma sürüklerler. Ama ya kaybedeceklerini anlarlarsa? O vakit B planını uygularlar. Ailecek cumhurbaşkanlığının sekiz uçağını tıka basa doldurur, Katar'a kaçıp siyasi sığınma hakkı talep ederler. C planını uygularlarsa daha vahim. Orduya darbe yaptırırlar. Tecrübeleri var bu konuda nasıl olsa. Darbeci general ilk iş olarak Nato'ya bağlılığını belirtir. Sonra mevcut başkana bağlılığını açıklar. Halk sokaklara dökülür. Ordu duruma hakim olur. Gazeteler darbeci general ve başkana methiyeler düzer. ABD, başkanı tebrik eder. Başkan televizyona çıkar, cehape zihniyeti ortalığı karıştırdı, seçimlerde usulsüzlük yaptı, kahraman ordumuz demokrasiye bağlılığını gösterdi. Bana karşı olan herkes fetöcü, vatan haini, der. Sonra alaycı bir gülümsemeyle halkı selamlar, durmak yok yola devam! der.
Peki, yapılacak seçim sonucunda farklı bir hükümet kurulursa ne olur? Elbette değişen bir şey olmaz. Bu yönetim sistemi kaldığı sürece şimdi yapılanları yeni gelenler de yapar. Yeni gelenler ve yandaşları zenginleşir, sıradan halk için bir şey değişmez.