Yakup Ustayı aradım sabah. Dün yağıştan dolayı yaylada çalışma olmamış. Bugün ise zeytinlikte ağaçları buduyorlarmış. Gani Ustanın oğlunu da aralarına almış, üç kişi çalışıyorlarmış. Mutlaka yanınıza uğrarım bugün dedim.
Sabah "evde yazar" kardeşimden bir öykü okudum. Çok etkilendim. Ben de onunkine benzer bir şeyler karalamak istedim. Farkındayım eline su dökemem. Konunun benzemesi de tesadüf sayılmaz. Başka bir şey düşünmüyoruz ki bu aralar. Çok uğraştım, yazdıklarımı sildim, başka şekilde yazdım. Olmadı, yine sildim tekrar yazdım.
Bazen ne kolay dökülüyor kelimeler. Epey zamandır ilham gelsin diye bekliyordum. Tamam, Nobel ödülü vermeseler de yine yazacağım.
Yazdığım öyküyü yayınlamadan önce eşime okumam benim için bir ilkti. Daha önce yazılarım yayınlandıktan sonra sunuyordu eleştirilerini. Düzeltip güncelliyordum arkasından. Ekseriyetle benim de "Tüh nasıl yaparım bu hatayı" dediğim cinsten bir iki hata dışında pek beğenirdi yazılarımı. Bu sefer öyle olmadı. Açık açık "Beğenmedim" dedi. Bir sürü yer gösterdi düzeltecek. "Neresini düzelteyim" dedi "Bu paragrafın, hepsi felaket." Sıkıldı sonunda. Öykünün sonunu zor getirdi. Ben "Nasıl olmuş?" diyemedim bu sefer. Ama o bana "Olmamış" dedi ve gülümsedi. Teşekkür ettim. Teşekkür ettiğim için ne düşündü bilmiyorum ama düşüncesini tekrarlamak zorunda hissetti. "Olmamış gerçekten, olmuş diyemem"
İkaz ettiği konuları bir kez daha elden geçirdim. İstediği yerleri düzelttim. Bir daha gösteremezdim olmuş mu diye. Çünkü tanıyorum bakmayacak bir kez daha. Ne olursa olsun rahatlamak için yayınladım yine.
Bugün Nevruz. Ülkenin pek çok yerinde izinsiz gösteriler, olaylar, gaz bombaları gündemi oluştururken buraları bambaşka bir dünya sanki. Adet olduğu üzere bütün evler boşalmış, ahali, Balım Sultan Türbesi ve Kaplan'a giden yolların kenarlarına taşınmış. Bir başka karşılanıyor burada bahar. Herkes piknik mangallarını kapıp çoluk çocuk eğleniyor işte kendi çaplarında.
Yollarda görülmemiş bir araç yoğunluğu var. Sağda solda son derece düzensiz şekilde kümelenmiş insanlar bir yandan çay içerken diğer yandan rakılarını yudumluyor. Kadınların hepsi çay içiyor burada, rakı erkek içeceği. Bir kısmı geleneksel olarak saçlarının yarısını açıkta bırakan bir eşarp takmış, diğerleri saç telini göstermeyecek şekilde kapatan garip bir başlığın üzerine atmış örtüsünü. Çocukların her biri kendi havasında, çimenlerin üstünde düşüp kalkıyorlar. Mangalda pişen etlerin kokusu ortalığa yayılıyor.
Zeytinliğin önünden geçip önce yaylayı dolaştık. Bahçe kapısına geldiğimizde bir otomobil kapıya doğru yanaşıyordu. Biz yanında durunca manevrasını tamamlayıp döndü yola tekrar. Kim bu diyene kadar çoktan uzaklaşmıştı yanımızdan. Eşim "İyi ki bu demir kapıyı yaptırmışız" dedi. "Yoksa milleti içeriden zor çıkarırdık."
Kısa bir süre kalıp ayrıldık sonra bahçeden. Zeytinliğin önünde durduk. Yukarıda Yakup Usta, Kadir ve Gani Usta'nın oğlunun sesleri geliyordu. Her taraf budanmış zeytin dallarıyla dolu.
Bademler büyümeye başlamış. Ağaçların altında hala zeytin taneleri var. Birkaç avuç topluyoruz. Biraz ileride çok güzel çiçek açmış bir ayva ağacı görüp resmini çekiyorum. Her taraf yemyeşil, yerler papatyalarla örtülmüş.
Yollar araçtan geçilmiyor. Restoranlar hıncahınç dolu. Yol kenarları ona keza. Nevruz kutlanıyor burada. Bakıyorum insanlara, ne Kızılay ne de Taksim umurlarında.
Yazınızı her zamanki gibi okurken adımı görünce sürpriz oldu bana da, teşekkür ederim güzel sözleriniz için. Bence kalemi özgür bırakmakta fayda var; eleştiriler insanın moralini bozuyor, hele ki bizim gibi amatör olanlar için...
YanıtlaSilSevgi ve saygılar.
Moralini bozmuyor desem doğruyu söylememiş olurum. Ancak moralimin bozulmasını göze alıp eleştirilmeyi tercih ediyorum ben. Çünkü art niyetsiz bir eleştiri her zaman öğreticidir. Bu sebepten ne pohpohlarım insanları ne de pohpohlanmak isterim. Güzel günleriniz olsun.
YanıtlaSil