Perşembe günü geçirdiğim göz ameliyatından sonra ikinci kontrole bugün için gün verilmişti. Doğru dürüst kahvaltı etmeden çıktık yola.
Bu aralar geçmiş olsun ziyaretleri yoğunlaşınca eşim mutfaktan çıkmıyor, çeşit çeşit tatlılar, kurabiyeler, börekler hazırlıyor. Özellikle eşimin hünerli elleriyle hazırlamış olduğu bu tür atıştırmalıklar düzenli olarak verdiğim kiloları geri almama neden oluyordu.
Önceleri kendimi tutup uzak durmaya çalışıyordum. Geçirdiğim operasyondan mı yoksa yaşadığımız ruh halinden midir bilmiyorum, deliler gibi atıştırmaya başladık. Ölçüyü biraz kaçırdığımız aşikar. Sabah basküle çıkar çıkmaz, kendi adıma sıkı yönetim ilan ettim. Yine de panik yok, nasıl olsa kendimi kontrol etmeyi öğrendim.
Arabamızı Alsancak Camii karşısındaki tam otomatik araç otoparkına koyduğumuzda randevu saatine daha 45 dakika kadar zaman vardı. Hava biraz serinlemiş, hafif yağmur atıştırıyordu. Kaşkaloğlu Göz Hastanesine doğru yol alırken şirin bir kafede ara verdik. Greekafe Kalimera'da çay içerken iş yerinin sahibesi Eda hanımla sohbet ettik. Zaman çabuk geçmiş randevu saati yaklaşmıştı. Hastane girişinde kayıt işlemleri tamamlandıktan sonra yine üçüncü kata çıkmamız istendi.
Üçüncü katta artık ezberlediğim rutinler başladı. Tezgahların üzerine monte edilmiş cihazların karşısına geçtim yine. Çeneni daya, alnını yasla, kırmızı kiremitli eve bak, tamam şimdi diğer masaya geçelim. Diğer masada yine delikten gelen bir ışık, az sonra yeşil renge dönüyor. Şimdi, bir hava püskürecek, pısst. Hayret, ilk defa tekrarlanmıyor bu test. Halbuki tam hava verildiğinde gözümü kapattığımı hatırlıyorum.
Bekleme salonunda fazla bekletmeden çağırıyorlar beni. Mahmut hoca kapıda karşılayıp durumumu soruyor. "Gayet iyiyim, sayenizde" diyorum. Operasyon geçiren gözüm, diğerine kıyasla daha da iyi sanki. Sadece, karanlık ortama aniden girince sol gözümün önüne bir perde inmiş gibi oluyor diyorum doktora. Çok umursamıyor. O da bir cihazla bakıyor gözüme. "Sol gözünüz sıfır olmuş" diyor, "Zamanla daha da iyi olacak." "Ameliyat olduğunuzu kafanızdan atın bir an önce ve keyfini çıkarın" diyor doktor. Belki haklı, zaman zaman kafama taktığım doğru. İki gözümdeki merceklerin aynı olmadığı fikrini nasıl atarım kafamdan? Deneyeceğim bakalım.
Başka işimiz yok İzmir'de. Kalkıp çok katlı tam otomatik oto parka dönüyoruz. Fişi verdikten sonra beklemeye başlıyoruz. Bu sefer tam bir hayal kırıklığı. Yarım saat bekliyoruz, arabanın gelmesini. Eğer acil bir işimiz olsa yanmıştık. Geçen sefer bu kadar beklememiş olmamız yanılttı bizi. Bir daha ki sefer Kültürpark içini ya da diğer otopark alanlarını kullanmak daha akıl karı gibi.
Tire'ye erken dönmemiz Salı Pazarına çıkmamızı sağladı. Tarihi camilerin bulunduğu sokak aralarında park yeri bulabildik zor bela. Yağmur başladı, şemsiyemizi aldık ama pazar brandalarının altında kullanamıyoruz. Biraz ıslanıyoruz, çok değil.
Yurt dışı seyahati yaklaşıyor. Aybaşında Prag 'a gitmeyi planlamıştık. Prag hakkında o kadar çok ve o kadar güzel seyahat blogları var ki, okurken başım dönüyor. Bu bloglardan faydalanıp kendimize uyanları not alacak ve kendi programımızı yapacağım.
Haberleri izlemek istemiyorum artık. İçim kararıyor. Gencecik çocuklar, her birinin hayat hikayeleri ayrı. Yakınları ağıtlar yakıyor. İçime sindiremediğim sözleri "Vatan sağ olsun". Evladını kaybetmiş, ne vatanı? Vatanı düşünecek hal mı kalmış acaba? Kurtuluş Savaşında emperyalist güçlere karşı korunan topraktır vatan, uğruna seve seve can verilen. Ya şimdi? Hangi vatan uğruna gidiyor bu canlar? Birileri vatanı satarken, halkın ödediği bedelden başka bir şey değil dökülen bu kanlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder