KATEGORİLER

3 Mart 2016 Perşembe

02/03/2016 Çarşamba, Tire

Yok büyü bozulmasın, bugün de bir şeyler karalamam lazım. Aynı sigara gibi bir şey bu. Nasıl sigarayı bıraktığımdan beri bir tane içsem yeniden başlarım korkusu varsa, günlüğüme de bir gün ara versem bundan sonra yazamayacağım korkusu sardı.

Sabah nihayet elektrikçiyle yukarı çıkabildik. Ancak Ali yine gelmedi, elemanını gönderdi. Yukarı çıkınca Gani Ustayı aradım. Yakın bir yerde çalışıyormuş, çeyrek saat sonra o da geldi. Tuvaletin duvar işi devam ediyor.

Elektrikçi Kamil, kendi aracıyla geldi. O ve Gani Usta ile birlikte üçümüz hat boyu aşağı doğru yürümeye başladık. Tek derdimiz aşağı inince bizi kimin karşılayacağıydı. Gani Usta kendinize güveniyorsanız yoldan yukarı yürüyelim diye bir teklifte bulundu. Benim için hava hoş. Hastane bölgesinden buraya kadar yayan yürüyordum geçen sene, hem de kiloluyken. Yokuş aşağı üç yüz metre yürüdük. Genel olarak kanalın üstü güzel kapatılmış ama dik kısımların taşla kaplanmasını istedik. Gani ağaç diplerinde bir iki dal sarmaşık buldu. Gözleri alışmış, çalıların arasında nasıl görüyor bunları hayret ediyorum. Ben çok severim kavurup üzerine yumurta kırmasını. İyi o zaman diyor Gani, aşağı inene kadar sana bir demet yaparım. Bu arada epey kuzu kulağı topluyor bana bir yandan. Her hafta Dağ Restoran için yirmi bağ dağ kekiği ve kuzu kulağı toplayıp satıyormuş.


Aşağı indikten sonra kayaların üzerinden ve yarı mağara şeklindeki oyuklardan akan sular ilgimizi çekiyor. Fotoğrafını çekiyorum. Sıcak havalarda tam bir sığınak olur böyle yerler.

Asfalttan yukarı doğru yürümeye başlıyoruz. Yolun ortasına geldiğimizde en gencimiz Kamil, şişip, biraz dinlenelim diyor. Taş evi karşıdan gören, yolun genişlediği bir yerde dinleniyoruz biraz.

Bahçeye vardığımızda pis su hatlarını kontrol ediyoruz. Ters eğim olmamalı burada. Bazı bölgelerde ilave kazı yapılması lazım. Elimizdeki tepsileri dışarıda yeni yapılan köy usulü taş fırında deniyorum. Hem enlemesine hem boylamasına rahatlıkla fırının ağzından sığıyor.

Aşağı indiğimde ilk iş fotokopi ile çoğaltıyorum ruhsat, tapu vs. belgeleri. Elektrikçi Ali'nin dükkanına bırakıp telefonla ona bilgi veriyorum daha sonra. Keresteciye gidip gerekli malzemeyi sipariş ettikten sonra ödemesini yapıyorum. Gani onları bir iki güne kadar alacak.

Çeviri işi iyice ağır gidiyor. Buna esas sebep, geldiğim bölümde Antik Saksonyanın yöresel lehçesinin konuşulmaya başlanmış olması. Sanki bambaşka bir dil bu. Konuya bile zor giriyorum. Şimdiye kadar  bu öykünün Türkçeye çevrilmemiş olmasının bir nedeni de bu mu  diye kendi kendime sormadan edemiyorum.

Akşama arapsaçı var. Evin içi mis gibi kokuyor. Bu seferki diğerlerine benzemiyor, sanki yetiştirme değil de doğal ortamında yetişmiş olmalı. İçine kuzu eti yerine tavuk döner kullanıyoruz çok nefis oluyor. Ben bu ve diğer otları ateşte çok fazla tutup öldürmek istemiyorum. Ağzımda biraz diriliğini hissetmem lazım derken eşim tam tersine ağzında erisin istiyor. Anlaşamadığımız konulardan sadece bir tanesi. Neyse ki arapsaçını sevmeye başladı da ortak bir noktamız oluştu.

2 yorum:

  1. son yorum yaptığınız islam bey 3 yazımdaki foto da arapsaçı :) ben de ağızda eriyen seviyom :) ilk foto ne güzel sahiden de yazın ne güzel olur orası. çeviri için o yerel dili araştırmalısınız tabii ki. belki nette vardır belki yurtdışından bir kitap getirtmelisiniz veya nette sormalısınız. proz.com'a üye olun nette. orda sorun. dünyanın her yerinden çevirmenler orda toplanıyor. orda bir kelimeye takılan soruyor. mutlaka bulursunuz sorularınızın yanıtını. ben de çeviri yapıyorum da :)

    YanıtlaSil
  2. Çok teşekkür ederim. İnsan yerel lehçelere alışıyor okudukça. Dün epey canım sıkılmıştı ama bugün daha iyi. Mesela "he" yerine "e" diyor. Evet pek güzel olur buraları. Her mevsimde ayrı renge bürünür. Dediğiniz siteye üye olurum. Arapsaçının kokusuna da bayılıyorum. :)

    YanıtlaSil