Kaptan, Norman'ın şaşkın bakışları altında sırtını dönüp kapıya doğru ilerledi. İki ateş arasında yalnızlığını fark eden gazeteci çaresizlik içinde donup kalmıştı. Aklından geçenleri söylemenin nafile bir çaba olacağını düşünüyor, yıllardan beri süre gelen bu insanlık dışı uygulamalara karşı kaptanın tepkisizliğini anlamakta güçlük çekiyordu. Bütün bu olanlara seyirci kalamazdı. Kamaradaki gergin sessizliği bozan Karabulat oldu. Kaptanın Norman'ı terslemesi acente müdürünü hayli keyiflendirmişe benziyordu.
"Gördüğün gibi dostum," dedi. "Herkes görevinin başında! Şunu da eklemek isterim ki, RMS Mauretania gemisini, göçmen acentelerinin müşterileri dolduruyor." Sinsi bir gülümsemenin ardında Karabulat, Amerikalı gazetecinin gerçekleri kabullenmek zorunda olduğunu ima etmişti.
Norman tiksintiyle yüzünü buruşturup gözlerini dikti adama. Kaptan, kendisi ve şirketi zarar görmesin diye her şeyi bildiği halde Karabulat'ın çevirdiği dolapları görmezden gelmişti. Bu durumdan istifade eden acente müdürü, gemi azıya almıştı, hoyratça konuşmaya devam ediyordu.
"Birkaç yıl önce..." dedi. "Romanya'dan... zekâsına hayranlık duyduğum bir meslektaşım... Yoksul bazı köy kızlarına fotoğraflar göndermişti..." Oturduğu koltuktan ayağa kalkarak Norman'ın yanına geldi, Karabulat'ın heyecanlı bir şekilde, el kol hareketleriyle desteklediği konuşmasında lâfın nereye geleceğini merakla bekliyordu Norman. Arka tarafta, endişe içinde onları izlemekte olan kaptan, suratını asmıştı. Norman'dan kaçırdığı gözlerini yere indirirken alaycı bir ifadeyle gevrek gevrek güldü acente müdürü. "Bu fotoğraflardan hiçbiri müstakbel damat adaylarının fotoğrafları değildi..." Pis pis sırıtarak dilini çıkardıktan sonra samimi arkadaşların birbirlerine yaptığı gibi eliyle Norman'ın omzuna şaka kabilinden hafifçe vurdu. "Norman, aziz dostum, dedi..." Bir de kahkaha patlattı arkasından. "Köylü kızların müstakbel damat adayı sandıklarının hepsi Amerikalı yakışıklı artistlerin fotoğraflarıydı."
Bu kadarı fazlaydı Norman için. Genç adam, dişlerini sıktı, öfkesiyle birleşen şiddetli bir yumruk darbesiyle acente müdürünün üzerine çullandı. Hazırlıksız yakalanan Karabulat, gazetecinin hücumunu güçlükle savuşturmaya çalıştı. Odanın bir köşesinde ellerini göğsünde kavuşturmuş bir şekilde ayakta dikilen kaptan, arbedeyi müdahale etmeksizin sessizce izliyordu. Norman, acente müdürünü kapıya sıkıştırıp yumruklamaya devam etti. Acente müdürünü kafasını ellerinin arasında alıp şiddetle vurmaya başladı kapıya. Kan ter içinde kalan Karabulat'ın yüzü kızıla boyanmıştı. Nefes almakta güçlük çekiyordu. Son bir gayretle genç adamdan kendini kurtarıp sağ elini gazetecinin yüzüne bastırdı. Gençliğinin verdiği enerjiyle çok geçmeden üstünlüğü yeniden sağladı Norman. İki eliyle boğazına sarıldığı acente müdürünü yere yatırdı. Gözlerinden şimşekler çakıyordu adeta. "Bu pisliği temizleyeceksin." dedi. Bütün gücüyle sıktı adamın boğazını. Karabulat'ın gözleri patlarcasına açılmış, yüzünden ter içinde kalmıştı. Gazetecinin göğsüne batırdığı dizi yüzünden nefes almakta güçlük çekiyordu. Norman, altında hareket etme kabiliyetini yitiren acente müdürünün boğazını saran ellerini gevşetti. Adamın ağzından hırıltılı sesler çıkıyordu. Dehşet içinde Norman'a dikmişti gözlerini. Gazeteci de, nefes nefese kalmıştı, işaret parmağını sallayarak tehdit edercesine göz dağı verdi altındaki adama. Kaptan yerinden kıpırdamaksızın eğdi başını önüne.
"Ne yaparsan yap bir yolunu bul!" Avazı çıktığı kadar bağırıyordu Norman. "Şu beş kızın problemini derhal çözeceksin... Aksi takdirde,... New York'u göstermeyeceğim sana!"
***
Norman, kamarasına gidip üstündekileri çıkarttıktan sonra duşun altına girdi. Sıcak su iyi gelmiş, gerilen sinirlerini biraz olsun yatıştırmıştı. Karabulat'la boğuşmanın sonucunda boynunda oluşan küçük sıyrık hariç, yüzünde hiçbir darbe izi olmamasına sevindi. Temiz bir kıyafet giyip soluğu üst güvertenin büyük salonunda aldı. Niki her zamanki köşesinde, dikiş makinesinin başındaydı. Genç kızla konuşmak istediğini söyleyen gazeteci, onu salondan çıkarıp güvertenin açık bölümüne götürdü. Gözlerden uzak bir köşede, başından geçenleri anlatırken aynı anları yeniden yaşıyor gibiydi. Sinirden elleri titriyordu. Karabulat'ın yaptıklarına hiç şüphesiz şaşırmamıştı ama kaptanın tavrı genç adamda büyük bir hayal kırıklığına yol açmıştı.
Gökyüzünü kaplayan kara bulutlar yağmuru çağırıyordu. Hava serinlemişti. Boşalan güvertede ağır ağır yürümeye başladılar. Norman bir adım geriden Niki'yi takip ediyordu. Genç kız durup başını arkaya çevirdi, yüzünde endişeli bir ifade vardı.
"Dün gece Haro'yu yatağında göremedim... Saatlerce alt güvertede denizi seyretmiş!" Niki elinde dikiş kutusu olduğu halde yeniden yürümeye başladı. Kendi kendine söylenircesine mırıldanıyordu. "Onu bulduğumda şafak sökmek üzereydi..."
"Aşağıda, üçüncü sınıf yolcusu sipariş gelinleri, hepinizi, düşünmekten bir an olsun kendimi alamıyorum." dedi Norman, genç kızın yanında ilerlerken önünde görünmez bir noktaya bakıyordu sanki. "Kendimi buraya aitmişim gibi hissetmiyorum artık..."
"Amerika'ya vardığımızda bizi bırakıp uzaklara uçacaksınız..." dedi Niki. Sesinde saklı bir hüzün vardı. Başını kaldırıp genç adama baktı gülümseyerek. "Özgürlüğe uçacaksınız... Bir kuş gibi..." Gazetecinin adına seviniyor gibiydi. Sonra durgunlaştı birden, yüzünü indirdi. "Bir daha hiç göremeyeceğim sizi..."
"Yeniden görmek ister miydin beni?" Heyecan ve umutla gözleri ışıldadı Norman'ın.
Tam o sırada şapkalı ve şık siyah mantolu iki genç kadın yanlarından geçti. Kadınlar bir kaç adım ötede durup başlarını geriye çevirdi, tuhaf bir şekilde onlara baktıktan sonra yollarına devam ettiler. Norman'ın sorusu ilgilerini çekmiş olmalıydı. Niki, bir an Norman'a bakıp suçüstü yakalanmış bir çocuk gibi yeniden önüne indirdi gözlerini. Genç kızın telâşı boşunaydı. Gemideki personel ve yolcuların içinde Niki ile Norman arasındaki yakınlaşmayı bilmeyen kimse yoktu neredeyse. Yine de iki kadın iyice uzaklaşana dek sessiz kaldılar. Gazeteci merak içinde Niki'nin cevabını bekliyordu.
"Amerika, öyle büyük bir yer ki,..." dedi Niki. "İnsan, onun içinde kaybolur." Genç kızın yüzünde derin bir kederin izleri okunuyordu. Güçlükle dökülüyordu kelimeler ağzından. "Ben de uçacağım,... trenle... New York'tan Şikago'ya biletim var... üçüncü sınıfta... yedi dolar..."
Güvertede alt katlara inen merdivenlerin başına gelmişlerdi. Niki, sanki unuttuğu bir şey aklına gelmiş gibi hareketlenerek Norman'ın önünü kesti. "Size teşekkür etmek istiyorum," dedi. "O Gürcü pisliğine haddini bildirdiğiniz için..." Yüzleri iyice yaklaşmıştı birbirine, gözleriyle konuşuyorlardı sanki. "Küçük kız, Olga için içim sızlıyor..." dedi Niki.
Yemek saatinin bittiğini haber veren kampananın sesi duyuldu. "Akşam yemeğini kaçırdınız,.. Benim yüzümden..." dedi Niki. Norman'ın gözleri dolmuş, genç kızı dinliyordu. Hiç susmasın, hep konuşsun der gibi bir hali vardı gazetecinin. Niki, genç adamın bu suskun halinden, dokunaklı bakışından heyecanlanmış, ne diyeceğini bilmez bir haldeydi. "Tatlıyı da kaçıracaksın..." dedi.
Belli belirsiz başını sağa sola salladı Norman. Duygu dolu bir sesle "Gitmek istemiyorum." dedi. Gazetecinin bu sözüyle "senden ayrılmak istemiyorum." demek istediğini anlamak hiç de zor değildi Niki için. O da aynı şeyleri hissediyordu. Gözlerini kaçırıp zor bela merdivenlere doğru sürüklemeye çalıştı kendini. Birkaç basamak indikten sonra dönüp yeşil gözlerine baktı gazetecinin.
"Ta matia sou einai poly omorfa" (*) dedi.
"Ne dedin?" diye sordu Norman. Gazetecinin bu basit cümleyi anlamaması mümkün değildi. İstanbul'da foto muhabirliği yaptığı sırada hem Rumcayı hem de Türkçeyi çat pat öğrenmişti. Niki de bunu gayet iyi biliyordu.
"Yağmur kokusu alıyorum..." dedi Niki acemice. Norman, buruk bir gülümsemeyle karşılık verdi. Niki hemen arkasını döndü ve basamaklardan aşağı doğru hızla gözden kayboldu.
Gece yarısından sonra yağmur şiddetini arttırmıştı. Kararan gökyüzünde birbiri ardına çakan şimşekler geceyi gündüze çeviriyordu. Dev dalgalarla boğuşan RMS Mauretania, adeta suyun üzerinde salınarak yüzen bir ceviz kabuğu gibiydi. Kulakları sağır eden gök gürültüsü kamaralarına sığınan yolcuların uykusunu kaçırmıştı. Gemi sallandıkça üst güvertedeki masalar, sandalyeler ve diğer eşyalar bir o yana bir bu yana savruluyordu. Nöbetçi denizciler, ayakta durmanın imkânsız hale geldiği güvertede denize uçmamak için kendilerini iplere bağlamıştı. Fırtınanın uğultusu dalgaların ürkütücü sesine karışıyordu. Buna benzer nice fırtınalara tanıklık eden kaptan Marinos, kaptan köşkünde idareyi ele almıştı. Denizin şakaya gelir bir tarafı olmadığını gayet iyi bilen kaptan, gemisine son derece güvendiği halde içinden bildiği duaları okuyor, yüreğindeki korkuyu mürettebata hissettirmemek için büyük çaba sarf ediyordu.
Kıyameti andıran gecenin karanlığında, düşe kalka alt güverte korkuluklarına doğru ilerleyen Haro, yüzüne çarpan dev dalganın tesiriyle yere kapaklandı. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun altında uzun kırmızı elbisesi sırıl sıklam olmuş, vücuduna yapışmıştı. Dağılan sarı saçlarının ucundan sular damlıyordu. Güvertenin üzerinde patlayan dev dalgalar beyaz köpükler saçarak zemine yayılıyor, peşinden yeni bir dalga gelene kadar aynı hızla gerisin geriye denize boşalıyordu. Perişan bir halde ayağa kalkmaya çalışan Haro, ellerini havaya açıp denize doğru seslendi.
"Aziz Nikolas!" Şiddetli rüzgarın, yağmurun ve dalgaların korkunç seslerini sanki duymuyor gibiydi genç kız.
"Aziz Nikolaaas!" Ağlamaklı bir şekilde haykırdı. Her seferinde sesi daha yüksek perdeden çıkıyordu.
"Aziz Nikolaaaaas!" Korkuluklara bir kaç adım mesafe kalmıştı sadece. Güverteye açılan kapıdan farklı bir ses duyuldu bu kez.
"Haro!..." Sesin sahibi genç denizci Nikolas'tı. Üstü başı ıslanmış, bitkin bir halde ayakta durmaya çalışan kızın yanına doğru koşmaya başladı. "Haro, dur bekle beni, geliyorum!" Nikolas'ın yanına gelip Haro'yu kucaklaması birkaç saniyesini almıştı. "Haro," dedi. "Benim, Nikolas!"
Şiddetli yağmur hızını kesmeden devam ediyordu. Genç denizcinin başını ellerinin arasına alan Haro, çıldırmışçasına bağırdı. "Nikolas, sen kamarotsun, seni çağırmadım ben!" Çöktüğü yerden delikanlının yardımıyla kalktı ayağa. "Aziz Nikolas'ı gördüm," dedi, "Beni çağırıyordu."
"Nerede?" diye sordu denizci, heyecanla genç kızın yüzüne bakarak.
Korkuluklara doğru, açık denizi işaret etti parmağıyla. "İşte, işte tam orada!... Sana gördüm diyorum..." Hüngür hüngür ağlıyordu şimdi genç kız.
"Haro, yanılıyorsun, bir şey yok orada..."
"Diyorum sana, onu gördüm!"
"Aziz Nikolas'ı mı? Denizcilerin koruyucu azizinden mi bahsediyorsun?"
"Evet, evet dün gece de görmüştüm onu... Yatarken başucuma gelmişti."
"Peki ne dedi, sana?"
"İlahiye benzeyen bir şeyler... Antonis de ilahi okuyordu..."
"Antonis de kim, Haro?"
"Antonis," dedi, Haro. "İnan bana, kulaklarımla duydum sesini."
"Haro," dedi Nikolas, sakince. Bağırmaya devam edince omuzlarından tutup sarstı genç kızı. Daha sertti sesi bu kez denizcinin. "Haro, sen ya çıldırdın, ya da nöbet geçiriyor olmalısın." Çırpınan genç kızı zor zapt ediyordu delikanlı. "Hadi gel, içeri girelim. Hemen soğuk su kompresi yapayım sana."
"Bütün bunların nedenini biliyorum. Büyük günah işledim!" Genç adamın kollarında çırpınıyordu Haro. "Söz vermiştim ona, sonsuza dek onu seveceğimi söylemiştim." Genç kız tir tir titriyordu. Nikolas'ın yanaklarını okşarken yalvarıyordu adeta. "Nikolas, sakla beni bir yerlere... Mutfağa ya da makine dairesine..." Denizciye var gücüyle sarıldı, gözü yaşları yağmur sularına karışıyordu. "Yunanistan'a geri dönmek istiyorum..."
"İstesem de yapamam bunu, Haro... Gemi limana varmadan bir gün önce her taraf didik didik aranıyor. Büyük cezası var... Seni bulurlar... "
"Kaptanın ayaklarına kapanıp yalvaracağım öyleyse..."
"Belki o bir yolunu bulur..." Genç kıza umut vermekten uzaktı ifadesi genç denizcinin. Haro'nun kolundan tutup çekmeye çalıştı. Genç kız, çığlık atarak ayağını kaldırdı.
"Bir tarafın mı incindi?" diye sordu Nikolas.
"Düşerken bileğimi burktum." dedi Haro.
"Hadi," dedi Nikolas. İçeri girelim, sana sıcak çorba getireyim." Beline sarıldığı genç kızı oturduğu yerden kaldırıp yemek salonuna sürükledi.
***
Ertesi sabah güneş yüzünü gösterince geceyi korku içinde geçiren yolcular rahat bir nefes aldı. Fırtınanın ürkütücü uğultuları, gök gürültüleri, şimşekler, gemiyi sarsan dev dalgalar uykularını kaçırmış gece boyunca her an batacağız endişesiyle birbirlerini teselli etmişlerdi. Gazeteci Norman'ın iç dünyasında kopan fırtına dışarıdakinden çok daha büyüktü. O korkunç sesler kulaklarında yankılanırken şiddetli rüzgârın önünde kuru bir yaprak gibi sürüklendiğini hissediyordu. Kader günü yaklaşırken bu ayrılığa nasıl dayanacaktı? Kamarasında sabaha kadar hep Niki'yi düşündü. Uykusuzluktan kızarmıştı gözleri. Saatine baktı, ceketini üzerine alıp üst güvertedeki büyük salona gitti. Uzun bar tezgahının arkasında temizlik yapan barmene hafifçe başını sallayıp yüksek taburelerden birine oturur oturmaz bir sigara yaktı. Derin bir nefes çekip dumanı havaya üfledi. Aklından geçirip bir türlü içinden çıkamadığı düşünceler ruhunu daraltıyor, büyük bir çaresizliğin içinde kıvranıyordu.
Fırtınadan sonraki gece, geminin alt güvertesine çıkan Niki, elleriyle yüzünü kapatmış, çaresizliğini düşünüyordu. Gökyüzünü aydınlatan yıldızlara bakınca annesini, kız kardeşlerini hatırladı. Ailesinin gururunu ayaklar altına almak fikri, aşkının aşılması imkânsız, kalın bir duvar örmüştü önünde. Duyguları ve mantığı arasında gidip gelirken güçlü ve mağrur görünmenin zorluklarıyla boğuşuyordu. Bağrına taş basacak, Eleni'den sonra zavallı ailesine yeni bir acı yaşatmayacaktı. Bir tarafta Norman, diğer tarafta ailesi... Ne zor seçimdi bu! Gözlerinden akan yaşlara engel olamadı. Islanan yüzünü eliyle silerken duyduğu bir sese kaldırdı başını.
Norman, merdivenin loş karanlığında göründü, genç kıza doğru yaklaşıyordu. Niki yaşlı gözlerini kaçırıp güvertenin korkuluklarından tarafa çevirdi başını. Kederi yüzüne yansıyan Norman, bir şey demeksizin yanına geldi. Demir korkuluklara tutunurken dalgın gözlerle engin okyanusun en uzak noktasına doğru dilmişti gözlerini. Her ikisi de aynı heyecanla, konuşmak, içlerinde kopan fırtınayı birbirlerine anlatmak, çaresizliklerinden dem vurmak isterlerken paha biçilmez bir kristale kırılabileceği korkusuyla yanaşmaktan çekinir gibi cesaret edemiyorlardı buna. Norman, içini çekti.
"Havada çok sayıda yıldız var bu gece." dedi Norman. İkisi birlikte başlarını gökyüzüne kaldırdılar. Niki, derin düşünceler içinde önüne bakarken sıkıntısını gidermek için tırnaklarını yemeye başladı. Konuşmakta zorlanıyordu.
"Valizimde oradan oraya taşınan bir gelinlik var..." dedi. Bir an gazeteciye bakıp hemen çevirdi gözlerini. "Atlantik'i aşıp defalarca gidip geldi..." Korkuluklardan ayrılmış, birlikte yürüyorlardı şimdi. "Gitti, geldi... Gitti, yine geri geldi..." Merdivenlerin başında durup gazeteciye çevirdi bakışını. "1909 yılında vaftiz annemin çantasındaydı..." Birkaç adım atıp duruyor, Norman'a bakıyordu. "1921 yılında kız kardeşim Eleni'yle beraberdi ve şimdi, 1922'de benim yanımda..." Genç kız, merdivenlerin yanı başındaki sıraya oturup hüzünlü gözlerini Norman'a çevirirken içini çekti. "Çok şanssız bir gelinlik..." dedi. Oturduğu yerde, ileri geri sallanıyordu, Niki. "Gitti, geldi... Gitti, geldi..." dedi. Dudağını ısırdı, dalgın gözleri dolmuştu. Eğilip ellerinin arasına aldı yüzünü, ağlıyordu. Norman gözlerini ayırmıyordu genç kızdan. Başını kaldırdı Niki, gözyaşlarını silip gazeteciye bakarken gülümsedi. Göz göze geldiklerinde birbirlerini çözmeye çalışır gibiydiler. Norman'ın istemsizce dudağı kıvrıldı. O sırada genç kızın ayakkabı bağının çözüldüğünü fark etti. Ahşap sırada oturmakta olan Niki'nin önüne çöktü, eğilip elini uzattı. Heyecandan kalpleri duracaktı neredeyse. Genç adam, bağcığı bağlamak üzere ayakkabısına uzandı genç kızın. Niki, yavaşça ayağını geri çekerken Norman'ın eli öylece havada kaldı. Hareketsiz o şekilde kaldılar bir süre. Norman, elini umutsuzca ovuştururken küçük hareketlerle ayağını öne doğru uzattı Niki. İşte o an bütün buzlar erimişti sanki. Gazeteci önüne bakarak, ağır hareketlerle ayakkabının bağcığını bağlamaya başladı. İşini bitirdikten sonra yavaşça kaldırdı başını, Niki'yle birleşti gözleri, konuşmalarına hiç gerek yoktu artık. Gözleri anlatırken her şeyi, büyük bir özlemle bakıyorlardı birbirlerine. O bakışma büyük bir ateş düşürdü yüreklerine, büyük bir aşkın alevi yansımıştı yüzlerinde.
Çok güzeldi. Bir daha ki bölümü sabırsızlıkla bekleyeceğim. Gözümün önünde canlandı bütün bölüm. Keyifle okudum, çok sevdim.
YanıtlaSilTeşekkür ederim. Şimdiden söyleyeyim, bundan sonraki bölüm sanırım en etkileyici bölüm olacak. Sağ olun.
SilSabırsızlıkla ve heyecanla bekliyorum :)
SilOk:)
SilGeriden gelmiştim bugün bitirdim bölümleri. Gerçekten zor hayatlar.
YanıtlaSilYarın bir sonraki bölümü yayınlamayı düşünüyorum. Biraz uzun oldu fakat bölemezdim. Bence final gibi bir bölüm. Oldukça duygulu. Lütfedip okuduğunuz için minnettarım:)
Silİki bölüm arka arkaya okudum.. böyle daha etkili oluyor tabii.. Ah keşke bu kızların ve sevenlerin kalbi incinmese :(
YanıtlaSilBir bölüm daha yayımladım. Bence en güzel bölümlerden biri olacak. Biraz dramatik. Gemide iyiler ve kötüler var. Kızların hepsi masum. Norman da karakter sahibi. Roman bittikten sonra Niki'nin kararını tartışabiliriz. Aşık olduğu Norman'ı mı yoksa ailenin gurur meselesi olarak gördüğü teyzesinin oğlunu mu tercih edecek? Teşekkürler:)
SilNorman ve Niki'nin hislerini çok iyi aktarmışsınız. Niki için zor bir seçim gerçekten. Karabulat çoktan dayağı hak etmişti ama akıllanmaz böyleler. Kaleminize sağlık, güzel gidiyor. :)
YanıtlaSilBir cümle gözüme takıldı, siz dikkat ettiğiniz için söylüyorum. "Beline sarıldığı genç kızı sürükleyerek yemek salonuna sürükledi." İki kez sürüklemek kelimesi geçiyor, duruluğu biraz bozmuş sanki. :)
Çok teşekkür ederim. Önemli bir hata. Dikkatimden kaçmış, hemen düzeltiyorum:)
Siloh be dayaği yedi sonunda :) haro, niki, olga yazık yaa.
YanıtlaSilEn şanslısı Olga çıktı:)
Sil