Ortalığı birbirine katan lodosun ardından geç vakitlerde başlayıp gece boyunca devam eden yağmur fırtınanın öfkesini ancak dindirebildi. Sabahleyin hava temizlenmiş, rüzgarın savurduğu sarı yapraklar yerlere yapışmıştı.
Dün başlattığım taş duvar inşaatına havanın yağışlı olma olasılığı karşısında ara verildi. Öğlen yemeği için yapılan bir grup rezervasyonu nedeniyle sabah temizliğine Hüseyin gelmeden başladık. Sabahın erken saatlerinde yabancı bir numara tarafından arandığımı fark ettim. Numarayı çevirdiğimde öğrendim ki beni arayan geçen hafta kahvaltıda ağırladığımız Torbalı'dan gelen iş adamıymış.
Telefondaki beyefendi işyerinde çalıştırdığı arkadaşları ve eşlerine bir moral yemeği vermek istiyormuş. Cumartesi günü için yer durumunun müsait olup olmadığını sordu. Kendisine menü seçeneklerinden bahsettim. E-mail adresini alıp söylediklerimi bir de yazılı olarak gönderdim.
Öğlen konuklarımızı beklerken bir başka çift geldi. Dün facebook sayfamızı incelediklerinden bahsederek kızlarının nişan törenlerini Taş Ev'de yapmak istediklerini söyledi. Nişan törenine davetli sayısının 130'u bulacağını söyleyince burada en fazla 60 kişiyi ağırlayabileceğimizi söyledik. "O zaman başka bir yer bakmamız gerekecek." dediler. Arabalarına binip tam ayrılacaklardı ki, sözü burada yapabilecekleri geldi akıllarına. Yaklaşık 45 davetli grubunun katılmasını düşündükleri söz törenine Taş Ev'in salonu rahatlıkla ev sahipliği yapabilecekti. Yeniden salona çıkıp birer çay söyledik. Birlikte menüyü kararlaştırdık. İkinci e-mailimi de teyit için bu çifte gönderdim.
Dünkü rezervasyon biraz gecikmeyle geldi. Yine hanımlarının gün toplantılarından biriymiş. Bir grup bayan da rezervasyonsuz geldi. Böylelikle Taş Ev gündüz saatlerinde tam anlamıyla bir hanımlar matinesine döndü. Oğlumdan Yan Tiersen'in müziğini indirmesini söylemiştim. Fon müziği olarak Amelie çalıyor. Sesini de biraz açmışım farkında olmadan. Kendimden geçmek üzereyken hanımefendilerden biri merdivenden aşağı sarkarak "Müziği değiştirmeniz mümkün mü acaba?" demez mi? Ne cevap vereyim şimdi ben. "Derhal efendim." Misafir her zaman haklıdır."
Sabahtan beri ağzıma bir şey değmedi. Akşam trafiği başlamadan bir şeyler atıştırmalı. Eşim yine diyete girdi. Benim canım yumurta çekiyor. Şefe tam da "Bana şöyle bol tereyağlısından güzel bir kaşarlı yumurta yapıver." diyecekken baskına uğruyoruz. Hemen her perşembe akşamı Ödemiş'ten gelen bir çift arıyor. "Kaplan yokuşunu tırmanıyoruz şu an." diyor. "Çok açız, biz gelene kadar mantarlı bonfile sote hazırlatabilir misiniz?" Sipariş devam ediyor. "Bir de salata hazırlasınlar, içinde roka, marul, maydanoz, dere otu, yeşil biber vs. olmasın." Onlar olmadan salata olur mu hiç? diyemiyoruz elbette. Misafir ne derse odur.
Dün fırtınanın getirdiği sakinliğin tersine bugün oldukça hareketli geçiyor. Gelenlerin tamamı rezervasyonsuz. Cam kenarında yer bulamayanlar şömine sobanın yanına geçiyorlar. Ekmek stokumuz tükeniyor. Birileri daha gelse ekmeğimizin kalmadığını nasıl söyleriz?
Saat henüz sekiz değil. Mutfak ekibi olarak karar veriyoruz. Bir kişi daha gelirse fırlayıp ekmek bulacağım. Bu saatte bulamama durumu da var tabii. Odaya geçip bir soluklanıyorum. Oğlum içeri giriyor. "Hadi, hadi, hadi" Ne demek istediğini anlıyorum. Arabaya doğru yönelince güzel giyimli üç kişilik bir aileyle karşılaşıyorum. Arabalarını benim arabanın yanına park etmişler ama aradan geçebilirim. Hemen çıkıyorum yola. Eğer hiçbir yerde ekmek bulamazsam dönüp komşu restorandan ödünç alırım. Neyse ki ilk vardığım markette aradığımı buluyor aynı hızla geri dönüyorum.
Saat onu geçince masalar yavaş yavaş kalkmaya başlıyor. Hüseyin'i gönderdik. Aşkın Şef ile eşini yolcu etmeye hazırlanıyoruz. Son misafirlerimizi de uğurladık derken dört kişilik bir genç grubu giriyor içeri. "Kapalı mısınız?" Bir şefin, bir eşimin yüzüne bakıyorum. Saat onu geçmiş olmalı bana göre. Kol saatini çoktan attım kolumdan. Saati cep telefonlarından takip edeli yıllar oldu. Telefonumu arıyorum. Kim bilir nerede bıraktım. Eşim "Daha saat dokuz." diyor. Aşkın Şef başını sallayarak onaylıyor. "Pardon, o zaman buyurun." diyorum.
Saate bakıyorum masada unuttuğum cep telefonumdan. 21.50 yi gösteriyor. Salona çıkıyorlar, terası görüyorlar. Sonunda verandada karar kılıyorlar, sigara içebilmek için. Gençlerin hepsi üniversite mezunu. Aralarında Girit göçmeni olan da var, Selanik göçmeni olan da. Oğlum onların istek parçalarını çalıyor. Hayat onlara güzel...
Sabahtan beri ağzıma bir şey değmedi. Akşam trafiği başlamadan bir şeyler atıştırmalı. Eşim yine diyete girdi. Benim canım yumurta çekiyor. Şefe tam da "Bana şöyle bol tereyağlısından güzel bir kaşarlı yumurta yapıver." diyecekken baskına uğruyoruz. Hemen her perşembe akşamı Ödemiş'ten gelen bir çift arıyor. "Kaplan yokuşunu tırmanıyoruz şu an." diyor. "Çok açız, biz gelene kadar mantarlı bonfile sote hazırlatabilir misiniz?" Sipariş devam ediyor. "Bir de salata hazırlasınlar, içinde roka, marul, maydanoz, dere otu, yeşil biber vs. olmasın." Onlar olmadan salata olur mu hiç? diyemiyoruz elbette. Misafir ne derse odur.
Dün fırtınanın getirdiği sakinliğin tersine bugün oldukça hareketli geçiyor. Gelenlerin tamamı rezervasyonsuz. Cam kenarında yer bulamayanlar şömine sobanın yanına geçiyorlar. Ekmek stokumuz tükeniyor. Birileri daha gelse ekmeğimizin kalmadığını nasıl söyleriz?
Saat henüz sekiz değil. Mutfak ekibi olarak karar veriyoruz. Bir kişi daha gelirse fırlayıp ekmek bulacağım. Bu saatte bulamama durumu da var tabii. Odaya geçip bir soluklanıyorum. Oğlum içeri giriyor. "Hadi, hadi, hadi" Ne demek istediğini anlıyorum. Arabaya doğru yönelince güzel giyimli üç kişilik bir aileyle karşılaşıyorum. Arabalarını benim arabanın yanına park etmişler ama aradan geçebilirim. Hemen çıkıyorum yola. Eğer hiçbir yerde ekmek bulamazsam dönüp komşu restorandan ödünç alırım. Neyse ki ilk vardığım markette aradığımı buluyor aynı hızla geri dönüyorum.
Saat onu geçince masalar yavaş yavaş kalkmaya başlıyor. Hüseyin'i gönderdik. Aşkın Şef ile eşini yolcu etmeye hazırlanıyoruz. Son misafirlerimizi de uğurladık derken dört kişilik bir genç grubu giriyor içeri. "Kapalı mısınız?" Bir şefin, bir eşimin yüzüne bakıyorum. Saat onu geçmiş olmalı bana göre. Kol saatini çoktan attım kolumdan. Saati cep telefonlarından takip edeli yıllar oldu. Telefonumu arıyorum. Kim bilir nerede bıraktım. Eşim "Daha saat dokuz." diyor. Aşkın Şef başını sallayarak onaylıyor. "Pardon, o zaman buyurun." diyorum.
Saate bakıyorum masada unuttuğum cep telefonumdan. 21.50 yi gösteriyor. Salona çıkıyorlar, terası görüyorlar. Sonunda verandada karar kılıyorlar, sigara içebilmek için. Gençlerin hepsi üniversite mezunu. Aralarında Girit göçmeni olan da var, Selanik göçmeni olan da. Oğlum onların istek parçalarını çalıyor. Hayat onlara güzel...