Bu kez Moss hiçbir şey diyemedi. Bakışlarını
yere indirdi.
“Dedektif Cole yaptıklarından bir ay sonra
ölseydi, idamı boylardım ve üçümüz asla bir araya gelemezdik. Böylece Einstein,
Tanrı'nın evreni zar atarak yaratmadığını ama onun bireysel yaşamlara sıra
gelince, kumar oynamayı sevdiğini söylerken kesinlikle haklı çıkardı.”
dedim.
Stream bana geri döndü ve
“Yiyecekle ilgili soruma cevap verecek misin?
“Cevap verdim.” dedim.
O akşam biftekli sandviç ve taze domates salatası
yaptım ve yiyecekleri alt kata taşıdım.
“Bozulabilecek şeylerden kurtulmaya çalışıyorum.”
dedim.
Stream, “En azından yemeklerimizi ne kadar idare
edeceğimizi söylemen lazım. Hapishanede bile mahkûmları açlıktan öldürmediklerini
biliyorsun.” dedi.
“İdam edilen ikinci kişi Michaels adındaki siyahî
biriydi.” dedim.
Birkaç kez derin nefes aldım.
Moss, “Bay Zhettah?” diyerek meraklandı.
“Siz hiç sahte yem kullanarak balık avladınız mı?
Aynı alabalığı beşinci denemenizde
yakalayabilirsiniz. Yakalanmaya devam eden bir balık ne kadar da aptal?” dedim.
Stream, “Bence bir doktor çağırmalısın.” dedi.
“Michaels'ı idama götürdükleri gün, hücremin
önünde durmuştu. Ne dediğini biliyor musunuz? Bana, yarın görüşürüz demişti. Sözlerinin
manevi anlamda olduğunu sanıyordum. Evet, dostum, öbür tarafta görüşürüz
dedim. Hayır, arkadaşım, yine geri geleceğim buraya, bu gece, burada, ölüm
hücresinde, tekrar görüşürüz dedi.” Ben bu adamların hatırına plânladığım bir
şey yapıyorum. Olağandışı müdahale. Haberleri dinlerken kulaklarınızı iyice açın, beni anlıyor musunuz?” dedim.
Stream, “İdam gününü bekleyen mahkûmların yarısı
da infazın bir an önce gerçekleşmesi için deli oluyor. Peki, sen bunu fark ettin mi?”
diye sordu.
Ayağa kalktım ve plastik çöp konteynerine kustum.
Midem boştu. Mide asidi ile birlikte kan tükürdüm.
Stream'e “Bu senin problemin değil, cehaletinle de alâkası yok. Cahil
bir kişi hâkim olabilir ve başka birilerinin hayatını elinde tutabilir. Bu, lanet
olası sistemin sorunu.” dedim.
O bana hala cevap yetiştirirken banka kasasından
bozma tonoz kapısını kapattım. Altı kat merdiven çıkmam tam on beş dakikamı aldı. Eve geldiğimde kendimi hemen yatağa attım ve ertesi güne kadar uyudum.
Önümüzdeki iki haftanın neredeyse tamamını ya
yatakta, ya verandadaki salıncak koltuğumda ya da dere kenarındaki ağaç
salıncakta geçirdim. Çok az yedim. Ağrı kesici haplarım vardı ama acıya
katlanabiliyordum, onları nadiren kullandım. Her gün Olvido’ya kendimi kontrol ettirdim,
her gece Reinhardt’la konuştum. E-postamı kontrol etmeyi veya haberleri
dinlemeyi bıraktım. Ölmek için doğru yer arayan bir köpek gibiydim.
Lokantada beni tanıyan insanlar durumumdan endişe
ediyorlardı. Onlara hasta olduğumu fakat tedaviye başladığımı söyledim. Bana en
çok kahve getiren Lorena’yla birlikte diğer çalışanlar, iyileşene kadar alışverişimi
yapıp eve getirebileceklerini söylediler. Beni görmeye gelen herkesin,
öldüğümde, şaşkına döneceklerini tahmin etmek hiç zor değildi.
“İlginiz için teşekkür ederim ama ihtiyacım olan
her şeyim var.” dedim.
Uzmanların dediğine göre, Stockholm sendromu zaman
içinde ortaya çıkar. Aile içi şiddet kurbanı veya bir savaş esiri ya da bir
rehine ile onları tutan kişiler arasında yavaş yavaş bir bağ gelişir.
Psikologlar fenomeni tam olarak anlamasalar da, bu durum bir gerçektir. Hapishanede
geçirdiğim yıllar boyunca böyle bir şey yaşamadım fakat şimdi buna benzer bir
şeyin başıma gelebileceğinden endişelenmeye başlamıştım.
Stream’in açlık konusunda söylediklerini aklımdan
çıkaramıyordum.
Marketten kızarmış piliç, pişmiş hazır sebze ve
patates aldım. Pikabımın içi sarımsak ve biberiye kokusuyla doldu. Eve dönerken
kusacağımı sanarak aracımı iki kez yolun kenarına çektim ama korktuğum başıma
gelmedi. Aldıklarımı aşağı taşıdım. Hücrelerinin önüne koydum.
Stream ve Moss'tan bana neler okuduklarını
söylemelerini istedim. Stream önce davrandı.
"Bize neden aşırı ilgi göstermeye başladın?"
diye sordu.
“Sizinle ilk günden beri ilgileniyorum. Fakat artık
fazla zamanımız kalmadığını düşünüyorum.” dedim.
Bana sanki acıyormuş gibi baktığını hissettim.
“Anlıyorum,” dedi ve bana Gelibolu Savaşına katıldıktan
sonra I. Dünya savaşının sonlandıran Amiens Savaşı'nın mimarı olan, John Monash
adında, Avustralyalı generalle ilgili bir hikâye anlattı. Sözünü bitirdiğinde,
adam hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak istediğimi söyledim. Bunun üzerine,
okuduğu kitabı parmaklıkların altından bana doğru kaydırdı. Teşekkür ettim ve
Moss'a döndüm.
Moss, “Benim durumum biraz garip. Her zaman kurgu roman okumayı sevdim,
ama asla roman yazarı olmak istemezdim. İdealim eleştirmen olmaktı. Üniversitede
her ay bir kitap incelemesi üzerine makale yazdım. Eğer eleştirmenlikte yeterince başarılı
olabilseydim, bugün, birbirimizi tanımayacaktık, Bay Zhettah.” dedi.
“O konuda keşke daha yetenekli olsaydın.” dedim.
Şaka yapmıştım ama o bunu anlamamıştı. Espri yaptığımı söyledim
ve dönüp onlara Tieresse hakkında bir hikâye anlattım.
(Devam edecek)