Baştan söyleyeyim. Biliyorum, burada yazdıklarıma inanmayacaksınız. İnansanız bile ya hayal gördüğümü ya da delirdiğimi düşüneceksiniz. Ama olsun, her şeyi göze alıp yazacağım yine.
Evet, onunla sohbet ettim. Aklımdaki soruların hepsini sordum ona. Sorularımın hepsine açık yüreklilikle cevap verdi.
Balkonda sağ avucumun içine çenemi dayamış onu düşünüyordum. O var mıydı?
Düşüncelerimin en derin yerinde kapı çalındı. Gece yarısını çoktan geçmişti. Kim olabilirdi bu saatte kapımı çalan? Beyaz takım elbiseli, orta yaşlı bir adamdı. Düzgün birine benziyordu. Beni içeri almayacak mısın? diye sordu. Sen kimsin, tanımadığım birini niye evime alayım? dedim. "Ben oyum" dedi. Şaşırmış bir vaziyette "O kim?" diye sordum. "O benim" dedi. "Balkonda düşündüğün o işte."
"Olamaz." diye geçirdim içimden, beni duyması imkânsızdı. Ama beni sanki duymuş gibi cevap verdi. "Olmadığımı söylüyordun, oldum işte!" Ya gerçekten oysa diyecek oldum, hafiften korkmaya başladığım bir sırada. Hemen cevap geldi. "Gerçekten oyum, korkmana gerek yok." dedi. Ama felâket korkuyordum. Bırakın ona soru sormayı, düşüncemi okuduğunu öğrendikten sonra onunla ilgili bütün bildiklerimi hafızamdan kovmaya çalışıyordum. "Beni içeri almamakta kararlı mısın?" diye sordu, sakin bir şekilde. Cevap vermeden kapıyı açtım, girdi içeri.
Salondaki koltuklardan birini seçti, ben de hemen karşısına geçip oturdum. Tam o sırada eşim sesleri duyup yanıma geldi. Meraklı bakışlarını dikti üzerime. "Kiminle konuşuyorsun?" Gözümle onu işaret ettim. "Niye bana kaş göz işareti yapıyorsun, delirdin mi? dedi. Anladım ki onu görmüyordu. Hemen kendimi toparladım. "Yok, bir şey." dedim. "Kimseyle konuşmuyordum, sana öyle gelmiştir."
O oradaydı, oturduğu yerden sessizce bizi izliyordu. Eşim "Hadi artık yatmıyor musun?" deyip odasına döndü. Onunla konuşmaya kalksam, sesleri duyup gelecekti yine. Ayağa kalktım, soğutucudan çıkardığım kola şişesini kafama dikip kuruyan ağzımı ıslattım. O orada duruyor, gözlerini dikmiş bana bakıyordu. Yoksa hayal mi görüyordum. Emin olmak için ona biraz yaklaştım. Dokunmak için elimi uzattım, bir anda görünmez oldu. Kalbim dışarı fırlayacak sandım. "Konuşmana gerek yok, düşünceni okuyabilirim." dedi. "Benim söyleyeceklerimi de ancak sen duyabilirsin." Dönüp yerime oturdum. Bacaklarım titriyordu.
Şimdi tam karşımdaydı. Onu görebiliyordum. Az önce kapının önünde bekleyen beyaz elbiseli, orta yaşlı, yakışıklı adam. Balkonda düşünürken aklımdan geçirdiğim binlerce soru buharlaşmıştı sanki. Heyecandan olmalı... Hazır fırsatını bulmuşken bütün sorularımı sormak ne kadar iyi olurdu oysa. Uzun bir süre bir şey yapmadan bakıştık. Yüzünde bir gülümseme ya da duygularını ele verecek bir ifade yoktu. Sonra yavaş yavaş ilk soru canlanıverdi kafamda. Milyarlarca insan arasından neden beni seçmişti. Neden ben? diye geçirdim aklımdan. Bu soruyu sesli sorabilseydim eğer, muhtemelen kekeleyerek çıkardı ağzımdan.
"Hemen kendini nimetten sayma," dedi. "Seçilmiş biri değilsin. Beni düşünen herhangi birinin ya da aynı anda birden fazla kişinin karşısında olabilirim. Sen ya da başkası, bunun hiç önemi yok."
Bozuntuya vermedim. İkinci olarak aklıma şu soru geldi. "Ne yapmamı istiyorsun? Benden istediğin ne?"
"Hiçbir şey, sadece düşünmeni istiyorum" dedi.
"Neyi?" diye sordum.
"Her şeyi." dedi. Verilen muğlak cevaplardan hiç hoşlanmamıştım.
Halüsinasyon olmalı bu gördüğüm dedim içimden. Gördüğüm, işittiklerimin hiçbiri gerçek değil.
"Doğru." dedi. "Yaşam dediğiniz de öyle."
Peki gerçek olan ne?
"Sadece benim, gerçek olan." dedi.
"Bizim gerçekle sizinki birbirini tutmuyor," dedim içimden. "Biz gerçeği beş duyumuzla fark ederiz. Oysa seni eşim bile göremedi."
"Olabilir," dedi. "Kendi bakış açınızdan gerçek olan sizlersiniz, bense bir hayal olabilirim, tabii size göre."
"Bu daha mantıklı bir cevap." dedim. "Ama bana hâlâ mantıksız gelen daha çok şey var."
"Denge..." dedi. "Bir toz zerresinin yerini değiştirmeye kalksam evren alt üst olur."
"Biz buna kelebek etkisi diyoruz." dedim.
"Evet, onun gibi bir şey ama çok daha fazlası. Kelebeğin kanat çırpmasından değil üzerine yapışan tozdan bahsediyorum."
"Anlıyorum," dedim. "Çok hassas bir denge, ilâhi hassasiyet."
"Şimdi anlıyor musun, her iyilik ve kötülük, her neşe ve keder birbirini dengeliyor." dedi.
"Biliyordum zaten." dedim. "Sanırım başka türlü dengeyi tutturamazdın. Son derece mantıklı cevaplar verip önümü kesiyorsun. Şimdi sana desem ki beni ikna etmek için gerçek bir mucize göster, dengeyi bozamam diyeceksin."
"Beni anlayacağını biliyordum." dedi, gülümseyerek.
"Peki, niye bir kadın değil de erkek görünümünde geldin?" diye sordum.
"Kadın olarak gelseydim, eşinden korkup içeri almazdın beni."
"Haklısın, almazdım. Bir nine kılığına girebilirdin meselâ."
"O zaman pek inandırıcı gelmezdim sana değil mi?"
"Neyse," dedim. "Geçelim bunları, adalet senin için ne ifade ediyor?"
"O sizin uydurduğunuz bir kavram. Yok öyle bir şey. Güçlü olan kazanır, bu, dengenin koşullarından biri, hatta en önemlisi."
"Her şeyi dengeye bağlıyorsun. Adil olduğunu sanıyordum."
"Hepiniz yanılıyorsunuz. Sanılanın aksine adil değilim. Kainatı ayakta tutan adalet değil dengedir."
"Tersini söyleseydin, inandırıcı olmazdın." dedim. "Evrim teorisini destekler gibisin."
"O teori değil, gerçeğin ta kendisi." dedi.
Onu ilk gördüğümdeki kadar korkmuyordum artık. Bacaklarım titremiyordu, kalbim normal ritmine dönmüştü. Şimdi cesaretimi toplayıp aklıma gelen her soruyu sorabilirdim. Şu ana kadar aldığım cevapları içime sindiremesem de onları gayet açık ve mantıklı buluyordum. Aklımın yetmediği diğer bir kavram da "sonsuzluk" tu. Zaman ve mekânda sonsuzluğu kavrayamıyordum. Uzay boşluğunda milyonlarca, belki de sonsuz sayıda galaksi... Üstelik sürekli genişlediği iddia ediliyor. Çocukluğumdan beri ne zaman gökyüzünün derinliklerine baksam hep arkasında ne olduğunu merak ederdim. Zaman da öyle. Evrenin büyük patlamayla 13,8 milyar yıl önce oluştuğuna dair big bang teorisi bir şeyler anlatıyordu. Peki ondan önceki zamanda ne vardı. Kaç evren vardı bizimkine benzer. Kaç evren daha oluşacaktı. Zamanın başlangıcı sonsuz yıl geriye götürüyordu bizi. Muhtemelen sonsuz yıl daha sürecekti. İşte bu sonsuzluk kavramları içinde, yaşadığımız evren bir toz tanesi kadar yer tutmuyordu. "Sonsuzluk" insan aklının algılayamadığı bir kavram. Küçük evrenimizde her şeyin bir başı bir de sonu olduğuna inanıyorduk çünkü.
"Aklından geçenleri biliyorum," dedi. "Sonsuz soyut bir kavram size göre. Sonsuzluğu düşünerek anlam kazandıramazsınız, bunu sana anlatmak benim için hayli zor. Siz gerçekle hayali, soyutla somutu karıştırıyorsunuz. Zaman ve mekân zannettiğin gibi soyut kavramlar değil."
"Söyle bana öyleyse, gerçek bir şeyler duymak istiyorum senden." dedim. "Zamanın ve mekânın önünde, arkasında ne var?"
"Hiç, hiçbir şey!" dedi.
Olabilir dedim kendi kendime. Hiçliği de anlayamıyordum zira. Daha fazla kurcalamaya gerek yoktu. "Peki neden bu maceraya sürükledin bizi, amacın ne?"
"İnanmayacaksın ama, can sıkıntısı..." dedi. Şaşırmıştım bu cevaba. Fakat bundan farklı ne derse desin kolay ikna etmeyecekti beni. Böyle deyince susup kaldım. "Eğleniyor musun şimdi bari?" diyecek oldum.
"Hem de nasıl." dedi, gülümseyerek. Çok sinirlendim. Milyarlarca canlının çektiği onca eziyetten keyif almasını hiç yakıştıramamıştım ona.
"Denge için bu şarttı." dedi.
Yine başa dönmüştük. Başlarım senin dengene dememek için zor tuttum kendimi. Ama o düşüncemi okumuştu.
"Biraz saygılı olmayı denesen!" deyip çıkıştı. Aramızdaki sohbet ağız dalaşına dönmüştü.
"Saygıyı senden öğrenecek halim yok benim. Adaleti olmayana saygı gösteremem. Ne yapabilirsin ki, canımı mı alacaksın. Gücün yeterse gel al hadi. Biliyorum, "denge" konusunu açacaksın. Canını zamanından önce alsam denge bozulur diyeceksin yine bana."
"İyi bildin," dedi. "Her şey yerinde ve zamanında!"
"Anlıyorum," dedim. "Kontrolü kaybettin. Denge bozulursa bizimle beraber sen de yok olacaksın. Bütün korkun bu değil mi? O yüzden çirkinliklere göz yumuyorsun."
Başını öne eğdi. "Aksi takdirde hepimiz yok oluruz." dedi.
Bu durumda yaşamak için birbirimize ihtiyacımız var. Sen olmasaydın biz olmazdık ama bizsiz senin de yaşama şansın yok. Bizi birbirimizden ayıran tek şey bizim ölümlü olmamız. Oysa sen hep vardın ve var olacaksın, tabii denge bozulana kadar. Fakat yine de sahip olduğun bu üstünlük senin için bir şeyler yapmamızı gerektirmez. Üstünlük dediğim ölümsüzlük, aslına bakarsan çok da iyi bir şey değil. Sonsuz bir hayat can sıkıcı gelebilir insana. Farkımız kalmaz seninle. Biz de senin gibi oluruz. Can sıkıntısıyla yeni belâlar açarız alemin başına. Sonra esiri oluruz belâlarımızın. Yok yok, kabul ediyorum. Senin işin bizden daha zor. Vicdanın var mı bilmiyorum ama eğer varsa pişmanlık vardır içinde, dengeyi bozmamak için acı çekiyor olmalısın.
"Aşağı yukarı bütün dediklerin doğru, vicdanım var, acı çekiyorum bazen. Ama pişman olduğumu sanma. Yoksa can sıkıntısından patlardım. Şimdi iyi kötü eğleniyorum sizinle. Bazılarınız gerçekten çok komik. Yapamayacağım şeyler istiyorlar benden. Tabii istediklerini veremiyorum onlara. Tesadüfen istedikleri olduğunda ben yaptım sanıyorlar. Olmasını istemedikleri şeyleri de benden biliyorlar. Büyük keyif alıyorum onların bu halinden. Bir de hesap soracakmışım onlara. Hah, hah, haa! Ne hesabı? Uçuk kaçık vaatlerde bulunmuşum, aklın almadığı cezalar verecekmişim. Gerçekten hayal aleminde yaşıyorsunuz ve bunun farkında değilsiniz. Hayal aleminde yaşadığınız doğru ama sizin bütün bunları gerçek sanmanız ve kendi uydurduğunuz kurallara göre sizi imtihan edeceğime inanmanız ne kadar tuhaf. Bir an benim yerimde olsan, yukarıdan bakıp gülmez miydin bu halinize? Bundan güzel eğlence mi olur?"
"Haklısın," dedim. Kızdırmıştı beni ama dürüstlüğüne diyecek yoktu.
"Soracağın başka bir şey yoksa ben gideyim artık," dedi. Biraz düşündüm, aklıma yeni bir şey gelmedi. Keyifli bir sohbetti. Ayağa kalkıp kapıya doğru yürüdü sessizce. Tam çıkarken "Durun bir dakika" dedim. "Bu konuşmaları blogumda yayınlayabilir miyim?"
"Elbette," dedi. Sağ elinin işaret ve orta parmağını bitiştirip kolunu havaya kaldırdı, vedalaşma işareti olmalıydı bu. Arkasından "Yine gelecek misin?" diye bağırdım. Heyecandan sesimin ayarı kaçmış olmalıydı ki eşim uyanıp yanıma geldi.
"Bu sefer kesin duydum sesini, bana numara yapma, söyle kim vardı yanında?"
Kaçış yoktu, doğrusunu söylemek zorundaydım. Kim bilir aklından neler geçiriyordu? "Oydu dedim."
"Deli etme beni, o kim?"
"Anlatsam da anlamazsın. Oydu işte, az önce çıkıp gitti. Onunla konuşuyordum."
Gözlerini dikti, "Keçileri mi kaçırdın?"
"Belki," dedim. Başımdan geçenleri olduğu gibi anlattım. İnanmadı tabii. Kim inanır ki?
"Doktordan randevu alıyorum şimdi," dedi.
"Gerekmez," dedim. "Ben delirmedim."
"O zaman halüsinasyon gördün. Bu da deliliğin başlangıcı. Tedavi olman lâzım."
"Belki gelmez bir daha," dedim. "Gelirse söz, o zaman gideriz doktora."
Bütün bunları yaşadığımdan eminim. Hayal değildi hiçbiri. Onu gördüm. Daha doğrusu o gösterdi kendini. Yakışıklı bir adamın cisminde. Söylediklerinin çoğu doğruydu bana göre. Ama yine de kızmıştım ona. Sırf o eğlensin diye onca sıkıntı çekmemiz niye. Açıklamaları tatminkârdı. İşi kolay değildi ama kendisi sarmıştı bu derdi başına. Pişman olmadığını söyledi. Başka ne yapabilirmiş? Ben mi öğreteceğim sana? Bakın bu soruyu atlamışım. Niye güzel bir hayat istemedin ki? Buna gücün mü yetmedi? Yeteri kadar eğlenceli bulmadın mı?
Neyse, o gelir yine bana. Daha sonra burada anlatırım konuştuklarımızı. Sizin de eğer soracaklarınız varsa bana yazın. Bu yazdıklarımı aman eşim görmesin. Şimdi doktor diye tutturur yine başıma.
En altta ''ÖYKÜ'' etiketini görünceye dek tamamen yaşanmış bir olay gözüyle ve ürpererek okudum. Kim bilir belki gerçektir yine de.
YanıtlaSil''O'' kimse gelmesin bir daha bence. Kabustan daha beter. Yok eğer kurgu ise son derece gerçekçi olmuş. Okuru ikilemde bırakmak büyük başarı. Kutlarım:)
Kim bilir:))) Bence gelsin, korktuğum kadar yokmuş:) Hem daha soracaklarım var ona. Gel gelelim bu muhabbet başkalarının hakkımda farklı şeyler düşünmesine yol açacağı için biraz tedirginim:)
SilBen de benzer sorular sormak isterdim muhtemel, ilk soracağım soru adalet hakkında olurdu benim de,en anlam veremediğim şey o çünkü adaletsizlik neden var.
YanıtlaSilEvet, adalet konusunda onu köşeye sıkıştırdım biraz. Yine karşıma çıkarsa bu konuyu biraz daha deşerim söz:) Özellikle kadın erkek eşitliği üzerine neler diyeceğini çok merak ediyorum:)
SilOkurken aklıma nedense sürekli Darren Aronofsky'nin Kaynak - The Fountain filmi geldi. Enteresan filmdir, izlemediyseniz bir göz atın derim; yaşadıklarınıza bakınca pek yabancılık çekmeyeceğinizi düşünüyorum.:)
YanıtlaSilBahsettiğiniz filmi izlemedim. Bu gece olmasa bile en geç yarın izlemeye çalışacağım. Çok teşekkür ederim.
SilMr. Kaplan, siz beni bir tık geçtiniz :) Ben O'nunla çok konuştum da hiç karşımda ayan beyan görmedim. Ama ne demişler "Dağına göre kar.." demek ki ben henüz O'nu görmeye hazır bir dağ değilim :) Hatırlarsanız daha önce bir yazımda yazmıştım, duymaya hazır olduğumuz her sorunun cevabını duyabiliriz, yeter ki biz sormaya cesaret edelim, gerçekten duymak isteyelim diye. Hâlâ bu sözümün arkasındayım :)
YanıtlaSilİnanın ki Mrs. Kedi, onu bir anda karşımda görünce çok korktum. Garibim beni rahatlatmak için elinden geleni yaptı. Şimdilik hesap sorma sırası bende. Eğer dostluğumuzu ilerletebilirsek hayatımı kolaylaştıracağını sanıyorum. Kim bilir, benim de ona bir faydam olur belki:))
SilMr. Kaplan, bu yayını okuyunca aklıma Kuyruksuzkedi ile O' nun hakkında yazışmalarınız, yorumlaşmalarınızı hatırladım. Müthiş güzeldi. Elinize sağlık :))
SilTeşekkür ederim. Ben onunla konuşmayı seviyorum. En azından konuşma, soru sorma imkânım var. Fakat başkalarının olarını hiç sevmiyorum. Onların oları bana fazlasıyla karanlık geliyor. Teşekkür ederim:)))
SilÜşenmedim gidip buldum yazıyı Mr. Kaplan :D Yazının yorumlarında tartışmışız sizin sorularınızı: "Benim cevaplarım sizi tatmin etmez, kendiniz sorup cevap almalısınız" demişim hatta tam olarak :) Linki de bırakayım şuracığa:
YanıtlaSilhttps://nurruyakara.blogspot.com/2019/11/azck-derin-mevzular.html
Ooo, teşekkür ederim Mrs. Kedi. İki buçuk yıldan fazla zaman geçmiş aradan. Yazınızı ve altındaki yorumları bir kez daha okudum. O bir daha gelirse yazınızda tartıştığımız konuları da kendisine sormak isterim:)
Sil:) Güzel olmuş, kurgusu çok hoş. Öyküleriniz gerçekten çok dikkat çekici oluyor efenim.
YanıtlaSilBirde konudan bağımsız, Blogger Kitap Kulübü Projesi'nin önerisi sizden geldiği için Eylül ayı kitabını sizin seçmenizi ve bloga ilk ev sahipliğini sizin yapmanızı önerecektim, ne dersiniz?
Teşekkür ederim:) Sanırım onun ziyaretleri devam edecek.
SilKitap kulübünün organizatörü sizsiniz. İlk sırayı bana verdiğiniz için teşekkür ederim. Bu konuda ben de bir yazı yazarım, kulüp üyelerini arttırmaya çalışalım. Umarım Ağaç Ev Sohbetleri gibi uzun soluklu olur. Deep de destek çıkarsa iyi olur, en çok onun takipçisi var.
Devamı gelsin, bekliyoruz. :)
SilEvet Deep'ten de duyurması için rica edeceğim ne kadar çok katılımcımız olursa o kadar çok keyif alırız diye düşünüyorum.
Bekleyiniz:)) Ok. Hadi bakalım hayırlısı:)
SilKeşke cidden çıksa da karşımıza sorabilsek bazı şeyleri. O kadar çok şey var ki
YanıtlaSilBen onu biraz daha fazla düşünüyorum herhalde ki geldi beni buldu. Düşünenlere gidiyormuş, umarım size de uğrar, o zaman soracaklarınızı aracı kullanmaksızın kendisine sorabilirsiniz. Gerçekten sohbeti fena değil, öyle hava cıvası falan da yok.:)) Dediğine göre onu da var eden bizlermişiz! Ne tuhaf değil mi?:))
SilEvet kesinlikle onu var eden bizleriz. Bu yazden de belki hep duymak istediğimiz yanıtları alacağız sorsak da. İşin ciddi tarafı size yorum yaparken bir taraftan inanmadan bu yorumu yapmak tuhaf geldi. Sonuçta hiç soramacağız kendisine; Neden adalet yok? Neden çocuklar bunca eziyeti çekiyor? Neden bir çocuk yatağa aç giriyor? Neden bir kadın dayak yiyor, öldürülüyor? ve pek çok sorular sorular...
SilSoru sormak iyidir, cevabını alamasak bile zihni açar. Belki bir gün, büyük bir olasılıkla bizim göremeyeceğimiz bir gün, cevaplar ortaya dökülür ve eski hallerine güler insanlar:)
SilAsıl gerçek olan, bir daha gelecek olursa sizin eşinizden dolayı kesin doktora gitmek zorunda kalacağınız:)
YanıtlaSilO kesin:) Bu yüzden bir daha geleceği zamana dikkat etmesi gerekiyor:)
Silsevdiğin konulardan :)
YanıtlaSilBayılırım:))
Sil