Luther bana, içinde kişisel bakım malzemeleri ve
temiz kıyafetler bulunan bir spor çantası verdi ve dördümüz hep birlikte,
bulunduğumuz yere yakın, hüküm giymiş mahkûmları topluma yeniden kazandırma
konusunda faaliyet gösteren, kar amacı gütmeyen bir vakfın kiraladığı daireye gittik. Şehrin bir ucunda, içinde iki brülörlü bir soba ve bir
çekyat bulunan tek odalı bir daireydi. Bir ay için bana tahsis
edilmişti. Buzdolabı ve mutfak dolapları yiyeceklerle doldurulmuştu ve masanın
üzerinde içinde nakit beş yüz dolar bulunan bir zarf vardı.
Olvido, burada kalmak zorunda olmadığımı
hatırlatarak fazladan bir odasının olduğunu, orada beni, istediğim kadar misafir
edebileceğini söylemişti.
Yalnız kalmayı tercih ettim. Etrafımda beni gözetleyen
biri olmadan kapımı sonuna kadar açıp tuvaletimi kullanabilmeyi, gecenin bir
yarısında istediğim gibi TV izlemeyi, istediğim saatte ve istediğim süre boyunca duş
alabilmeyi özlemiştim. Sabaha karşı saat 3'te caddeden aşağı doğru inerek
markete gitmenin ve mikrodalgada patlatmak üzere bir torba mısır almanın hayalini kuruyordum.
“Çok teşekkür ederim Olvido, şimdilik burada
idare edebilirim.” dedim. Bana sarıldılar ve sabah beni yine arayacaklarını
söylediler.
Spor çantasını masanın üzerine koydum ve odanın
ortasında durdum. Kollarımı iki yana açtım, artık aynı anda duvarların ikisine birden dokunamıyordum.
Soğuğa rağmen pencereyi açtım, çünkü bunu yapabiliyordum. Caddede klakson sesleri
yükseliyor, gecenin karanlığına karışıyordu. Karşı tarafta iki harfi yanmayan bira
reklamının neon lambası bana göz kırpıyordu. Mini şort ve deri ceket giyen üç kişi -
sanırım çocuktular - caddenin ortasında patenle kayarken kaldırım kenarına park
etmiş otobüsün etrafından dolaştılar. Neredeyse gece yarısı olmuştu ve en ufak bir yorgunluk hissetmiyordum.
Bazı binaların duvarları ince, elek gibidir, sesler bitişik daireden olduğu gibi duyulur. Yan
dairede, Doğu Avrupa'dan, Polonyalı olduğunu düşündüğüm genç bir çiftin küçük
oğlan çocuklarını avutmak için yaptıkları mücadele başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Kadın artık ninni söylemeye başlamıştı, adam da ona, sanırım bir mandolinle eşlik ediyordu. Buzdolabındaki
altılı paketten iki bira kaptım ve kendimi kanepeye attım. TV’de haberleri sessiz
moda getirerek gece boyunca ağlayan çocuğu dinledim. Sabaha karşı saat dörtte, pencereye
doğru yaklaştım ve trafik lambası ışığının sarıdan kırmızıya değişmesini takip ettim. Sağ
taraftan sadece tek araba yaklaştı. Işıkların önünde durdu, şoförün sigara
içtiğini görebiliyordum. Üzerinde bir üniforma vardı, belki de işten evine dönen bir
güvenlik görevlisiydi. Bakışını, benim bulunduğum pencereye doğru çevirdi. Beni fark
edince başını hafifçe salladı. Yeşil ışık yanar yanmaz, egzoz borusundan çıkarttığı
beyaz duman kıvrımlarını arkasında bırakarak ağır aksak ilerledi. Gökyüzü sahte şafağın
ilk ışıklarıyla aydınlanırken trafik yoğunluğu artmaya başlamıştı. Tuvalete gidip
yüzümü yıkadım ve sonra uzanıp derin bir uykuya daldım.
Sabah saat onda, Topluma Yeniden Kazandırma Vakfından
bir gönüllü, dumanı tüten iki fincan kahve ve elinde bir şehir haritasıyla kapımı
çaldı. Ona, bana tahsis ettikleri daire, malzeme ve kıyafetler için teşekkür ettim ve kısa bir zaman önce buraya
yakın bir bölgede yaşadığımı hatırlattım.
“Üzgünüm, bunu bilmiyordum.” dedi. Bana şehir haritası verdiği için utanmıştı. Ona dert etmemesini söyledim ve ortamı yumuşatmak için,
“Burada insanlar hala kâğıda basılmış haritalar mı kullanıyor?”
dedim. Bu işleri daha da kötüye götürmek üzereydi ki,
“Tamam, söz, artık şaka yapmayacağım.” dedim.
Gülümsedi. Yeni bir ehliyet almak için beni trafik şubesine götürdü. Daha sonra,
gönüllüler tarafından bağışlanan bin doları hesabıma yatırmak için bir banka şubesine gittik. Tabii ki de benim paraya ihtiyacım yoktu ama bunu ona söylemenin
nezaketsizlik olabileceğini düşündüm.
“Çok teşekkür ederim. En kısa sürede size olan
borçlarımı geri ödeyeceğim.” dedim. Koluma iki kez nazikçe dokundu. Bir ay sonra,
yardım vakfına on bin dolarlık bir çek gönderdim.
Önceki gece, akşam yemeğinde, Olvido bana bir
zarf vermişti. Gönüllü, beni eve bıraktıktan sonra zarfı açtım. İçinde, beni
ölüme gönderen on iki kişilik halk jürisi üyelerinin dokuzu tarafından kaleme alınmış mektuplar vardı. Şimdi, diğer üç kişiye ne olduğunu merak edebilirsiniz. Bunu ben de merak etmiştim. Kendime
bir fincan espresso hazırlayıp mektupları okumak üzere kanepeye uzandım.
Vahim
bir yanlış değerlendirmeniz sonucunda, hayatının altı yılını kaybetmesine
neden olduğunuz birine ne diyebilirsiniz? Erkek ya da kadın olsun, cevaplaması
neredeyse imkânsız böyle bir soruyu, cevaplamaya cesaret edebildikleri için, bu insanlara
hayran kaldım. Tieresse bana, insanların dürüstlüklerinin icraatlarıyla değil
çabalarıyla yargılanmaları gerektiğini söylerdi. Okuduğum mektupların her birindeki acı ve keder net
bir şekilde hissediliyordu. Bu insanların kesinlikle kötü niyetli olmadıklarını düşünüyor ve iyi birini öldüren kişiye karşı antipati duymalarında haklı sebepler buluyordum. Netice itibarıyla kalemi elime aldım ve onları bağışladığıma dair her birine ayrı ayrı birer mektup yazdım. Benim asla affetmeyeceğim insanlar da vardı fakat, onlar, bir zamanlar eşimi öldürdüğüme inanan erkek ve kadınlardan oluşan, halk jüri üyeleri arasından değildi.
Mektupları katlayıp yeniden zarfın içine yerleştirdim.
Minik mutfağımın marley zemininde koşuşturan küçük bir hamam böceğini izledim.
Zarfı göğsüme bastırdım. Mektuplar, yalnızlığımı azaltacağı yerde, beni biraz daha yalnız hissettirdi.
Tieresse ile tanışmadan birkaç yıl önce, bir gece,
yerel haberleri izliyordum. Muhabirler tecavüz nedeniyle otuz yıl hapis
cezasına çarptırılmış genç bir mahkûmun hikâyesini anlatıyorlardı. Yeni bir DNA
testinden sonra masumiyeti kanıtlanıncaya kadar beş yıl boyunca suçlanmaya devam edilmişti. Onun serbest bırakılmasını bekleyen büyük bir kalabalık hapishanenin önünde toplanmıştı. Tüm eşyalarını koyduğu bir koliyi kucağında taşıyarak dışarı çıktı. Üzerine bir eşofman çekmişti ve kemik gözlükleri arkasından sırıtıyordu. Sonra bir an, kalabalıkla karşılaştı, hemen koşarak annesinin, kız kardeşinin
ve kız arkadaşının arasına karıştı ve gözden kayboldu. Muhabirlerden biri, oğlunun
masumiyetinden hiç şüphe etmediğini söyleyen anneyle röportaj yapmıştı. Oğlunun ait olduğu yere, yani evine geri dönebilmesi için masumiyetinin ne kadar sürede kanıtlanacağı, kadının bilmek istediği tek şeydi. Ellerini bir araya getirip başını geriye
doğru itmişti. Ağzından şu sözler döküldü.
“Tanrıya şükürler olsun. Bütün yücelik İsa Mesih
Efendimiz'indir.” Kendinden son derece emin ve huzur içindeydi. O zaman ona gülümsediğimi hatırlıyorum.
Ölüm hücreme doğru yürüdüğümde, beni sadece gardiyanlar
karşılamıştı. Houston mahkemesinden özgür biri olarak çıktığımda, yine etrafımda tanıdığım
hiç kimse yoktu. Muhabirler, kameralarını sadece bana sabitlemişlerdi. Ailem ve
eşim ölmüştü. Dostlarım ise hala hapisteydi. La Ventana çalışanlarından çoğu, duruşmalarıma gelip ifadelerini vermişlerdi ancak onlar benim ailem değil iş arkadaşlarımdı ve aileden farklı olarak, arkadaşlar değişebilirdi. Restoranımın
kepenkleri ve üst kattaki dairemin panjurları kapalıydı. Önümüzdeki ay onları
satmayı düşünüyordum. Dışarıda olduğum için mutluydum, ama eski yaşantımın bütün izleri silinmişti. Kendimi sonsuz bir boşlukta hissediyordum.
İlk günümü tamamen yürüyüşe ayırdım. Olvido bana
bir cep telefonu vermişti, öğleden sonraları, sadece beni kontrol etmek için, bir kez
çaldırıyordu, ondan başka arayan yoktu. Offshore bankamdaki fonlarımın yeni bir
hesaba aktarılmasını sağladım. Salaş bir kafede oturup bir saat boyunca yerel
gazeteleri okudum, önceki gün adliyenin önünde çektikleri çeyrek sayfa
büyüklüğündeki fotoğrafımı görünce çok şaşırdım. İş yeri sahiplerinin, kim olduğum
hakkında hiçbir fikirleri yok gibiydi. Ancak içkimi hazırlayan genç adam, başka bir
şeye ihtiyacım olup olmadığını sormak için masamın yanına geldiğinde yumruğunu
benimkiyle tokuşturdu. Ona büyük bir bahşiş bıraktım ve kuzeye, Buffalo
Bayou'ya doğru yürüdüm, yol üzerinde seyyar bir büfeden hamburger almak için
mola verdim. Saat beşe doğru eve döndüğümde, bacaklarım o kadar ağrıyordu ki
merdivenleri zor çıktım. Banyo yaparken bir kadeh şarap içtim ve küvette hemen uykuya
daldım.
(Devam edecek)
Jüriyi affetti ama polisleri, savcıyı ve hakimi affedeceğini sanmıyorum hiç. Ömrümden 6 yılı çalmış olsalar ben de affetmem.
YanıtlaSilRafael'in de affetmeye hiç niyeti yok, bakalım ne işler çevirecek şimdi?:)
Sileh her şey normale dönüyor yavaş yavaş şu anda iyi bi yaşam sürmeye başladı, affetmek de iyi bişi zaten :)
YanıtlaSilAffetmek iyi bişi de, Rafael'in kitabında o bölüm yok:)))
Sil