Sevenleri için zalimdi deniz, geri vermemişti genç kızı. Oysa Haro, huzura kavuşmak için güle oynaya kollarına koştuğu denizi dost bilmişti kendine. Genç kızın yanından bir an olsun ayırmadığı dert ortağı, yürek burkan hüzünlü şarkılarına dokunaklı ezgilerle yarenlik eden udu, hırçın dalgaların elinden kurtarılan yegâne hatıraydı. Antonis'e verdiği sözü canı pahasına tutmuştu Haro, başkasına yâr olmayarak aşkını kanıtlamış, sevdiği insanın karşısına bir başka alemde, başı dik, onurlu bir şekilde çıkmayı tercih etmişti.
Tüm umutların tükenmesi üzerine kaptanın işaretiyle birlikte haberleşme odasında telgrafın tıkırtı sesleri meş'ûm kazayı güvenlik mercilerine duyurdu.
"... mürettebat... genç kızı... kurtarmak için... her türlü... çabayı... sarf etmiş... fakat... ne yazık ki... tüm girişimler... boşa... çıkmıştır..."
Denize boş gözlerle bakan Niki, bitkin bir halde korkuluklara yaslanmış, derin düşüncelere dalmıştı. Kaptan hayli üzgün bir yüz ifadesiyle genç kıza yanaştı. Kolunu kaldırıp yıldız kümelerinin parlatmaya çalıştığı karanlık gökyüzünü işaret etti.
"İlk önce Venüs çıkar karşına..." dedi. Genç kızın yüzüne bakmıyordu, sesinde belirgin bir keder vardı. "Sonra Akyıldız, Sirius... Onun arkasından Avcı Takım Yıldızı, Orion... Hava iyice kararmaya başlayınca daha küçük yıldızları da görebilirsin... Hepsinin yönü batıya doğrudur.... Doğudan yola başlar hepsi..."
Uzun bir sessizlik oldu. Niki, dikkatle dinliyordu kaptanın sözlerini. Kendi kendine mırıldandı. "Doğudan batıya.... aynı bizler gibi..."
Kaptan, yavaşça başını çevirip genç kıza baktı. Önemsemez görünerek omzunu silkti fakat ona hak verdi. "Evet," dedi. "Aynı sizin gibi..." Duygu yüklü bir bekleyişten sonra aklına aniden bir şey gelmiş gibi hareketlendi.
"Eğer udu istersen..." Kaptanın cümlesini tamamlamasına izin vermedi Niki.
"Kaptan,... " dedi. "Bir söz vermenizi istiyorum sizden sadece. Gemi buradan, yani Haro'yu kaybettiğimiz bu noktadan her geçtiğinde... aşçıya biraz buğday kaynatıp koliva(*) yapmasını ve birazını da denize atmasını söyler misiniz?"
Kaptan saygıyla ağır ağır salladı başını. "Pekâlâ,.." dedi sakin bir şekilde. Genç kız, minnetini göstermek için kaptanın kolunu hafifçe sıktı. Kaptan, buruk bir gülümsemeyle Niki'nin yanından ayrıldı.
Gemi yeniden yola koyulmuştu. Niki gibi Norman da güverteden ayrılamıyordu. Gözleri kan çanağına dönen genç adamın üzüntüsü ikiye katlanmıştı. Biraz ötede, yıldızların gölgesinde, ufuk çizgisine bakmakta olan Niki'ye doğru yaklaştı. Niki başını çevirip kederli bir yüz ifadesiyle bakıyordu Niki'ye. Gazeteci hiçbir şey söylemeden genç kızın yakasındaki iğneyi çıkarıp kendi yakasına iliştirdi. Gözlerinin içine bakarken önünü alamayacak, içten gelen bir yakarışla seslendi genç kıza.
"S'agapo... Seni seviyorum."
Niki şaşırmış göründü. "Hayır," dedi, başını iki yana sallayarak.
"Kendime sözüm geçmiyor." dedi Norman.
"Beni sevmemelisin," dedi genç kız. Yalvarırcasına çıkmıştı sesi.
"Fakat seviyorum işte,"
"Çünkü ben Yunanım."
"Ne fark eder ki?"
"Lütfen daha fazla gelme üstüme..." dedi, Niki. Arkasını dönüp genç adamdan uzaklaşmaya çalıştı.
"Birkaç saat sonra Amerika'ya varmış olacağız..." dedi Norman, arkasından yetişerek. "Senin terzi, orada bekliyor olacak!" Kesik kesik soluk alıp veriyordu. "Hiç tanımadığın biri..."
Niki'nin sinirleri iyice gerilmişti. Sesini yükselterek "Prothromos, çok dürüst bir adam!" diye karşılık verdi. Kendini tutamıyordu, dokunsan ağlayacaktı sanki. Ellerini sallayarak "Ailem bunu ona bir kez daha yapamaz!"
"Anlamıyorum,..." dedi Norman, hırslanarak.
"Amerika'da yapamayıp geri dönen... kız kardeşim Eleni'nin yerine gönderildim... Ben bir ikame gelinim!" dedi, Niki.
Norman'ın aklı almıyordu Niki'nin söylediklerine. Kontrolü kaybetti, gözlerini açıp genç kıza yüklenmeye başladı. "Tanrı aşkına! Senin bu anlattıkların insanlık dışı!"
Konuşmaları ağız dalaşına dönmüştü sanki. Ağır sözlerle birbirlerine yükleniyorlardı.
"Anlamıyorsun beni... Bizim durumumuzu nereden bilebilirsin?" diye çaresizlik içinde bağırdı, Niki.
"An-lı-yo-rum,..." dedi Norman, sesini yükseltip kelimeyi heceleyerek.
"O halde sevme beni!" dedi, genç kız. Gazeteci, derin bir iç geçirdi. Çıkmaz bir sokakta kendine çıkar yol aradığını anlamış, çözümsüzlüğün acı gerçeğiyle yüzleşmişti.
"Sensiz ne yaparım ben, Niki?" Kollarından tuttuğu genç kıza nemli gözlerle yalvarıyordu adeta. "Seni nasıl unutabilirim? Artık bu mümkün değil..."
Çaresizce başını salladı Niki, "Yapamam..." dedi. "Beni anlıyor musun?"
"O zaman bana yardımcı ol,.." dedi Norman.
Dayanacak gücü kalmamıştı genç kızın. "Prothromos'a ikinci kez yapamayız bunu." Gazetecinin kolları arasından kendini kurtarıp ayrılırken hıçkırıklara boğuldu. "Ailemizin şerefi söz konusu!" Eliyle başını tuttu genç kız, ne yapacağını bilmez halde feryat ediyordu. "Eğer, seninle gelirsem,..." dedi. İçini çekip bir süre sustu. Kelimeler boğazında düğümleniyordu. "Eğer seninle gelirsem... bütün ailemin adına leke çalınacak... Kız kardeşlerim, kuzenlerim bir daha asla evlenemeyecekler... Dayım, kuzenim Alexandra... bütün ailem... hepsi lanet okuyacaklar birbirlerine..." Niki, içini boşalttıktan sonra biraz rahatlamıştı sanki, kararlı bir ifadeyle son noktayı koydu.
"Ne olursa olsun, Şikago'ya gitmeliyim. Prothromos'la evlenmek... evet, onunla evlenmek zorundayım." Gözlerini delicesine açmış, ara vermeden Norman'a dil dökmeye, ona durumunu anlatmaya devam ediyordu. "Ailemin kadınları için... Arkamda kalan altı genç kadın için yapmalıyım bunu..." Kollarını kaldırarak heyecanla bağırmaya başladı genç kız. Öfkesi kızgınlıktan değil çaresizlikten ötürüydü. "Bir sürü genç kadın... Hepsi bana güvendi... Bir sürü genç kadın... Anlıyor musun beni?"
"Yanlış düşünüyorsun." dedi Norman, sakince.
"Hayır," dedi Niki. Başını salladı iki yana. "Doğru düşünüyorum."
"Kadınlar,..." dedi Norman. "Sana güveniyorsa yanlış yapıyorlar... Senden hiçbir farkları yok onların..."
"Haklısın," dedi sessizce Niki. "Evet, hepimiz kadınız, sadece kadın..." Arkasını dönüp sessizce merdivenlere yöneldi. Alt kata indiğinde üst güvertede onu izleyen bir çift göz vardı.
"Ne güzel bir gece..." diye seslendi Karabulat. Üzerindeki beyaz takım elbisesi ve siyah papyon kravatıyla her zamanki gibi oldukça şık görünüyordu. Bir elini demir korkuluğun ahşap küpeştesine dayamış, diğer eliyle yüzüne destek verirken kendi kendine konuşur gibiydi. "Gökyüzündeki şu yıldızlara bak,..." dedi. Gözleri dalmış, uzak bir hayalin peşine düşmüştü sanki. "Ne kadar güzeller, ne kadar büyüleyiciler..." Niki, merdiven sahanlığında duraksayıp Karabulat'ın sözlerine kulak verdi.
"Uykum kaçtığında,..." dedi Karabulat. "Güverte boyunca bir aşağı bir yukarı gezinmek hoşuma gidiyor... Bazen, içimden gelirse Gürcü türküleri mırıldanırım..." Niki'nin kendisini dinlediğini görünce, hareketlendi. merdivenden ağır ağır inmeye başladı konuşurken. Aklına gelen bir şarkının nakaratını söylüyordu bir yandan. Niki, elini şakağına dayamış, yanına gelen Karabulat'ı izliyordu.
"Dinle beni, küçük hanım," dedi acente müdürü. "Onu asla unutamayacaksın!" Gözlerini açarak, başını aşağı yukarı salladı ağır ağır. "Bu cezayı hak ettin..."
"Sevdiğini hatırlamak ceza değil." dedi Niki. Sakin bir şekilde başını kaldırıp Karabulat'a baktı. "Onu tamamen hafızandan silmektir ceza."
Karabulat'ın yüzü düştü bir anda. Sesi titreyerek, "Bu demek oluyor ki," dedi. "Cezayı hak eden benim!"
***
Uzun yolculuğun acılarla dolu son gecesi oldukça hareketli geçmişti. Sevgili arkadaşı Haro'nun kaybı, dayanılmaz ayrılık acısıyla sonlanacak umutsuz aşkı, Niki'yi sonsuz kedere boğuyordu. Kaderini uzaklarda arayan yaşam mahkumları, olan bitenden habersiz, sabahın ilk ışıklarında, kendilerini rıhtımda karşılayacak damat adaylarının özlemiyle, zengin ve mutlu bir hayatın düşlerini kurarak uykusuz geçirmişlerdi geceyi. Nikolas, gemileri yakmaya karar vermişti çoktan. Olga'yı elinden tutup ambarın denize açılan güvertesindeki gizli aşk yuvalarına götürmüştü. Birbirlerinin dilini anlamasalar da yürekleri aynı heyecanla çarpıyordu. Aralarında tek söz geçmeden vurulduğu yakışıklı prensine teslim etmişti kendini Olga. Çıplak bedenlerini kirli bir battaniye örtüyordu. Yüzü kızaran genç kızın altın sarısı saçları dağılmıştı, Nikolas'a bakıp masumca gülümsedi. Yakışıklı denizcinin kaslı vücudunu hayranlıkla inceliyordu. Nikolas, genç kızın saçlarını yumuşak hareketlerle okşadıktan sonra bir an duraksadı. Verdiği kararın muhasebesini yapıyor gibiydi. Genç kızın güvenini pekiştirircesine sevgiyle baktı yüzüne. Ona olan bağlılığının bir nişanı olarak, ucunda haç sembolü bulunan zinciri boynundan çıkarıp genç kızın başından geçirirken "Vaftiz babamın canı cehenneme!" dedi. Olga, sevdiği adamın sözlerini anlamasa da onu seçmekte ne kadar doğru bir karar verdiğini kalbinin en derin yerinde hissetmişti. Usulca, delikanlının çıplak göğsüne yasladı başını.
Yatakhanedeki ranzalar boşalmış, sipariş gelinler, topladıkları eşyalarını yanlarına alıp salonda orta yerinde kümelenmişlerdi. Niki, merdiven başında Haro'dan geriye kalan mektupları bez bohçasına sarıp ıssız ranzaların arasında ilerledi. Kendi ranzasının bulunduğu yere geldiğinde kederli gözlerle arkadaşının boş yatağına baktı. Önündeki boş yatağa attı kendini. Haro'yu düşünüyordu. Huzura kavuşmanın tek yolu muydu cana kıymak? Şimdi onun eksikliğini bütün şiddetiyle duyumsuyordu. Yanında olsaydı, "git sevdiğinin yanında ol", derdi yine. "Ben şansımı kaybettim ama senin hâlâ şansın var", derdi. Norman'ın yanında sergilediği vakar duruşundan eser kalmamıştı genç kızın. Kendini yalnız ve çaresiz hissediyordu. İçine düşen kor ateş ayrılık anı yaklaştıkça daha çok yakıyordu yüreğini. Nemli gözlerle kararsızlığın ve çaresizliğin durmak bilmeyen girdabı içinde savruluyordu. Norman'ın yanında mutlu olacağından emindi. Bir an, her şeyi unutup onun peşine takılmayı hayal ediyor, sonra ailesine karşı sorumluluk duygusu yakasına yapışıyordu hemen. Görünmeyen bir el boğazını sıkıyor, nefes almasını zorlaştırıyordu. Aklının ve duygularının amansız mücadelesiydi bu. Her zaman olduğu gibi sonunda duygularına gem vurup aklına uyacağını biliyordu. İlk kez karşılaştığı böylesine güçlü bir duygunun altından kalkmak ölümden de beterdi. Aşk böyle bir şeydi demek. "Norman..." diyerek adını sayıklamaya başladı. Ne yapabilirim? "Keşke hiç tanımasaydım seni," diye geçiyordu içinden. "Norman..." diye mırıldandı. Gazetecinin de kendisine büyük bir aşkla bağlandığını biliyordu. Nezaketini, sabrını ve sipariş gelinlere verdiği desteği nasıl unutabilirdi? Olga'yı Karabulat'ın tuzağına düşmekten kurtaran, çevirdiği dolaplarla genç kızların hayatını karartan düzenbaza haddini bildiren o değil miydi? Yolculuk boyunca dev bir çınar gibi gölgesine sığınmıştı genç adamın. Düşündükçe işin içinden çıkamıyor, sıkıntıdan yüzüne ateş basıyordu. Ailesinin şerefi, yüklendiği sorumluluk olmasa Haro'nun yaptığı gibi canına kıymak tek çareymiş gibi göründü gözüne. Eleni düştü aklına, diğer kız kardeşleri, kuzenleri... Limni adasının bütün genç kızları ondan gelecek hayırlı haberleri bekliyordu. Ondan gelecek haberlerle ya günleri aydınlanacak, ya da yaşamları kararacaktı. Bütün vücudunu ter basmıştı, sinirleri gerilmiş, elleri titriyordu. Sabaha kadar kâh Norman'ı düşündü, kâh ailesini. Seçmek zorunda olduğu yolların ikisi de cehennemi işaret ediyordu. Üçüncü bir yol aradı kendine. Ölüm bile çözüm değildi. Diğerleri gibi yaşamak zorundaydı, kendisi için değil, ailesi için yaşamak... Ya Norman? Onun için ölmeyi göze alabilirdi ama neye yarayacaktı. Ailesi arkasından neler demezdi. Tarifsiz acılar içinde kendini yedi, bitirdi sabaha kadar.
Takati kalmamıştı artık Niki'nin. Yüzünü yıkamak, biraz kendine gelebilmek için bitkin bir halde duş kabinlerine doğru ilerledi. Lavabonun önünde buğulanmış aynaya baktı. Norman'ın siluetini gördü. "Norman!" dedi, sessizce. Eliyle camın buğusunu silince gördüğünün bir hayal olduğunu fark etti. Yüzüne baktı dakikalarca. Kirece dönmüş yüzü, çökük avurtlarıyla tanımakta zorluk çekti kendini. İki damla yaş süzüldü yanaklarından.
Norman da sabaha kadar gözünü kırpmamıştı. Kamarasına çekilmiş, Niki'yi ikna etmek için çözüm aramakla meşgul ediyordu kendini. Gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüştü. Her yolu denemiş, Niki'nin inadını kıramamıştı. Bir türlü anlamıyordu genç adam, Ege'nin yıllardır süregelen geleneksel bağlarını. Genç kızı razı edemeyeceğini biliyordu fakat yine de ondan vazgeçmeyi göze alamıyordu. Ateşler içinde kıvranıyordu yatağında. Bir hal çaresi olmalıydı, ne yapıp yapıp genç kızı ikna etmek zorundaydı. Onsuz bir yaşamın anlamı yoktu artık. Yeni başlayacağı hayatının bir parçası olmasını istiyordu Niki'nin. Son bir kez daha şansını deneme imkânı bulabilecek miydi?. Kalbi duracak gibiydi. Çalışma masasının başına geçti, bir kâğıt alıp bir şeyler karalamaya başladı. Yeşil çalışma lambasının altından süzülen ışık odayı aydınlatmaktan uzaktı.
"Niki, sevgilim..." diye başladı yazmaya. "Sabaha kadar hep seni düşündüm..." O an hissettiklerini kaleme alıp son noktayı koydu. Özenle katladığı mektubu, beyaz bir zarfın içine yerleştirip üzerine büyük harflerle "NIKI DOUKA" yazdı. Yolculuk boyunca çektiği sipariş gelin fotoğraflarını muhafaza ettiği mukavva bir kutunun içine bıraktı zarfı.
Tam bu sırada Niki, aynanın karşısında tanınmaz hale gelen yüzünü seyrediyordu. Başındaki ince siyah örtüyü çekip aldı. Hayretler içinde kalmıştı. Birkaç saat içinde otuz yaş almış görünüyordu. Dağılmış saç telleri gümüşi beyaza dönmüştü. Elini saçları arasında dolaştırdı, bu hale nasıl gelmişti. Hayal değildi bu gördüğü. Gerçeğin ta kendisiydi. Saçlarını parmaklarının arasından geçirip şaşkın gözlerle baktı beyaz tellerine. İçini büyük bir acı kapladı. Gözlerini yumdu, yürek yakan kısık bir sesle kendi kendine sızlanmaya başladı. Sızlanmalar hıçkırıklara dönüştü. İki gözü iki çeşme ağlıyordu.
Tan ağarırken dev yolcu gemisi RMS Mauretania, insanın içini kaldıran düdüğünü iki kez uzun uzun çalarak limanı selâmlıyordu. Üçüncü sınıf yolcuları büyük bir merak içinde, bağıra çağıra güverte korkuluklarına, lomboz başlarına üşüştüler. "İşte, hayaller ülkesi Amerika karşımızda!" diyerek heyecanla birbirlerine sarılıyor, zorlu yolculuğun kazasız belasız sona ermesini kutluyorlardı. Ürkek gözlerle şehrin gökdelenlerle dolu siluetini izleyen gelin adayları hayatlarında hiç görmedikleri manzara karşısında şaşkına dönmüştü.
Rıhtıma yanaşan gemiden indirilen mallar motorlu araçlara yüklenirken yolcular tek sıra halinde merdivenlere doğru ilerlediler. Gemiyi gören yüksek bir platformda toplanan çoğu fötr şapkalı yüzlerce damat adayı ellerindeki bayrakları sallarken siparişlerine bir an önce kavuşacak olmanın heyecanını yaşıyorlardı. Üçüncü sınıf yolcularının gözü platformdaki kalabalığı tarıyordu. Sadece fotoğraflarını gördükleri damat adaylarıyla buluşacakları an gelmişti işte.
Bütün gece gözlerine uyku girmeyen Norman, duşunu aldıktan sonra biraz olsun kendini toparlamayı başarmıştı. Beyaz takım elbisesiyle dikkatleri üzerinde topluyordu. Kamarasından çıkar çıkmaz koridorda falcı Emine'yle karşılaştı.
"Harika görünüyorsunuz," dedi süslü kadına Norman.
"Ah, çok teşekkür ederim," dedi Emine. Gazetecinin güzel sözüne neşeli bir kahkahayla karşılık verirken kolunu tuttu. "Sizi karşılayacak biri var mı?"
"Hayır," Gazeteci, ne kadar saklamaya çaba harcasa da kederi yüzüne yansıyordu.
"Norman, çocuğum..." dedi falcı kadın, şefkatle. " Cesaretini topla... Ve git, vedalaş onunla... Elveda de..." Dostça kucakladı genç adamı.
"Hoşça kal, Emine..."
"Sana da bol şanslar..."
Rıhtım boyunca her yer ana baba gününe dönmüştü. Bando bağrışmaların arasında sesini duyurmaya çalışırken resmi kıyafetli güvenlik görevlileri bir yandan paniği yatıştırmaya uğraşıyor diğer yandan yolcuları gidecekleri yerlere yönlendiriyordu.
Kaptanın keyfi yerindeydi. Uzun bir yolculuğun üstesinden gelmiş, yüzlerce yolcuyu sadece bir eksikle varış noktasına ulaştırmayı başarmıştı. Birinci sınıf yolcuları, hayranlık besledikleri kaptanla sıcak bir şekilde vedalaşıyor, teşekkürlerini iletiyorlardı. Dansçı kızların eğitmeni, Maria, sitemkar bir tavır içinde kaptanın yanına geldi. Yavru ağzı, tül kadar ince kumaştan bol dökümlü kıyafetini aynı kumaştan bir başlıkla tamamlamıştı. "Niçin bana bu kadar mesafeli davranıyorsunuz?"
İstifini bozmadan hafifçe gülümsedi, kaptan. Cevap vermeksizin elini asil bir şekilde öptü kadının. Maria için bu yeterliydi. Neşesi yerine gelmişti. Birkaç adım uzaklaşıp geri döndü. Kaptanı reveransla selâmlayıp yoluna devam etti.
Kaptan, ortam biraz sakinleşince yanına gelen ikinci kaptana derdini dökmeye başladı. "Olan oldu..." dedi. "Gemi tamamen boşalınca, git kapısının kilidini aç. Söyle ona hemen temizliğe başlasın..."
"Peki, kaptan, nasıl isterseniz." dedi, ikinci kaptan.
Kaptan ayrılırken bir şey hatırlamış gibi ikinci kaptana çevirdi başını. Alaycı bir gülümseme vardı yüzünde. "Ona bir hediyesi olduğunu söyle." dedi. "Bir fötr şapka! Norman Harris'ten." İkinci kaptan saygıyla başını salladı.
Niki, alt güverteye çıktığında hemen hemen bütün yolcular terk etmişti gemiyi. Başını örttüğü siyah bez parçasının altında beyaza dönen saçları görünüyordu. Tanınmaz haldeydi. Beyaza boyalı demir korkuluğun önünde, açık renk bir elbise giyen, fötr şapkalı, son derece şık genç bir adam elinde bir çiçek buketiyle oturmuş bekliyordu. Beyaz tenli, ince bıyıklı yakışıklı biriydi fakat oldukça üzgün görünüyordu. Az sonra kaptan çıktı ortaya. Adamın yanına gelip elini sıktı, başsağlığı diledi. Denizcilerden birini yanına çağırıp kulağına bir şeyler fısıldadı. Genç denizci yıldırım hızıyla yerinden fırlayıp merdivenlere koştu. Birkaç dakika içinde elindeki utla geri döndü. Denizci udu talihsiz adama uzattı. Niki, genç adamın, Haro'yu fotoğrafından beğenip onu Kanada'ya götürmek üzere karşılamaya gelen damat adayı olduğunu anlamakta zorlanmadı. Acıyla gözlerini kapadı. Dizinin bağları çözülünce dayanamayıp olduğu yere yığıldı. Genç kızı köşe bucak arayan Norman, tam o esnada karşıdan göründü. Koşup genç kızın yanına geldi ve elindeki kutuyu uzattı.
"Bunu almanı istiyorum." dedi.
Gazeteci, genç kızın son halini görünce şoka uğradı bir anda. Eğilip yanına çöktü, ellerinden tuttu genç kızın ve yüzüne, saçlarına şaşkın gözlerle uzun uzun baktı. Niki'nin bir gece önceki halinden eser yoktu. Tutup kaldırdı genç kızı ayağa, uzak bir köşeye çekti. Ağır hareketlerle başındaki örtüyü açtı.
"Saçların..." dedi genç adam, titrek bir sesle, gözlerine inanamıyordu. Elleriyle saçlarını okşayıp duruyordu, avuçlarına aldığı başını kendine doğru çekti. Alnının üstüne bir öpücük kondurdu. Genç kız, gözlerini kapatmış gazeteciye teslim etmişti kendini. Norman, sol kaşını öptü usulca. Sonra dudaklarına indi. Niki karşı koyamıyordu. Çılgınca öpüşmeye başladılar. Soluk sesleri birbirine karışmış, iki yarım bir bütün olmuştu sanki, zaman durmuştu. Hızlanan kalp atışları her şeyi unutturuyordu. Başka bir alemde bulmuşlardı kendilerini. Öpüşmeye doyamıyorlardı. Nihayet, yoruldular. Hiçbir şey demeden, tepki vermeksizin birbirlerinin gözünün içine baktılar bir süre.
"Sen de beni seviyorsun," dedi Norman. "Biliyorum..." Mutlulukla gülümsedi genç adam. "Gözlerinde görebiliyorum bunu..." İçinde kopan fırtınayı fısıltıya dönüştürdü. "Benimle kal..." dedi, yalvarırcasına. "Ah, Niki... Şikago'ya gitme onunla..."
"Yalnız kalabilirsin sen..." dedi Niki. Ellerini genç adamın göğsüne dayadı. "Her zaman yalnız seyahat ettin... Başka birine ihtiyacın yok..."
"Bu doğru değil, Niki," Norman, titreyen elleriyle başını okşuyordu genç kızın. "Niki," dedi. "Seni seviyorum."
"Bi andan daha kısa bir süre içinde,.. buluşur gözler birbiriyle..." dedi Niki. Dudakları birbirinin üzerinde dolaşıyordu. "Bütün bir hayat geçer... ve hatırlanmamak üzere..." Genç kız, ne dediğini bilmiyordu artık. "İngilizcem duygularımı anlatmaya yetmiyor..." dedi. "Onu gözlerimden anla..."
Norman, kendini zor tutuyordu. "Anladın mı?" diye sordu Niki. "Filmin sonuna geldik." Niki'nin gözleri yaşla dolmuş konuşmakta güçlük çekiyordu. "Norman..." dedi. Başka bir şey çıkmadı ağzından. Norman, kızarmış gözlerinden akan yaşlara teslim olmuştu. Niki, sağ kulağına uzattı elini. Küpesini çıkarıp Norman'ın avucuna bıraktı. Elleriyle usulca avucunu kapattı genç adamın. Yaşlı gözlerle baktılar birbirlerine bir süre. Sonra, ayrıldı yanından Norman'ın. Yerde bıraktığı eşyalarını ve Norman'ın verdiği kutuyu kucaklayıp çıkışa doğru ilerlemeden önce geri dönüp son bir kez baktı genç adama. Norman, tam anlamıyla yıkılmıştı.
(*) Ölünün arkasından yapılıp konuya komşuya dağıtılan geleneksel bir Rum tatlısı.