KATEGORİLER

9 Ocak 2017 Pazartesi

VEBAL: VİCDANİ YÜK

09/01/2017 Pazartesi, Tire

Bugün resmi kurumlar çalışıyor. Devlet memurlarının şansından mı yoksa bizim şanssızlığımızdan mı bilinmez ne zaman ki onlara ihtiyaç var o gün ya hafta sonudur ya da bayram tatili. Çoğu zaman bayramın ilk günü hastalandığımı hatırlarım. Acilde vurulan iğne o an için acıları dindirse de bayramın bitmesi beklenir tedavi için. Bekleyecek durumu olmayanların vay haline.

Belediyeye gittim, önce Fen İşleri Müdürü ile görüştüm. Belediyenin internet sitesine Kaplan yolunun durumunu anlatan bir dilekçe yazdığımı söyledim. Gençten bir çocuk. Bu işlere Muhtarlık İşleri Müdürlüğünün baktığını, dilekçemin de oraya gitmiş olabileceğini söyledi. Koridorun sonundaki odaya yönlendirdi. Teşekkür edip ayrıldım yanından.

Koridorun sonunda iki oda var. Kapısının açık ancak içinin boş olduğu odanın kapısında Muhtarlık İşleri Müdürlüğü yazıyor. Hemen yanında diğer bir odada yedi sekiz kişi var. Kapısında muhasebe yazıyor. Köşedeki masada oturan hanımefendi ilgili. Telefon edip müdürü arıyor. Müdire dersem daha doğru sanırım. Aradığı üç dört yerden sonuç alamıyor. İçeri buyur ederek oturmamı istiyor. Karşı masalardan birisi merakını yenemeyip konuyu soruyor. Kendimi tanıttıktan sonra Kaplan yollarının şiddetli yağıştan sonra tehlikeli bir duruma geldiğini, görüşme konusunun bu olduğunu anlatıyorum. Taş Ev lafını duyunca genç kızın yüzünde bir gülümseme beliriyor. "Şimdi hatırladım, biz gelmiştik Taş Ev'e" diyor.

Beş dakika sonra geliyor müdire hanım. Yolun durumu nedeniyle restoranı  kapatmak zorunda kaldığımızı söylüyorum. O da bana dağ köylerinde karla mücadele kapsamında bütün araçların seferber olduğunu anlatıyor. Belediyenin internet sayfasına yazdığım dilekçenin eline henüz geçmediğini, birkaç güne kadar kendisine ulaşabileceğini söylüyor. Şaşırıyorum. Şehir merkezine en yakın köylerden biri Kaplan. Dağ köylerine ihtimam gösterilmesine diyeceğim yok ama şehir merkezi sayılabilecek bir noktada hayati önem arz eden yol kusurlarını kulak arkası etmek de kabul edilemez. Çukurköy' deki ekibi arıyor. Dönüş yolunda Kaplan üzerinden gelip yolun fotoğraflarını çekmelerini istiyor. Ekip Başı "Dönüş yolumuz üstünde değil." diyor. En geç yarın konuya el atacağına söz verirken Belediye Başkan Yardımcısı ile konuşmamı öneriyor bir de.

Bir kat yukarı çıkıyorum. Beyefendi odasında yalnız. Kendimi tanıtıyorum. Hatırlıyor beni hemen. Konuşmayı seviyor ama ben çözüm için yanındayım. Büyükşehir Belediyesine bağlı Mahalli İdareler Müdürü ile görüşürsem daha kolay çözüm bulunabileceğini söylüyor. Telefon edip benden bahsedecek. Bir türlü olmuyor. Telefon geliyor. Bilmem ne köyünün yolu bozulmuş. Telefon biter bitmez kapıdan içeri doğu şiveli iki adam giriyor. Onların yolu da bozulmuş bu son yağışlarda. Yolları dere yatağına dönmüş. Karayollarının bir menfezi yola açılıyormuş. "Karayollarına müracaat edeceksiniz." diyor. "Sizin işe ancak onlar bakar." Adamlar "Başkanım müracaat etmez miyiz? Tam iki yıldır ha bugün, ha yarın geleceklerini söylüyorlar ama ne gelen var ne giden." Tam bana sıra gelecek diyorum, telefonu çalıyor yine. Falanca köyün elektrik direkleri devrilmiş, iki gündür köyün elektriği yokmuş. Neredeyse yanından kalkıp gidesim geliyor. Telefonda konuyu uzattıkça uzatıyor.

Nihayet benim telefonuma geliyor sıra. Mahalli İdareler Müdürünü arıyor. Benden ve yolun probleminden bahsediyor. Yanına gelip kendisine ayrıntılı bilgi vereceğimi söylüyor. İzmir yolundaymış müdür. Yarın saat dokuz için randevu veriyor. 

Kaplan yoluna çıkıyorum. Bu sefer birkaç fotoğraf çeksem iyi olacak. Yolun kenarındaki ilk çukurda duruyorum. Telefonum çalıyor. Arayan belediyenin Muhtarlık İşleri Müdürlüğünden bir yetkili. Taş Ev'in önündeymiş. Bekleyin hemen geliyorum diyorum. Bu ekip "Yolumuzun üstünde değil, gelemeyiz." diyen ekip olmalı. İsteyince geliniyor, yeter ki niyet olsun.

Birkaç dakika sonra ekibin yanına varıyorum. Dağ köylerindeki sıkıntılı durumları anlatıyor ekibin başındaki arkadaş. Belediye meclisi üyesi görevinde bulunduğunu söylüyor. İşin içine siyaset girince bazı işler daha kolay halloluyormuş. Ama ben siyaseti daha farklı biliyorum. Çok söz az icraat. Dağ köylerinin birinden çektiği fotoğrafı gösteriyor telefonundan. "Yani sizin bu yol da bir şey mi?" dercesine. Gelin size göstereyim riskli yerleri diyor, önlerine geçiyorum. Yamaçlardaki hendeklerin greyderle açılması lazım. Yoksa yolu ne kadar onarırsan onar ilk yağışta yine aynı tahribat olacaktır. Menfez dolgularının yarısı açılmış. Korkuluk diye bir şey yok. Vatandaş cılız çalılarla işaret koymuş geçen vasıtalar düşmesin diye. Öyle bir yer ki burası eğer buradan bir araç düşerse kaç metre aşağı yuvarlanacağı bilinmez. "Büyük iş bu" diyor baş yetkili. "İhale edilmesi lazım burasının. Mevsim de müsait değil. Bak iki gün sonra kar geliyor yine."

"Şimdi siz bu tehlikeleri gördünüz ya, artık vebali üzerinizde." diyorum. "Ben görevimi yaptım. Hemen mi harekete geçersiniz sıraya mı koyarsınız size kalmış." Onlar bir yere yetişmek peşinde diğer çukurları görmüyorlar bile. Yanımdan geçip uzaklaşıyor arabaları. Bense geri dönüp bahçeye giriyorum. Zeytine yemeğini veriyorum. Taş Ev'i kapatalı beri o da kuru ekmeğe talim. Su kabı buz tutmuş. Buzu kırıyorum. Kana kana su içiyor. Genel tuvaletlerin dışarıda kalan lavabo çeşmeleri donmuş. İçeridekiler çalışıyor neyse ki.

Rezervasyon telefonlarından ve onlara verdiğim cevaplardan bahsetmeyeyim bugün. Yazımı okuyan eşim yine başlamasın söylenmeye.  

KÖTÜ ve GÜZEL

08/01/2017 Pazar, Kuşadası
İlk bakışta ne düşünür insan? Pazar günü, Kuşadası... Kışın ortasında bir kaçamak? Yok, yok durum hiç de sandığınız gibi değil. Gökyüzü pırıl pırıl, hava güneşli. Hava sıcaklığı fazla yüksek olmasa da güneşin değdiği yer ısıtıyor insanı. Böylesine harika bir gün benim kabusum oluyor. Meteorolojinin kurbanı oluyorum hayatımda ilk kez... 

Sabahtan beri eşimle "Nasıl olur da hafta sonu kapatırsın restoranı?" muhabbeti yapıyoruz.  Hiç bir gün hava sıcaklığının düşmesini, güneşin çekilip kara bulutların gelmesini, karın yolları kapatmasını bu kadar istememiştim. Tam aksine her geçen saat hava daha da güzelleşiyor. Birbiri ardına gelen telefonlar aramızdaki tartışmayı daha da alevlendiriyor.
"Taş Ev Restoran mı?"
"Evet, buyurun."
"Biz İzmir'den kahvaltı için gelmiştik. Şu anda kapınızın önündeyiz ama kapı kapalı (!)"
Canım sıkkın. Sen kalk yüz kilometre yol gel. Ve kapı duvar. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Dün gece facebook sayfamızda bir duyuru yapmıştım yapmasına ama herkes onu okumak zorunda değil. Durumu fark eden eşim söylenip duruyor, "Gördün mü bak?" dercesine. Ne demeli, ne demeli.
"Çok üzgünüz, kusura bakmayın, cuma günü aşırı yağış yolları tahrip etti. Kocaman kocaman çukurlar oluştu. Meteoroloji don olur gece deyince... "
"Kapalısınız yani, peki kahvaltı edebileceğimiz başka yer var mı yakınlarda?"
Bir kaç yer söylüyoruz. Dün gördüğümüz kadarıyla yollar gerçekten büyük tehlike arz ediyordu. Dayanamayıp soruyorum.
"Yol durumu nasıl, kötüydü değil mi?"
Verilen cevap bir kez daha yaralıyor yüreğimi.
"Yok canım, o kadar da kötü değil."

Derken bir telefon daha. Bu sefer arayan Tire'den. Açık olup olmadığımızı soruyor telefondaki ses. Güneş dışarıda ortalığı aydınlatıyor. Ne diyeceğimi bilemiyorum." Kusura bakmayın." sözcükleri dökülüyor dudaklarımdan, kapalı olmamızın nedenini anlatmaya çalışıyorum. "Hiç mekan kapatılır mı? Hem de pazar günü." diyor eşim. Ben de aynı fikirdeyim. Ama kapattık işte. Allah kahretsin. İnsanlar kapıdan dönüyor. İnsanların çoğu rezervasyon yaptırmıyor burada. Bir kişi rezervasyon yaptırırsa on kişi rezervasyonsuz. Kim bilir kaç kişi döndü kapıdan.

Aşkın Şef arıyor. Yukarı çıkacaksam tavuklara bakmak için onu da alayım diye. Eşim dayanamıyor, "Topla personeli, gidelim açalım." Facebook sayfasında duyuru yapmıştım diyorum. Sakinleşecek gibi değil. "Ne olursa olsun, kaldırırsın duyuruyu, insanların kapıdan dönmesi hiç hoş değil."

Personeli arıyorum. Ekibin yeni elemanı hazır olduğunu söylüyor. "Aşkın Şef de beni evden alırsınız." diyor. Adnan Şef'in telefonu çalıyor ama cevap vermiyor. Ben hala kararsızım. Aslında kararlıyım. Verilen karar yanlış bile olsa kararsız kalmamak konusunda kararlıyım. Neden hava bu kadar güzel? Adnan Şef'ten haber yok. Belki de eşini alıp güzel havanın tadını çıkarmaya gitmiştir. Boşuna bekliyorum dönüşünü. Hala verdiğim kararın peşindeyim, hatalı olsa da. "Hava karardıktan sonra misafirler çukurları göremeyecek, başlarına iş açacaklar." diyorum. Eşim "Peki, o zaman ne halin varsa gör." diyor. Tekrar personeli arıyor, ilk karara döndüğümüzü söylüyorum.

Eşimle birlikte evden çıkıp Aşkın Şefi alıyoruz. Kaplan yokuşunda trafik yoğun. Kış aylarında güneş yüzünü göstermesin hele. Bütün şehir ayaklanır burada. Bahçe kapısından giriyoruz. Zeytin'i serbest bırakıyor, ona yemek hazırlamaya başlıyorum. İçeri bir araba giriyor. Sonra bir tane daha. Kapalıyız demenin hiç bu kadar zor olacağını düşünmemiştim. Gelenlere kahve ikram ediyoruz. Bir an önce kapıları kapatıp çıkmak istiyoruz. Bir kaçış sanki bu. Ama olmuyor. Bir araba daha giriyor içeri ben Taş Ev'in kapısını kilitlerken. Aşkın Şef söylüyor kapalı olduğumuzu bu kez.

Bundan sonra biz Taş Ev'e gidebiliyorsak eğer, asla kapatmayacağız iş yerini. Kızımı arıyorum birlikte bir yerlere gidelim diye. Yolda olduğunu söylüyor. Kısa bir süre sonra o arıyor. Eşim alıyor telefonu. "Bu vakitten sonra İzmir'e gidecek halim yok." diyor. Konu aynı. Beni kızıma şikayet ediyor. Canım sıkılıyor artık bu muhabbetten. Kızım "Eğer gittiğim yeri kapalı görürsem bir daha hiç gitmem." demiş. Bu tahrik edici cümle konuyu yeniden alevlendiriyor. Sadece eve gitmemek için Selçuk yönünde ağır ağır ilerliyoruz. "Tamam" diyorum. "Hata yaptım, ama yapacak bir şey yok." Konuşmuyoruz artık bu konu üzerinde.

Kuşadası'na çeviriyoruz yönümüzü. Orada karnımızı doyurup hemen dönüş yolculuğuna başlıyoruz. Hava güneşli. Bu saatlerde hava sıcaklığı sıfırın altında üç dört olmalıydı. Saat akşam beşe doğru arabanın dış hava sıcaklık göstergesi artı dört dereceyi gösteriyor. Dönüş yolunda Belevi pazarında alışveriş yapıyoruz. Oradan çıkıp yol üzerindeki Belevi Gölünün fotoğrafını çekiyorum. Hayatımda ilk kez böylesine güzel bir gün benim için kabir azabına dönüyor.
 

7 Ocak 2017 Cumartesi

KARARSIZ BİR DURUM

07/01/2016 Cumartesi, Tire

Her zamanki gibi yola çıkıyoruz. Kafamda bir sürü senaryo. Aşırı yağıştan sonra yollarda ve yaylada bizi bekleyen olası hasarlar, Taş Ev'in durumu. Köyden yukarı doğru ilerliyoruz. Dün derelerin aktığı yolun üzerinde selin getirdiği taş, toprak birikintileri üzerinden geçiyoruz. İlk yokuşu tırmandıktan sonra yol kenarlarındaki hendeklerin yamaçlardan akan malzemeyle dolduğu görülüyor. 

Hava sıcaklığı sıfırın üzerinde. Gece iyice düşmesi bekleniyor. Dağ köylerinde kar yolları kapatmış. Dün gecenin çılgın sel suları yol kenarlarında derin çukurlar açmış. Bu çukurlar çok büyük tehlike. Gece bunları fark etmek neredeyse imkansız. Hele yağmur suları ile dolduğunda derinliğini tahmin etmek oldukça güç. Menfez geçişlerinde dolguların yarısı göçmüş, zaten dar olan yol daha da daralmış. Taş Ev'e yaklaşırken durum daha da kötüleşiyor. Keskin virajın bulunduğu evin önünde heyelan meydana gelmiş. Yolun yarısı malzemeyle kapanmış. Yol sathı üzerinde hızla akan sel sularının meydana getirdiği çukurlar artıyor. Doğrusunu söylemek gerekirse daha fazlasına hazırlıklıydım. Dün geceki yağmuru gördükten sonra azgın suların geçtiği yolun bazı bölümlerinde çok daha ciddi hasarların olabileceğini, hatta yer yer ulaşım imkanının ortadan kalkacağını bekliyordum.

Dün gece bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun altında bahçe kapısının kilidine soktuğum anahtarı bir türlü döndürememiştim. Bu yüzden gece boyu açık kaldı demir kapı. Bu afatta kim gelirdi ki kapıya. Hem içeride kahraman Zeytin'imiz var nasıl olsa. Sabah kapıyı açarken gündüz gözüyle biraz daha zorladım. Anahtar bütün çabama rağmen yine dönmedi. Taş duvarın alt kısmı dünkü yoğun yağışa dayanamamış bir miktar oturmuş olmalı.

Bahçe girişinin kapısını güçlükle sürdüm. Rayın üzeri akan toprak ve mille yer yer kapanmış. Taş Ev'in kapısını açtım. İlk bakışta ciddi bir hasar görünmüyor. Sadece teras ile salon arasındaki derzden bir miktar su akmış vitrin dolabının üstüne. Depo olarak kullandığımız konteynırlardan birinin anahtarı dönmüyor. Altındaki dolgu oturmuş onca yağmurdan sonra. Sanayiden bir kriko bulup altını desteklemeli.

Hayatımın hiç bir döneminde bu kadar sık hava durumuna baktığımı hatırlamıyorum. Hafta sonu ve haftanın ilk günleri aşırı soğuk, kar, yağmur ne ararsan var görünüyor. Muazzam bir kararsızlık... Bu soğukta, bu yolları aşıp kim gelir Taş Ev'e. Hiç kimse gelmese de açık tutmak mı gerekir yoksa? Ya gelen misafirlerden biri bize gelirken arabasının tekerleği o koca çukurlardan birine düşse daha mı iyi? Ya da gece akan sular donar da yollar buzlanırsa... Onca insanın vebali az mı? Beş günlük hava tahminleri saat başı değişiyor. Halen hava sıcaklığı iki derece. Her saat süratle düşüp sıfırın altına gireceği tahmin ediliyor. Hele pazar gecesi sıfırın altında on bir derece olacağını bildirenler var. Her geçen saat en düşük hava sıcaklığı değişiyor. Gece sıcaklığın sıfırın altında sekiz olması sıfırın altında on bir olmasına göre ne kadar daha iyi?

Bahçede hava tertemiz. Üşümüyorum. Hafif kar atıştırıyor. Tamam artık kararımız kesin. Kapatıyoruz. Vitrin dolapları temizlensin. Eve alacaklarımızı alalım. Çarşamba gününden sonra yağmurlu görünse de sıcaklık artmaya başlıyor. O zamana kadar yollar da onarılır belki.

Eşim odamızdaki fazla eşyaları topluyor. Aşkın Şef vitrin dolabını boşaltıyor. Zeytin bu işten en kazançlı çıkanı. Ona güzel bir ziyafet sofrası hazırlanıyor. Şef, yanına bir de otuz beşlik koyalım mı? diye espri yapıyor. İçimde kapatmanın verdiği huzursuzluk ile doğru olduğunu düşündüğüm karar çarpışıyor.

Bu arada ben de yanıma bir keser ve ahşap kamalar alıp ana kapıya gidiyorum. Kapıyı çerçeveleyen profil ile taş duvar arasını beslersem kilit çalışmaya başlayacak sanırım. İki tane kamayı araya çakıyorum. Kilit içinde anahtar rahatlıkla dönmeye başlıyor.

Alacağımızı alıyor, yola çıkıyoruz. Eşimi eve bıraktıktan sonra Aşkın Şefle birlikte sanayiden bir kriko temin ediyoruz. Vakit kaybetmeden yaylaya dönüyoruz yine. Konteynırı altına yerleştirdiğimiz krikoyla kaldırıp altını besliyoruz. Kapının kilidi çalışmaya başlıyor.

Bir ara güneş çıkıyor. Eşim telefon ediyor, "Kapatmakla hata ediyoruz." diyor. Şüphesiz haklı olabilir. Ama biz hava durumu gibi karar değiştiremeyiz. Birazdan kar yağmaya başladığında "Keşke kapatsaydık." mı diyeceğiz? Mayıs ayına geliyor Ramazan. Buraların en güzel ayı. Bu soğuk havalarda kapatıp Mayıs ayında açmak daha iyi sanki.

Velhasıl bu yıl tecrübe yılı. Öğleden sonra misafirlerden biri telefon ediyor. "Kapıya kadar geldik, kapalıydı kapınız." Üzülüyoruz. Henüz duyuru bile yapmadık Facebook sayfamızdan. Eve döndüğümde hemen bir duyuru hazırlıyorum. Çarşamba gününe kadar hava ve yol şartlarından dolayı misafirlerimizin emniyetini düşünerek kapalı olacağımızı belirtiyorum.  

Böyle iç karartıcı, kararsız durumlarda derin bir nefes alıyorum. Doğru karar verdiğimizi umuyorum. Eşim hala "Yarın kahvaltı için misafir gelirse ne yaparız? diye soruyor. Haksız değil bir yönden. Ta kalkıp İzmir'den geliyorlar. Ben meteorolojinin yalancısıyım. Eksi beş derecede hem de bu yollardan gelen olur mu ki? Kapatmasa mıydık? 

HAVA ve YOL HARCI BİTİRDİ

06/01/2017 Cuma, Tire
Hava tahmin raporları bugünü de yağmurlu gösteriyor. Sabahtan ağaç motorunun çalışmasını öğrendim satıcısından. Diğer elemanları da alıp çıktım yukarı. Sert esen rüzgar önüne gelen ne varsa süpürüyor. Taş fırının saçtan kapağını da bir tarafa fırlatmış. Terastaki sandalyeler rüzgardan nasibini almış, İlk iş olarak yağmura yakalanmadan odun stokunu arttırıyoruz. Şefler bahçenin yukarı tarafından kesilmiş odunları depoya çekerken ben hızar makinesi ile Taş Ev'in arka tarafındaki odunları küçük parçalar halinde kesmeye gidiyorum.


Yerler yine cevizle dolmuş.
Kilolarca ceviz ağaç diplerine yayılmış. Zeytin fırtınadan rahatsız. Yan taraftaki çam ormanından gelen uğultu insanı korkutuyor. Zeytin'e doğru yaklaşıyorum. Kulübesinin etrafındaki bütün naylonları parçalamış. Ona daha geniş dolaşma imkanı versin diye eklediğim zincir sayesinde yanındaki tavuk kümesinin naylonlarını da lime lime etmiş.

Birkaç parça odun kestikten sonra ara veriyorum. Motorlu testere ağacı keserken zorlanıyor. Eğe ile zincirin baklalarını törpülüyorum. Biraz fark etse de ilk fırsatta zinciri değiştirmemin zamanının geldiğini düşünüyorum. Biraz sonra motor birden susuyor. Benzini bitmiş olmalı. Depoyu dolduruyorum. Her benzin koyduğumda zincirlerin yağlanması için 2T bıçkı yağı koymak gerekliymiş. Ambara baktığımda yağın neredeyse kalmadığını görüyorum. Dibinde kalan birkaç damla yağı motorun küçük haznesine boşaltıyorum. Motora benzin geldiğini görebilmek için şeffaf görünümlü memeyi sıkıyorum. Anahtarın konumunu iyice aşağı indirip motordan hır sesi gelinceye kadar motorun çekme ipine asılıyorum. Motor hırladıktan sonra anahtarı bir üst kademeye alıp ipine asılıyorum. Birkaç denemeden sonra çalışmaya başlıyor. Çok değil beş altı ağaç kesiminden sonra yeter bu kadar diyorum. Amacım bıçkı yağı fazla olmadığı için motora zarar vermemek. Anahtarın konumun yukarı getirir getirmez motorun sesi kesiliyor.

Beş altı araba dolusu kuru odunu ambara taşıyoruz. Hava iyice kapandı. Ceviz kütüklerinin üzerini naylonla örtüyorum. İçeriden aldığım naylon poşeti ağzına kadar fırtınanın etkisiyle yerlere saçılmış cevizle dolduruyorum. Gökten ilk damlalar düşmeye başlıyor.

Kuvvetli bir sağanak yağmur saatlerce devam ediyor. Mutfakta Aşkın Şefin kırdığı cevizleri bütün ekip birlikte ayıklıyoruz.  Zaman zaman çıkan fırtına tenekeleri, sandalyeleri ve plastik kovaları sürüklüyor. Ekiple birlikte yarından itibaren beklenen hava sıcaklığındaki ani değişimini tartışıyoruz. On dereceden fazla sıcaklık düşüşü bekleniyormuş. Yollarımız yine kapanacak mı? Biz bu konuyu tartışa duralım, telefonumun çalıyor bir yandan. Akşam rezervasyon yapmak isteyen misafirimiz yol durumunu soruyor. "Bu akşam yollarda problem yok ama yarın ne olur bilemeyiz." diyorum.

Akşama doğru şömine sobayı yakıyoruz. Fırtına ara sıra bacadan dumanı geri teptiriyor.  Sağanak şiddetini arttırarak devam ediyor. Şehri ilk defa bu kadar karanlık görüyorum. Sanki elektrikler kesik büyük bir kesimde. Çakan şimşekler ortalığı aydınlatırken ardından patlayan gök gürültüleri yeri göğü inletiyor. Bu havada kimse yola çıkmaz. Rezervasyonumuz olmasa kapatıp çıkacağız. 

Nihayet geliyor misafirlerimiz. Onlar geldikten kısa bir süre sonra telefonum çalıyor. Eşim, heyecanla balkonda giderin tıkandığını, biriken suların evi basmak üzere olduğunu söylüyor. Onlarca kez elindeki kaplarla suyu boşaltmaya çalışsa da su devamlı artıyormuş. "Hemen bir tesisatçı bulup gel." diyor. Bu saatte, bu yağmurda, hem de bu şehirde tesisatçı bulmak milli piyango biletine büyük ikramiye vurmasından daha küçük olasılık. "Tamam, ben geliyorum hemen." derken ekibe durumu anlatıyor ve zaman kaybetmeden Taş Ev'den çıkıyorum. Arabama gidene kadar sırılsıklam ıslanıyorum. Dikiz aynaları buğulanmış, göz gözü görmüyor. Zor bela bahçe içi dar yoldan köy yoluna çıkıyorum. Yamaçlardan akan suları hendekler taşımıyor. Yer yer yolun üzerinde dereler akıyor. Yolun bazı bölümlerini yamaçtan inen enkaz doldurmuş. Suya kapılan irice kayalar yüksek hızla akan suların içinde fark edilmiyor.

Bu sel manzaralarına alışkınım. Karadeniz bölgesinde yaşadığım heyelan tehlikeleri geliyor gözümün önüne. Bu havalarda bir de yoğun sis çıkardı orada karşıma. Buradaki tek fark sisin olmayışı. Suyun sathi kaplama yolun üzerinde açtığı oyuklar gittikçe derinleşiyor kimi yerde. Böyle giderse yolun yarısı kopup aşağı inecek. Benim eve gidip dönüşüm en az bir saat. Zorlukla indiğim Kaplan Köyünden eşimi arıyor, yolun durumunu anlatıyorum. Misafirlerimize durumu anlatıp bir an önce ayrılmalarını önereceğimi söylüyorum. Adnan Şefe durumu bildiriyorum. Kaplan Köyünden dönüp gerisin geriye Taş Ev'e çıkıyorum. Hemen toparlanıp restoranı kapatıyoruz. Misafirlerimiz yarım kalan yemeklerini paket yaptırıyorlar. Hiçbir ücret talep etmiyorum. Onlar yine de personele yüklü bahşiş bırakıyorlar.

Ben önde misafirlere kılavuzluk ederek ağır ağır ilerliyoruz. Yolda iri yağmur damlalarının arasına kar taneleri karışıyor. Aklımdan geçenleri personelle paylaşıyorum. Bu hava ve yol şartlarında bir hafta süreyle kapatmak belki de en iyisi olacak.  

6 Ocak 2017 Cuma

HAVA OLAYLARI

05/01/2017 Perşembe, Tire
Oldukça kararsız bir hava. Sabah yaylaya vardığımızda rüzgarı arkasına alan kara bulutlar hızla kuzeye doğru ilerliyordu. Uzun zamandır beklenen yağmur gece boyu devam etmiş, naylon örtü altında koruduğumuz ceviz ağaçları dışındaki bütün yakacak odunları ıslatmış. Sabah gelirken ağaç motorlu testeresini aldığım yere uğrayıp nasıl çalıştırılacağını öğrenmiştim. Bahçenin muhtelif yerlerinde istiflenmiş yakacak odun kümeleri bulunmakta. Adnan Şef sobayı tutuşturmak için kuru çalı çırpı bakarken gözüm havada yağmuru kesiyorum.

Çok geçmeden yağmur başlıyor. Odunluk ceviz ağaçlarının üzerine naylon örtüyü çekiyorum. Taş Ev'e geri döner dönmez telefonumdan hava durumuna bakıyorum. İki üç gün yağışlı olması bir tarafa hafta sonu en az on derece birden soğuyacak havalar yine. Yağmurla birlikte kuvvetli bir rüzgar çıkıyor. Bu rüzgarda sobanın yanıp yanmayacağını da düşündürüyor. Neyse ki hava sıcaklığı üşütecek kadar düşük değil henüz.

Öğlen misafirlerini ağırladıktan sonra bir fırsatını bulup personel yemeği yiyoruz ekiple birlikte. Aşkın Şefin elinden ne çıkarsa muazzam bir lezzete bürünüyor. Kereviz yemeğinin yanında teflon tavada güzel bir gözleme yapıyor. Aslında bu yörede katmer diye anılan gözlemeye de pek benzemiyor. Kendi usulüne göre yaptığı gözlemede tezgaha serdiği yufka içine bol miktarda maydanoz, peynir koyup yumurta ile karıştırıyor. Kereviz yemeğinin içine patates ve Adnan Şefin önerisiyle nohut koyuyor. Yemeğimi yerken bitmesin diye dua ettiğim bir lezzet çıkıyor ortaya.

Pencereden şehre bakarken her dakika görüntü değişiyor. Adeta bir film izliyorum. Her kare başka bir göz ziyafeti sunuyor. Yayla sağanak yağmur altındayken şehrin üzerinde güneşli havayı seyrediyoruz. Sonra yağmur kesiliyor, hava yükselip güneş görünüyor Taş Ev'in üzerinde. Bu sefer şehrin yarısını kara bulutlar sarmış. Diğer yarısı sisten görülmüyor. Güneş fazla kalmıyor bizimle, yeniden yağmur başlıyor. Bu sefer öyle böyle değil. Sağanak yağışa fırtına eşlik ediyor. Hemen arkasından şiddetli bir dolu başlıyor. Taş Ev'in salonunda an be an  hava olaylarının izlerken bir yandan da fotoğraflarını çekiyorum. Şimdi de güneş gösteriyor kendini şehir üzerinde. Karşımda yavaş yavaş bir gökkuşağı beliriyor. Bu sefer ilk kez sol kolu görünüyor kuşağın. Dışarıda deli yağan dolu fırtınayı kesiyor. Ardından yağmur damlalarının seyrekleşiyor.

Taş Evin altındaki erik ağacının dallarına sarı gagalı bir karatavuk konuyor. Telefon ayarından yakınlaştırabildiğim kadar yakınlaştırıyor, fotoğrafını çekiyorum. O sevimli yaratığın görüntüsü ile birlikte, her hava değişiminde çektiğim şehir manzaralarını instagramda paylaşıyorum. Daha pek çok özelliğine vakıf olmasam da instagrama fotoğraflar yüklemeyi başardığım için hayatında ilk kez acemi adımlarını atan miniklerin sevincini yaşıyorum. Gönderdiğim fotoğrafların dünyanın en uzak köşelerinde yaşayan birileri tarafından beğenilmesi hoşuma gidiyor.

Dışarıda gün boyu devam eden olumsuz hava koşulları,  odun hazırlamama imkan vermese de hep birlikte mutfakta ceviz kırmamıza engel değil.

Akşama doğru İzmir Adliyesi önünde bir patlama olduğu haberi geliyor. Hemen kızımı arıyorum. İşyerinden yeni çıkmış, eve dönüş yolunda olduğunu öğreniyorum. Yol üzerinde bir sürü ambulans ve çekici araca yol verdiğini ancak neler olduğunu sonradan öğrendiğini söylüyor. Teröristin hedefi daha büyükmüş. Bir polis memurunun kendini kahramanca ortaya atması sayesinde can kaybı az olmuş. Bir can da aynı bin can da. O hale geldik ki. İki kişi ölünce seviniyoruz. Daha Reina faciasının acısı soğumadan yeni bir saldırı daha.


Yağmur ve fırtına devam ediyor. Sabaha kadar süreceğe benzer.

5 Ocak 2017 Perşembe

EBEMKUŞAĞI

04/01/2017 Çarşamba, Tire

Artık yavaş yavaş işimiz rutine girdi. Sabah kalk, ekibi toparla yaylaya çık.

Meteoroloji havanın yağmurlu olacağını bildiriyor. Hava kararsız. Önce yüzünü gösteriyor güneş, hava tahminlerini açığa düşürmek istercesine. Çok uzun sürmüyor güneşin bu oyunu. Bahçede odun hazırlamaya başlar başlamaz yağmur atıştırmaya başlıyor. Ağaç kütüklerini yığdığımız alanın üzerini naylonla örtüp Taş Ev'e sığınıyorum.

Yağmur havanın soğuğunu kırıyor. Yukarıda sobayı yakmakta acele etmiyoruz bu yüzden. Kısa süren yağmurdan sonra güneş bir kez daha bulutların arasından sıyrılıyor. Taş Ev'in salonunda yağmur manzarasını seyretmeyi düşünürken tam karşımda bir gökkuşağı beliriyor. Bir kolu İtfaiye Meydanına saplanmış yarım halkanın diğer kolu süratle batı istikametine ilerliyor. Bir kaç fotoğraf çekip sosyal medyada paylaşıyorum. Rengarenk kuşak uzadıkça solgunlaşıyor ve yavaş yavaş kaybolmaya başlıyor. Tabiatın on dakikalık bu olağanüstü gösterisi güne iyi başlamam için güzel bir teşvik oluyor.

Temizlik tamamlandıktan sonra Zeytin'i serbest bırakıyorum. Akşam saatlerinde başlayan sağanak yağış önemli kısmı eriyen kar örtüsünü kısa zamanda süpürüp alıyor. İki gündür yanıma almadığım bilgisayarımdan uzak kalmaya alıştırıyorum kendimi. Instagram'a koyduğum gökkuşağı fotoğrafı büyük ilgi ve beğeni topluyor.

Tahmin raporları hafta sonunda hava sıcaklığının sıfırın altında on dereceye kadar düşeceğini bildiriyor. İzmir için hiç de alışık olmadığımız bir durum. Sularımız henüz çözülmüşken yine donacak olması şimdiden endişelendiriyor beni.

Aşkın Şef arızalı motosikletiyle yağmur altında yola çıktıktan beş dakika sonra şans eseri yağmur kesiliyor. Gecenin son misafirlerini uğurluyoruz.  

Haberlerde darbe komisyonunun çalışmasını tamamladığı açıklanıyor. Genel Kurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının ifadelerine başvurmaya gerek görülmemiş (!) Bütün kurumlar Fetöcü'ler tarafından işgal edildiği halde darbenin siyaset kurumuyla bir bağlantısı saptanmamış. Ne güzel komisyon, ne güzel soruşturma. Yersen.

Kafamı meşgul eden diğer bir husus da önceden tertiplendiği gün gibi açık bir linç girişimine maruz kalan modacı Barbaros Şansal. Modayla ilgim olmadığı için adamın adını bile duymamışım. Söylediklerine bakıyorum. Türkiye'ye ve Türk halkına hakaret etmiş (!) Ne demiş? "Tutuklu gazetecilerden, çocuk tecavüzlerinden, rüşvetten, bağnazlıktan dem vurarak, bu kadar pisliğin rezaletin içinde neyi kutluyorsunuz yılbaşında diyerek, b... boğul Türkiye." demiş. İçinden geçenleri söylemiş. Ben şahsen şahsıma hakaret olarak algılamadım. Ülkenin durumuna bakıldığında ne kadar b.... battığımız aşikar iken mevcut durumu ifade edeni linç etmek ancak bizim ülkemizde görülebilir. Cinsel tercihi ne olursa olsun hiç tanımadığım ancak insanlık adına iyi şeyler yapmaya çalıştığını öğrendiğim bu insana yapılanlara üzüldüm. Onun maruz kaldığı durum ne kadar b... battığımızı açıkça gösteriyor ve ona haklılık kazandırıyor zaten. Bir zamanlar Aziz Nesin'i de linç etmeye çalışmışlardı bir zamanlar, "Türk halkının % 60'ı aptaldır." dediği için. Zaman onu ne kadar haklı çıkarıyor. Şimdi bu oranı az bulanlar bile var artık.

4 Ocak 2017 Çarşamba

2016-2017

Yeni yıl çoğu insan için yeni umutlar demektir. Henüz gerçekleştiremedikleri hayallerine doğan yeni bir fırsattır. Küçükler için büyüme, büyükler için sona bir adım daha yaklaşmadır.

Yarım asrı aşan yaşam serüvenimde bazı yıllara ailemle, bazılarına arkadaşlarla birlikte girdim. Ama içlerinde bir yıl var ki onu hiç unutmadım. 1977 yılıydı. Yani tam kırk yıl önce...

Yalnız başıma soğuk bir otel odasında karşılamıştım o yılı. Soğuk derken hava değil anlatmak istediğim. Odanın kendisiydi soğuk olan. Küçücük odada kare bir masa, eski bir ahşap sandalye ve ahşap bir dolap. O yılın ilk saatlerine saatler kala uykuya çoktan teslim olurken önceki yılın son saatlerini burada anlatmıştım geçen yıl.

Bazıları ise 2017 yılının ilk saatlerini hiç unutmayacak. Her yılbaşı eğlence değil bir matem gecesi olacak onlara. Her yılbaşı gecesinde göz yaşı dökecekler, bir gece kulübünde yitirdikleri sevdikleri gelecek akıllarına. Hayatını kaybeden şanssız insanların hepsi de genç. İhtiyarın ne işi var Reina'da. Onlar yoklar şimdi. Hangi alemde oldukları bilinmez. Cehennem ateşi sarmış yakınlarını, annelerini, babalarını... Çocukları varsa eğer, bundan sonra her yılbaşı gecesi onlar için de buruk geçecek.   

2016 yılı ülkemiz için kötü bir yıl oldu. Bir değil, iki değil bir sürü bombalar patlatıldı, masum insanlar neyin uğruna olduğunu bilmeden canını verdi. Hep kanları yerde kalmayacak denilen kanları yerde kaldı. Şehit dediler hatalarının vebali genç insanlara. "Terör kanlı yüzünü gösterdi." türünden saçma sapan beyanlar bulandırdı midemizi. 

Ülke yönetimine doldurdukları yandaşlarını terörist ilan ettiler, yetmedi, onlara darbe  yaptırdılar. Milyonlarca insanımız inandı buna. Ülkem adına içinde bulunduğum duruma üzüldüm 2016'da.  

İnsanın umut mu kalır hiç bu ahval içinde. Atatürk gibi bir önder hafızalardan silinmeye çalışıldı. Her türlü pisliğin cirit attığı, ne idüğü belirsiz hanedan hortlatılmaya çalışıldı onun yerine.

2016 yılı benim için nasıl geçti onu anlatacaktım size. Hedeflerimden belki de sonuncusunu gerçekleştirdim. Bir sene geçtikten sonra çıkacak ortaya, doğru karar verip vermediğim. Ama bir sene sonra ülkemin sınırları nasıl olacak bilmiyorum. Sorgulayan nesil yok edildi. Yeni neslin gençleri öyle Atatürk'ün gençleri gibi vatanın emanet edileceği türden değil. Onlar yabancı devletlerin dünyayı yeniden şekillendirebilmeleri için kendi topraklarında darbe yapıyor, elçi öldürüyorlar.

2017 yılına umutlu mu giriyorum? Çok fazla değil. Siyasilere kızmıyorum. Onlar bir şekilde üstlendikleri misyonun neferleri. Para ve makam uğruna satıyorlar ülkeyi. Umutsuzluğum halktan yana. Güvenmiyorum halkıma. Ayıp bir şey mi bu? Eskiden tencere, tavayı kapan dökülürdü sokaklara. Yurdu yanarken sorumlu aramıyor halk şimdi. Terörist diyorlar, yasa dışı örgüt mensubu diyorlar artık bu ülkede sorumlu arayana. Ülkemizin birliğine kastetmiş oluyor geldiğimiz bu noktanın sorumlusunu arayan insanlar.  Halkımızın kahir ekseriyeti kaderine razı. Bu yüzden umudum yok 2017 yılından.

2017 yılı için öyle büyük hedef koymak da gelmiyor içimden. Yazarken "bile, de, da, dahi" edatlarını gereksiz yerde kullanmamaya çalışacağım sadece. Bir de eşime daha fazla vakit ayırsam hiç de fena olmayacak şu fani dünyada...