"Avrupa'da artık babalar kariyerlerine ara verip evde kalıyor ve eşleri çalışırken çocuklarına bakıyorlar. Bu durum aynı anda iki ebeveynin tam zamanlı çalışmasından daha iyi. Katılıyor musunuz?"
KATEGORİLER
29 Mart 2023 Çarşamba
AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 188
22 Mart 2023 Çarşamba
AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 187
"Gittikçe daha çok sayıda insan ana ulaşım aracı olarak özel arabalarını görüyorlar. Özel araba merakı zam, kriz dinlemiyor. Özel arabalara fazla güvenmenin sakıncası olabilir mi? Sakınca varsa çözümü olabilir mi?"
16 Mart 2023 Perşembe
AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 186
"Fosil yakıtlarda olan alternatiflerin keşfi ve gelişimi günümüzde en önemli global öncelik olmalı mı?"
8 Mart 2023 Çarşamba
AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 185
"Başka şehre, ülkeye iş, okul ve benzeri zorunluluklardan dolayı bir süreliğine giden insanlar sık sık ağır bir yuva özlemi duyarlar. Acaba bu neden olur ve bunu nasıl azaltırız?"
28 Şubat 2023 Salı
AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 184
"Bazı insanlar, kadınların ve erkeklerin farklı doğal yetenekleri olduğunu ve bu nedenle farklı işler için uygun olduklarını düşünürler. Diğer bazı insanlar ise kadınların ve erkeklerin her tür işe eşit derecede uygun olduklarını düşünürler. Siz ne düşünüyorsunuz?"
20 Şubat 2023 Pazartesi
AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 183
"Yozlaşmanın en büyük sebeplerinden biri olan "liyakat" sorununun ülkemiz şartlarında çözümü mümkün mü? Gelişmişlik düzeyimizin artmasında liyakat tek başına yeterli midir? Özellikle kamuda liyakate esas kadrolara görev verilmesi için sizce neler yapılmalı?"
Liyakat ilkesi belli bir göreve atanacak kişilerde, yeterlik ve yeteneklerinin temel alınmasını gerektirir. Ülkemizde liyakat yerine sadakate önem verilmesi yozlaşmanın başlıca sebebi olmuştur. Toplumun bilinçli olarak cahil bırakılması nedeniyle mevcut demokratik sistemimizin liyakat sorununa çözüm bulacağına inanmıyorum. Liyakatin esas alındığı "meritokrasi" sisteminin, yani ülke idaresinin yetkin ve yetenekli kişilere verilmesinin, ülkemizdeki demokrasi anlayışına kıyasla daha iyi olmasına karşılık sorunun adil biçimde ve evrensel etik kuralları dahilinde çözümlenmesi esas alınmalıdır. Bu bağlamda liyakatin yanı sıra fırsat eşitliği ve adaletin tesisi ideal yönetim tarzında aranılan ölçülerdir. Ülkemizde uygulanan sözde demokrasi sistemiyle liyakat sorununun çözümü mümkün değil bana göre. Tek çözüm rejimin yıkılıp sistemin kökten değiştirilmesidir.
Özel sektörde yönetimin liyakatsiz kişilere devri şirketlerin zarar edip kapanmasıyla sonuçlanır. Oysa devletlerin siyaset ve bürokraside yetersiz, yeteneksiz kişilerin eline bırakılması çoğu zaman devletin sonunu getirmez ama vatandaşların türlü acılar ve sıkıntılar çekmesine, küçük bir yandaş topluluğu zenginleşirken halkın büyük çoğunluğunun yoksulluk içinde kıvranmasına sebep olur. Bu bakımdan halkın refahı için kamu sektöründe liyakat çok daha büyük önem arz eder. Ülkede fırsat eşitliği ve adalet sağlanmaksızın liyakat tek başına yeterli olmaz. Söz gelimi parası olanlar iyi okullarda eğitim görüp iyi birer meslek sahibi, başarılı bir iş adamı ya da kamuda yetkin bir yönetici, bürokrat, sanayici olurken aynı yeteneklere hatta daha üstün yeteneklere sahip başkaları yoksulluk nedeniyle eğitim yapamıyor, din, mezhep, ırk ve bölgesel ayrımcılık nedeniyle ayrımcılığa uğruyorsa toplumda huzur sağlanamaz.
Ne yapmak lâzım? Öncelikle kreşler ve ana okulları dahil üniversite seviyesine kadar tüm özel okullar ve eğitim kurumları özelleştirilmelidir. Yetkin öğretmenler tarafından bilimsel eğitim verilecek okullarda öğrencileri yaşamları boyunca başarılı kılacak her türlü donanım, barınma ihtiyacı, ve eğitim gereçleri ücretsiz olarak devlet tarafından temin edilmelidir. Bu kurumları bitiren gençler ülkenin ihtiyacı olan mesleki branşlara yönlendirilmeli, üniversite eğitimleri için başarılı olanlara karşılıksız eğitim bursları verilmelidir. Böylelikle eşitlik büyük ölçüde sağlanabilir. Bu noktada bir örnek vereyim. Cumhurbaşkanının damadı, iyi eğitim görmüş ve yetenekli bir genç. İHA'lar, SİHA'larla ülke savunmasına katkıda bulunduğu ve ülkeye belli ölçüde döviz kazandırdığı söyleniyor. Eğer sözü edilen kişi sıradan bir vatandaş olsaydı, acaba ne kadar başarılı olur, ülkeye ne kadar faydası dokunurdu? İktidarla bağı olmayan ve en az onun kadar hatta ondan daha zeki gençler ülkeden kaçıp kendilerini kurtarma telâşındalar. Eski başbakanlardan birinin oğlu, görünüş itibarıyla pek de zeki görünmüyor. Ancak daha önce ulaştırma bakanlığı yapan babası sayesinde kullandığı kamu bankası kredileriyle gemi filosu satın almış, yine iktidarın nimetlerinden yararlanıp gemilerini yürütmeyi bilmiştir. Dolayısıyla liyakatin yanında fırsat eşitliği ve adalet, ülkenin refaha ulaşabilmesi için vazgeçilmez kriterlerdir.
Kamuda görevli personelin performans değerlendirilmesi yapılmalı, başarılarına göre ödüllendirilmeli, görevini suistimal eden ya da suça karışan kişileri cezalandırıp bir daha benzer görevlere getirmemeli. Eşit iş eşit maaş düzeninden vazgeçilerek işinde başarı gösterenlere cazip koşullar sunarak özendirilmelidir. Siyaset ile bürokrasi kesinlikle birbirinden ayrılmalıdır. İktidara gelen her parti kamuda başarılı yöneticileri ücra köşelere sürerek ya da türlü oyunlarla istifaya zorlamak suretiyle yerlerine yeterliklerine bakmaksızın kendi yandaşlarını oturtmamalıdır.
Liyakate sahip olan herkes ahlâklı mıdır? Ahlâk göreceli bir kavram olduğu için namus kavramından bahsetmiyorum. Başkalarına zarar vermediği ölçüde herkesin namus anlayışı kendine. Ben burada evrensel ahlâktan söz ediyorum. Yani, görevini kaytarmadan doğru dürüst yapan, yalan söylemeyen, hatalarını başkalarının üzerine atmayan, başkalarının sırtından yükselmeye çalışmayan, haklıyı haksızı, doğruyu yanlışı ayırt etmesini bilen, çalışkan insanların sahip olduğu güzel ahlâktan. Adam işinin ehlidir, liyakat sahibidir fakat devleti zarara uğratıp rüşvet alır, rüşvet verir. Bu tür düşük ahlâk sahipleri ivedilikle kamu görevinden uzaklaştırılmalıdır.
Her devlet kurumunun başında atamaları yapan, memurların özlük haklarını düzenleyen en fazla iki yılda bir değişen, özerk yapıya sahip komisyonlar kurulmalı, böylelikle siyaset devletin bürokrasisinden uzak tutulmalıdır. Elbette bağımsız yargı bu komisyonları denetlemelidir. Bu şekilde eğitim mensupları, hukuk ve sağlık personeli ve diğer bütün devlet kurumları siyasi iktidarın baskısından kurtarılmalı, sadece milletin refahı için ülkede güzel bir geleceğin tesisi için çalışmalıdır.
Bakıldığında mevcut yasalarımızda fazla bir eksik bulamazsınız. Sorun uygulamada karşımıza çıkıyor. İki hafta önce büyük bir deprem felaketi yaşadık. Göstermelik birkaç müteahhit yakalayıp tutukladılar. Onları da delil yetersizliğinden salıvereceklerinden adım kadar eminim. İmar aflarıyla kaçak yapılara ruhsat veren, rant için tarım arazilerini, yapıya uygun olmayan alanları imara açan siyasiler, uygun zemin etüdü yapmayan, yapılan yetersiz zemin etüdüne onay veren, zemine göre uygun temel plânı hazırlamayan proje müellifleri, inşaat projesini hazırlayan, projeyi onaylayan belediye fen işleri mensupları, yapı denetim şirketleri, uygulamadan mesul şantiye şefleri, hazır beton tesisleri, kum çakıl ocakları, standart dışı üretim yapan yapı malzemesi üreticileri ve teker teker sayamadığım diğer sorumlulara hesap soran yok. Daha korkuncu artık bu işleyiş hepimize normal geliyor, böylelikle şansına yaşıyoruz. Bu durum asla kader değildir. Çözümü vardır fakat bu çözümün demokratik yollardan geleceğini hiç sanmıyorum. Ülke elimizden kayacak bu gidişle. Ya Mustafa Kemal Atatürk gibi cesur bir lider çıkıp masaya yumruğunu vuracak ve yukarıda anlattığım sistemi hayata geçirecek ya da ağlamaya devam edeceğiz.
14 Şubat 2023 Salı
AĞAÇ EV SOHBETLERİ # 182
"Büyük deprem sonrası çocuk ve gençlerimizin Eğitim ve Öğretimleri konusunda ne gibi önlemler alınmalı, sorunlar nasıl giderilmeli?"
Yaklaşık yüz yıllık cumhuriyet tarihimizin en büyük doğal afetini yaşıyoruz. Hayatını kaybedenlere ne diyeceğimi bilmiyorum ama yaralı olarak kurtulanlara acil şifalar diliyor yakınlarını, işini, evini kaybeden ve maddi zarara uğrayan vatandaşlarımızı teselli edecek hiçbir söz bulamıyorum.
Bu vesileyle ve mesleğimle ilgili olması sebebiyle yaşadığımız felâkete ilişkin birkaç hususa değinmek isterim. Ülkemiz, herkesin bildiği gibi depreme duyarlı bir coğrafyada yer almakta. Bu ne ilk ne de son olacak. Fakat başımıza gelen her felâketi en ağır şekilde yaşamak kaderimiz değil. Bir mühendis olarak her binayı, bulunduğu yerin olası en büyük depremi sonucunda hasar görebilecek fakat içinde yaşayan hiçbir canlıya zarar vermeksizin ayakta kalacak şekilde dizayn ederiz. En büyük talihsizliğimiz 7,8 büyüklüğündeki depremden sadece 9 saat gibi kısa bir zaman diliminden sonra 7,6 büyüklüğünde ikinci bir depremin meydana gelmesi. Dünyada şimdiye kadar görülmemiş böyle bir durum, iki büyük depremin bu kadar kısa aralıkla meydana gelebileceği ihtimali dikkate alınmaz. İlk depremden sonra hasarlı binalara girilmesi artçı sarsıntılar olabileceğinden dolayı sakıncalıdır. Lâkin binasında hasarı fark etmeyip ikinci depreme yakalananlar için yapılacak bir şey olmadığı gibi bundan birilerini sorumlu tutmak pek doğru değil. Hangi binalar ilk depremde hangileri ikinci depremde yıkıldı, bunu tespit etmek ne kadar mümkün, bilemiyorum. Ayrıca ilk depremin insanların en tatlı uykularında, sabaha karşı saat 04.17 de olması da ayrı bir şanssızlık. Fakat yine de söz konusu depremlerde meydana gelen büyük zayiatın büyük hataların bir sonucu olduğunu söylemek zorundayım.
Deprem vukuunda binalarda meydana gelen yapısal hasarların en az yüzde yetmişinin zeminden kaynaklandığını düşünüyorum. Kayalık zeminlere yapılan binalar depremde en az hasar görür. Ancak irili ufaklı faylarla örülü ülke topraklarında mutlaka dağların tepelerine bina yapmak zorunda mıyız? Hayır, prensip olarak her türlü zemine depreme dayanıklı bina yapmak mümkün. Elbette bina temelinin oturacağı zeminin güçlendirilmesi ve uygun temel sisteminin seçilmesi koşuluyla. Depremlerde binalarda meydana gelen çökme ve yıkılmaların kanaatimce yüzde otuzluk kısmı ise proje tasarımı ve statik hesaplar (% 5), uygulama ve işçilik hataları (% 10), standartlara uymayan kalitede yapı malzemesi kullanımı ve eksik malzeme kullanımıyla (% 15) ilgilidir. Ülkemizde inşaat yönetmelikleri güncel haliyle neredeyse kusursuz hale getirilmiştir. Peki, bunca yıkımın, can kaybının, yaralanmanın ve maddi kayıpların sorumlusu kim? Bütün bu felâketin sorumlusu olarak devleti görüyorum. Siyasi karar sahipleri (rant uğruna çarpık yapılaşma, imar afları vs.) bakanlıklar ve belediyeler yaşadığımız felâketin sorumlularıdır. Devlet yetkilileri, makam ve kişisel menfaatler uğruna en asli görevleri olan denetleme işini yapmıyorlar maalesef. Peki, devletin elinde binaların denetimini yapabilecek yeterliğe ve liyakate sahip eleman var mı? Bu da ayrı bir sorun. Üniversitelerimiz hangi kalitede mühendis yetiştiriyor? Devlet kadrolarında çalışan her mühendis proje kontrol ve onayı konusunda yeterli mi, saha ve uygulama denetlemelerini yapabilecek düzeyde eğitim görmüş mü?
Neyse, konumuza dönelim. Üzülerek söylemek zorundayım, adaletin olmadığı ve hiçbir resmi kurumun görevini yapmadığı bir ülkede çocuk ve gençlerin eğitim ve öğretim sorununun çözülebileceğine inanmıyorum. Zaten mevcut durum kötüydü, bir de büyük deprem felâketi çocuk ve gençlerimize bir darbe daha vurdu. Eğer vicdanlı bir yönetim gelirse sorunun çözümü elbette mümkün. Mevcut iktidar bütün okulları imam yetiştiren kurumlar haline getirirken, bütün resmi kurumların başına birer imam atadı. Devlet okullarında eğitim kalitesi düştükçe özel okulların sayısı arttı. Bu durum vatandaşlar arasında büyük bir fırsat eşitsizliği yaratmakta. Liyakatli öğretmenleri görevlendirerek eğitimin kalitesi yükseltilmeli ve okullar tamamen ücretsiz hale getirilmelidir. Öğrencilerin barınma ihtiyaçları karşılanmalıdır. Devletin plânlama yapıp hangi meslek grubuna ne kadar ihtiyacı olduğu tespit edilmeli üniversite ve teknik liselerde ona göre kontenjanlar açılmalıdır. Bugün olduğu gibi üniversite mezunu kasiyerler, pazarcılar ya da diplomalı işsiz gençler ülkemizi doldurmamalı üniversite mezunu etiketi taşımasına rağmen hiçbir mesleki bilgiye sahip olmayan vasıfsız kişiler yalakalık yaptıkları için devletin en önemli makamlarına getirilmemelidir.
Diyanetin bütçesi iyice küçültülüp oraya aktarılan kaynaklar eğitime harcanmalıdır. Diyanette sadece dinin siyasete ve ticarete karışmasını önleyecek denetleme elemanları görevlendirilmeli, bunun dışında imam ve müezzinler dahil camilerin tüm giderleri camiye giden cemaatler tarafından karşılanmalıdır. Cemaat ve tarikatların kontrolündeki bütün yurt, kurs ve okullara, dershanelere devlet el koymalıdır. Böylelikle bütün çocuklarımıza ve gençlere kaynak sağlanırken bilimsel eğitimin yolu açılmalıdır.
Madem deprem nedeniyle oluşan kayıpların baş sorumlusu devlet, depremde ailesini kaybeden ya da yoksul düşmeleri nedeniyle eğitim olanağı kalmayan tüm çocukların birer meslek sahibi olana dek tüm ihtiyaçları devlet tarafından karşılanmalıdır.
Elbette en az yirmi yıl sürecek bir proje bu. Ne mevcut iktidarın ne de gelecek iktidarların yukarıda saydığım hamleleri yapacağına dair en ufak bir inancım yok. Ama son bir dileğim olacak. Denetleme görevini yerine getirmedikleri ve oy uğruna verdikleri siyasi kararlar neticesinde depremin bu denli büyük zararla sonuçlanmasına sebep olan bütün sorumlu siyasetçi, bürokrat ve memurların mal varlıklarına el konulup en ağır cezalara çarptırılmalarını bir vatandaş olarak istiyorum.