Ağaç Ev Sohbetlerinde yeni bir hafta ve yeni bir konu.
Menfi'nin Günlükleri Korona'ya dair bir kaç güzel yazı yazmış blogunda. Dünyanın konuştuğu böyle bir konuya Ağaç Ev Sohbetlerine yer vermeden olmaz diye düşünmüş sevgili
Deep Tone / Sade ve Derin. Evet bir çoğumuzun evlere kapanmak zorunda kaldığı bu zor günlerin ana gündemini Ağaç Ev Sohbetlerinin 30. Bölümünde tartışıyoruz. Sizler de davet beklemeksizin, gönül rahatlığıyla blogunuzda gündemizdeki bu konuya dair içinizi döküp düşüncelerinizi yazabilir, Ağaç Ev Sohbetleri ailesinde yerinizi alabilirsiniz.
*** Koronavirüs Gündemi ***
İlk olarak Çin'in Wuhan kentinde görülmüştü. Halkın pek bir rağbet ettiği yarasa çorbasından insanlara sirayet ettiği düşünülürken daha sonra bu virüsün yarasadan değil de nesli tükenmekte bir memeli türü olup Wuhan pazarlarında yasa dışı yollardan satılan ve boyları 30 cm den bir metreye kadar değişen, eti yumuşak ve lezzetli bir hayvan türü olan pangolinden insanlara bulaştığı iddia edildi. Uzak Doğu insanlarının bize ters gelen fare, böcek, yılan gibi değişik hayvanları mutfaklarında baş tacı ettiklerini biliyordum. Sanırım bu yüzden Koronavirüs'ün bölgede sınırlı bir etkisi olacağını düşünmüştüm. Doğrusunu söylemek gerekirse o zamanlar Wuhan'da yaşayan Türk vatandaşlarının uçakla ülkeye getiriliş sürecini ve onların özel giysiler içinde uzaydan gelmiş gibi karantinaya alınmalarını aşırı bulmuş, tv'lere yansıtılan görüntüleri şov olarak değerlendirmiştim. Bir süre sonra komplo teorileri konuşulmaya başlandı. Bu mutlaka ABD'nin işi olmalı diye düşünmeye başladığımı hatırlıyorum. Çin'in önlenemeyen ekonomik gelişmesine karşı bir biyolojik saldırı mıydı acaba?
Ölenlerin sayısı arttıkça olayın ciddiyetini anlamaya başlamıştık. Çin ekonomik bakımdan büyük darbeler alıyordu. Kısa süre sonra Koronavirüs diğer ülkelere yayılmaya başlamıştı. Bütün ülkelerde, komşularımızda can kayıplarına neden olan bu virüsün ülkemize girmemesi alınan doğru önlemlere bağlanıyor ve takdirle karşılanıyordu. Fakat virüs bu, Türklere ayrıcalık tanıması beklenemezdi. Diğer taraftan "demokrat" bir virüs olduğu söyleniyordu. Bu bakımdan kendisini takdir etmiştim. Yani sınıf, dil, din ve ırk ayrımı yapmadığı ifade ediliyordu.
Sağlık Bakanı gecenin bir yarısında açıkladı; ilk Koronavirüsümüz ülkemize teşrif etmişti. Halkımız önlem olarak marketlere koştu, un, makarna ve şeker ne bulurlarsa kapıştılar, raflar bir anda boşaldı. Sonra vaka sayısı, beşe, altıya çıktı. Koronavirüsten korunmak için bez maske kullanımının, elleri yıkayıp dezenfekte etmenin önemi anlatıldı tv'lerden, kalabalık yerlerden uzak durmak gerektiği söylendi. Halkımız büyüklerimizin dediklerini dikkatle dinledi, cumhuriyet kurulalı beri tüketilen bez maske sayısının onlarca katı maskeyi bir anda satın aldı. 50 tanesi 12,5 TL ye alıcı bulmayan bez maskenin fiyatı tam yirmi kat artarak çarşıda, pazardaki çocukların elinde tanesi beş liraya satılmaya başlandı. Ülkenin bütün kolonya stokları bir anda eridi, milli ikramımız karaborsaya düştü.
Bugün itibarıyla endişenin boyutu artıyor. İtalya, İspanya, Almanya gibi gelişmiş ülkelerin içine düştüğü durumu gördükçe endişelenmemek elde değil. Şimdiye kadar Koronavirüs'e bağlı sadece bir ölüm vakası açıklandı resmi makamlarımız tarafından. 89 yaşındaki kurbanın mikrobu Çinli çalışanından kaptığı pek kıymetli Sağlık Bakanımız tarafından duyuruldu. Ülkemizde toplam 98 kişiye Koronavirüs bulaştığı söyleniyor. Bunların tamamı hasta olmayabilir. İşin tehlikeli yanı da bu zaten. Bağışıklık sistemi güçlü olan bazı insanlar virüsü vücutlarına aldıklarında kendileri etkilenmese de başkalarına yayabiliyorlar. Restoranların, eğlence yerlerinin, okulların ve camilerin kapılarına bir süreliğine kilit vuruldu. Özellikle insanlara zorunlu olmadıktan sonra evden çıkmamaları öneriliyor.
Ne yapmak lazım? Bu konuda farklı görüşler var. Mesela İngiltere; "Sürü Bağışıklık Sistemi" adı verilen bir yol takip edip doğal seleksiyonla "Kalan sağlar bizimdir" ideolojisini benimsemiş. Bazıları Koronavirüs'ün tanrının bir lütfu olduğunu iddia ederken en iyi korunma yönteminin dua edip günâhlarımızın affını dilemek olduğunu dile getiriyorlar! Genellikle ülkeler halktan gelebilecek tepkiyi azaltmak gayesiyle konuyu ciddiye aldıklarını göstermek zorunda hissediyorlar kendilerini. Aslında biliyorlar ki böylesine etkili küresel bir tehdit karşısında insanoğlunun yapacağı çok fazla bir şey yok. İngiltere modeli çözüm ilk bakışta sorumsuzluk gibi gelse de bu yöntemin üzerinde durulması, düşünülmesi gerektiğine inanıyorum. Zira adamlar ülke imkânlarına, mevcut sağlık malzeme stoklarına, personel ve hasta yatak sayısına bakıyorlar önce. Sonra dönüp Corvid-19'ün yayılma kapasitesini, virüsün kabiliyet ve zayıf noktalarını yatırıyorlar masaya. Çıkardıkları ilk sonuç, bu virüsün yayılmasını önlemenin mümkün olmadığı ki buna ben de sonuna kadar inanıyorum. Bakmayın siz yapılan resmi açıklamalara. Özellikle ülkemizde enfekte olmuş kişi sayısının açıklanandan kat kat yüksek olduğunu düşünüyorum. Başarılarıyla gönüllere taht kuran Sağlık Bakanımızın liderliğinde alınan önleyici faaliyetler göstermelik bence. Bu konuda uzun uzun yazmaya gerek yok. Sadece şunu söylemekle yetineyim, gerisini siz düşünün. Koronavirüs'ün terör estirdiği komşularımızdan İran'a çok sayıda koruyucu maske yardımı yapan ülkemizin virüs testini yapan ender sağlık kurumlarımımızda doktorlara verebileceği maske yok!
Koronavirüs'e dair izlenen hükümet politikasını sadece bir açıdan doğru buluyorum. O da vaka sayılarının, yer, kimlik gibi bilgilerin gizli tutulmasında gösterdiği başarı. Gerçek sayılar ortaya dökülse ulkemizde kıyamet kopardı herhalde.
Hijyen önemli elbette. Sadece Korona için uyulması gereken bir durum değil bu. Alışkanlık, kültür meselesi. İzmir'in gevreğini bilirsiniz. Sabit ya da tekerlekli bir arabanın üzerine monte edilmiş camekânlı dolaplarda satılır genelde. Bazen de bir ahşap tablanın etrafına dizilmiş gevrekleri ya da kumru dediğimiz susamlı sandviç ekmeklerini satan seyyar satıcıları görürsünüz cadde ve sokaklarda. Dün bunlardan birine rastladım. Kadının biri genç satıcıdan bir gevrek, yanında bir parça peynir ve birkaç parça da dilimlenmiş domates istedi. Adam eline geçirdiği şeffaf plastik eldivenlerini kullanmadaki acemiliğiyle bir kâğıda gevreği, onun yanına da peynir ve domatesleri koyup paketlemeye çalıştı. Uzunca bir süre ince naylon poşeti açmaya uğraştı fakat elindeki eldivenle bunu yapmayı bir türlü beceremiyordu. Sonunda kadın beklemekten sıkılıp satıcının elindeki gevrek paketini ve naylon poşeti alıp bu işi kendisi üstlendi. Elindeki kâğıt parayı uzattı adama. Adam eldivenini çıkarmaya gerek gormeden aynı eliyle parayı bölmeli plastik kutuya bıraktı, bozuk para üstünü verdi kadına. Sonra sıradakine aynı eldivenle bir gevrek alıp kâğıda sardı, uzattığı parayı aynı eldivenli eliyle alıp, aynı şekilde para üstü verdi. Delikanlıya sordum merak edip, "Niye takıyorsun şu eldiveni?" Bezmiş bir halde kafasını çevirdi bana doğru, "Valla abi, ben de anlamıyorum, ne yapayım, müşteri böyle istiyor!" Söylemem lâzımdı, dayanamadım sordum. "Peki, gevreği tuttun o eldivenli elinle, sonra da aynı eldivenli elinle paraya elledin, sence doğru mu bu? Adamın derdini eştiğimin farkında değildim hâlâ. Bana cevap verdi. "Öbür türlü zor oluyor be abi, tak çıkar, başa mı çıkar." Dersimi almıştım. Hayırlı işler, dedim, yürüdüm.
İşte böyle. Virüsün bizi bulabileceği yollar o kadar çok ki. Hele şehir hayatında yaşıyorsak bir de. Dağ başında yaşayıp toplumdan kendimizi tamamen soyutlamamış isek Koronavirüs bir yolunu bulup gelecektir. Bu bakımdan etkisini kaybedene kadar bağışıklık sistemimizi zinde tutup geldiğinde onu yenmemiz daha akıllıca bir yol gibi görünüyor. Hasta ve yaşlı olanların işi çok daha zor tabii.
Son olarak şu konuya da değineyim. Bazı arkadaşlarımız Koronavirüs'ün bize bazı insani değerlerimizi hatırlattığını, bitmek tükenmek bilmeyen hırs ve zevklerimizden uzaklaşıp evlerimize döndüğümüzü, birbirimizden bu sayede haberdar olduğumuzu anlatmaya çalışıyorlar. Ben o kadar iyimser değilim. Daha acısını hissetmeden krizi fırsata çevirenleri görüyoruz, kriz bittikten hemen sonra virüs unutulacak, her şey eski haline dönecek. Hatırlayın geçmişteki deprem felâketlerini, günlerce tv'lerde yapılan konuşmaları, alınması gereken önlemlerden bahseden profesörleri... Birkaç hafta sonra bütün konuşulanların unutularak, sanki hiç yaşanmamış gibi olayın gündemden düştüğünü... Sonra yeni bir depremle aynı konuların tekrar tekrar konuşulduğunu. Koronavirüs de deprem gibi geldi, korkuttu, can aldı, canımızı sıktı, bir müddet daha bu sıkıntıyla boğuşacak insanlar, ta ki yeni bir virüs "Morana" kapımızı çalana dek...