Note trés importante:
Cet article a été préparé selon l'idée de défi de Kanatlı Kedi
Dün gece sabahın erken saatlerine kadar oturdum ve nihayet oturduğum yerde uyku gelip teslim aldı beni. Gözümü açar açmaz yakamı bir türlü bırakmayan lanet olası sigaramı tüttürmek için kendimi ön balkona attım. Mithatpaşa Caddesi oldukça ıssız görünüyor. Yeni bir günün başladığını hissetmeme neden olan belediye otobüsü, içinde birkaç yolcu olduğu halde çift taraflı park etmiş araçlar arasından ağır aksak ilerlemeye çalışırken karşıdan hızla gelen irice bir midibüsü görünce yavaşladı ve ona ister istemez yol verdi. Bir anda aklımı sardı yine tuhaf düşünceler, gülmeye başladım sessizce. Hadi diyerek harekete geçirdim mahmur halimi. Bildiğim yerlerden sınava çekip kendimi, sordum ilk sualimi. "Bilimin inanç karşısında en kuvvetli yanı nedir?" Eşimle birlikte zevkle izlediğimiz yegane program olan tv2'deki "Kelime Oyunu" ndaki soruyu hatırladım. Cevabı yedi harften oluşan bir soruydu, "Değişmeyen tek şey nedir?" Cevabını anında yapıştırmıştım. "Değişim", evet. Bilimsel bulguların değişme özelliği bilimin en güçlü yönüydü. Bunun tam aksine, her şeyin değişme özelliği inancın en yumuşak karnıydı. Daha sonra fikir yolculuğuma buradan devam ettim. Şimdi bilim adamları çıkıp dese ki; "Sigaranın, Covid-19 (bir arkadaşımızın deyişiyle Cavit) üzerinde öldürücü özelliği tespit edildi." Halkımızın market, bakkal ve tekel bayilerine hücum edip sigaraları yağmaladığı sahneler geçmeye başlıyor gözümün önünden hemen. Sonra aklıma pek muhterem cumhurbaşkanımız düşüyor, basın toplantısı düzenlemiş, sosyal mesafeli. Elinde bir sigara, "Sevgili vatandaşlarım," diyor, "Allah affedicidir, bizi bu seferlik de affetsin. Bütün vatandaşlarımdan şahsen özür diliyorum." Sigarasından derin bir nefes çekip, dumanını keyifle basın mensuplarının üzerine üfledikten sonra konuşmasına şöyle devam ettiğini hayal ediyorum. "Şu cehape zihniyeti var ya, onlar beni düşürdü bu tuzağa. Bir kez daha yanıldım. Meğer içtiğimiz sigara ne mübarek bir nimetmiş de kıymetini anlayamamışız. Görünen o ki, Korona denilen baş belasından ancak o kurtarabilir bizi. Hayatta kalmak için her gün bir paket içmenizi önemle rica ediyorum sizden. Tekel'i de sattık ama olsun varsın, ben özel sektör temsilcileri ile konuştum. Onlar üretimi artıracaklarına dair bana söz verdiler, sözlerini tutmadıkları takdirde biz devlet olarak gereğini yapmak hususunda kararlıyız, gerekirse sigara ithalatını da teşvik edeceğimizden kimsenin kuşkusu olmasın. Devletimiz güçlüdür, her zaman vatandaşlarını doğru bilgilendirmek, ihtiyaçlarını gidermek hususunda 24 saat görev başındadır. Şimdi size müjdeli haberimizi buradan açıklıyorum. Ay sonuna kadar bütün vatandaşlarımıza birer karton sigara yardımı yapılacaktır." Alkışlar, alkışlar...
Şaka bir yana dün annem aradı. Kadıncağız sinir krizi geçirip ağlamış. Azerbaycan dışında hiçbir ülkede uygulanmayan 65 yaş yasağı hiç iyi olmadı. Güya onları korumak niyeti var bu uygulamada fakat psikolojik olarak bir yıkım ve pek fayda sağlayacağını da beklemiyorum. Zira Türk tipi ailelerde büyükler genellikle çocuklarından birinin yanında geçiriyorlar hayatlarını. Nadiren tek başlarına yaşayanlar da var. Dolayısıyla ev sakinlerinden biri kolaylıkla virüsü dışarıdan alıp babasına, annesine, dedesine ya da ninesine bulaştırabilir. Yapacaksan bir hayır önlemini alarak herkese kontrollü bir şekilde uygula şu sokağa çıkma yasağını. Ölüm korkusu sarmış kadıncağızı. Hastalanırsam yalnız başıma nasıl dayanırım hastane şartlarına diyor. Beni de endişelendiren bir durum aslında. Hani hastaneyi bırak bu sıralar ölmek bile akıl karı değil. Dört kişiyi bulup tabutuna bile el atan olmaz. Sana bir şey soracağım diyor titrek bir sesle. Benim düşüncelerimden az çok bilgi sahibi. Hadi sor bakalım diyorum. "Sen, öldükten sonra yeniden dirileceğimize inanmıyor musun?" Biliyorum ki cevabım onu şaşırtmayacak. Yine de küçücük bir umut var içinde benden alacak cevaba yönelik. Net bir şekilde düşüncemi söylüyorum. "Aaa, peki ne olacak o zaman öldüğümüzde?" diye bir soru daha yöneltiyor. 83 yaşındaki anamın hayal dünyasının yıkılmasına el vermiyor gönlüm. Hiçlik felsefesine girip bir şeyler anlatmanın anlamı yok. Konuyu biraz eğlenceli bir mecraya sürüklemek istiyorum. "Size huri muri de yok, boşuna bekleme" diyorum gülerek. O da gülmeye başlıyor. Bak bu iyiye işaret. Dünden beri içim kan ağlıyordu, ne iyi geldi seninle konuşmak diyor. Gülerken bir soru daha sıkıştırıyor araya "Ama kadınlara da var diyorlar, neydi adı eee" Biliyor ama o an çıkmış aklından. "Gilman mı?" diyorum. Gülmeler kahkahaya dönüşüyor aramızda. "Yok diyorum, kadınlara bir şey yok, o da biz erkekler için. "Nasıl söyleyeyim bilmem ki, hani tüysüz, sürmeli oğlanlar var ya... Sevabı yüksek olanlara hizmette sınır yok cennette!" Gülüşüyoruz devamlı. Canın ne zaman sıkılırsa ara, ben de ararım. Bugünler geçecek, hayırlısıyla her şey düzelecek diyorum sohbetimiz sona ererken.
Evde yaşamın zorluklarıyla yüzleşmeye başlıyorum. Covid-19 (Bundan böyle Cavit Efendi demek geliyor içimden) varlığını her an hissettiriyor ensemde. Eşim zaten hastalık derecesinde titiz bir insandı, gelin şimdiki halini görün. Dakikada bir elleri sabunla yıkamalar, olmadı bir daha. Öyle suya tutmakla olmaz, iyice sabunla. Sigara almak için dışarı çıkacağım dediğimde,
"Git kaç paket alırsan al zırt pırt dışarı çıkıp virüs getirme eve." Fakat ben kendimi ayarlıyorum, fazla bulunursa elimin altında, daha çok tüketirim. Neyse izin çıkıyor. Bu arada
"Hazır çıkmışken biraz daha portakal, eczaneden Kalsiyum Sandoz al bari" diyor. Ne demek, emrin olur.
"Ayakkabılarını kapının dışında giy." Olur.
"Döndüğünde de girme içeri ayakkabınla." Elbette. Alışverişimi yapıp eve dönüyorum.
"Dur o poşetleri koyma oraya." Her gün koyacağım yer bir başka, şaşırmış durumdayım.
"Şimdi üzerinde ne varsa çıkar hepsini kirliliğe at." Ama daha dün giymiştim bunları.
"Olsun virüs bulaşmıştır onlara. Şimdi doğru banyoya, iyice köpürt her yerini." Ya elimi, yüzümü sabunlasam olmaz mı.
"Olmaz, dediğimi yap." Yok bu işin kaçarı. Dışarı çıkmanın faturası ağır.
Banyodan çıkıp koltuğa atıyorum kendimi. Tv'de zapping yaparken Kanal 24'e takılıyor gözüm. İtalya'dan bir mimar hanım ile canlı bağlantı kurmuşlar. Aldığımız haberlere göre her aileden en az bir kişi hayatını kaybetmiş, bu doğru mu diye soruyor sunucu. Oha diyorum içimden. Ne bu? Hesapsız kitapsız nasıl konuşuyor bu insanlar? Nüfus 60 milyon. Her aile ortalama beş nüfus barındırsa 12 milyon aile ve her aileden de bir kayıp olsa toplam ölümle sonuçlanan vaka sayısı 12 milyonu bulur en azından. Oysa açıklanan rakam 7.500. Elbette bu rakam da çok korkutucu fakat bu kadar abartmak niye. Mimar hanım şaşkın, "Valla diyor ben burada yalnız başıma yaşıyorum. Dışarıyla bağlantım yok denecek kadar az. Öyle bir şeyden haberim yok ama çok kötü haberler geliyor kulağımıza. İki doktor yaşadıklarını kaldıramamış ve intihar etmiş." Anlaşılan İtalya'da Papa'ya epey iş düşecek bu aralar.
Bugün er ya da geç bir kitap alacağım elime, kararlıyım. Ayşe Kulin'in "Son" adlı kitabı göz kırpıyor komodinin üzerinde. Eşim okumuş, boşuna zaman kaybı dediğine bakılırsa muhtemelen benim hoşuma gidecek. Zira bağlantılarımız ters biraz. Kitabın içinde topladığımız kır çiçeklerini koymuş ütülemek için. Epoksi işine hazırlık. Önce onları başka bir kitaba taşımak gerek. Dün nefis bir mantarlı kremalı tagliatelle yaptım. Kilo alacağım, kalorisi yüksek onun diyerek ağzına koymadı eşim. İradesine hayranım. Oturup tek başıma büyük bir zevkle yedim, yaşama bağlandım.
Şaka bir yana dün annem aradı. Kadıncağız sinir krizi geçirip ağlamış. Azerbaycan dışında hiçbir ülkede uygulanmayan 65 yaş yasağı hiç iyi olmadı. Güya onları korumak niyeti var bu uygulamada fakat psikolojik olarak bir yıkım ve pek fayda sağlayacağını da beklemiyorum. Zira Türk tipi ailelerde büyükler genellikle çocuklarından birinin yanında geçiriyorlar hayatlarını. Nadiren tek başlarına yaşayanlar da var. Dolayısıyla ev sakinlerinden biri kolaylıkla virüsü dışarıdan alıp babasına, annesine, dedesine ya da ninesine bulaştırabilir. Yapacaksan bir hayır önlemini alarak herkese kontrollü bir şekilde uygula şu sokağa çıkma yasağını. Ölüm korkusu sarmış kadıncağızı. Hastalanırsam yalnız başıma nasıl dayanırım hastane şartlarına diyor. Beni de endişelendiren bir durum aslında. Hani hastaneyi bırak bu sıralar ölmek bile akıl karı değil. Dört kişiyi bulup tabutuna bile el atan olmaz. Sana bir şey soracağım diyor titrek bir sesle. Benim düşüncelerimden az çok bilgi sahibi. Hadi sor bakalım diyorum. "Sen, öldükten sonra yeniden dirileceğimize inanmıyor musun?" Biliyorum ki cevabım onu şaşırtmayacak. Yine de küçücük bir umut var içinde benden alacak cevaba yönelik. Net bir şekilde düşüncemi söylüyorum. "Aaa, peki ne olacak o zaman öldüğümüzde?" diye bir soru daha yöneltiyor. 83 yaşındaki anamın hayal dünyasının yıkılmasına el vermiyor gönlüm. Hiçlik felsefesine girip bir şeyler anlatmanın anlamı yok. Konuyu biraz eğlenceli bir mecraya sürüklemek istiyorum. "Size huri muri de yok, boşuna bekleme" diyorum gülerek. O da gülmeye başlıyor. Bak bu iyiye işaret. Dünden beri içim kan ağlıyordu, ne iyi geldi seninle konuşmak diyor. Gülerken bir soru daha sıkıştırıyor araya "Ama kadınlara da var diyorlar, neydi adı eee" Biliyor ama o an çıkmış aklından. "Gilman mı?" diyorum. Gülmeler kahkahaya dönüşüyor aramızda. "Yok diyorum, kadınlara bir şey yok, o da biz erkekler için. "Nasıl söyleyeyim bilmem ki, hani tüysüz, sürmeli oğlanlar var ya... Sevabı yüksek olanlara hizmette sınır yok cennette!" Gülüşüyoruz devamlı. Canın ne zaman sıkılırsa ara, ben de ararım. Bugünler geçecek, hayırlısıyla her şey düzelecek diyorum sohbetimiz sona ererken.
Evde yaşamın zorluklarıyla yüzleşmeye başlıyorum. Covid-19 (Bundan böyle Cavit Efendi demek geliyor içimden) varlığını her an hissettiriyor ensemde. Eşim zaten hastalık derecesinde titiz bir insandı, gelin şimdiki halini görün. Dakikada bir elleri sabunla yıkamalar, olmadı bir daha. Öyle suya tutmakla olmaz, iyice sabunla. Sigara almak için dışarı çıkacağım dediğimde,
"Git kaç paket alırsan al zırt pırt dışarı çıkıp virüs getirme eve." Fakat ben kendimi ayarlıyorum, fazla bulunursa elimin altında, daha çok tüketirim. Neyse izin çıkıyor. Bu arada
"Hazır çıkmışken biraz daha portakal, eczaneden Kalsiyum Sandoz al bari" diyor. Ne demek, emrin olur.
"Ayakkabılarını kapının dışında giy." Olur.
"Döndüğünde de girme içeri ayakkabınla." Elbette. Alışverişimi yapıp eve dönüyorum.
"Dur o poşetleri koyma oraya." Her gün koyacağım yer bir başka, şaşırmış durumdayım.
"Şimdi üzerinde ne varsa çıkar hepsini kirliliğe at." Ama daha dün giymiştim bunları.
"Olsun virüs bulaşmıştır onlara. Şimdi doğru banyoya, iyice köpürt her yerini." Ya elimi, yüzümü sabunlasam olmaz mı.
"Olmaz, dediğimi yap." Yok bu işin kaçarı. Dışarı çıkmanın faturası ağır.
Banyodan çıkıp koltuğa atıyorum kendimi. Tv'de zapping yaparken Kanal 24'e takılıyor gözüm. İtalya'dan bir mimar hanım ile canlı bağlantı kurmuşlar. Aldığımız haberlere göre her aileden en az bir kişi hayatını kaybetmiş, bu doğru mu diye soruyor sunucu. Oha diyorum içimden. Ne bu? Hesapsız kitapsız nasıl konuşuyor bu insanlar? Nüfus 60 milyon. Her aile ortalama beş nüfus barındırsa 12 milyon aile ve her aileden de bir kayıp olsa toplam ölümle sonuçlanan vaka sayısı 12 milyonu bulur en azından. Oysa açıklanan rakam 7.500. Elbette bu rakam da çok korkutucu fakat bu kadar abartmak niye. Mimar hanım şaşkın, "Valla diyor ben burada yalnız başıma yaşıyorum. Dışarıyla bağlantım yok denecek kadar az. Öyle bir şeyden haberim yok ama çok kötü haberler geliyor kulağımıza. İki doktor yaşadıklarını kaldıramamış ve intihar etmiş." Anlaşılan İtalya'da Papa'ya epey iş düşecek bu aralar.
Bugün er ya da geç bir kitap alacağım elime, kararlıyım. Ayşe Kulin'in "Son" adlı kitabı göz kırpıyor komodinin üzerinde. Eşim okumuş, boşuna zaman kaybı dediğine bakılırsa muhtemelen benim hoşuma gidecek. Zira bağlantılarımız ters biraz. Kitabın içinde topladığımız kır çiçeklerini koymuş ütülemek için. Epoksi işine hazırlık. Önce onları başka bir kitaba taşımak gerek. Dün nefis bir mantarlı kremalı tagliatelle yaptım. Kilo alacağım, kalorisi yüksek onun diyerek ağzına koymadı eşim. İradesine hayranım. Oturup tek başıma büyük bir zevkle yedim, yaşama bağlandım.
Disari cikma hikayenizi dinlerken ben yoruldum desem? cidden faturasi agir olmus :) sizin telefon konusmasina da ek, annem de corona'dan olenlere sorgu melegi yaklasmiyormus geyigi yapiyor; e ben de dedim "yirtarsin bak"; gulustuk gulusulmeyecek seylere. #coronageyikleri
YanıtlaSilselamlaR!
Sormayın:))
SilHa bak bu da iyi:) Her musibetten bir hayırlı taraf bulmak güzelmiş:))
Neler yazacaktım ama sonda o mantarlı kremalı tagliatelle beni benden aldı Mr. Kaplan :D Ben de sizin bir önceki yazınızdan sonra kalkıp spor yaptım sonunda. Şu anda da sahilde yürüyüş yapıyorum. Malum 5 hafta evdeyim, fazlalıklardan kurtulmak lazım. Belki de yıllar sonra ilk kez yaza gerçekten başka biri olarak girerim :))) Annenizle konuşmanıza bayıldım :) Sağlık sıhhat diliyorum kendisine. Eşiniz epey girmiş Corona moduna, maalesef ben henüz kıyısına bile gelemedim o modun. Bakalım jeton ne zaman düşecek bende :)))
YanıtlaSilBeş haftalık hapisten sonra kendinize güzel bir mükafat vermişsiniz, tadını çıkarın:) Yaza nasıl gireceğiz kocaman bir question mark:) Şu İtalya'nın halini görünce ürperiyorum. Teşekkürler annem için iyilik dileklerinize. Eşim her zaman Corona modunda zaten. Fakat şimdi artık biraz daha vites yükseltti:) Biraz mikroba da ihtiyacımız olduğuna inanıyorum, aşı niyetine, fakat bu sıralar bu mümkün değil. Örfi idare ilan edildi bizim evde:))
Silheey eğlenceliydi bu, annen kısmısı özellikle, ay eşin kitap konusunda kesinlikle senden daha zevkli bu arada :) ah mantarlı yemek bu yazının zirvesiydi hihi. sabah uyanınca hemen sigara içmek mi, yani iğrenç bir şey olmalı bu yaa :)
YanıtlaSilDaha çok eğleneceğiz dur bakalım:) O kesin, çünkü o bir edebiyatçı, ben ise sonradan görme:) En kısa zamanda yine yapmam lazım:)
SilSigara konusunda sana tamamen katılıyorum. Nefret ederken içmekten alıkoyamıyorum kendimi, işte öyle lanet bir şey. Korona yanında masum kalır.
Tütün denilen şey bir tek kolonyada iyi sanki...yok ya.. ne iyisi,felaket bi koku..babama her seferinde söyleniyorum, neden bunu yapıyorsun bana diye :) neyse ki bitti , bol bol limonundan çekiyorum şimdi,kötünün iyisi diyelim.
YanıtlaSilKötü kötü, uzak durun, yanaşmayın:))
SilRüyalarımıza bile girmeye başladı, sinir krizi geçirilmeyecek gibi bir durum değil. Umarım en yakın zamanda atlatırız.
YanıtlaSilHer şeye rağmen sabırlı olmak, akıl sağlığımızı korumak durumundayız. Henüz yolun başındayız. Korkulması gereken koronavirüs değil, o giderken geriye bıraktığı toplumda oluşacak psikolojik çöküntü ve ekonomik krizdir bence.
SilBende hiç okuyamıyorum bu aralar. Eşiniz de aynı benim eşim:)) Ekmek /su falan siparişi gelince dışardan kapılara her yere dezenfektan sıkıyor:)
YanıtlaSilTitizlensek de bir yerlerden bulaşabilir.Şansa kaldı işimiz biraz.
İlla ki bu zinciri kıracağız. Çünkü süreç birkaç gün ya da birkaç haftalık bir zaman diliminden ibaret değil bence. Şu anda hepimizin yaşadığı bir adaptasyon dönemi. Panik, paranoya önümüzdeki dönemin endişe verici davranış biçimleri olacak. Sakin bir şekilde sabrımızı koruyup duygularımızla değil aklımızla hareket etme zamanı. Evet, en azından kalabalık yerlere girmemek, enfekte olabilecek nesnelerden uzak tutmalıyız kendimizi:)
Sil"Değişmeyen tek şey nedir?" ; "Değişim".. Güzel bir cevapmış..😊
YanıtlaSilTartışmasız:)
SilKitap konusunda eşinize katılıyorum. "Son" kitabı çalakalem yazılmış bir bilimkurgum(su). İçinde çok saçmalık var. 1984'ün kötü bir kopyası gibi, okudum bir ara ben de.
YanıtlaSilVirüs konusunda ise size katılıyorum, bu kadar abartmamak lazım, belki 1 yıl belki de daha fazla sürecek normale dönmek. O askeri titizlik disiplini elbet sekteye uğrayacak :)
Deep'te aynı fikirde. OK, Okumayacağım:) Teşekkürler. Virüs olayı bence de epey uzun sürecek ve yaşam şeklimizi değiştirmek zorunda kalacağız. Bir sene sonraki durumumuzu çok merak ediyorum.
Sil