Havaların ısınması ile birlikte Taş Ev hareketlenmeye başlıyor... Ne yol şartlarından şikayet eden var ne de uzaklıktan. İnsanlar bu mevsimde hasret kaldıkları güneşle hasret gideriyorlar.
Temizlik ve mutfak işlerine yardımcı olmak üzere yeni bir takım arkadaşı ile başlıyoruz güne. Önce Fırat daha sonra Alp kısa bir süre bekletiyorlar bizi. Oysa bugün dakikalar bile altın değerinde. Ayşe Hanımı sözleştiğimiz köşede bizi bekler buluyoruz. Onu da alıp hep birlikte yaylaya çıkıyoruz. Yeni elemanımıza önce Taş Ev'i gezdiriyor ve yapacağı işleri anlatmakla başlıyorum. Sabah kahvaltısına bir grup rezervasyonu var.
Eşimle birlikte bütün ekip el birliğiyle hazırlığa başlıyoruz hemen. Bu saatlerde zaman sanki daha hızlı akıyor. Salonda masalar kişi sayısına göre düzenlenip servis açılıyor. Kişi sayısı sürekli değişiyor. Dün rezervasyon yaptıran hanımefendi önce 12 kişi geleceklerini söyleyip yarım saat sonra kişi sayısını 14 olarak düzeltmişti. On dört kişilik kahvaltı masasına on kişi geliyorlar. Bir süre sonra masaya yeni katılanlar oluyor. Kişi sayısının sürekli olarak değişmesi işimizi arttırıyor. Serpme kahvaltıda onlarca porselen kap içinde en az yirmi çeşit ürün kişi sayısına göre hazırlanıyor. İlaveler pek sorun olmasa da kişi sayısı eksilince masalara servis edilen ürünleri geri almak pek hoş olmuyor. Öyle bir niyetimiz olsa bile misafirler masaya ne geldiyse tamamına sahiplenmiş oluyor zaten. Eşimin hazırladığı pişi ve gözleme çok hoşlarına gidiyor misafirlerin. Tabak tabak ilave pişi gönderiliyor masaya. Onlar bitince dün Aşkın Şefe hazırlattığımız gözlemeleri sokuyoruz devreye.
Kahvaltı misafirleri gelmeye devam ediyor. Terasın güzelliğini görenler salon yerine dışarıda oturmayı tercih ediyor. Son günlerin gözde mekanı teras önce kahvaltı öğleden sonra yemek misafirleriyle dolup taşıyor. Geçen haftanın aksine sadece çay kahve içmek için gelen yok gibi. Kahvaltı ile başladığımız servis saat 14.00'ten sonra yemekle devam ediyor. Eksilen malzemeleri almak üzere iki kez şehre inmek zorunda kalıyorum. Derekahve yolu çarşıya daha kestirmeden çarşıya inmemi sağlıyor. Ne var ki virajlı yollar daha tehlikeli. Burada beş bin lirası olan otuz kırk yıllık arabayı çekiyor altına. İlk inişimin dönüş yolunda sarı renkli külüstür bir şahin beliriyor karşımda aniden. Ben yokuş yukarı çıkarken o aşağı iniyor. Sol tarafa doğru dönen keskin viraja girerken süratle üzerime doğru gelen arabanın duramayacağını kestiriyorum. Hemen gaza basıp sağ taraftaki tali yola zor atıyorum kendimi. Bir koruyucu meleğimin olduğuna iyice inanıyorum artık.
Havaların soğumasıyla birlikte göçmen kuşlar gibi ortadan kaybolan misafirlerimiz teker teker dökülüyor bugün. Onlardan biri üç dört yaşlarında yakışıklı bir beyefendi. Yazın anne ve babasıyla her hafta ziyaret ettikleri Taş Ev'e uğramayalı uzun zaman geçmesine karşın beni hiç unutmamış. Neşeli bir şekilde bağırıyor arabalarından iner inmez. "Osman Dedeeee." Eski bir dostu görmüşçesine sarılıyoruz birbirimize. Anne babasıyla merhabalaştıktan sonra sohbete başlıyoruz ufaklıkla. Adını unutuyorum ama benim de onu aynı isimle, "Osman Dede" diyerek çağırmama alıştı artık. Terasta yer yok. Fırat ve Alp zorlukla yetişiyorlar. Havuz başına getirdiğimiz bir masaya oturuyorlar. Sezonun ilk avlu misafirleri oluyor "Osman Dede" ve ailesi. Yukarı salonda ve teras kalabalık olduğu için bizzat ben ilgileniyorum onların masasıyla. Hesap öderken bütün şirinliğiyle yanlışlıkla kırdığı tabak için özür diliyor.
Daha önce telefon eden Duygu Hanım, eşi ve kızıyla birlikte geliyor. Zarif kızlarının doğum günü organizasyonu için Taş Ev'i görmek istemişler. Onları terasta boşalan masalardan birine alıyor çay kahve ikram ediyoruz. Terasa bayılıyorlar. Haftaya pazar gününe doğum günü misafirleri için otuz kişilik kahvaltı servisi için rezervasyon yaptırıyorlar.
Akşama doğru biraz soluklanıyoruz fakat bu uzun sürmüyor. Ödemiş'ten bir midibüs misafir geliyor. Tavsiye üzerine bizi bulduklarını söylüyorlar. Birbiri arkasına araç doluyor park yeri olarak kullandığımız ağaçların arasına. Valelik görevimi bu anlarda yerine getiremiyorum. Misafirler bir şekilde başlarını kurtarıyorlar. Gece yine bir doğum günü organizasyonu var. İki araçla birlikte altı genç geliyor. Arkadaşlarının planladığı doğum günü sürprizinden genç hanımefendinin haberi yok. Kalp şeklinde özel olarak hazırlanmış pasta yemekten sonra servis yapılmak üzere mutfağa teslim ediliyor. Misafirlerin yaşına göre müziği ayarlıyorum. Taş Ev'de yapmadığım bir DJ'lik kalmıştı, onu da yapmış oluyorum. Yaş ortalaması yüksek olan misafirleri uğurlayınca meydan gençlere kalıyor. Durum böyle olunca fondaki Zeki Müren ağır kaçıyor. Benim de yabancısı olduğum Türkçe pop müzikleri çalmaya başlıyorum. Yemekler hoş sohbet içinde tamamlanınca doğum günü pastasıyla açığa çıkacak sürpriz doğum günü kutlamasına sıra geliyor. Önce istek üzerine Mustafa Erdoğan'dan bir şiir veriyorum fona pasta hazırlanırken. Şiirden sonra yine arkadaşından aldığım sufle ile tanımadığım yeni şarkıcılardan birinin bilmediğim bir parçasını çalıyorum. Işıklar kapatılıyor, mumlar ve maytaplarla bezenmiş pasta törenle salona çıkartılıyor. Doğum günü sahibine kestirilecek pastanın bıçağı kesmiyor bir türlü. Uyanık şefimiz bahşişi alıp hemen biliyor bıçağı. Masa ayaklanıp neşeyle herkes birbirine sarılıyor.
Bu tür mutlu olaylar diğer misafirlerin de ilgisini çekiyor. Rahatsız olmak bir yana hoşlarına bile gidiyor bu tür organizasyonlar... Kulaktan kulağa Taş Ev mutlu anların adresi olmaya devam ediyor.
Zoru başarıyorsunuz. Sonucunu almak güzel tabii.
YanıtlaSilÇocuklarla iletişim kurmak çok güzel.
Aileler genellikle çocuklarının rahat oldukları mekanları tercih ediyorlar.
Mutlu anların, günlerin mekanı olmak da uzun zamanlı, uzun soluklu bir yeri sağlamlaştırıyor.
Zor yanlarının olduğu kadar keyifli yanları da var:)
SilHaklısınız.