"Geçen yıllar, duygu, düşünce ve fikirlerinizde nasıl bir değişim yarattı? Kişiliğinizde, kimliğinizde yükselen ve alçalan değerler, kazançlarınız, kayıplarınız neler oldu?"
Zaman zaman aklıma düşen bir soruydu bu. Sevgili Makbule Hocamız bir iç hesaplaşmaya davet ediyor bizleri sanki. "Geçen yıllar" terimi, içinde hüzün de barındırıyor belli yaşa erenler için. Elbette değişti duygularımız, düşüncelerimiz. Gençliğimizi elimizden alan zaman yerine tecrübeyi bıraktı. Acaba hangisi daha değerli? Biz değişirken dünya yerinde mi durdu, hayır, o da değişti tabii.
Dar bir çevrede, ekonomik sıkıntılar içinde geçen çocukluk yıllarım üniversite döneminde büyük değişime uğramıştı. Öyle bir değişimdi ki bu, beni benden aldı ve bambaşka bir kıvama soktu. Düşünme ve sorgulamanın inanmanın önüne geçtiği sancılı bir evreden kazasız belasız çıkıp kendimi bulmuştum sonunda. Kader diye anlatılan şeyin bir masaldan ibaret olduğunu, hayatımızı tamamen tesadüflerin belirlediğini kavradım. Bilinmez bir alemden gelip dünyaya gözümüzü açtığımız ve ömrümüzü tamamladıktan sonra yok olacağımız gerçeğiyle yüzleştim. İradem dışında doğru yerde ve doğru zamanda bulunma konusunda ortalamanın üzerinde bir çizgide olduğumu sanıyorum. Bir başka deyişle hayat yolunda genel olarak şansın yüzüme güldüğü gerçeğini kabul etmem gerek. Kim ne derse desin, halen yaşamın anlamını çözemediğimize göre hayat bana boş geliyor. Yaşadığımız sürece daha az acı ve sıkıntı çekmeyi dilemek, güzel anların tadına varmak dışında başka ne gelir elimizden? Yaşama biraz olsun anlam katacak sanat faaliyetlerine ayırdığım zaman gözüme az görünüyor nedense. Özellikle emeklilik yıllarımda ivme kazanan okuma alışkanlığım ve amatör yazarlığımı kazanç haneme eklemek isterim. Elbette bu hususta en büyük şansım, sevgili eşim.
Daha çocukluk yıllarımda yasalara uyan, pis işlere bulaşmayan iyi bir vatandaş olmanın çerçevesini belirlemiştim. Hedefime ulaşabilmek için ilk kural, iyi ahlâk sahibi, çalışkan arkadaşlar edinmeli, it, kopuk insanlardan uzak durmalıydm. Cüzi irademle bu konuda hedefimi tutturdum diyebilirim. Ancak şimdilerde aklıma deli sorular geliyor. Sınırı biraz geniş tutsaydım, ne bileyim sadece ahlâklısına, efendisine bakıp çevremi daraltmasaydım belki çok daha konforlu bir hayata sahip olabilirdim. Elbette bu benim tercihim, gözümü yukarılarılara dikip riskli alanlara girmedim pek. Bugün aynı yollardan geçseydim tercihim değişmezdi muhtemelen. İşte, geçen yıllar eski değerlerimizi yok ederken erdemli olmanın faziletini yok etti. Artık ahlâk, liyakat, çalışkanlık, sadakat başarı ölçüsü değil. Hırsızlık, haksızlık, yalakalık başarıya ulaşmada çok daha etkili olmaya başladı. Burada başarıdan kastım dar anlamda, sadece hak ettiğimiz hayatı yaşamak.
Özellikle son yirmi beş yılda ülke olarak ilerlemek şöyle dursun geriledik. Bugün hilafet isteriz diyerek sokaklarda gösteri yapanları normal karşılıyoruz. Dünyada saygın ve güvenilir bir ülke özelliğimizi kaybettik. Eğitimden sağlığa, ekonomiye, adaletten tarım ve sanayiye bütün sektörlerde dünya ülkeleri arasında en alt seviyelere düştük. Bir zamanlar gençliğimizi birbirine kırdıran sağ sol çatışmaları gibi bir iç savaş ortamına doğru hızla yol almaktayız. Geçmişle günümüzü kıyasladığımızda ülke olarak tek kazancımız yollar, hastahaneler, hava meydanları mı? Onları da gerçek değerleri üzerinden değil, garanti şartlarıyla, fahiş bedelleri vatandaşın sırtına yükleyerek, birilerinin zenginliğine katkıda bulunmak için yaptık. Bu ortamda geçen yıllar, kişisel bağlamda morallerimizi bozdu, umutlarımızı tüketti, güven duygumuzu aşındırdı, yaşam sevincimizi tüketti. Bireysel bazda tek kazancım, çocuklarımın her ikisini de evlendirmiş olmam ve bir de torun sahibi olmam. Ülkemizde siyaset kurumu çalışmadığı için geleceğe dair hiç umudum yok. Değişim ancak ihtilâlle olur. Tek avuntum "hoppidi"