YENİ BİR HAYAT *** BÖLÜM 49 ***
Olağan üstü bir çalışma temposu içinde bulacaksın kendini. Her şeyi en iyi bilen, işlerine tamamen hakim biri olmaya çalışacaksın bütün gayretinle. İşlerin önündeki engelleri birer birer kaldırıp ödeneğin çok üzerinde ilerleme kaydedeceksin. Gündüz saatlerinde arazide devam eden inşaatları denetleyecek, geceleri geç vakitlere kadar ofiste projeleri inceleyip şartnameleri okuyacak, resmi yazışmalara bakacak, e-mail'lerle uğraşacak, satın almanın yaptığı harcamaları kontrol edeceksin. Uykusuzluğa alışacak bünyen. Bu kadar hırs niye? Neden başkaları gibi kendine zaman ayırmıyorsun? Hırs değil bu dostum, senin kaldıramadığın lâf yemek, hatta ters bir bakış bile yeterli alt üst olmana. Bunun için cevaplayamayacağın bir soru kalmamalı. Gece yarılarında bazen büyük patron gelecek yanına. "Hadi git artık, yeter bu vakte kadar çalıştığın." diyecek. Onun seninle yaptığı yarım saatlik sohbet bile lüks gelecek sana. Gözünün içine bakacaksın kalkıp gitsin de işine devam edesin diye.
Bu tempo seni takatsiz bırakmak bir yana daha da güçlendirecek. Sahip olduğun enerjiye inanamayacaksın. İşçilerin kar maskesiyle çalıştığı günlerde üzerinde ince bir gömlekle dolaşacaksın aralarında. Üşümeyeceksin, hasta olmayacaksın. Büyük bir aşkla sarıldığın işin hedeflerine ulaştıkça daha çok içine çekecek seni. Ya insanlar...
Çok sevdiğin mesleğinden soğutacak bazı insanlar seni. Kontrol baş mühendisi Selâhattin Bey'den bahsediyorum. Hatırlarsan bir dönüm noktası belirlemiştim senin için. Ne işin var özel sektörde. Git bir memur ol hayatını yaşa insanca. Meselâ Selâhattin Bey gibi ol. Onun gibi olabilir miydin acaba? Sen benim izimi sürmeyi tercih ettin madem, o zaman yaşayacaksın yaşadıklarımı. Selâhattin Bey, patronun cipine kurulup seni denetlerken, sana olur olmaz yerde talimatlar yağdırırken çek bunları şimdi sinene. Onlar iki yakın dost, sen yabancı. Selâhattin ne dilerse emri olur, sen ağzınla kuş tutsan yaranamazsın. Kedinin fareyle oynadığı gibi oynamak ister seninle. Devletin gücü elinde, devlet zengin. Patron da öyle. Patron bir eser için para harcıyor, Selâhattin kendi çıkarı için hem devleti hem seni harcıyor. Devlet birçoklarına harcatsa da kendini, bilirim sen kendini harcatmazsın.
Enerji tüneli beton kaplaması devam ederken beton santralinin otomatik kimyasal katkı ünitesi arızalanacak bir gün. Bu ilk değil. Daha önce defalarca arızalanmış, işe engel değil. Başına bir işçi koyar cihaz tamir oluncaya kadar manüel olarak karışıma ilave edersin katkıyı. O güne kadar hep bu şekilde aksamadan devam etmiş bu iş. Öğleden sonra kontrol başmühendisi imzalı bir yazı getirecekler masana. "... nedeniyle şantiyede bütün beton döküm işleri durdurulmuştur." Kuyruğuna da basmadın ki bu adamın. İşin gereksiz bir nedenden ötürü durdurulması sana yapılacak en büyük zulüm. Hani çağırırsa gider konuşur, ikna etme yollarını ararsın. Yok öyle bir şey. Bu yazı ölüm fermanı gibi gelecek sana. Çevrendekilere aldırmadan küplere bineceksin. İlk aklına gelen veciz sözü sarf etmekten kendini alamayacaksın. "Maması az geldi bunun anlaşılan"
Ertesi günü Rauf Bey gelecek yanına. "Ya sen nasıl yaptın bunu. Senin insan ilişkilerin çok iyiydi. Ereğli'de kontrollerle çok güzel anlaşırdın." diye söylenecek. Merak edeceksin ne yaptım diye. "Selâhattin Bey bana bir şeyler anlattı. Doğru mu bunlar?" diye soracak sana. Ne anlattı? diye sen de ona soracaksın merakla. "Maması az gelmiş falan demişsin"
"İyi de bu lafı kim taşıdı ki ona, ben odamdaydım sinirle bunu söylerken. Hem yalan mı? Resmi yazıyla betonu durdurmuş, hiçbir ünitede beton dökemiyoruz." diyeceksin. O buna hiç aldırmadan gidip hemen kendisinden özür dilemeni isteyecek. Bir yandan lâfı taşıyan kişinin kim olabileceğini düşünürken içine düştüğün durumdan kendini nasıl kurtarabileceğinin hesabını yapmaya başlayacaksın. Özür dilemek çok ağır gelecek. Özür dilemek bir hata yaptığında affını istemek. Fakat ortada yaptığın bir hatan olmadığına inanıyorsun. "Hayır, özür dilemem gereken bir durum yok, doğrusu onun benden gelip özür dilemesi." diyeceksin ısrarla. Rauf Bey, "Fakat sen şirketi zor durumda bırakıyorsun bu davranışınla. Unutma ki o kontrol, kalem onun elinde" diyecek. Yanında suratını asan büyük patron da Rauf Bey'le aynı fikirde olduğunu belirtecek. İşte dostum, şimdi kaldın mı yalnız başına. Artık yolun sonu göründü. Kontrol istediğinde seni işten uzaklaştırabilir, bunu biliyorsun.
Rauf Bey'i takmasan da büyük patronun ısrarını kıramayıp gideceksin Selâhattin paşanın yanına. Özür dilemeye hazırlanırken alacak sazı eline. Yok efendim, ne görmüşsün de, ne biliyormuşsun da bu çirkin lâfı söylemişsin. Aslında biliyorsun ona yapılan her şeyi. Çünkü büyük patron ne yaptıysa anlatıyor sana. Koca devlet vermiş yetkiyi bu adama. Senin değil sadece, istese şirketin başına ne çoraplar örer. Susmalısın, susacaksın.
Ofisine geri döndüğünde bir sürprizle karşılaşacaksın. Ereğli'de bir başka projede proje müdürü olarak çalışan sevdiğin bir arkadaşın Mehmet Bey, odanda Rauf Bey'le sohbet ediyorlar. Hem şaşıracak, hem de uzun zaman sonra onu gördüğüne sevineceksin. Birlikte yemek yedikten sonra üçünüz birlikte odana geçeceksiniz. Rauf Bey, sana dönüp "Patronlarla görüştük, görevini Mehmet Bey'e devredeceksin, yardımcım olarak merkeze alacağız seni. Hem maaşın da artacak" Körün istediği bir göz, Allah verdi iki göz. Fakat sevinemeyeceksin sonuç ne kadar iyi görünse de. Bu karara birlikte varmak gerekirken bir oldu bittiye getirilmen sıkacak canını. Gerçi Rauf Bey'in seni çok önceden gözden çıkardığını tahmin etmen zor değil. Fakat patronların karşısında buna gücünün yetmeyeceğinin de farkında. Yerine geçecek olan kişinin samimi bir arkadaşın olması bir şans. Lâkin ne kadar samimi olursan ol, şahsi çıkarlar her şeyin önüne geçiyor bu dünyada. Meselâ onun da kararını vermeden önce seni aramasını beklemen daha şık olmaz mıydı.
Mehmet Bey'e ne maaş verildiğini soracaksın. Seninle aynı maaşı alacak derken yine kandıracak seni Rauf Bey. Yıllar sonra öyle olmadığını tesadüfen öğrendiğinde kıyameti kopartacaksın Ankara'da. Hemen Ankara'ya gitmeni isteyecek senden bir an önce kurtulmak istercesine, sen ağırdan alacaksın. Ne acelesi var, bildiklerini Mehmet Bey'e aktarmadan nereye gidiyorsun? Hem büyük patron hem de Mehmet Bey senin bu kararını destekleyecekler. Yeniden Ankara'ya taşın, eşinin tayini, çocukların okullarının nakli... Okullar tatil olana kadar altı ay otelde kalmak zorunda kalacaksın. Aslında bu sürenin yarısı yine şantiyede ve ailenle birlikte geçecek. Kontrol başmühendisi Selâhattin Beyi her gördüğünde birbiriniz hakkında düşündüklerinizi çözmeye çalışacaksınız. O seni uçurumdan aşağı yuvarlamaya çalışırken sen zirveye çıktın, elinde tuttuğu iplerini kopartıp attın. Artık istese de bir zarar veremez sana. Bu maçın galibi sensin, ezik bakışlarında bu halini görmek hiç de zor değil senin için. Rauf Bey'i de sayabilirsin mağluplar arasında. Senin yerine getirdiği Mehmet Bey'le tamamen farklı karakterlere sahip olmanıza karşın muazzam bir işbirliği içinde çalışacak, çoğu zaman Rauf Beye karşı birlikte mücadele edeceksiniz. İlk kez o vuracak yüzüne sende gri rengin olmadığını. Ya siyahın var senin ya beyazın diyecek. Düşününce hak vereceksin arkadaşına. Sen ise grinin bütün tonlarını göreceksin onda.
(Devam edecek)
hımms güzel bölümdü. işini sevince üşümüyor de mi insan yani. selahattin bey eh yetkiliymiş napcan işte. ama mehmet bey gelince onunla birlik oldunuz yani, bu ilginç olmuş :) hımms, ya siyah ya beyaz herhalde iyi olmasa gerek :) grilik de lazım demekkisi :)
YanıtlaSilBen sayfalar dolusu yazarken sen güzel özet çıkartıyorsun:) Ben bir türlü siyahla beyazı karıştıramıyorum deep:)
Sil:) sen uzun yazma ekolüsün ben kısa yazma ekolü kiki :) e karıştırma artık zaten o iş evresi bitmiş yanii. yeni işte de mi bölesin :)
SilGri ol-a-mamak benim karakterim, işle alakası yok ki:)
SilBir süredir gri bölgedeyim. İyi hissettiğim için uzun kaldım. Bazen geriler iyi geliyor ama hep değil. Şimdi bir süre siyahta kalıp beyaza döneceğim umarım :) Mr. Kaplan, griler çok şey öğretiyor insana. Biliyorum sizin siyah-beyazlar farklı ama sizin de gri bölgelerde dolaşmışlığınız var işleri çözmek, çarkın dişlileri arasında ezilmeden yola devam edebilmek için. Ama dikkat ediyorum söz konusu olan iş güç değil de kişisel meseleler olunca daha katısınız. Sizin griler iş alanında, kişisel hayatınızın siyah beyaz sınırı daha keskin.
YanıtlaSilSanırım "gri" tanımını farklı algılıyoruz sizinle. Sizin için belki bir arayışı, çözüm yolunu bulmak için bir kararsızlığı sembolize ediyor. Benim "gri" olarak ifade ettiğim biraz farklı sanırım. Bu yorumu yazarken bile zorlanmak çileden çıkarmaya yetiyor beni. Doğru anlamak, doğru anlaşılmak istiyorum. O siyahın biraz renginin açılması ya da beyazın üzerinde küçük siyah bir nokta dahi canımı sıkmaya yetiyor.
SilBelki mühendisliğin verdiği bir huy. İster iş konusunda isterse kişisel meselelerde "gri" olamıyorum. "Gri" derken eski tabirle idare-i maslahatçılık, yani durumu idare etmek, ne şiş yansın ne kebapçılık. "Sen de haklısın değil", bana göre sen haklısın ya da haksızsın demek gri olmamak. Duru bir netlik, kararsızlık değil.
Peki güzel bir karakter, huy, her neyse bu? Bu huyum yüzünden inatçı olarak yaftalanmak, orta yolu bulamamam yüzünden işlerin sarpa sarması...
Benim kişisel karakterim grilik değil. Doğrular ve yanlışlar bana ait. Bana göre. Başkalarının doğru ve yanlışları ile çakışmak zorunda değil. İnadım belki ama kavgacı değilim. Karşımdakinin doğrusu benim doğrumla çakıştığında kıyamet kopartmam.
Doğru ve yanlışlarım kolay kolay değişmez, çünkü kararımı vermeden önce üzerinde çok düşünür, araştırırım. Fakat bu sabit fikirli olduğum anlamına gelmez. Doğrudan yanlışa ya da yanlıştan doğruya geçiş sürem çok kısadır, yani gri zonda fazla kalamam. Değişim kendimi geliştirmenin temel taşıdır. Bu bakımdan pek çok doğrularım bugün yanlış, pek çok yanlışlarım bugün için doğru olabilir.
Her zaman severim tartışmayı, saygıyla, birbirini kırıp dökmeden olanı. Bunda bütün amacım aklımın bir köşesinde kalan grilikleri temizlemek, doğruyu bulmak:)
Yorumlarımızı yeniden okuyunca sanki biraz yaklaştığını gördüm düşüncelerimizin:) Aynı düşünceye sahip miyiz sorusuna net bir cevap verebilirseniz, bu beynimdeki griliğin dağılmasını sağlayacak sevgili Mrs. Kedi:)
Silİyi ki tanıştık sevgili Mr. Kaplan :) Okumak, yazmak, tartışmak, sorgulamak... Çok keyifli ve geliştirici :)
SilGri bölge kendi bildiğinizi yapmak değil de orta yolu bulmak, uzlaşmacı davranmak anlamına geldiğinde sizin için imkansızlaşıyor. Öyle olunca benim için de çok zor, ben de kendimden ve kendi fikrimden ödün vermekte çok zorlanıyorum. Bunun yanında beyaz ve siyah kişisel bakış açımızla belirlediğimiz kendi doğru ve yanlış tanımlarımızı ifade ettiğinde, ben yıllardır beyaz ya da siyah dediğim şeylerin bazen grisi de olduğunu görüyorum. Yıllar içinde beyaz ve siyah kavramlarım değişti belki de tam bilemiyorum ama insanların doğru ve yanlışları ile çakışmaktan hiç korkmuyorum artık. Bence evrensel doğrular fazlaca şişirilmiş bir balondan ibaret ve aslında herkesin siyahı, beyazı, grisi başka! Ne ben başkalarınınkini %100 anlayabilirim ne de başkası benimkini. Mevcut empati yeteneğimize bağlı olarak tahmin yürütebiliriz ancak :) Bence bu siyah-beyaz konusunda benzeştiğimiz ve ayrıldığımız noktalar var mutlaka ama böyle anlatmaya çalışırken dönüp kendimize bakmak iyi geliyor insana :)
Grilik yerine sizi yin ile yang'e davet ediyorum :) beyazın içine bir nokta siyah, siyahın içine bir nokta beyaz katmaya. Gri içimi daraltıyor, esneklik ve yağ gibi üste çıkma değil de bana bildiğin "bulanıklık, açık görülememe" hissi veriyor. O sıkıyor beni. Bir karar ver de ne verirsen ver diyesim geliyor. Ama insanların büyük çoğunluğu normal dağılım eğrisinde hep gride duruyor.. Yok ben içinde nokta kadar siyah olan beyaz YANG olmak isterim, evet..
SilHep teorik konuştuk, biraz somutlaştıralım mı? Misal bir olay koyalım ortaya. Mesela sizin şu Selahattin Bey'i ele alalım. Sizin adama sinir olmanızın sebebi adamın beyaza aykırı biri olup üstüne bir de sütten çıkma akkaşık gibi davranması. Adamın yüzüne bunu söylemeyip adamla yüz göz olmamanız sizi gri bölgede bırakıyor kanımca. Yani adam siyah, sizin bakış açınız beyaz ama mecbur kalıp sergilediğiniz davranış gri diyebilir miyiz acaba? Olaydan sizin galip çıkmanız da talihiniz ve beyaza olan yakınlığınız gibi geliyor bana. Her olayda ve durumda siyah-beyaz değişir. Ama değişmeyen şey grinin her daim arada kalmışlığı, belirsizliği, keskin olmayan bulanıklığı temsil etmesidir kanımca :) Keskin kararlar almaktan kaçındığım ya da istesem de başaramadığım zamanlarda sığınıyorum ben gri bölgelere. Ama dedim ya bu siyah-beyaz metaforu çoooook değişik anlamlar kazanabilir duruma göre :)
YanıtlaSilGüzelim senin "somutlaman" böyleyse :D
SilHadi konuşalım Mrs. Kedi:)
SilSelâhattin Bey benim beyazıma aykırı biri. Belki de bana göre siyah olan ona göre beyaz. Bu üç rengin algısı evrensel değil, tamamen bireysel.
Fakat çok iyi bir yere geldiniz. Evet, onun yanlışlarını yüzüne vuramamak grileştiriyor beni. Bu büyük bir açmaz. Anlamı iki yüzlülük. İtiraf ediyorum ben ve diğer insanlar, hepimiz iki yüzlüyüz. Selâhattin Bey örneğinde olduğu gibi bazen bunu mecburiyetten yapıyoruz, bazen karşımızdakini kırmamak adına. Bu yüzden insan ilişkileri zor geliyor bana. Karnımızdan konuştuğumuz için anlayamıyoruz birbirimizi. Gri renkte, bulanık bir suda doğru yolu bulmaya çalışıyoruz. Olaydan galip çıkmamın nedeni büyük oranda şans. Evet beyazı nasıl tarif edebilirsek onun da payı büyük. Burada beyaz çok çalışarak vazgeçilmez olmam. Bu doğru bir yöntem midir her zaman? Sanmam. Sizin bunu takdir edecek patronlarınız olması lâzım ayrıca. Yoksa sana acıdıkları için galip olmadınız. Çalışmak, liyakat her zaman galip çıkmanın olmazsa olmaz şartı mıdır? Bu ülkede mi? Yapmayın yalakalık, kendini pazarlama, hitabet, onursuzluk çok daha kolay getiriyor galibiyeti, başarıyı ve parayı. Siyahın beyaza üstünlüğü! Dolayısıyla şans faktörü benim hayatımda daha çok etken.
Sevgili Mrs. Kedi,
Karar aşamasında hepimiz geçiyoruz gri zonlardan. Bu son derece doğal. Önemli olan bu renkte kalmayı hayat felsefesi olarak kabullenmemek.
Evet, bu metafordan neler çıkmaz ki. Doğru-yanlış, iyi-kötü, güzel-çirkin ve nice münferit olay.
Sizi okurken hep kendimi düşünüyorum, ben olsam ne yapardım bu noktada, ben ne cevap verirdim diye oynuyorum metinle. Çok hoşuma gidiyor, tek bir hayata kısılı olduğumuz için, bana başka hayat olasılıklarını düşünmeyi öğretiyor. Size müteşekkirim.
YanıtlaSilÖteyandan, bazen "ben olsam kesin.... yapardım" dediğim halde, metnin sonunda aslında o düşüncemden çok sizin seçtiğiniz yolu tutacağımı da hissediyorum ve diyorum ki "evlat" da bu nedenle değiştiremiyor işte kaderini, çünkü bu hikaye içinde aslında uyun akışı belli.
Size şunu sormak istiyorum: pişman mısınız? Yani mesela işe bu kadar eğilmek, işte çatıştığınız figürlerle bunca duygusal gerilim yaşamak, aileyi oradan oraya taşımak sürekli, bunları yeniden seçme şansınız olsa, nasıl davranırdınız? İçimden bir ses değiştirmezdiniz siz de diyor ama... Emin olamıyorum.
Ben Chi-gong'a geri döndüm. Kendimden 30-40 yaş büyük insanlarla arkadaşlık kurmaktan büyük keyif alıyorum bu sıralar. Bazen dersten sonra birer "bitki çayı" içiyoruz, hocamız da emekli balet. Bu insanlar arasında bir ben 70 altı :D Ama öyle kabul edici ve sıcaklar ki, onlara bir sürü soru soruyorum ve beni ufak bir çocukmuşum gibi ilgiyle dinleyip biraz da şefkatle cavplıyorlar sorularımı. Ben de işi iyice yüzsüzlüğe vurdum, hayatın anlamı, doyumlu bir hayat, her hafta bir soru.. Sonunda biri dayanamadı dedi ki "Denizciğim, çocuğum, biz yarın ölmüyoruz, yani bir gün bile yaşaam, o bir gün içinde öyle bir şeyler olabilir ki, anlamını yitirebilir ya da yeniden bulabilirsin hayatın.. sadece yaşamaya ve hissetmeye çalış, bu sadece bir hikaye değil, bu aktif bir paylaşım, sonu yok, sonunda cevaplara kavuşmayacaksın, şanslıysan güzel hatıralar biriktirmiş, insanlarla tanışmış, duygusal alışverişlerde bulunmuş olursun ancak, hayatın amacını düşün evet ama düşünmeyi hayat amacı edinme" dedi. Vallahi dedi.. şimdi tam ne demek istedi onu düşünüyorum :D Sevgiler...
Sevgili Mrs. Kedi,
SilEvet, iyi ki tanıştık:) Bu sayede hayatımda en fazla zevk aldığım bir döneme girdim sayenizde. Bu yüzden size ve DBE'e müteşekkirim.
Evet, tespitiniz doğru:) Orta yolu bulmak, uzlaşmacı davranmak benim açımdan imkânsız geliyor. Uzlaşmak kendi düşüncelerimden ödün vermek bana iki yüzlülük gibi geliyor. Fakat katı bir tutumum, bağnazlığım yok. Sağlam argümanlarla gelir beni ikna edebilirseniz doğru bildiklerimin yanlış olduğunu kabul edebilirim kolaylıkla. Ama gel ne senin dediğin olsun ne de benim deyip orta yolu bulmak bana göre değil. Çünkü o zaman ortaya çıkan şey ne sana ne de bana ait olacak. Ayrıştığımız nokta; yıllardır beyaz ya da siyah dediğiniz şeylerin bazen grisinin de olduğuna dair tespitiniz. İşte grileşmeye başladığım nokta benim düşüncelerimde en yoğunlaştığım anlardır. Bu hoşlanmadığım anlardan en kısa sürede kurtulmak için ya griye bol miktarda beyaz katar ağartırım ya da siyaha boyar iyice karartırım. İnsanların doğru ve yanlışları ile çakışmak, çatışmak korkutmuyor beni de. Doğru ve yanlışlarımızın değişebileceğinden söz etmiştim zaten. Evrensel doğrular can sıkıcı evet, özellikle de konuyu ahlâk üzerinden ele alırsak.
"Herkesin siyahı, beyazı ve grisi başkadır." Bu cümlenin rengi gridir meselâ:) Siyah siyahtır, beyaz da beyaz. Bunun dışında cümle şeyler gri:)
Somutlaştırayım:
Semavi dinlerin tarif ettiği şekilde bir tanrının varlığına inanmıyorum (siyah)
Semavi dinlerin tarif ettiği şekilde bir tanrının varlığına inanıyor ve onun koyduğunu kabul ettiğim kurallara uyuyor, vazifeleri tam olarak yerine getiriyorum.(beyaz)
Semavi dinlerin tarif ettiği şekilde bir tanrı olabilir de olmayabilir de. Bana mantıklı ve aykırı gelen tarafları var. Fakat ne olur ne olmaz, ben kurallara elimden geldiğince uyayım, vazifelerimi yerine getirmeye çalışayım. Ya varsa! (gri)
Benim nihai rengim gri olamaz, bu konuda bir yıl gri renkte kaldıktan sonra karardım:)
Sevgili DBE,
SilBeni davet ettiğiniz yin, yang ile görüyorum ki siz de tam hoşnut değilsiniz. Mrs. Kedi'ye göre bana daha yakın düşüncedesiniz sanki:) Biliyor musunuz, yin yang teki o küçük siyah ve beyaz noktalar bile huzursuz eder beni. Bana uygun yin yang noktalarindan arındırılmış bir sembol olmalı. Öyle miyim? Elbette değil. Ama var olduğu sürece o noktalar sinir eder beni:)
İnsanların çok büyük çoğunluğu gri. Yin yang teki noktaları olabildiğince büyük...
Semavi dinlere inanmıyorum. (siyah değil, beyaz bence :)
SilTanrı olabilir de olmayabilir de (cümle "gri" ama mecburen böyle). Eğer Tanrı varsa semavi dinlerin anlattığı ile zerre ilgisi olduğunu düşünmüyorum (siyah mı, beyaz mı, gri mi bilemedim:))) Ha semavi dinler gerçekse ve Tanrı da orada anlatıldığı gibiyse yaksın beni komple! Bu da siyah galiba :)))) Çok eğlenceli geldi bu konu Mr. Kaplan.
"Beyaz beyazdır, siyah siyah" söyleminize katılmıyorum tam olarak. Siyahın bile tonları var, yan yana koyduğunuz iki siyah birbirini tutmaz. Beyaz dersen oooo... Ekru, krem, kırık beyaz, çiğ beyaz... Bu konuda DBE'ye katılacağım. Her siyahın içinde bir nokta beyaz ve her beyazın içinde bir nokta siyah var bence de. Karıştırıp grileştirmek ya da karıştırmadan berrak tutmak bize kalmış :) Ben zaten grinin varlığını ve zora gelince kaçıp grilere sığındığımı baştan kabul ettim :D Kabul etmediğim grinin kötü bilinmesi, yok sayılması. Herkes öyle ya da böyle bir an gride kalıyor. Sonra ister siyahı seçin, ister beyazı :)
Hani bazen aynı hikayeyi 2 farklı kişiden dinleriz de ne diyeceğimizi bilemeyiz. 2 anlatımı birleştirip ortak noktaları yakalamaya çalışırız. O arada işte o hikayede iki kişinin algı farkı ve tecrübe ettiği farklı hisler yüzünden arada gri bir alan oluşur. Her şeyin sebebi de çözümü de o gri alanda bence. O alanda iki kişi de haklı ama hayat "Tarafını seç, ya siyahsın ya beyaz!" der bize. Ben o anda gri olmak isterim nedense :) Aynı anda biri siyah, biri beyaz, iki kişinin de haklı olabileceği tek güvenli bölgedir gri belki de.
Sabahtan geceye, geceden sabaha tartışırım konuyu Mr. Kaplan. Amaç ikna etmek değil, sizin dediğiniz gibi doğru anlatmak, doğru anlaşılmak :)
SilSevgili Mrs. DBE,
SilAsıl ben size müteşekkirim:) Evet, farklı hür düşüncelerden besleniyor, en çok da kendimizi tanıyoruz bu şekilde. Kendimize sormayı akıl edemediğimiz soruların cevaplarını arıyoruz.
Bu arada evlât büyüdü, kocaman adam oldu. Şu sıralar 42 yaşlarında falan olması lâzım:)
Bu hayatı yaşamaktan pişman mıyım? Soruya bakar mısın? Ne diyim şimdi size ben? Şimdi alternatifi ne bunun? Hiç yaşamamak mı yoksa başka bir hayat sürmek mi? Kolayından başlayarak cevap vereyim, yani ikincisinden. Başka bir hayat; Daha iyi de olabilirdi, daha da kötü olabilirdi. Dünya ortalamasının üzerinde bir hayat yaşadığıma inanıyorum. Ortalamanın altında acı çektim, ortalamanın üzerinde mutlu oldum diyebilirim. Bu noktada illâ yaşamam gerekli idiyse böyle bir hayatı yaşamış olmaktan pişman değilim. Afrika'nın dahil olduğu gibi buna şansım dahil diyeyim:)
Gelelim zor olan cevaba: Hayatın anlamını çözemediğimiz sürece bu dünyaya gelmenin, yaşadığım bir ömrün ne değeri olabilir? Madem ki birileri postaladı bizi buraya, geride güzel bir şeyler bırakamıyorsak ne anlamı var? Yokken var olduk, varken yok olacağız. Geride bir iz bırakmadan... Bu çerçeveden bakınca evet, bu şekilde yaşadığım süre içinde geriye bir iz bırakamayacağımdan ötürü pişmanlık duyuyorum. Neredeyse yaşadığım sürenin yarısı kadar ömrü olmuş ve yüzlerce hatta binlerce yıl bıraktığı eserlerle kendinden söz ettirmiş nice insana gıpta ediyorum. Bizimkisi boş yere harcanmış hayatlar. Yaşamamın neye, kime faydası oldu ki? Hani derler ya "Doğduğuna pişman", anlatmak istediğim bu değil. Yaşamayı, sürdürmekte olduğum hayatı seviyorum fakat daha ulvi şeylerin peşindeyim:)
Sizlerden yeni ve güzel şeyler öğreniyorum.
Chi-gong meselâ. Bir araştırayım bakalım uncle Google'dan. Yaşça büyük dostlarınla derin muhabbetin çok hoşuma gitti. "Hayatın amacını düşün, evet ama düşünmeyi hayat amacı edinme" Ben de takıldım buna. Çünkü bu aralar düşünmek hayatımın tek amacı gibi geliyor bana. Sigortaların atmasından mı korkuyor acaba saygıdeğer emekli balet beyefendi?:)
Sevgili Mrs. Kedi,
SilBence de beyaz. Saygımdan dolayı grileşip beyaza siyah dedim:)
Ah şu gâvur İzmirliler:) Cehennem bizler için :))
Evet anlaştığımız renkten, yani ben de ben de beyazım bu konuda:)
Siyahla beyazın karışıp griye dönmesinden korkuyorum fakat Tanrı'nın varlığı konusunda yine anlaştığımız şekilde net olarak siyahım:) Kanaatim odur ki Tanrı da sevmez griyi bu hususta:)
Sizin farklı düşünceleriniz renk katıyor benim siyah beyaz dünyama:) Griyi yok sayamam, ama onda saplanıp kalmak istemem:)
Son paragrafınızda yeni bir pencere açmışsınız. Evet, aynı olayı iki kişiden farklı şekilde dinlersiniz. Söyledikleri arasında her ikisinin de size göre siyah ve beyazları vardır. Hatta bu renkler yine size göre tek kişinin söylemleri içinde bile mevcut olabilir. Sonuçta sizin algınızda bu kişiler gri bir algı çizer. Dinlediklerinizi analiz eder, sentez yapar bir kanaat oluşturursunuz ki bu size ait olan kararın rengidir önemli olan. A ve B kişisinin veya sadece A kişisinin topyekûn karakteri gri olabilir ama siz kendi bakış açınızla bir çok siyah ve beyaz görebilirsiniz bu grilikte.
Bu yorum yazar tarafından silindi.
SilAslında "renk" olarak bile kabul edilmeyen 2 renk üzerinden ne felsefe yaptık ama :D Ne güzel yazmışsınız, iyi ki yazmışsınız, iyi ki tartışabiliyoruz da konu buralara kadar geldi :) yine de medenice ve keyifle tartışabilmemizin bir sebebinin de bakış açılarımızın tabana tabana zıt olmayıp benzer olmasından kaynaklandığını da es geçemeyiz tabi ki :)
SilSevgili Mrs. Kedi,
SilHayat sürprizlerle dolu... Size son yorumu yaptıktan sonra dükkanda fenalaştım. Büyük bir sancı ile kıvranırken tansiyonum düştü, kendimi sandalyeye attım. Bayılmamak için sanırım bir çeyrek mücadele ettim, derin nefesler aldım. Yardım isteyecek, telefon edecek takatim yoktu. Ne kadar bir süre geçti bilmiyorum, bayıldım, kendime geldim. O sıra eşim aradı, zorlukla durumumu anlattım. Dükkan komşularından yardım iste dedi gelene kadar. Buna bile yapamayacak durumdaydım. O aradı yan komşu geldi, daha iyiyim dediğim durumda bile tansiyonum yarım saat boyunca 9/5 olarak kaldı. Sonra kızım geldi eve getirdi. Öyle sanıyorum ki böbrek sancısı, kalple falan alakası yok. İğnelerden sonra uyudum ve az önce uyandım. Şimdi iyi hissediyorum kendimi. Yoksa bu muhabbet kesilir mi?:))
Evet, tartışma çok iyiydi, teşekkür ederim. Ben de aynı fikirdeyim, sabahtan geceye, geceden sabaha. Araya işte böyle aksilikler olmadığı sürece:)
Yaptığımız yol göstermek karşımızdakini ikna etmek kesinlikle değil. Sanırım öz benliğimizle bütün mücadelemiz, kendimizi tanımak...
Yine Mrs. Kedi,
SilBelki de aynı yerden bakıyoruz olaylara fakat farklı şeyler görüyoruz. Sonsuz teşekkürler:)
Çok üzüldüm ve korktum. Çok geçmiş olsun. Kendinize dikkat edin ve bir süre yalnız kalmayın lütfen. Eşiniz ve aileniz varken emin ellerdesiniz. Acil şifalar diliyorum.
SilTeşekkür ederim, geldi, geçti, iyiyim şimdi:)
Silgeçmiş olsun yaa noldu neymiş yani. tansiyon mu nedeni.
SilTaş ya da kum düşürüyor olabilirim. P.tesi doktora gideceğiz bakalım. Bayılmak benim sigortam:) Ne zaman sancılarım, ağrılarım artsa tansiyonum düşer, sigortam atar:)
Siltaş kum, inşaatçısın normal :)
SilKurtulamadım işte:)
Silçok geçmiş olsun, o ağrı çok kötüdür derler.. umarım bir an önce sağlığınız ve keyfiniz yerine gelir. bu arada kız çocuk candır, değil mi? :)
SilTeşekkür ederim:)
SilKesinlikle:)
Yaşadıklarımız ....
YanıtlaSilEvet, yaşadıklarımız:)
SilBu yazı dizisini en kısa zamanda okumak üzere planlarıma aldım...
YanıtlaSilTeşekkürler:)
SilSektörünüz mühendislik ama siz yazarlıkta da bayağı bir usta olmuşsunuz..Kitap olarak bastırdığınız da "işte benim hayatım" diceksiniz,bence bu gurur verici olurdu..Ece Evren ablamız da kendi hayatını anlatan kitabı vardı,henüz daha alıp okuyamadık,deepin kitaplarını da..İnşallah birgün alıp,okuruz,sizinkini de tabii,emeklerin karşılığı olmalı bence..Emeğinize sağlık..😊
YanıtlaSilTeşekkürler, mübalağa ediyorsunuz:) Bu dizi biraz içimi dökme, geçmişle hesaplaşma, arınma gibi geldi bana. Kitaba dönüştürme şekli üzerinde net değilim. İçine biraz da kurgu katıp roman halinde yazılabilir belki. Neyse o amaçla başlamadım diziye, şimdiden işlevini gördü ama:)
Sil