BÖLÜM IV
Saat sekizde, penceremin dışına tüneyen bir çift parlak sarı, yas ötleğeni beni şarkılarıyla uyandırdı. Kendime bir Americano
demledim ve verandaya çıktım. Elli metre uzağımda ve zeminden altı kat aşağıda,
Stream ile Moss, nerede olduklarını ve orada neden olduklarını merak
ediyorlardı. Artık onlara bunu söylemenin zamanı gelmişti.
Yer altı silosunun giriş kapağını açık bıraktım
ve merdivenlerden aşağı inmeye başladım. Gözetleme deliğinden ışıkların yandığını ve
televizyonun çalıştığını görebiliyordum. Kasa kapısını açtım ve
“Günaydın, Mahkûmlar!” dedim.
“Günaydın, Mahkûmlar!” dedim.
Stream’in gözlerinin altında koyu halkalar oluşmuştu.
Moss’un gözleri ise kızarmış ve yanağında, çenesine doğru
süzülen gözyaşı izleri parlıyordu. Zamanlayıcıyı açtım ve anahtarı çevirdim.
Ekrandaki kırmızı rakamlar sıfıra doğru geri sayıma başladı.
“Daha önce tanışmadık fakat şimdi size kendimi tanıtmak istiyorum. Belki
de beni önceden hatırlamış olabilirsiniz.” dedim.
Onlara kim olduğumu söyledim. İkisi de fazla tepki vermediler.
“Birkaç yıl önce, dakikalar kala idamdan geri
döndüm. Çünkü siz iki hukukçu, bazı gizli prosedürlerinizin ve kurallarınızın,
benim karımı öldürmediğim gerçeğinden daha önemli olduğunu düşündünüz.” dedim.
Seslerini çıkarmadılar yine.
“İlçe hapishanesinde ve Eyaletin ölüm
hücresinde geçirdiğim altı buçuk yıldan fazla bir süre boyunca parmaklıklar
arkasındaydım. Daha ne söylemek icap eder bilmiyorum ama sayenizde altı yıl, sekiz ay ve on bir
gün, bir odaya kilitlendim. Bu 2.444 gün yapar, isterseniz benim
matematik bilgimi kontrol edebilirsiniz, diğer bir deyişle 58.656 saat. Yani
bu süre, sizin burada ne kadar kalacağınız anlamına geliyor."
Parmağımla duvardaki dijital saati işaret ettim.
“Hay aksi, tamam hatamı kabul ediyorum, evet, bu benim
hatam. Sanırım benden birkaç saat daha fazla burada kalacaksınız, çünkü geri
saydırmaya yeni başlıyorum. Bu hiç aklıma gelmemişti. Affedersiniz. Daha sonra
bu birkaç saati nasıl telafi edebileceğimizi konuşuruz. Zira bunun için çok
vaktimiz olacak." dedim.
Stream, “Evet, adını hatırlıyorum." dedi. "Seni eldeki delillere dayanarak
önce jüri mahkûm etmişti, Moss ya da ben değil.” dedi.
“Bunu neden yaptığınızı anlatmanız ve bana
gerçekleri açıklamanız için en kısa zamanda size fırsat vereceğim. Şimdilik, dışarı çıkmadan önce, misafir
edileceğiniz bu yer hakkında biraz bilgi vermek istiyorum. Armageddon'dan* korktuğu
için hayatta kalabilecek birkaç sürvivalist**
hariç olmak üzere, ABD genelinde, bir füze silosunda, yaşama şansına sahip olan, sizin dışınızda birilerinin olduğunu sanmıyorum. Umarım
bunun kıymetini anlarsınız. Burada gördüğünüz bütün işleri kendim yaptım.” dedim.
Moss, “Dışarıda ne kadar kalacaksınız?” diye sordu.
Onlara sadece kırk-elli metre ötede yaşadığımı
söyledim. Yeni malikanelerinde ışıkların ve televizyonun nasıl çalışacağını
izah ettim. Onlara geçen gece yaptıklarımın kısa bir özetini sunmak amacıyla uzaktan kumandayı kullandım: MRE'lerin
oluktan nasıl aşağı düştüklerini ve hücrelerinde, rezervuarın her gün suyla nasıl
dolduğunu vs. Onlar için kâğıt, kalem ve bir sürü kitap yerleştirdiğim masalarından bahsettim.
HVAC ve atık sistemlerinin nasıl çalıştığına dair kısa bilgilerin yanı sıra hapishane müdürlerinin hazırladıklarına benzer, bir hoş geldiniz yazısı verdim.
“Bakın, eğer kurallara uyarsanız, birlikte iyi anlaşırız.”
dedim.
Her iki yargıç yüzüme baktılar. Stream kızgın
görünüyordu, Moss ise korkmuş görünüyordu.
“Gözlemlerime göre, ikiniz de reçeteli ilaç kullanmıyorsunuz sanırım. Fakat yanılıyorsam, hangilerine ihtiyacınız olduğunu lütfen bana bildirin, onları
sizin için temin etmeye çalışayım. Var mı sorusu olan?”
İkisi de konuşmadı. Hangi haber kanalını
tercih ettiklerini sordum ve hiçbirinden cevap alamadım. Bunun üzerine ben de TV’yi CNN kanalına
ayarladım.
Stream'i göstererek,
“Sana John
diyeceğim,” sonra Moss'a döndüm,
“Senin adın da Jane olacak.”
Ölüm hücresinde
gardiyanlar bizi soy adlarımızla çağırıyorlardı ya da bunu yapmaya
çabalıyorlardı diyelim ama size karşı ben daha dürüst davranacağım: İsimleriniz boğazıma yapışıyor.
Size John ve Jane demek kendimi daha iyi hissetmemi sağlayacak. Ve tahmin edeceğiniz üzere önümüzdeki
günlerde, kendimi iyi hissedersem, bu tamamıyla sizin lehinize olacak.”
Moss, “Size ulaşmamız gerekirse nasıl
iletişime geçebileceğiz? diye sordu.
Yanıt vermedim.
Stream, “Bizi burada bırakıp hiçbir yere
gidemezsin.” dedi.
"John, sanırım bunu yapabilirim fakat sonunda gerçekten sizi önemsediğimi anlayacak kadar tanıyacaksınız beni.”
Onları geride bırakıp kapıyı kilitledim, sanıyorum ki, başka
bir şey daha söylediler ama ne dediklerini duyamadım.
Aradan bir saat geçmeden, restoranda,
masaların bulunduğu bölümde oturmuş, kahvemin yanında elma kızartması yerken, çevremdekilere heyecanımı belli etmemek için hayatımı yazıyormuşum gibi rol kesiyordum.
Austin gazetesine ve yerel televizyon haberlerine göz attım. Yeni bir
gelişme yoktu. Günlük yaşantıma dönmeye başlamıştım. Hırdavatçı dükkânından birkaç
malzeme aldım ve gün boyunca marketten ihtiyaçlarımı tamamladım. Ayrıca birkaç kitap
satın aldım: II. Dünya Savaşının tarihi üçlemesinin üçüncüsü, Neruda’nın şiir
kitabı ve Booker Ödülü'ne aday gösterilen bir roman. Boşuna telaşlanmıştım. Farklı davransaydım bile,
kasabadakiler yine de benden şüphelenmeyeceklerdi. Eve döndüğümde mahkûmlarımdan
herhangi bir ses gelip gelmediğini kontrol etmek için kulak kabarttım. Tek duyduğum sadece kuş sesleriydi.
İki gün boyunca onları, yalnız başlarına bıraktım.
Mahkûmiyetlerinin üçüncü günü, 6. kata indim.
Gözetleme deliğinden baktım. Moss'un saçları ıslaktı ve yatağında oturuyordu.
Stream ise şınav çekiyordu. Her ikisi de birkaç MRE yemişti. Kasa kapısını açtım ve içeri girdim. İkinci kapının
kilidini açarak hücrelerinin önüne doğru yaklaştım. Demir çubuktan yaptığım askılarının her birine ikişer
havlu, üçer beyaz pamuklu tulum, beşer tişört, kapüşonlu sweatshirt astım ve onların her birine birer çift spor çorap ve parmak arası terlik bıraktım.
“Görüyorum ki, duş işini halletmişsiniz. Size haftada bir
kez temiz kıyafet getireceğim ve kirli çamaşırlarınızı toplayacağım. Bugün öğleden
sonra AVM’ye gideceğim, bana bedenlerinizi söylerseniz, her ikinizi de iç çamaşırı
alabilirim. Ayrıca sizin için e-okuyucu aldım, bana, yukarı çıkmadan evvel, hangi
kitapları ve gazeteleri yüklememi istediğinizi söylersiniz. Üzülerek
bildirmek isterim ki, burada herkese açık internet erişimi mevcut değil.”
Moss, “Eğer sorun, haksız yere hapishanede
geçirdiğiniz yıllar sebebiyle, size ödenmesi gereken tazminatı alamadığınızla ilgili
ise, bu konuyu halledebiliriz.” dedi.
“Jane, sen hiçbir şeyi düzeltemezsin.” dedim. “Evinizi temiz ve düzenli tutmak istiyorsanız, çöplerinizi lütfen buraya atın.”
Bir çöp torbası uzattım, Moss demir parmaklıkların
arasından boş konserve kutularını torbanın içine attı. Stream’in hücresinin önüne
geldiğimde, o hiç istifini bozmadı.
“Topla kendini, John. Çöpünü böyle biriktirirsen, burası altı ayda kokudan geçilmez. Sanırım bu durum metresinizin hiç hoşuna gitmeyecektir.”
Moss, “Leonard’ın metresi değilim.” dedi.
“Jane, boş ver, biliyorsun, lafın gelişi işte. Fakat
endişelenme, eninde sonunda olacaksın.” dedim.
Stream’e, “Bak, bu son şansın John,” dedim ve çöp
torbasını ona doğru uzattım. Yine kıpırdamadı. Omzumu silktim ve geri döndüm. Kapıyı
kapatırken arkamdan Stream'in sesi geliyordu. Moss'a bir şeyler fısıldıyor olmalıydı, belki de bana söyleniyordu. Hangisi olduğunu anlayamadan kasa kapısını çektim, kapattım.
*Armageddon'dan*: Dini kaynaklarda dünyanın sonu geldiğinde yapılacağı rivayet edilen büyük kıyamet savaşı.
**sürvivalist: Her ne şart olursa olsun hayatta kalma planlarını yapan kişi
(Devam edecek)
bu bölüm eğlenceli idi :)
YanıtlaSilAdam resmen evcilik oynuyor:)
Sil