Gittiğim restoranda, her zaman, birilerinin geride bıraktığı yerel
gazeteleri okuyor ve dünyada neler olup bittiğini öğrenmek amacıyla ulusal haber sitelerine göz atmak için ücretsiz wi-fi'dan faydalanıyordum.
Aşçı yardımcılarım ve pasta şeflerim de dâhil olmak üzere birkaç eski çalışanım bana ulaşmıştı, ayrıca önceden tanıdığım bazı insanların aileleriyle de bağlantı kurmuştum. Bu nedenle e-postamı ve sosyal medyamı da kontrol etmeye başlamıştım. Bir saat veya biraz daha fazla orada kaldıktan sonra, personele teşekkür ediyor, hesapla beraber bahşişimi bırakıyor ve evime giderken caddenin karşısındaki marketten günlük alışverişimi yapıyordum. Ayda iki ya da üç kez hırdavatçı dükkânına uğruyordum. Dükkân sahibi ve yöneticisi neredeyse her zaman elimin altında evde kendin-yap türünden bir fikir projesi olduğunu biliyordu. Kasaba eşrafına örnek gösteriliyordum. İnsanlar içime kapandığımı, herkese dostça davrandığımı, sakin biri olduğumu, üzüntümü ve acılarımı içime hapsetmiş göründüğümü ama asla kızgın ya da kırıcı olmadığımı söylüyorlardı. Bunları söyleyen halktan insanlar genel olarak haksız sayılmazdı.
Aşçı yardımcılarım ve pasta şeflerim de dâhil olmak üzere birkaç eski çalışanım bana ulaşmıştı, ayrıca önceden tanıdığım bazı insanların aileleriyle de bağlantı kurmuştum. Bu nedenle e-postamı ve sosyal medyamı da kontrol etmeye başlamıştım. Bir saat veya biraz daha fazla orada kaldıktan sonra, personele teşekkür ediyor, hesapla beraber bahşişimi bırakıyor ve evime giderken caddenin karşısındaki marketten günlük alışverişimi yapıyordum. Ayda iki ya da üç kez hırdavatçı dükkânına uğruyordum. Dükkân sahibi ve yöneticisi neredeyse her zaman elimin altında evde kendin-yap türünden bir fikir projesi olduğunu biliyordu. Kasaba eşrafına örnek gösteriliyordum. İnsanlar içime kapandığımı, herkese dostça davrandığımı, sakin biri olduğumu, üzüntümü ve acılarımı içime hapsetmiş göründüğümü ama asla kızgın ya da kırıcı olmadığımı söylüyorlardı. Bunları söyleyen halktan insanlar genel olarak haksız sayılmazdı.
Perşembe sabahları evden çıkardım. Hava şartları iki gün müsaade ettiğinde, Tieresse'nin uçağına atlayıp hafta sonu için bir
yerlere uçardım ama pazar günü öğleden sonra mutlaka geri dönerdim. Pazartesi
günleri, lokanta personeli bana nereye gittiğimi sorarlardı, onlar sormasa bile
ben yine söylerdim. Hepsine beş bin metre yüksekten çektiğim küçük kasabaların ve
milli parkların fotoğraflarını gösterirdim. Bazen küçük kasabaların birinde iki
yıldızlı motellerde kalır, yerel restoranlarda karnımı doyururdum. Diğer
zamanlarda küçük şehirlere uçar ve zincir restoranlarda yerdim. Yaptığım gezilerde, en çok kamp yapmayı, açık arazide ateş üzerinde yemek pişirmeyi ve vahşi doğa yürüyüşlerini seviyordum. Arkamda en acemi dedektifin bile izimi sürebileceği kanıtlar bırakıyordum. Kansas, Nebraska, Oklahoma, Colorado, Utah, New Mexico,
Arkansas, Missouri, Louisiana ve Teksas'a - Teksas'ta bir sürü yer – çok
sayıda uçuş yaptım. Restoranda yeni çalışmaya başlayan bir garson olan Renata,
bir keresinde bana bu kaçışlarımın nedenini sormuştu, ona hiçbir şeyden kaçmadığımı
söyledim. Sadece kaybettiğim zamanımı telafi ettiğimi, bütün ülkeyi havadan ve karadan
tanımaya çalıştığımı söyledim. Renata, beklediğim soruyu sormakta gecikmemişti.
“Zamanını nerede kaybetmiştin?”
Komilerden birinin, Ramos'un, onun kulağına bir şeyler fısıldadığını fark ettim.
Komilerden birinin, Ramos'un, onun kulağına bir şeyler fısıldadığını fark ettim.
Öğleden sonraları, güneş ışığının açısı beni melankolik
bir hale soktuğunda, çiftliğin etrafında uzun yürüyüşlere çıkardım. Ceketimin
cebinde, Tieresse'nin külleri ile birlikte börtü böceği beslemek için bir
torba ayıklanmış ceviz bulunurdu. Baharın ilk günlerinde çimlerin arasına kır çiçeği
tohumları ektim. Günlerimin çoğunu, dere kenarında ağaçtaki salıncağa binerek ve
kuşların söylediği şarkıları dinleyerek geçirdim. Akşam karanlığında verandada
bir iki kadeh içki içiyor ve akşam yemeğimi yerken televizyon seyrediyordum. Eve
hiç kimseyi davet etmedim ve kasabadan gelen davetsiz misafirim hiç olmadı. Saat on
birden önce yatağa giriyor ve kitap okuyordum. Güneşle birlikte yeniden doğuyordum,
uzun bir güne başlamak için çok istekliydim.
Yıllar önce, Tieresse, burayı ilk gördüğünde
birkaç telefon görüşmesi yaptıktan sonra araziyi hiç tereddüt etmeden satın almış ve birlikte Houston'a geri dönmüştük. Tieresse, gecenin birinde, tam da La Ventana’yı kapatmaya
hazırlandığım sırada, evin projeleri ile birlikte, üç boyutlu bir maketini getirdi.
Bunları az önce mimarın ofisinden aldım dedi. Paftaları açtı ve masaya yaydıktan sonra,
“Mükemmel görünüyor değil mi, şimdi harekete geçmeye hazır mıyız?” diye sordu.
“Mükemmel görünüyor değil mi, şimdi harekete geçmeye hazır mıyız?” diye sordu.
“Bunu göstermenin tek yolu var.” dedim. Ertesi sabah, elimizde
çizimlerle, araziye koşmuştuk.
Onu, o gün bulmuştuk.
Evimizi yerleştirmeyi planladığımız patika yolun
karşı tarafında, bir çalı yığınının arkasına gizlenmiş, neredeyse çift kişilik
bir yatak büyüklüğünde, büyük bir menhol kapağı vardı. Pist yapmayı
düşündüğümüz bir mil uzunluğundaki beton şeridin kuzey ucundan zorlukla
görülebilirdi. Merak içinde açmaya çalıştım, başaramayınca çalıların ve
gevrek karahindibaların altında gizlenmiş bir dişli çarkın olduğunu keşfettik.
Tieresse çarkı çevirdi, ağır çelik kapak
içeriye doğru açıldı. Her biri otuz santimetre uzunluğunda dört menteşe ortaya
çıktı. Şaşkın bir halde,
“Bu da ne?” dedi.
Ne olduğunu anlamadık. Hatta emlâkçıyı da aradık, o da orada böyle bir şey olduğunu bilmediğini söyledi. Uçuş çantamdan bir el feneri kaptım ve aşağı
süzüldük. Tieresse,
“Vay canına! Üç kuruşa tarihi eser satın aldık.” dedi. Uçağının hangarını bu tarihi eserin üzerine inşa ettik.
“Vay canına! Üç kuruşa tarihi eser satın aldık.” dedi. Uçağının hangarını bu tarihi eserin üzerine inşa ettik.
Bulduğumuz şey, eskiden F tipi Atlas füzesi barındıran
bir yeraltı silosuydu. Otuz yıl önce, üstüne yapılan küçük bir yapıyla girişi gizlemişti
fakat beton briket bina çoktan yok olup gitmişti. 1960'ların başında, soğuk savaş'ın en yoğun yaşandığı bir dönemde, ABD hükümeti çoğunlukla Midwest’te, bunun benzeri onlarca yeraltı silosu
inşa etmişti. Atlas, Titan ve Minuteman füzelerinin muhafaza edildiği bu
yapılar, doğrudan nükleer darbelere dayanacak şekilde inşa edilmişti. Artık
hizmet dışına alınmasından dolayı hükümet, onların varlıklarını bile kabul etmiyordu. Bu sebeple arazimizin tapusunda gösterilmemişti. Sorduğumuz hiç
kimse silahların ne zaman çıkarıldığını söyleyemedi, ancak yer altı silosunun her türlü tesisatı, elektrik ve havalandırması basit bir onarım ihtiyacı dışında mükemmel düzeyde korunmuştu.
Silonun, zemin altında sekiz katı vardı, ilk altı
kat, dar spiral bir merdiven vasıtasıyla zeminden aşağı doğru inerken, onun altındaki iki kata erişim, duvara sabitlenen
gemici merdivenleri ile sağlanıyordu. Yedinci ve sekizinci katlarda depolama
tankları, sıcak ve soğuk bağlantı sistemleri, basınç üniteleri ve drenaj
sistemi vardı. Altıncı katta yedek bir ısı termostatı, bir kenara atılmış iki
egzoz fanı ve dizel bir duman detektörü dışında pek bir şey yoktu. Tüm donanımlar
kuzey ve batı duvarlarına yerleştirilmişti. Tieresse,
“Eğer istersek bu siloyu küçük bir butik otele çevirebiliriz.
Bütün Midwest rezervasyon yaptırmak için sıraya girer.” demişti.
Ona bunu gerçekten yapmak isteyip istemediğini sormuştum. Gülümseyip beni öpmüştü.
Ona bunu gerçekten yapmak isteyip istemediğini sormuştum. Gülümseyip beni öpmüştü.
“Belki bir milyon yıl sonra!" dedi. "Dünyanın bu noktası sadece
senin ve benim.”
Aradan yedi yıldan birkaç ay fazla geçmişti, her şey
bıraktığımız gibiydi. Bir kafa lambası takarak, sekiz kat aşağı inip çıktım,
her katı not defterimin ayrı bir sayfasına çizdim. Kendin-yap fikir projelerim kafamda
şekillenmeye başlamıştı. Altıncı katı, saç levha, beton briket ve paslanmaz
çelik profiller kullanarak ihtiyacım olan, hem gizli hem de güvenli bir hale
getirebilirdim. Birbiriyle bitişik iki hücre yapardım. Üç tarafı dolu duvarla
çevirir, ön tarafı çelik çubuklarla kapatabilirdim. Sonra, bir sıra çelik
çubukla odayı ortadan böler, iki ayrı alan oluştururdum. Hapishanedeki hücrelerde bulunan bazı ünitelerden yoksundu ve pencereleri de olmayacaktı. Ama alanlarını daha geniş tutabilirdim,
çünkü mahkûmlarım her zaman orada olmak zorundaydı. Onları havalandırma veya duş
için ayrı bir odaya getirip götürme riskini göze alamazdım. Arka duvarın her
iki tarafına birer duş perdesi asardım, böylece mahkûmlarım birbirlerine karşı
mahremiyetlerini koruyabilirlerdi ya da başka yöne eğilimleri varsa bu durum onlara fayda sağlayabilirdi.
İhtiyacım olan malzemelerin bazılarını kasabadaki
hırdavatçıdan aldım. Dükkân sahibinin merakını uyandıracak malzemeler için Kansas
City veya Overland Park'a gittim. Salina yakınlarındaki inşaat ekiplerine tel
çit malzemelerini satan bir şirketten çelik çubukları, Topeka'daki ulusal inşaat malzemeleri satan zincirden saç, Tulsa'daki bir dükkândan da beton briketleri satın aldım. Aldığım her malzemenin parasını nakit olarak ödedim. Bir dükkân
sahibinin, yüz dolarlık banknot destemden şüphelendiğini fark ettim ve ona, kredi
kartı bilgilerimi vererek federal hükümet tarafından izlenmek istemediğimi
söyledim. Elimi içtenlikle sıkarak bunu mantıklı bulduğunu söyledi.
(Devam edecek)
(Devam edecek)
Böylece en baştaki tutsaklara dair bir ipucuna kavuştuk sanırım.
YanıtlaSilProlog değil mi? Ben de ne olduğunu anlamamıştım:)
Siloh hayat güzel gidiyo. o siloların varlığını duymuştumdu :)
YanıtlaSilGerçekten mi? Hükumet bile unutturmaya çalışıyormuş. Senden şüphelenmeye başladım bak, CIA'le bağlantın falan mı var?:)))
Sil:) abd de yerin altında çok şey saklıyolar yaa ohooooo, dünya batsa abd ye bişi olmaz :)
SilTabiii baksana kargaşa oluyor dolar yükseliyor bu matematiksel olarak imkansiz ancak amerikansal olarak ?
SilDeeptone,
SilBir zamanlar Birleşik Krallık için de aynı şeyler söyleniyordu:)
DespotHayrat,
SilKargaşayı çıkaran da kendileri, şüphesiz:)